6 Mayıs 2017

Yepyeni Bir Kavram: Yeniden Yapımcılık!

Annemden babamdan çok Acun'u ve beyin kıvrımlarımı artıran kanalının simgesini gördüğümü fark ettiğimden beri iyi değilim. Bir sağa döndüm, bir sola döndüm, deliye döndüm ve yine Ilıcalı'yı gördüm efenim! "Ebru Gündeş bu kadar delirmemiştir." diye tahmin ediyorum!
İsmine 'yeniden yapımcılık' dediğim bu eylem ve üşenmeyip bu dergi için yeniden yarattığım televizyon programları için; önce, ucu bucağı olmayan hayal gücüme; sonra, canım Adana'mdan elin İstanbul'una 'okumaya' diye gelip kendi etrafında 360 derece dönebilen sandalyemde dönerek düşünmekten kendimi alamadığım ömrümün neredeyse tamamını kapsayan boş zamanıma ve daha sonra, Acun-Ebru ikilisine kocaman teşekkürler ediyorum!
Ayrıca, yukarıda 57 kelimelik cümle kurabilmemi sağlayan Türkçeme de teşekkür ediyorum ve programları yeniden yaratmaya başlıyorum, buyrunuz:

zeynep öztürk sana aşığım
Program adı önerilerim: "Bu Da Benim Serseri Serbest Stilim", "Sen Benim Tarzıma Laf Mı Söylüyon!?"
Formatı: Önerdiğim ikinci ismi görünce aklınıza hemen 13 tane pembe bar taburesine oturmuş, atarlı giderli 13 kadın geldi, di mi? Ancak bu programda "Bu elbise senin proporsiyonuna uymamış." cümlesini duyunca, yok efendim ağlamakmış, sinir krizi geçirmekmiş, stüdyoyu terk etmekmiş filan, olmayacak! Vallahi birinin diğerine "Ben bu varoşların arasında daha fazla kalmak istemiyorum!" dediğini duyayım, Adanalıyım ulan ben, ortalığı ayağa kaldırırım! Ortam geriliyor mu, hop abicim ver arkadan "Dembabaaa Dembabaaa!", her şey anında tatlıya bağlanacak. Sunucu olarak, her saniye "Arkadaşlar, arka tarafı ekran önüne taşımanızdan bıktık. Şimdi de kulisteki olayın aslını dokuzuncu kere arkadaşımız Ayşenaz'dan dinleyelim, çok sessiz kaldı kendisi. Seyirci de öğrensin diye soruyorum yanlış anlamayın ama kulisi buraya taşımanızdan gerçekten bıktık artık!" diyen, bir dediği ile diğer dediği kesinlikle örtüşen ve amacı, zaten avaz avaz bağıran kadınları daha fazla kızıştırmak olmayan biri olacak. Tıpkı şu an izlediğimiz gibi, kanatsız melek yahu! Üç tane de 'hoppidi' jüri ile formatımı tamamlıyorum. Stil programı dediğin bence böyle olur.

acun abi alamanyadan geldim bitbaks yapacam

Program adı önerim:
"Kamil Abi Ekmeğimi Yedi"
Formatı: Kesinlikle buram buram ün, şan, şöhret kokan bir 'ünlüler takımı' ile buram buram halk kokan bir 'gönüllüler takımı'nı denizin ortasında bir adaya bırakıvereceğim. Ben öyle “Helikopter adaya insin, bizimkiler içinden havalı havalı çıksın.” sevmem! Taksınlar paraşütlerini, helikopter adaya yaklaşınca atıversinler aşağıya kendilerini. ‘Yaşam mücadelesi başlangıcı’ dediğin böyle olur yahu. Ülke mutfağında etler, tavuklar, sebzeler, baharatlar birbirini yesin; sen git, fantezi olsun diye aç kalmayı seç ama daha fazla pirinç yemek için Kamil Abi’ni döv, olacak iş mi! Ayrıca, program inanılmaz eğitici olduğu için haftanın her günü, saatlerce, birkaç kere yayınlanacak. Yanlış anlamayın, sizin tek seferde anlamadığınızı düşünüyor değilim; amacım bilgileri pekiştirmek!

Program adı önerim: ​“Kamil Abi Ekmeğimi Yedi Panorama”
Formatı: ​Dünyadaki açlık, savaş, kirlilik bittiği için, tek dertleri “Kamil Abi bugün Hakan Abi’nin kaç gram ekmeğini yedi?” olan ve ses tonlarını duyduğunuzda dünya meseleleri konuştuklarını düşündüğünüz biri erkek biri kadın iki kişi olacak. Programda verilen önemli bilgileri bize yeniden verecekler, yetmeyecek, müptelası olan seyircileri stüdyoya toplayıp çok önemli sorular soracaklar. Sınava çalışan öğrenci mantığı şu değil miydi: Konuyu dinle, tekrar yap ve soru çöz! Aynısı işte! Hamidiye Teyze’nin Kamil Abi için stüdyoda attığı çığlıkları dinleyeceğiz. Eğer soruları doğru çözüp yüksek puan alırsa, sezon sonundaki gurur tablosuna Hamidiye Teyze’nin fotoğrafını asabiliriz!

tolga akgül, ilişki koçluğuyla yine göz doldurdu

Program adı önerilerim:
​“Fıtrattaysa Olur”, “Kaderinde Yazılmışsa Yaşarsın” 
Formatı: ​Öyle halk için başvuru adresi verip, ajanslardan oyuncu adayı toplamak filan, sen hayırdır yahu! Bu programda her şey gerçek olacak. Sinir krizleri, bayılmalar, aşk acıları, duygu patlamaları programın temelini oluşturacak. Canı sıkılan, içi bunalan yarışmacımız, 33 ekran bir televizyonun bangır bangır komut vermesiyle kendini, kameraya bakıp tek başına ağlayarak konuşmak için ‘süt beyazı’ odada bulacak. Bence ‘kırmızı oda’dan daha güzel, üstelik beyaz yahu, ferah ferah görünür vallahi! Bu arada, erkek egemenlikmiş, “Benim beyim ne derse kanun odur.”muş, “Bu eteğin boyu ne lan böyle!”ymiş, “Kıskanmayan erkek ‘yumuşak’tır, ‘delikanlı’ değildir, ‘adam gibi adam’ ‘hatun’una kısa giydirmez.”miş, kadına el kaldırmalarmış; gelmeyeyim oraya, bacaklarınızı kırarım! Serbest olan tek şey, erkek adaylarımızın gömlek düğmelerini göbek deliklerine kadar açmaları. O kadarına da karışmayalım!

münevver hanıma talibim esra hanım

Program adı önerilerim:
​“Tolga İle Evlenince Kalıtsal Varyasyon”, “Tolga’yla Seri Üreyiverin” 
Formatı: ​Bunlar kaldırılıyor muydu en son, bir şeyler oluyordu sanki! İlk önerim, gelen her adaya şarkı söyletmek. Türkiye’nin yeteneklerini buluyoruz, biliyorsunuz. Bırakın dileyen Ankaralı Turgut’tan söylesin, dileyen Sia’dan; biz eğlenmemize bakalım! Evlenmek için başvurup programa gelen ve 556 bölümdür evlenemeyen Hikmet Abi’yi, ilişki koçunu koltuğundan atarak koçun yerine koyacağız. Ortalık bir anda karışıp sesler bir anda yükseldiği an, keseceksin canlı yayının sesini; seyirci sessiz sinemasını izlesin dursun. Hatta bir an “Acaba televizyon mu bozuldu? Ses kapatma tuşunun üstüne mi oturdum yahu?” diye düşünebilsin, paranoyak etsin herkesi! Ve yine ‘hoppidi’ bir sunucu ile formatımı tamamlıyorum. 

Açıkçası, bunlar içinize sinmezse, elimde birkaç format daha var. “Her Güne 1 Yeni Klasik” diye bir program olsun mesela, “Kamil Abi Ekmeğimi Yedi”deki yarışmacılar, evlerinde dünya klasiklerini okuyup kitabı anlatsınlar, karakterlerden bahsetsinler, yazarını tanıtsınlar. Ya da “Sanatçıya Soruyorum” diye bir röportaj programı olsun, gelen konuk senaristte tekniğini anlatsın, oyuncuysa beslendiği şeyleri, yazarsa yazma serüvenini. Soruları soranlar da “Bu Da Benim Serseri Serbest Stilim”deki 13 kadın olsun, bizim sanatçıyı terletsinler! Veya “Bugün Sahnede Ne Var?” diye bir tiyatro programı olsun, şehirlere gelen oyunlardan ve içeriklerinden kısaca söz etsin. Bunları izlemeye “Fıtrattaysa Olur”dakiler gitsin, not alsın, bizlere anlatsınlar. 
Bu programların ‘panorama’sını izlemeyen de Acun-Ebru gibi olsun!

Tolga Sözlüğü
hoppidi: (sft.) ağlaması ile hareketli türkü duyunca ağlamayı bırakması arasında geçen sürenin dört saniye olduğu insan.
yumuşak: (geri zekalılara göre insan'a, kalan insanlara göre nesneye sft.) sertin tam tersi, dokunulduğunda çukurlaşan şey.
delikanlı: (geri zekalılara göre şöyle sft.) muhteşemmm, öpülesiii, sözünün erii, güvenilirr, kıskanç, sahiplenici, 'hatunumm' diyen, off anam offff errrrkek! (ancak kalan insanlara göre şöyle sft.) çocukluk çağından çıkmış genç erkek. 
adam gibi adam: (yukarıdaki özelliklere ek olarak) yardıma ihtiyacınız olduğunda koşup işinizi halletmiş ya da sizin sevdiğinize yan gözle ölse bakmayacak olan errrrkek 'gardaş'ınız. çok selam söyleyin benden canım.


NOT: Bu yazı, bir dergi için yazıldı. Dayanamadım, hemen buraya da koydum. Blogta yüzümü ilk kez paylaştım bu arada, keşke düzgün bir fotoğrafımı koysaydım, yine rezil oldum lan. 


3 Mayıs 2017

Başıma gelenler, hep senin yüzünden!

Neredeyse yedi hafta olmuş eve çıkalı. Açıkçası, İstanbul, ilk yılımda sanırım bana pek iyi davranmadı. "Allahın Adanalısının ne işi var burda lan!" mı dedi ne yaptı bilmiyorum ama başıma gelmeyen kalmadı. Eğer en başından beri okuyorsan biliyorsundur, ben buraya ilk geldiğimde, eylülün başında, eve çıkmıştım. Çatı katıydı, arada bir kafamı duvarlara vuruyordum, alt katımda Suriyeliler ve Romanlar yaşıyordu ama çok sevimliydi bence. İnternetim yoktu diye bir kumarhaneye gidip her gün yedi bardak çay içiyordum, amcalar nargile içip küfrederken ben yazı yazmaya çalışıyordum. Bir de tabi bir Tolga Tilbe hikayesi, sanırım artık bahsetmeme gerek bile yok. İki acılı lahmacun yiyip klavye başına oturuyormuşçasına hüzün, keder, özlem, sıkıntı, dert; ne ararsan işte. "Vazgeçtiii direnişimm, seni sevmeyi ağır ödüyorummm." eşliğinde yemek yapma, ev temizleme. Sadece tv2'yi çeken televizyonumdan ola ola Kavak Yelleri bağımlısı oluşum, Efe'ye hissettiğim yakınlık. Bir yandan da her gün "Arkadaş buldun mu, yanına birini alıyorsun di mi?" diye soran annemlere de ev arkadaşı bulacağımı söyleyip kimseyi aramamıştım. Kafamdaki tek aday maalesef buzdolabına benzediği için uyuşamadık. Babam Acun olmadığı ve ben de daha fazla yük olmamak istediğim için yurda geçmiştim. Dayanabileceğim kadar dayandım, bak çok ciddiyim. Ben kolay kolay biriyle yaşayabilecek birisi değilim, hele ki kıçımın hemen dibinde olan biriyle. Ama en son, oda arkadaşlarımı geçtim, temizlik görevlisi, temizlik şefi ve en sonunda da yurt memuruyla bağıra çağıra kavga ettim. Yazdıklarımda abartma hiç yok, en son adama "Hadsiz! Terbiyesiz! Kimsin lan sen, göreceksin gününü hayırdır sen!" diye bağırıyordum. Hah, aynı gün, eşyalarımın tamamını toplayıp yurttan ayrıldım. Havalı bir şekilde çıkmayı çok isterdim ancak burnumda sümüğüm, elimde iki kırık valizim ve yanımda yine iki valizimi taşıyan bir başka arkadaşımla, yapabildiğim tek şey arkama bakmadan küfrederek çıkmak oldu. 
O günden beridir evde kalıyorum. Hayat burada da cilvesini gösterdi bu arada. Ev iki oda bir salon, iki oda da dolu tabi. Salonun girişini de artık ne düşünerek yaptılar bilmiyorum, kapısız yapmışlar. Ve bilin bakalım, kim salonda kalıyor... Rica ettim, çivi çakarak dünyanın en korkunç rengindeki çarşafı bir uçtan bir uca astık. Resmen estetik cinayet! Zaten sadece üst taraf kapandı, alt boş kaldı, giriş kapısı hemen dibimde bir de. Milletin misafiri geliyor mesela, allahımmm, o çarşafa bakmak için iki saniye duruyorlar, "Bu ne lan?" diyerek. Ben de o arada içime içime ağlıyorum çarşafımın rengine ve duruşuna bakıp. Eve bir arkadaşımı çağırmak istiyorum diyelim, çarşafımda bir surat beliriyor, "Heheheh, emin misin burayı göstermek istediğine?" diyor sanki. İki kocaman kanepe var odada, ben önce kanepede uyuyordum. Tabi iki metre adamı sığdırabilecek herhangi bir kanepe henüz üretilemediği için her sabah 90 yaşındaki Metin Amca gibi "Anammm anammm belimm, oyy kulunçlarımm!" diye bağırıyordum. Çatı katındaki evimden kalma yer yatağında uyuyorum bu yüzden, kanepelerde kıyafetlerim var. Serdim külotlarımı dört bir yana, ohhh, çarşafımı açan birisi manzarayı gördükten sonra psikolojik destek isteyebilir sanki. Ha bir de yazmayı unuttum. Ev arkadaşlarım iki tane ÇİFT! İkisi de sevgilisiyle kalıyor. Bir çift var kiii, anam anamm, içeride ne yapıyorlar ne ediyorlar, kim kimle, seslerden şak diye anlayıveriyorum. O işi biraz daha sessiz yapmaları gerekiyor bence. Hayır abi, kıskanıyorum bir de. İnsan en kötü gider ilişkide üçüncü kişi olur di mi, ben oldum mu sana beşinci kişi... Onların seslerini duydukça odadaki benim sarı çarşafımla konuşasım geliyor, "Eee, sana otantik ve erotik manzaralar sunamıyorum kardeşim, kusura bakma. Bende daha çok sanat vallahi!" Bunlar içeriden çığlıklar atıyorlar, ben Hamlet okuyorum. Bunlar işlerini halledip yorgunluk sigarası içiyorlar, ben Nazan Öncel dinleyip yazı yazıyorum. Bunlar ikinci postaya geçiyorlar, ben internetten Posta gazetesi okuyorum... Ben var mıyım yok muyummm, kimse takmıyor; kavga ediyorlar, bütün her şeyi duyuyorum çünkü çok affedersin kıçlarını yırtıyorlar. "Hoop abi, kız haklı şimdi." diyesim geliyor, sanki önümde oluyor olay. Ama yapacak bir şey yok, burası olmasaydı sokakta kalacaktım bildiğin. O yüzden bir iki ay daha dayanmam lazım, neticede kıskançlık faktörü de var, "Ben neden yalnızım lann!" dedirten. 
Geçen cuma, evde yine ben ve sarı çarşafım oturuyoruz. Bunlar da üç gün tatil diye, sevgililerini alıp tatile gittiler. Bu arada, cumartesi sabahın köründe Radyo Tv'den dört tane sınavım var, pazar günü olanlardan bahsetmek istemiyorum bile. Otuz iki üniteden sorumluyum bildiğin, "Özetlerden okur, öyle not çıkarırım." diye diye ben her şeyi cuma gününe bırakmışım. Hedefim, sabah üçte uyanıp yediye kadar ders çalışmak, sonra da ebesinin nikahından Göztepe'deki okula sınava gitmek. Saat gecenin on biri, bir anda efsane bir 'şak' sesiyle elektrik gitti. Hemen kapının yanına koştum, şalter atmış. "Ohh," dedim, "İndiririm ve elektrik gelir." Ben şalteri indiriyorum, apartmanın içinden cızırtılar geliyor. Altıma sıçacam korkudan, açtım kapıyı koştum aşağıya. Bir baktım ki ana şalter kablosu pert olmuş, alev çıkıyor üstünden. Hemen bütün şalterleri kapattım, alev söndü. Bu arada telefonumun şarjı yüzde 45 mi ne, bırak gece üçü, bir saat sonrasına bile dayanmaz. Gece üçte kalkıp ders çalışacaktım güya, evde lamba yanmıyor lan, mum hak getire zaten! Sandalyeye oturdum, perdeleri açıp güneşin doğmasını bekledim. Sıfır uyku ve bir kısmı yetişmeyen konularımla sınava gittim. 
Bilin bakalım kim sınava telefondaki screenshot'la girilemeyeceğini unuttu? Koskoca Göztepe'sin sen ya, sabah bir internet kafe açık olmaz mı, bir kırtasiye açık olmaz mı giriş belgesini çıkarabilmek için? Yok yok yok! Fotoğrafçılara soruyorum, adamlar "Bizde yazıcı yok." diyor. Okula girdim utana sıkıla, müdüre anlattım durumu. Adam aldı beni odasına götürdü belgeyi çıkarmak için. Ancak tabii ki ben yine bazı salaklıklar yaptım. 
Bir gün, ezberlemeyip kaydettiğim şifreleri bilmem gerekeceğini hissediyordum. O gün, cumartesi olmamalıydı! Açtı sayfayı adam, "Hadi bakalım yaz tc ile şifreni de çıkaralım belgeni." dedi. Haydaaa, lan ben ezberlemedim ki! Bir kere attım kıçımdan bir şifre, onu da kaydettim, bilmiyorum! Kısık bir sesle "Şeyy, ben şifremi bilmiyorum, kayıtlı diye hiç bakmadım." dedim. Adam bi durdu şöyle, o nefes alışverişini duyuyorum bu arada. "Ama telefonumda var giriş belgem, ekran fotoğrafı almıştım, aha bakın bakın." diyip duruyorum. "Yazıcıya bağlansana o zaman." dedi, tam bağlandım, sıçtığımın yazıcısının wifi kısmı bozukmuş! En sonunda, en yakın arkadaşımın bana attığı Whatsapp fotoğraflarını ve hafif erotizm içeren görüntülerimi unutup "Bilgisayara telefonumu bağlayalımm!" dedim. Bağladık. 
Kendimden en çok utandığım andı diyebilirim. Oyyyy, çarşaf gibi çıktı meydana galerim, neleeer nelerr! "Oğlum bunlar ne?" diyor adam, "Kusura bakmayın müdür bey, arkadaşım biraz orospu olmuş." mu diyeceğim adama?  Yandan da müdür yardımcısı "Kendisi hariç herkeslerin fotoğrafı var... Bu yeni nesil uçmuş vallahi." diyor, daha çok utanıyorum. En son aldım adamın elinden bilgisayarı, "Verin verin ben bulurum." dedim, çıkardık belgeyi. 
Sınav çıkışı, evde elektrik yok, telefonumu şarj edip internete bağlanmam lazım diye kalktım Starbucks'a gittim. Yemin ediyorum şu gariban kahveciyi kahve almak için kullandığım o kadar az gün var ki. Ya tuvalete gidiyorum, ya hava soğuksa ısınmaya. Prizin yanında bir koltuğa geçtim, bir film açtım, o kocaman koltukların birinde bir uyumuşummm, ağzımdan salyalar aka aka uyandım yemin ederim. 
Başına bunlar gelen ve diğer gün sınavı olan her geri zekalı öğrencinin yapacağı gibi, ben de "Cumartesi de hava ne güzelmiş, ne işim var evde yahu." diyerek arkadaşımı aradım. Önce onda kalacağımı söyledim, sonra da Kadıköy'e gelip benimle bu havanın keyfini çıkarması gerektiğini anlattım. Kalktık beraber senaryo konferansına gittik, oradan çıkıp yemek yedik ve tiyatroya gittik. Muhteşem geçti orası ayrı ama sabah dörtte eve geldik, ben yine iki saat sonra uyanıp sınava gittim... Eve geldikten sonra öğlen üçte bir uyumuşum, sabah üçte uyandım. Kimse bana ulaşamamış, davul çalsa bile uyanamadığım için hiçbir aramayı da duymamışım. Yemin ederim, hâlâ uykum var.