28 Mart 2016

'Fal batağı'na tekrar düşen ben...

Sınav günü, sınav iyi geçince arkadaşlarımla konuştuk, "falcıya gidelim" dedik. Normalde kötü geçseydi benim yapacağım şey ağlaya ağlaya twit atmak, twit okumak, küfretmek ve google'da "lysde nisil çikilir" diye araştırma yapmaktı. Ama inanılmaz -ya da inanılır- bir şekilde iyi geçti ve ben sınav salonundan "2" işareti yaparak çıktım.
Neyse, sınav hakkında sonra konuşuruz. Biliyorsun, daha doğrusu artık tanıyorsun beni yani. Bana "sınav" hariç bir şeyler söyle, ilgimi anında dağıtabiliyorsun. Yani hiiiiç olamadım şu tip bi öğrenci: "Yaa, canım seninle çıkmayı çok isterdim ammmaa ders çalışmam lazım."
Aynen şöyle bi öğrenci oldum, oluyorum, olacağım: "Neeee, gezmeye mi gidiyoruz, kalk ulan kalk ders çalışmak neymiş yav!"
Konumuz bu değil.
7 kişi mi neyiz, yürümeye başladık. Bi kafede durduk, içeri girdim adamla konuşmak için. Hani 7 kişiyiz, falcı nasıl, toplu fal indirimi var mı filan diye soracağım. Benden en fazla 4 yaş büyük bi çocuk kasadaydı, muhtemelen o beni kendisinden büyük sandı ama olsun. "Biz fal baktırıcaz, falcı iyi bakıyor mu?" dedim. "Keşkem daha deminki müşteri gitmeyeydi de onlan gonuşsaydın, mühteşem bakıyor." dedi. Bu nasıl bi pazarlama olayı yahu? Çocuk önümde destur filan çekiyor bildiğin, "caaanım falcı, gussssursuz bi falcı, keşkem gitmeseydi o müşteri de bakaydınız soraydınız." diye. "Boşver falcıyı, sana 7 kişi getirdim, ucuza baksın söyle." dedim. O yerlere eğilen çocuğun içine bi anda ne girdi anlamadım, "Biliyonuz di mi, fal bi ihtiyaç deyil, zevk alıyonuz baktırırken." dedi. Zevk alıyormuşuz, te allam! "Heee, biliyoruz, ne olmuş ki?" dedim. "İndirim çoğ saçma o yüzden, gussura bakma kardaş." dedi.
Terbiyesiz! Biz de biliyoruz herhalde bi saçmalık olduğunu ama ne yapabiliriz. 7 tane sınav öğrencisiyiz, liseyi 4 yıl okuyup beğenmediğimizi fark edip bi sene de "Bi tekrar bakiyim yaaa!" diyip lise 5'i de okuyan gençleriz biz! Tüü sana!
Çıktım dışarı, çocuğa "Bi dakika bekler misin?" diyip. Beğenmediler mekanı da arkadaşlarım, kalktık baya bilindik bi kafeye gittik.
Garson geldi, sorduk falcıları. Bi sürü isim söyledi, içinde en 'yaşlı'ya yakın olanını seçtik. Evet, resmen salağız, "yaşlı isim mi olur" diyeceksin ama ne yapabilirim. Önce "Kerem, İzel, Tankut" filan dedi... Yani tutup da bunlara para bayılamam, kusura bakmasın. Bi anda "Nevin de var." dedi, ben hemen "O olsun o olsun!" dedim.
Falcı geldi, hani biz eğlencesine baktırırız, herkes herkesinkini duyar sanıyorduk ama kadın "dikkatimi dağıtmayın, sırayla gelin." dedi. Benim götüm atmaya başladı bildiğin. Ulan deli misin nesin, "İyi bi yer kazanacaksın, paran olacak, yurt dışına çıkacaksın." de, bitsin gitsin. -Yalan söylüyorum, bunları söylese kahveyi yüzüne fırlatacaktım-
En yakın arkadaşım baktırıyordu, kalktım yanlarına oturdum. Ve sıra bana geldi...
"Olan hep sana olmuş." dedi. Baktım şöyle, haklı.
"Bu kadar duygusal ve başkalarını düşünen birisi olursan kaybedeceksin, haberin olsun. Atmışsın hayatından bi sürü kişiyi, iyi ettin ama üzülmekten vazgeç artık." dedi. "Vazgeçtim ki zaten." diye yalan söyledim, "uydurma be! bırak artık geçmişini, önüne baksana sen!" diye bağırdı bana.
"Ailende kiminle iyi değil aran?" dedi, "babamla 10 yıldır küstük, barışalı 1 yıl bile olmadı." dedim. "Gitmen, iyi gelecek size." dedi.
"Gidiyor muyum ki?" diye sordum. "Gidiyorsun tabi. Al al, kart çek." dedi. Çektim. "Doktor falan mı olacaksın sen, beyaz önlüklü görüyorum seni." dedi. "Doktor, diş hekimi, ne olursa... olsun da biri." dedim. "olacak olacak, baksana şuna." dedi de karttan ben bir şey anlamadım.
"Bi kart daha çek." dedi, çektim. "Sen neden zekanın farkında değilsin?" dedi. "Nasıl yani?" dedim. "Manyak mısın sen, bildiğin hayvanlar gibi zeki çocuksun, ışığını kaybetme hiç, neyin umutsuzluğundasın sen?" diye yine bağırdı bana. Anacım, annem bana böyle bağırmadı ya...
"Ne yeteneğin var ya senin?" dedi. "Yazıyorum 7 yıldır, o mu acaba?" dedim. "Gider gitmez para kazanmaya başlayacaksın bu yeteneğin sayesinde." dedi. "Sana birisi aracı olacak ama, öyle başlayacaksın para kazanmaya." dedi bir de.
"Beş harfli biri var." dedi. "Garip isimli böyle, nereli ulan bu, kim bu ya seni bu kadar üzmüş?" dedi. "Birisi işte, boş ver." dedim. "Buralı da değil, lan bak dikkat et." dedi. "Aaa, anladık orayı, eee?" dedim.
"Beyaz önlüklü bu da, vayyy!" dedi. "Sen salak mısın, sen güçlü bir çocuksun, ne diye kendini üzdün lan bu kadar?" dedi. "Boş ver." dedim.
"Hayatına girecek ama haberin olsun." dedi. "O da fena ama haa. Evine girip çıkacak sürekli. Ben senin yerinde olsam paralarını yer bırakırdım, hahahayyytt!" dedi. Manyak kadın ya, gülmekten ağladım lan kdhdjd. "Fena ki hem nasıl... üzme kendini bu kadar ulan, deli misin nesin. Otur ders çalış, sınavın da iyi, at kapağı oraya." dedi.
Neyse, fal bitti, ben tam kalkıyorum, "tanınacaksın sen, hazırlan yepyeni bir hayata." dedi. Bi anda da "Sana numaramı versem, bana bunlar olunca arayıp 'oldu be Nevin abla' diyip sevincini anlatır mısın?" dedi. "Olur tabi, verirsen ararım eylül gibi." dedim. Verdi.
Hiçbir arkadaşıma numarasını vermemişti, hiçbirine bağırmamıştı... Çok merak ediyorum dedikleri gerçekten çıkacak mı diye, yaşayıp göreceğim artık.

14 Mart 2016

Kahroluyorum. #Ankara

İçim acıyor, kalbim parçalanıyor, diyecek söz bulamıyorum. O fotoğrafları, o hikayeleri gördükçe kendime kızıyorum yaşadığım için; suçlayacak onlarca insan bulup susmak zorunda kalıyorum. Yaptıkları şerefsizliği düşündükçe 'insan' olmaktan, 'insan' denilen bir tür olarak yaşamaktan utanıyorum. Sınav çıkışını seçip bomba patlatmalarını lanetliyorum, yerde yatan cansız insan bedenlerini görünce kahroluyorum. 18 yaşında olup her patlama olduğunda o şehirdeki arkadaşlarımı ararken kalbimin yerinden çıkacak olmasına küfrediyorum, kaldıramıyorum. İnsanların suçsuz yere ölmesini kabul edemiyorum. Birkaç saat önce sosyal medyada mutlu olduğu fotoğrafını paylaşıp birkaç saat sonra kanlar içinde yerde yatışını görüyorum, ağlıyorum. "Sınavı iyi geçmişti, yemin ederim ki iyi geçmişti." sözleri aklıma geliyor, aklımı atmak istiyorum. Kocaman bir ailenin tamamının yok oluşunu, aynı evden 3 cenaze çıkışını düşündükçe bitiyorum, yerin dibine sokuyorum kendimi. Ailesinden maddi destek alamadığı için garsonluk yapan arkadaşımızın mesaisi bittiğinde durakta otobüs beklerken ölmesini sineye çekemiyorum, sine'm acıyor. Futbolcunun ölen babası için rahmet dileyeceklerine, tutmadıkları takım olduğu için "oh olmuş" diyenlere lanet etmek istiyorum, utanmaya başlıyorum, kızarıyorum. Alışverişe giden gençlerimizin, sınav çıkışı mutlu olmaya giden arkadaşlarımızın, oradan öylesine geçen birisinin ölmesini yediremiyorum. 
Mutluluğumuzu aldılar bizden. Geleceğimizi. Yaşama sevincimizi. 
İçimizdeki çocuğu öldürdüler. 


6 Mart 2016

Size üzüntülerimden bahsetmek isterim

Dün, hayatımın en kötü gününü geçirdim. Sınavla alakalı değil, inanın, sınava derse üzülmek için hayat çok fazla kısa. Tabii ki etkiliyor psikolojiyi ama alakası yoktu bu sefer.
Bütün gece ağladım. Normalde buraya gelip yazı yazacaktım ama kendi kendime konuşup moral vermeye çalışmaktan fırsatım olmadı.
5 Mart'ı hayatımın miladı olarak kabul ettim artık. Ve yine söylüyorum o kendime yüz kere söylediğim şeyi: Seneye, tam 5 Mart'ta, buraya inanılmaz mutlu bir Tolga'yı barındıran kocaman bir yazı gelecek. Size çok istediği bir şeyi yapmış olduğu için her şeyi anlatan bir Tolga'nın yazısı olacak. Her şey yoluna girmiş olacak; 'sonunda' mutlu, huzurlu, planlarını gerçekleştirmek için çabalayan ve bu çabaları sonuç veren bir Tolga işte.
mcgonagall ne güzel söylemiş
*
Nasılım? Uzun zaman oldu böyle günlük tutmayalı.
İyi miyim? Çok değil. Ama bir 3 ay daha idare eder beni. Yani ederse çok sevinirim yoksa yandık.
İlk sınava tam bir hafta kaldı. Ne yalan söyleyeyim, hazırım sanki. Daha doğrusu "Artık gelsin de bitsin şu şiddet." kafasındayım.
Türkçede eğer sakinliğimi koruyabilirsem, 7 yıllık yazma sürecimi de ele alırsak iyi bir şeyler yaparım diye umuyorum. Matematikte de Türkçeden aldığım moralle umarım bir şeyler yapabilirim. Yalnız var ya, beni gören de salak malak zannedecek. En sevdiğim ders matematikken ve kıç kadar oğlanken "anacım bu çocuk bu kadar matematiği nasıl yapıyo" diyip beni olimpiyatlara götürmüşlerdi. Ama işte, geçen sene 40 soruda 18 yapınca -lütfen gözyaşlarımla optiğimi suladığımı da göz önüne alın- insanın içine "bu sene de 19 yaparsın, muhteşem yükselmiş olursun togicim" deme isteği doluyor.
Geçen seneki halimi yazayım da azıcık gülelim. Ben 97 netle mi ne başlamıştım, sayısal olmama rağmen bunun sadece 9 tanesi fendi. Öf ne yapiyim, yani şu an bile "Tolga, oğlum, gel hadi bırak dersi mersi, ciğer yiyelim, sinemaya gidelim, eğlenmeye gidelim" desen, "Ne dersi beee, kalk hadi ne duruyoruz!" derim. Yanlış bir örneğim biliyorum ama doğruları söylüyorum ne yapabilirim. Bu düşüncemden dolayı da lise hayatımda bitirdiğim hiçbir soru bankam yok. Birkaç tane performans ödevi vardı "bitirin" dediler, arkadaşlarımın bitmiş olan kitaplarını gösterirdim. Çok şerefsizim ha.
Neyse işte, tabi böyle bir şerefsizin ders çalışması gereken yaz tatilinde bloguna yazılar yazıp nargile tüttürdüğünü düşünürsen, 9 netle başlaması normal bence. "Amaaan" dedim, "dershane başlasın çok çalışıcam çok uslu olucam." Nah oldum!
Ya bir kere okul artı dershane çoook zor. Yani inanılmaz yoruluyordum. Okula git, 7 saat ders gör -hocalar serbest bırakınca genelde bizimkilerle kopuyorduk, ondan mı yoruldum acaba hep- sonra kalk bir buçuk saat aran bitince dershanede dört saat ders gör... dokuz gibi o bitsin, gecenin saat 12'sine kadar soru çözümü koysunlar. Ders bittiği an ben bir uyuyordum, allah allllaaah, bi kere gözetmen öğretmen uyandırdı "oğlum horlama çocuklar rahatsız oluyor" diyip... Bünyem alışkın değildi napiyim.
"Sabah 4e alarm kuriyim, ders çalışırım" diyordum, sabah 4'te uyanıp bilgisayarda sürtüyordum. Genelde blog okuyordum, sonra bi bakıyordum evden alarm sesleri, aaaa okul vakti! E hani ben ders çalışacaktım? Neyse ya, eve gelince kesin çalışırım. Eve gelir gelmez uyuyakaldığım için rüyamda ders çalışıyor olabilirdim...
Bu arada, sınav yaklaşmaya başlıyor, benim totom tutuşmaya başlıyor... Biraz ağırlık verince baktım benim sınavlar gayet iyi. Yani şöyle bir durum var, hani dersi derste öğrenen tipler var ya, ben de derste kulak dolgunluğu kazanıyordum. Sınavda da "sanki bundan bahsedilmişti yav" diyip işaretliyordum, doğru çıkıyordu. En en en son denemede bok gibi geçtiği için optiğin kenarını yalamamı saymazsak, denemelerin 9 netle başlamasına rağmen 35'le bitiyordu, gayet iyiydim yani.
Sınav geldi, tabi beni bi gör. Allah allaaah, 4 yıl ders çalışan adam ege tıp'ı zar zor istiyor, ben içimden "Hıhı, siz çalışın daha ahahah, ben bi 7 bin yapiyim, onu da 3'e çektim mi, bekle beni ege!" diyordum.
Kitapçıklar dağıtıldı, "kontrol edin" dediler. Sayfaları çeviriyorum, dedim "140 geliyor 140!!! ne yedi bini, ilk 5 bin garanti." Türkçe kısa gibi, fenler güzel, mat kolay gibi... Neyse, sınav başladı. Çok sevgili ben, Türkçe'nin ilk sorusunda iki şık arasında kaldım. Bi düştüm tabi. "Normaldir." diyip ikinci soruya geçtim. Bi insan nasıl 5 şık arasında kalabilirse aynen öyle kaldım. Kahpeler ya, böyle paragraflar mı olur. Üçüncü soruda başardım ama, üç şık arasında kaldım, alkış seslerini duymak istiyorum. Böyle benim gözlerim bi doldu... Annemin yüzü geliyor gözümün önüne, benden derece bekleyen hocaları filan görüyorum... Bi de içimden de "Ne twit atsam acaba lan bu lanet sınavla ilgili" diyorum, sınav anında bile sosyal medyayı düşünen bi malım gördüğün gibi. Baktım yapamıyorum, dua etmeye başladım, "umarım arkadaşlarım yapıyordur allahçım, yani yakın arkadaşlarım ha kalanlar önemli değil, onlar pis rakip" diyorum.
Bi şekilde Türkçede otuzuncu soruya geldim, saçlarımı filan tutuyorum.
Ya devlete çok kızgınım bu arada. Gerçekten de hayatımız 3 saatlik dandiriboktan bir sınava bağlı. Abi ne hakkınız var? Birincisi bu kadar stres gençlerin ömrünü kısaltıyor, sanki bana çok gelişmiş bir ülkeyiz, iş yeteneği olan nüfusu erkenden toprağa gömeceksiniz. İkincisi, ulan kilo aldık! Götüm kocaman oldu bildiğin, dünyaları devirmesem de ayağa kalktığım an sıra devriliyor resmen! Üçüncüsü, sanki diktiğin okulda kusursuz bir eğitim veriyorsun da sınavda ebesinin içindekini soruyorsun. Ve bir sürü gencin hayalleriyle oynuyorsun. Doktor olmak için sınava giren çocuk mühendislik yazmak zorunda kalıyor aynı stresi yaşayıp ömrünü kısaltmamak için. Ne hakkınız var ulan!?
Neyse, atarlandım, sınav anına dönüyorum. Baktım Türkçede bi cacık olmayacak, matematiğe geçtim. Türkçenin optik kısmı boş olunca ben ağlamaya başladım sessiz sessiz. Matematikte ilk soru bildiğin kolay, ben kalemi bile tutamıyorum filan, böyle bi kötü oldum. Kalktım, "çıkıcam" dedim, sonra "şimdi değil" dediler. Dedim "lan tolga, elli lira verdin çöz şunu salak olma." Birazcık çöziyim dedim. Ağlamaktan hiçbir bok yapamadım en iyi dersimde.
Fende de "seneye hangi dershaneye gitsem" diye düşündüğüm için en kolay yerleri kaçırdım, bi o kötü değildi. O da kolaymış diye zaten.
Sosyal zaten yukarıdakinin insafına kalmıştı.
"Sınav bitti" dediler, kimliği aldığım gibi ağlaya ağlaya çıktım. Bi de anacım ne şansızım, hava bok gibi, kafama dolu yağıyor bildiğin! Ulan ben orda ağlıyorum, bi de kafatasıma koccamaaan buzlar düşüyor, ıslanıyorum. canım acıyor. Çok trajikti!
Eve geldik, hemen twitter'a nefret kustum tabi. Güya herkesin kötü geçmiş, herkes bir şeyler yazıyor. Sonuçlar bi açıklandı, o kötü geçti diye ağlayanların hepsi ilk 20 binde, malak Tolga ise 7 bini hedeflerken 47 binde... Eeee, hani yığılma vardı? Ulan ben nereye yığıldım?! Düşüp yığılıcam şimdi o olacak. Bi de iki puan türü var ya, bari diğeri iyi olsun. Onda da 55 binin içindeyim. Bakakaldım. Neyse ki diğer sınavlarla gayet mükemmel toparladım -20'ye geldim naaaber- ama hayaldir ya bu, kaldım bi yıl daha.
Yani diyeceğim o ki, eğer ben bu sınavımda da o kadar güzel netlerime rağmen stres yaparsam boku yedim yine. Haa söylemedim, ben dershane birincisiyim bu arada bu zamana kadar yapılan tüm sınavlarda bu sene. Aşk acımı çekerim, sınavımda da birinci olurum! Bu yıl, geçen yıl bitirdiğim netle başladım ilk denememe. Umutluyum biraz kendimden ama işte geçen sene de böyle olmuştu diye, hedefimi çok yüksek tutmuyorum, her an her şey olabilir diye.
Bu arada, mezuna kalmaktan korkuyordum ya, lan iyi ki kalmışım. Aynı konuları ikinci kez, hatta sekiz yüzüncü kez görünce zorla beynine giriyor resmen. Fiziği bile anladım, çok şaşkınım valla.
*
Bi tek dün geceki ağlaya ağlaya uyuyakalışımdan sonra, sabahki denemede sıçtım. Ama hani bildiğin rezil ettim. İyi değildim diye çok takmıyorum.
*
Hedefim diş hekimliği bu arada, sonra anlatırım uzun uzun neden olduğunu. Okuyorum herkesi, pek zamanım kalmıyor yorum yapmaya.
Sınava girecek tüüüüm blogger'lara kocaman başarılar diliyorum. Herkes emeğinin karşılığını alsın.

NOT: 5 Mart... Ne diyeyim, o gün gelsin bi, ben senle görüşücem!

1 Mart 2016

Babaannem yüzünden yitip giden ergenliğim!

Yazının başlığına soracağınız 5N1K sorularıyla, içeriğini anında anlasanız da; yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum! Sırasıyla 'ne?', 'nerede?', 'ne zaman?', 'nasıl?', 'neden?' ve 'kim?' sorularını sorduğunuzda; yine sırasıyla aldığınız 'Tolga'nın ergenliği', 'babaannesinin dizinin dibinde', 'ergenlik yıllarında', 'yitip gidecek bir şekilde', 'Allah bilir, şans işte' ve 'süper babaanne' şeklindeki cevaplar, karşınıza yazımın neredeyse hepsini çıkarıyor!

Her şey insanlara 'kıl' olmamla başladı
Doğduğunda olması gerekenden daha uzun doğan, doğmadan önce alınan tulumların hiçbirine giremeyen ve okul hayatı boyunca her zaman sınıfın en uzunu olan ben; '402 no'lu sınıf'ı aratmayan o kusursuz sınıfımda ergenliğe en son giren erkek oldum! 
Hayatımın en kötü günleriydi. Sınıftaki herkesin sesi kalınlaşıyor, boyu uzuyordu ancak bende tık yoktu! Ses tonum hâlâ ilkokuldaki gibi 'vikvik'ti ve boyum 'kendiliğinden uzun' olduğu için, pek bir gelişme gösteremiyordum malumunuz! 
Özellikle beden dersleri korkulu rüyamdı. Soyunma odasında eşofman takımlarımızı giyinirken utancımdan kıpkırmızı olur, hatta bazen tuvalette giyinirdim! Sınıfın en psikopat çocuğundan aldığım "Lan Tolga, senin bacağında niye kıl çıkmıyo?" sorusu, daha ergenliğim başlamadan psikolojimin bozulmasına yetmişti çünkü! Eda Taşpınar'ınkilerden bile daha güzel ve pürüzsüz bacaklarımdan gıcık almaya başlamış, evde kendimi "Allam noluuur bende de kıl çıksın!" diye dua ederken bulmuştum.

Okul çıkışlarımda babaanneme gelen ben ve bana gelmeyen sen
Zaman bir şekilde geçti ve çok sevgili ben, ergenliğe girdim! Ancak tam o dönemde annem iş buldu ve ben okul çıkışında kendi evime değil, babaannemin evine gitmeye başladım.
Kendisini kısaca şöyle anlatayım: Babaannem, 72 yaşında, yarı 'Pretty Woman' yarı 'dominant insanların efendisi', her pazar Sosyete Pazarı'nda kendisine takı alışverişi yapıyor, o adeta bir piremses!

Bilimsel makaleden alınan bilgilerle konuşuyorum!
Peki, bilin bakalım kim babaannesinin dizinin dibinde olduğu için; bırak ergenlik belirtisi göstermeyi, "Öf!" bile diyemedi? Ben! 
Babaannemin yanında kendine güveniyorsan "Öf!" de bakayım, sonrasına ben karışmıyorum ona göre! "Bak şu pezevenge!" şeklinde küfürler duyabilir; bazen de "Öf'lemeyi bırak da şurdan iki ekmek al oğlum." gibi istekler de alabilirsiniz, haberiniz olsun.
Ergenlerin hissettikleri ve benim yaşadıklarımı karşılaştırarak madde madde yazdım, tekrar ediyorum, maddeler bilimsel bir makaleden alındı; ancak okudukça göreceksiniz ki, babaannem bilim milim tanımamış, yok saymış!

-Bu dönemde ergenler duygularını çok dolu ve coşkulu yaşar: Babaannemle salondayız, öğle saatlerinde yayınlanan bir dizi izliyoruz. Hani şu yıllardır bitmeyen, bölüm sayısı dört basamaklara ulaşanlardan. Kadın karakterlerden biri komik bir şey söyledi, kendi kendime gülmeye başladım. Ancak ses telleri değişimim ve ergenliğin de etkisiyle biraz yüksek sesle gülmüş olacağım ki, babaannemin "Ne bu böyle kıçına leylek kaçmış gibi gülüyon oğlum?" cümlesini zar zor duydum. Geç bu maddeyi, sağ ol babaanne ya.
-Diğer dönemlere göre daha yoğun hayaller kurarlar: Mutfaktayız, ben ders çalışıyor görünüyorum ancak hayallere dalmışım. Merve Boluğur'la Survivor adasında "tiri viri fan fon" aktivitelerde bulunurken elimde olmadan gülümsemişim. Ve yine arkadan babaannemin muhteşem cümleleri: "Yine kimi düşünüyon da böyle gülümsüyon çocuğum? Daha bu dereden çoook sular akar! Ders çalış bakiyim!"
-Ergen zaman zaman yalnız kalma isteği içinde olabilir: Okuldan gelmişim, tek isteğim çantamı bir köşeye fırlatıp ayaklarımı uzatmak! Ancak salonun kapısını açmamla; elinde kocaman servis tabaklarında kısır, marul ve turşu üçlüsünü bulunduran; isimleri dönem isimlerini aratmayan (bakınız: Nafiye, Mualla, Ülfiye, Sabriye...) dokuza yakın kadınla karşılaşıyorum! Bırak yalnız kalmayı, kendimi bacak bacak üstüne atmış bir vaziyette Kadriye'nin dedikodusunu yaparken buldum be!
-Ergen kendini yorgun hissedebilir, çalışmaya karşı isteksizdir: Ben ki doğduğunda bile akşam beş, sabah sekiz arası uyuyan ve uykuya aşık bir tipken; ergenken mi uyumayacağım?! Ancak babaannemin evinde mümkün değil! Uykumun en tatlı yerinde, rüyalarımın en heyecanlı sahnelerinde "Tolgaaa, oğluşuuum, üst kattan Sevim teyzen geldi, hadi bize simit al gel." cümleleriyle irkiliyor, hayata küsüyordum! 
-Yeme bozuklukları ise bir başka sorundur: Evet, dünyanın en iştahlı insanı olabilirim; yine evet, daha birkaç gün önce iki orta boy pizzayı da yemiş olabilirim. Belki inanması güç ama iştahımın kapalı olduğu tek dönem ergenlik dönemimdi! Ancak kim iştahı kapalı olduğu halde, 3 ayda 6 kilo birden alır? Ben! Birazcık kendine güvenin varsa, babaannemin yaptığı yemeği bitirme bakalım; ne senin yaşına ne kendisinin yaşına bakıyor, bir elinde tabak, bir elinde kaşık, peşinden koşuyor! "Ye oğlum şunu, şuncacık bir şey kalmış, bak pezevenge yemiyor yav!" Ben ağlamayayım da kimler ağlasın!

Yaptığı yaprak sarmalarla, ergenliğimde kanıma giren sevgili babaannem Türkan'a kokulu öpücükler gönderiyorum ve eğer yaprak sarma yaparsa tabağımı bitireceğime söz veriyorum. Sevgileeeer!