tag:blogger.com,1999:blog-64148294796856153932024-03-27T09:37:49.277+03:00UZUN SAÇLI KEL ADAMUZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.comBlogger165125tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-58686061606810400252023-07-16T09:30:00.004+03:002023-07-16T09:30:46.911+03:00İstifa ettim! Sonrası mı? Sonrası 'hayırlısı'Birkaç yerle görüştüm. Şartlar berbat, piyasa çok kötü. İşverenlerin tavırları korkunç. Her görüşmeden sonra arkadaşlarımın "Nasıl geçti???" sorusuna attığım ses kayıtlarındaki küfür dozum yükseldi. Kimse 'diş hekimi' aramıyor, resmen 'köle' arıyorlar. <div>Önce bi yer aradı cv'mi gönderdikten sonra. Zaten hemen aradıkları için gururum fena okşandı. Yer Cadde'de, hemen başladım hayal kurmaya. İşte eve yürüyerek dönüyorum, yürüyüş yaparak kilo veriyorum, cadde insanı oluyorum bi anda, zaten gelen hasta profili de iyidir, eve dönerken macro'ya uğrayıp avokado alıyorum... Görüşmek için randevulaştık izin günümde. Yakın arkadaşlarıma anlattım gideceğimi, "Ben de görüşmüştüm orasıyla." dedi ve şartları anlattı. Anlattıkça "Hassiktir lan ordan!" diye bağırmaya başladım. Paşalarıma bak sen. Aradım, "Şartlarınızı duydum, kesinlikle gelmeyeceğim." dedim, yüzüme kapattılar. </div><div>İlk yer böyle elendi. "Yılmak yok!" dedim, bakınmaya devam ettim. Sonra bi yer daha aradı, eve tek minibüs, e5'in dibi. İçerisi fotoğraflardan iyi duruyor, yorumlar da iyi. Görüşmeye gittim iş çıkışı, nasıl heyecanlıyım anlatamam. "Bu sefer olacakkk!" diyorum, "Oldu bu iş!" Klinik sahibi geldi. Kağıda şartları yazmaya başladı. Eski çalıştığım kurumsal yerden daha kötü, kesintiler tamamen aynı, bi de gülerek anlatıyor bana. Ben "Gerçekten bunları kesiyor musunuz?" diyorum, adam "E evet, tabii ki." diyor. Böyle karşısında ellerimi dişlerimi sıkıyorum. "Tek gün tatil, 3 gece nöbeti." diyor, "Ulan ben o zaman niye işimden ayrılıyorum!" diyorum. Birbirimizden kesinlikle elektrik alamadığımız için hiçbir şey demeden ayrıldık. Bi de adam çok heyecanlanmıştı bizim okulu beş senede bitirebildim diye. </div><div>Sonra eve yine tek metro ama bi tık havaalanına yakın bi yerden aradılar. "İsmi bi tanıdık lan buranın." derken bi baktım çok yakın bi arkadaşımın çalıştığı klinik. Hemen aradım arkadaşımı, "Böyle böyle." dedim, şartları söyledi. Hiç fena değil, hatta baya iyi. Oradakilerle de görüşmek için randevulaştık. O arada da bayram tatili başladı, ben Bozcaada'ya gittim. Tatilin son günü meze tabağım önümde, tıkınıyorum, arkadaşım aradı. "Tolga yaaa, almışlar birini. Aşırı üzüldüm. Yeni gelen kızı da hiç sevmedim yaaa!" dedi. </div><div>Resmen kalbimin kırılma sesi Çanakkale'den duyuldu. İçimi müthiş bi karamsarlık kapladı. Yeni yer aramayı bırak, meslekten buz gibi soğudum. "Lanet olsun ya!" dedim, "Ben mesleği bırakıyorum abi, reklam yazarı olacağım!"</div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhln0H6QtJfIO-3yoj8eWxvEAJ9LRp7fbcq6VKSVgmzoubHKslWEQaJ2iJ0cS6KNX9z-ou12VXsoccgpbodGyxpzqxl5Xmu4VhHVesrVAT2YV-CTr3plI8YQCnZj0WrjgIh-xKfWtF3NWUhw5bxkjDDLY9s0Sas9AB3d_h9ryHpA4d19T4IGG56rwySUq4T/s750/at_the_dentist_by_hannusaaski_d4nnlh-375w-2x.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="750" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhln0H6QtJfIO-3yoj8eWxvEAJ9LRp7fbcq6VKSVgmzoubHKslWEQaJ2iJ0cS6KNX9z-ou12VXsoccgpbodGyxpzqxl5Xmu4VhHVesrVAT2YV-CTr3plI8YQCnZj0WrjgIh-xKfWtF3NWUhw5bxkjDDLY9s0Sas9AB3d_h9ryHpA4d19T4IGG56rwySUq4T/s320/at_the_dentist_by_hannusaaski_d4nnlh-375w-2x.jpg" width="320" /></a></div>Yazdıklarımda abartı hiç yok. Reklam yazarlığı öğretmenime yazdım, iki sayfa bi mesaj, "Ben mutlu değilim, mesleği bırakmayı düşünüyorum." dedim kısaca. O da bana dünyadaki bütün mantıklı insanlar gibi "Tolgacım, yeni bi iş bulmadan sakın iş yerinden istifa etme." dedi ve bana birkaç yerden bahsetti. </div><div><i>Şimdi hooooop, bundan tam bir yıl iki hafta öncesine gidiyoruz.</i></div><div>Okul bitmiş sonunda, son gün tüm puanları tamamlamışım, diplomamı alışım kesinleşmiş. Üzerimde inanılmaz bir mutluluk var, bir ay sonra da mezuniyet var, hayatımın en güzel dönemi. Onlarca kursa gitmişim, o yoğunluğuma rağmen delilerce yazmışım, her şey çok güzel. Sporla 12 kilomu da vermişim, keyfimden ölüyorum. </div><div>O arada 3 ay kadar Reklam Yazarlığı Kursu da almışım, "Ben mesleğimi bulmuşum." falan yapıyorum herkese. Mimar arkadaşımla beraber hemen bana bi cv hazırladık, reklam ajanslarına göndermek için. Kocaman bir mektupla, "Ben aslında diş hekimiyim ama bu meslek için yaratılmışım, n'olur beni işe alın!" temalı, cv'mi ajanslara göndermeye başladım. Yaklaşık on tane yerden sonra beni aradılar bi yerden, "Sizi çok merak etti ajans sahibi, görüşmeye gelir misiniz?" diye. "Ah." dedim "Bebeğimm, koşarak gelirim!"</div><div>Yer Fulya'da. Fulya'ya bayıldım bu arada semt olarak. Sadece bi tık sapa, mutlaka bi yerde inip baya bi yürüyeceksin. Ben de karşıda oturuyorum, Bostancı Lunapark'ın oradayım. Bi tık gidiş geliş zor ama yazma aşkına değer yaaa! İş görüşmesine gidene kadar sular içinde kaldım bu arada. Kadın beni yolda duş aldım falan sanabilir. </div><div>Hemen bi dipnot geçiyorum. Tam o aralar, ev sahibimiz bizi evden çıkarıyor, kesinleşti, kiralar uçmuş vaziyette. Minimum altı yedi oldu (şu an 15 oldu), ben ikiye oturuyordum. Ve annemin net kararı, "Eğer yeni eve çıkmak istiyorsan çalışıp kendin ödersin, altı sene ebemizi ağlattın, yetti artık!" Kadın da haklı, hiçbir şey diyemiyorum. </div><div>Ajansa gittim. Tam böyle derste anlatılan gibi, inanılmaz güzel, herkesin kendi bilgisayarı var. Baya baya konuşuyorlar "Şu marka için şu hazır mııı?" falan. İçim bi hoş oldu. Ajans sahibi geldi. İşte uzun uzun konuştuk. Çok şaşırdığını, yazdıklarımı merak ettiğini, yaptığım şeyin büyük cesaret gerektirdiğini ve inanılmaz saygı duyduğunu söyledi. Yazdıklarıma baktık beraber, beğendi, kadının yüz ifadesi çok tatlı bu arada, o beğendikçe ben mutlu oluyorum. O an ben tabi başladım hayal kurmaya. Çoook büyük bi reklam yazarı olmuşum, işte 'hem diş hekimi hem reklam yazarı' diye beni Gör Beni'ye çıkarıyorlar, Armağan Bey'le sohbet ediyorum. Sonra şartları söyledi...</div><div>"Üç ay boyunca bin tl veriyoruz, sonra işe alıyoruz..." Sonrasını dinleyemedim maalesef.</div><div>Bin mi? Ulan benim Marmaray param daha fazla binden! Yeni evimin kirasını bırak, faturaları bile ödeyemem ben bununla! Üç ay bi de... Kibarca reddettim ve eşek gibi klinik aramaya başladım. Sonra da istifamı geçen hafta verdiğim yeri buldum. </div><div>.....</div><div>O meze tabağıma bakarken aynı dönemeçteydim işte Bozcaada'da da. "Yine denemeliyim ya şansımı başka sektörde." dedim, karşımda arkadaşım var, inanılmaz mutsuzum, tatilini de rezil ettim çocuğun son gün. Sonra annemi aradım, "Ben mesleği bırakıyorum." dedim, "Yazar olucam ben!" dedim. Artık kadın bu cümleyi duymaktan o kadar bıktı ki... "Ne bok yersen ye oğlum ama n'olur aç kalma, mutsuz olma." dedi. </div><div>Ertesi gün arkadaşım tekrar aradı. "Kız istifa etti bi günde. Gel görüşmeye hemen." dedi. Hooop benim ruh hali değişti mi anında. Tekrar diş hekimi oldum mu... "Tamam canım Pazartesi geliyorum hemen." dedim mi ben... </div><div>Kalktım görüşmeye gittim. Bi geldim, kimse yok. Ne klinik sahibi ne resepsiyonda beni arayan kişi. Çıkmışlar beklemeden. Yaptıkları çok ayıptı, sinirlerim inanılmaz bozuldu. Cehennemin dibinden kalktım geldim çünkü, yetişemem diye kıç kadar yolu taksiyle geldim. Resepsiyondaki diğer kız özür diledi ve aradı birilerini. "Ben sizinle görüşeceğim, kusura bakmayın." dedi. </div><div>Neymiş, klinik sahibi önce bir ay kendisini izlememizi istiyormuş. Anestezi yaptırıyormuş, küçük işleri veriyormuş. Ben bi afalladım. Ulan ben sadece bi cumartesi günü 20 hasta baktığımı biliyorum eski iş yerimde, üç odaya ayrı ayrı hasta oturtup! Ne izlemesi, ben yeni mezun muyum! Ki onu da geçtim, zaten okulda biz üç sene hasta bakıyoruz, yeni mezuna dahi izletmek ne demek! Kibarca kesinlikle izlemeyeceğimi, bir senedir dur durak bilmeden hasta baktığımı, aradığım şeyin bu olmadığını, başhekime bunu aynen iletmesini söyledim. Beni oradan da aramadılar tekrar. </div><div>En son, artık kendi çalıştığım yere şükrederken, beni bi yerden aradılar. İnanılmaz kibar bi şekilde görüşmeye davet ettiler, cv yolladığım ilk yerlerden, ben cevap alamam sanıyordum hatta. Sonra bi baktım, okuldaki asistanlarımdan birinin çalıştığı yer. Eve aşırı yakın, yaptıkları işler güzel, yorumlar iyi. Kalktım görüşmeye gittim. Asistanıma sormuşlar beni, o da bana referans olmuş. Referansla gidince şartları dahi ben belirledim resmen. İçime inanılmaz sindi ve kabul ettim. </div><div>İstifa ettim kabul ettikten sonraki gün, mektubumu yazdım. Herkes şok oldu. Ben de çok üzüldüm ama bazen risk almak gerekiyor sanırım daha mutlu olmak için. </div><div>Haftaya pazartesi başlıyorum yeni yerimde. Umarım, her şey çok güzel olur. </div>UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-49098479966519089092023-06-29T07:50:00.003+03:002023-06-29T08:29:30.419+03:00"78'den 96'ya; gurbette 18 kilo nasıl alınır?" belgeseli<div style="text-align: left;">Burada anlatamayacağım bi nedenden spora başladım geçen sene. Yani şöyle söyleyeyim, bütün özgüvenim yerle bir oldu. "Ayy, tamam senin artık ayvayı da geçen koca bi göbeğin var ama olsun yüzün güzel yaaa!" günlerinin bittiğini hissettiğim bi an yaşadım.</div><div style="text-align: left;">Çocukluğum boyunca, hatta ne çocukluğu ya, İstanbul'a gelene kadar hep çok zayıftım ve çok uzun boyluydum. Ama inanılmaz yemek yiyordum. Herkesin bana bakıp söylediği iki şey vardı: "Ne güzel yaaa yiyip yiyip böyle incecik olmak!" ve "Ben senin kadar yesem götüm dünya kadar olur." Hepppp nazar heppp! </div><div style="text-align: left;">Her şey üniversitenin ilk senesinde başladı. Tamam kabul ediyorum, aşırı sağlıksız beslendim. Yani şöyle anlatayım, üç tane orta boy pizza söylüyordum iki güne bir. Ya da Mc'den iki menü. "Hahahayyttt, ye anacım ye ne kilosu." diyip patatesleri ağzıma tıkmam da cabası. İstanbul'a 78 geldim, hooop, oldum mu sana 81. </div><div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0IQSf9p3EsSDzyFHvhngVMP3yMMDSkQtPir3vEBf3W2zbg4R4W7apR5ZIcRykwRvxkQYqPUUDKqR94SQSFA5Cd1RbrK3MK4YQ8prRAwyHXSEXzdQBynkCNUvSdIniMN591AVr8bjU-1hBfm5C5rCvBdZd9w1TkE0BNrl4JJYR0-NwytefnR8aF9JvmkUn/s1024/we_come_with_junk_food_by_aneesavi_df2vrdw-pre.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="781" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0IQSf9p3EsSDzyFHvhngVMP3yMMDSkQtPir3vEBf3W2zbg4R4W7apR5ZIcRykwRvxkQYqPUUDKqR94SQSFA5Cd1RbrK3MK4YQ8prRAwyHXSEXzdQBynkCNUvSdIniMN591AVr8bjU-1hBfm5C5rCvBdZd9w1TkE0BNrl4JJYR0-NwytefnR8aF9JvmkUn/s320/we_come_with_junk_food_by_aneesavi_df2vrdw-pre.jpg" width="244" /></a></div>Ama en kötüsü benim kiloyu bölgesel almamdı. Kollar bacaklar incecik kalmaya devam; göt, yanak ve göbek hoooooyyyydaaa! Takmadım, "Yüzün güzel senin!" dedim, yemeye devam ettim. Bu arada her öğünümden sonra uyuyorum, inanılmaz bi ağırlık çöküyordu. </div><div style="text-align: left;">Sonra ben uzuuuun bi süre tartılmadım. Aynı şekilde yemeye devam ettim ama. Kendi yemeğimi yedim, masada kalanları yedim, arkadaşlarımın bitiremediklerini yedim, ısırıp bıraktıklarını ağzıma attım. "Sen söyle bi şeyler yaa, ben yerim her türlü." dedim, onları da yedim. Hatta hikayenin sonu sanki "Masayı da yedim. Arkadaşımı da yedim." gibi olacaktı. Yemedim ama...</div><div style="text-align: left;">Mesela Adana'ya gittim memlekete. Bi dayım var, o dönem kendisi 180 kiloydu, mide ameliyatı oldu sonra. Beni davet etti kebap yedirmek için. Gittik annemle. Ben birinciyi yedim, ikinciyi yedim, üçüncüyü yedim. Tam dördüncüyü isterken 180 kilo dayım bile "Oğlum yeter salak mısın sen!" diye bağırdı. Ne var dayı yaaa!</div><div style="text-align: left;">Ayyy, çok yiyordum ama çok mutluydum var ya! Böyle bi borcam pastayı kaşıklaya kaşıklaya bir anda bitiriyordum. Kıyamam, annem de ne desin, "Gurbetten geldi benim evladım, yesin yarasın." diye dua ediyordu, kızsa da belli etmiyordu. Oyyy, çilekeş anam, keşke "Yarasınnn!" demeseydin yaaa! </div><div style="text-align: left;">Yaz başı geldi. O kadar çok şortum var ki, kışlıkları kaldırırken "Bi' deneyeyim bari." dedim. Kimisini üst bacağımdan yukarı çekemedim, kimisinin düğmesi bırak kapanmayı diğer ucu ile yaklaşamadı bile... "Lannnnn!" dedim, "E bana bi şeyler olmuş! Hani ben yiyip yiyip kilo almıyordum ya!" Bi tartıldım... 90... </div><div style="text-align: left;">Lan 80'ler nerde? 81'den 90'a geçmek ne demek! Allahımmmmm! Ben o aralıkta n'aptımmm! Sayıları da mı yedim yaa!</div><div style="text-align: left;">Kiloma üzülmekten yemek yemeye devam ettim. İyice sağlıksızlaştığımı hissediyordum ama kendimi durduramıyordum. Yani şöyle bi sahne hatırlıyorum, elimde koca bi paket Milka var ve kilo alışımdan bahsederken hüzünlü bi şekilde onu koparıp ağzıma atıyorum. </div><div style="text-align: left;">Ama annemin "Kilo yakıştı sana yaa. Yanaklara bak, lop lop et oldu." diyişi kulaklarımda bi yandan. E yakıştı madem, ben bi tabak daha alayımmm! </div><div style="text-align: left;">Sonra ne mi oldu? Okulun o berbat gergin dönemi, hastaları yetiştiremiyoruz, puanlar aşırı yüksek. Sürekli Maltepe'de yakın arkadaşlarımda toplanıyoruz. Herkes okuldan nefret etmiş halde, her gün bir dizi veya film izleyip tonlarca poşet abur cubur yiyoruz. Pardonnn, benden kalanları arkadaşlarım aralarında bölüşüyor hatta! Garibanlara hiçbir şey bırakmıyorum çünkü!</div><div style="text-align: left;">Hasta bakarken giydiğim formadan göbeğim çıkmış halde. Kıçım, dağları devirecek cinsten. Yanlışlıkla arkadaşımın yüzünü ezmişim kıçımla hatta, kızın burnu iki gün acıdı! En yakın arkadaşlarım "Tolga, yeter, yiyip yiyip uyuyorsun bak, Allah korusun hasta olacaksın!" diyor. Ama yok yok yok! </div><div style="text-align: left;"><i>(Ufak bi not geçeyim. Bu yazı benim kendi kilomla barışamayışımın, sağlığımın az kalsın elimden gidiyor oluşumun hikayesi. Herkesin kilosu kendine, kimseyle dalga geçmiyorum, yargılamıyorum. Bütün yazı kendimle yüzleşmemi anlatıyor aslında. Ben aynaya baktığımda kilolu halimi beğenmiyorum, sen beğenirsin, hatta daha sağlıklı buluyorsundur. Ya da sistemik bi problemin vardır, kilo veremiyorsundur. N' olur kötü hissetme! Kim nasıl isterse öyle yaşasın, öyle yesin. Yiyin anacım, ohhh, sefamız olsun!)</i></div><div style="text-align: left;">Sonra "Ben tekrar bi tartılayım ya." dedim, topladım cesaretimi. Bıraktım elimden Luppo'ları, tartıya çıktım. 96! Doksan altı! 78 kilo başladığım İstanbul maceram 96 ile devam ediyor yani! N'aptım, gurbette gurbetçileri de mi yedim! Köprüyü, karşıyı, Kadıköy Pendik minibüsünü, marmarayı da mı yedim ya! Hani kilo yakışıyordu bana, aynadaki beni neden şu an çok sevemedim! </div><div style="text-align: left;">Ertesi gün, Adana'dan uzun zamandır görmediğim iki arkadaşım geldi. İşte ne olduysa o gün oldu. Burada anlatamayacağım bi olay yaşadım onların yanında. Ve ertesi gün spora yazıldım. </div><div style="text-align: left;">Bundan önce üç kere spor salonuna yazılmış, parayı peşin vermiş ve sadece bir kere gidip bırakmış bir insan olduğum için annem bana asla inanmadı, paramızın yine boşa gideceğinden çok emindi. Bu sefer öyle olmadı ama. İnanılmaz diyet yaptım, haftanın beş günü spora gittim. Şekeri hayatımdan tamamen çıkardım. (Sonra geri soktum ama neyse.) Ve iki ayda hooop 84 oldum. </div><div style="text-align: left;">Yani güzel etkilerinden bahsetmek gerekirse artık yemek yiyince uykum gelmiyordu. Bunda porsiyon kontrolü yapmamın da etkisi var muhtemelen, dünyaları yemiyordum artık. Özgüvenim tekrar arttı, o şortlarıma girebildim. Hatta artık bi yerden sonra "Tamam Tolgacım, yeter zayıfladın, artık hacimlenme zamanı!" dediler bana. (Bu arada, cuma spor çıkışından pazartesi sabaha kadar alkol o bu şu, diyeti bozuyordum maalesef.) </div><div style="text-align: left;">İşe başladıktan sonra spor hocasıyla çalışmaya başladım. İşte o noktada bi salaklık yaptım. Adamla o kadar samimi oldum ki, beraber kilo aldık. Spor yapıp yapıp birbirimize pizzacı öneriyorduk. "Yeme şunları." diyordu, "Amaannn, nasılsa arkadaş olduk, o beni çalıştırır yaaa!" diyip ciddiye alamadım adamı. Adama da nazar değdirdim, müthiş bi ikiliydik gerçekten. </div><div style="text-align: left;">Sonra deprem oldu. Akrabalarımız evsiz kaldı, arkadaşlarım vefat etti, annemler Adana'daydı ben burada kafayı yedim. Sporu falan tamamen bıraktım ve yeme atakları geçirdim. Gerçekten atak diyorum bunlara çünkü düşünmekten ve üzüntüden kafayı yediğim zamanlarda önce dev gibi bi tavuk döner söylüyordum, sonra yarım kilo profiterol. Ancak öyle sakinleşiyordum. Bunu haftanın üç dört günü yaptım. Tekrar kilo aldım. Eskisi gibi olmadım ama aldım, yine aynadaki halime canım çok sıkıldı. Ama bu bi dönem, geçecek, dedim. </div><div style="text-align: left;">Çok uzattım yazıyı. Şimdi spora tekrar başladım, yediklerime bazen dikkat ediyorum bazen edemiyorum ama fena değilim. Şunu net bi şekilde öğrendim. Artık su içsem yarıyor arkadaşlar, eskide kaldı o yiyip yiyip kilo almama günleri. Ayağımı denk almazsam kilo alanzi yani. </div><div style="text-align: left;">Şimdi vücudumu seviyorum, biraz hacimlendim, kas aldım. Haftada üç spora gitmeye çalışıyorum. Keyfim yerinde. Bazen gözüm dönüyor ve delilerce yiyorum; onda da hemen uykum geliyor zaten, vücudum dengesini şaşırıyor, "Ayağını denk al." diyorum hemen. Vay beee, bayramda bile spor salonuna gittim yaaa, ben ne sportif bi adam olmuşum yaa!</div>UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-26788601417695859032023-06-25T21:11:00.004+03:002023-06-25T21:11:43.330+03:00Her veda, yeni bir başlangıçtır aslında<div style="text-align: left;">Hayat çok garip. Hep çok sürprizli, bi yerden sonrası mutlaka şaşırtıyor. "Bundan daha fenası olamaz!" dediğim her şeyin daha fenası oldu. "Yok artık!" dediğim her şey var oldu. Bunları anlatmayınca, uzun uzun bıdı bıdı yapmayınca da yaşamanın pek anlamı kalmadı benim için. </div><div style="text-align: left;">Anlatacaklarımı belki birkaç yazıya bölerim bilmiyorum ama ben döndüm. Bu sefer yemin ederim döndüm, valla billa döndüm ya! </div><div style="text-align: left;">***</div><div style="text-align: left;">Okuldan öyle zor mezun oldum ki... Hâlâ eve mektup bekliyorum "Tolgacım, biz sana mezun oldun, dedik ama hastalarına devam etmek zorundasın. İki dolgu, üç kanal eksiğin var, protez hastan burda seni soruyor!!" diye. Kabul ediyorum, bomba bir son sınıf geçirdim. İstanbul'un altını üstüne getirdim, giremeyeceğim yerlere girdim, tanışamayacağım insanlarla tanıştım. Deli gibi partiledim. Üç gün uyumak istedim sonra, hepsinde eşşekler gibi hasta baktım. Ayy, böyle anlatınca da sınıfta kalmak üzere olmayı hak etmişim sanki. Neyse.</div><div style="text-align: left;">Mezun olmama iki ay kala canım ev sahibim evden çıkarmak istedi bizi. Tam kiraların zirveye oynadığı zamanların başı, haberler falan yeni çıkıyor "Kiralara neler oluyorrrr?" diye. "Çıkarma, kirayı artır." desek de bana mısın demedi, "Çıkın." diye tutturdu. </div><div style="text-align: left;">Hayatımın da en önemli dönemeci. Eğer evden çıkarsam ve memlekete dönmezsem iş bulmak zorundaydım. 6 sene onlarca insanla yaşadım beraber, artık birisiyle yaşamak da istemiyordum. Ohhh, hem İstanbul'da kalacağım, hem kimseyle kalmayacağım hem de evim güzel bir semtte olacakkk! Şansa bala bir tane ev buldum. Giriş katı, eski evime çok yakın ama aşırı eski bi bina. Eski evimin yarısı kadar bu arada. Bina da 45 senelik. Tuttum. Ev arkadaşımla da ayırdık yollarımızı.</div><div style="text-align: left;">Okulu son bitirenlerdendim. Puanların girilmesinin son günü son hastalarıma baktım. Zaten temmuz başında bitti, üç gün tatil yapıp eşşekler gibi iş aramaya başladım. O tokatlayan senenin yorgunluğunu bir şezlong üzerinde atamadan, nefes dahi alamadan her gün ilan kovalamaya başladım. </div><div style="text-align: left;">Bizim sektörde cumartesi çalışıyormuşsun. Eğer ben bunu bilseydim ölsem bu bölümü yazmazdım. Cumartesi pazar tatil olan klinik sayısı çok çok az. İlk kazığımı oradan yedim. Tabi sen 24 yaşına kadar cuma 16 dedin mi partilemeye başla, pazartesi sabaha kadar neredeyse. Hooop, iş hayatına girince hepsi birden yalan oldu. <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXee62xzbUkY9SGye_fuF0rPlN_pGve5ouK21jW0JL81rBjb-dUyLARqFe6D59Qmi77Ui3fxHc3y0FWBJADE8t8fManvKoblXA4QbN6sQxe8_Fv9EUP9cnmLDRdH22Vg4HvFNQjeZ5IVICOT3dQ0w63VRiXnMOkdqjys9x5fcfonxQoRRVzKPx2wIJqax6/s700/d3k9ell-8895c883-9d5d-4e76-87de-37740b6a2218.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="700" data-original-width="468" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXee62xzbUkY9SGye_fuF0rPlN_pGve5ouK21jW0JL81rBjb-dUyLARqFe6D59Qmi77Ui3fxHc3y0FWBJADE8t8fManvKoblXA4QbN6sQxe8_Fv9EUP9cnmLDRdH22Vg4HvFNQjeZ5IVICOT3dQ0w63VRiXnMOkdqjys9x5fcfonxQoRRVzKPx2wIJqax6/w268-h400/d3k9ell-8895c883-9d5d-4e76-87de-37740b6a2218.jpg" width="268" /></a></div></div><div style="text-align: left;">Bir sürü yerle görüştüm. Ama bak bi sürü. Okulun adını gören her yer aradı beni, görüşmeye gittim. Yüzde doksanından da olumlu geri dönüş aldım. Paşama bak sennn! Ben aralarından seçtim! </div><div style="text-align: left;">Anlatmam gereken birkaç şey var. Bi yere gittim ilk, yeri berbat, hiç istemeyeceğim bir mahallede. Beni geçmişten okuyorsan bilirsin, İstanbul'a ilk gelişimde kaldığım semtte. Haftanın 6 günü eşşekler gibi çalıştıyormuş, sabahtan akşam 10'lara kadar. Malzemeni sen alıyormuşsun ama çoook kazanıyormuşsun! Siktir ordan, dedim! Bana bi röntgen gösterdi mesela, "Tedavi planın ne olur?" dedi. Anlattım. "Hayır." dedi, "Hastan yuroyla dolarla maaş alırsa bu dişleri kurtarmazsın, çeker implant yaparsın." dedi. Hassiktir, dedim içimden. Adam teknisyenmiş bir de, hekim bile değil. Hemmmmen eledim orayı. (Sonradan duydum ki sınıftan bir çocuk girmiş oraya, inanılmaz paralar kazanmış. Açıkçası ben bunu hastalara yapabilecek bir kişi değildim.)</div><div style="text-align: left;">Sonra başka yere gittim. Yine haftanın altı günü, yine akşamlara kadar. İçimden "Tamam." dedim, "Olur burası." Semti de çok iyi, nezih, bir şeyler öğrenirim. Görüşmeye geldim, benimle görüşecek kişi hastadaymış, yeni başlamış, kocasıyla oturttular beni. "Birazdan gelir." dediler. Klinikte ortalıkta dolanan cinli yaramaz bir velet var, hekimin çocuğu. Allahım, mis gibi giyinmişim, geliyor o kirli elleriyle bana vuruyor! Çayı üzerime devirmeye uğraşıyor! "Haha hihi" yapıyorum, dişlerimi sıka sıka oturuyorum karşısında adamın, hekimi bekliyorum, çocuk kulağıma bağırıyor. Ben de adam odadan çıktığında çocuğa korkutucu suratlar yaptım. Götüne dahi takmadı beni. İki saat sonunda hekim geldi, görüştük. "Biz sizi ararız."ı duyduğum tek yer oldu. Ayy, o ruh hastası çocuğunuza dayandım ben be! Güle güle! (Sonradan ret yedim. Şimdi ilanlarda gördüm, yine hekim arıyorlarmış. Başvurmayayım da üzüntüden ölünnnn!)</div><div style="text-align: left;">Arada birkaç yere daha gittim. Yavaştan karar vermeye başlamam lazımdı. Sonra Kartal'da bir hastane buldum. Görüşmeye gittim. Cumartesi pazar yok, beş dedin mi çıkıyorsun. Hemen de "Yarın başlar mısınız hocam?" dediler. "Acaba?" derken bir görüşme daha yaptım. Şu an çalıştığım yer işte. </div><div style="text-align: left;">Nasıl oldu neden oldu bilmiyorum ama cumartesi 10-22 çalışmayı kabul ettim. Tek artısı hafta içi bir gün ve pazar izinli olmamdı. Bi de kurumsal, adı vardı. Sonradan ortamımı, iş arkadaşlarımı çok sevdim. Yoğundu, feleğim şaştı, hayata küstüm ama çok huzurluydum. Yolumun 70 dakika ve iki aktarma ile olmasına rağmen... Bir yeni mezuna göre gerçekten çok iyi paralar kazandım. Kiramı ödedim, çok güzel kıyafetler aldım, efsane kurslara gittim, müthiş yemekler yedim, filmler izledim, kitaplığım doldu taştı, az da olsa para bile biriktirdim. </div><div style="text-align: left;">Ama çoook yoruldum! Her gün iki aktarmayla 70 dakika gitmekten çok yoruldum. Cumartesileri sonradan sekiz buçuğa çektiler çıkışımı. Sekiz buçuğa kadar çalışmaktan çok yoruldum. En yoğun gün bir de cumartesi. O saatte cehennemin dibinden çıkıp arkadaşlarımın yanında 22 gibi olmaktan da yoruldum. Şimdi "Şımarıksın." diyeceksin belki, "Çarşamba da iznin varmış." diyeceksin. Ama o tatil art arda olmayınca vücudum asla dinlenemiyor. Bütün cumartesim kafamı dahi kaldırmadan hasta bakarak geçiyor. Arkadaşlarımın yanına gider gitmez uyuyorum zaten. Cuma geceleri diye bir şey zaten yok! "Cumartesi iş var, gelemem.", "Yarın iş var, erken kalkmam lazım masadan.", "Kuzu ben çalışıyorum ya cumartesi, izin de alamıyorum pek o gün, gelemem muhtemelen." Muhtelif cümlelerim! </div><div style="text-align: left;">Bütün pazarım cumartesi yorgunluğumu unutmak için kendimi paralayarak ve "Yarın iş var abi." diyerek geçiyor. Eskisi gibi sosyal olmam tabii ki mümkün değil ama... İş hayatı ne zormuş ya. Öğrenciyken bölüm çok zordu diye okuldan nefret ediyordum ama iş daha fenasıymış. Haftanın iki günü 22'de tam dört ay çıkmak... Sonradan acıdılar da 20.30 yaptılar. </div><div style="text-align: left;">Ayy çok uzattım! Benden bu kadar, yeni iş bakmaya başladım. Çok yoruldum, o kurumsallığı iliklerime kadar hissettim. İzin günümde dahi arandım ama yetti bana! Maddi açıdan olanları, kesintileri anlatmayacağım bile. Anlatsam "Neden ordan hemen ayrılmadın?" diye bana sinir olurdun çünkü. </div><div style="text-align: left;">Ama ortamımı, arkadaşlarımı, çay yapan ablalardan resepsiyona kadar herkesi çok sevdim. Vedalardan nefret ediyorum, akciğerlerim göğüs kafesimde eziliyor sanki. Ama bu düzenle ben daha fazla yapamıyorum. Mesleğe zaten bayılmıyorum, iyice uzaklaşmaktan çok korkuyorum. </div><div style="text-align: left;">Yarın ayrılmak istediğimi söyleyeceğim başhekime. Heyecanlıyım, çok gerginim. Bu sefer net kararım, evden tek araçla gidebileceğim bir yer bulmak. Ve cumartesi, en kötü yarım gün olsun. Hep böyle dua ettim, umarım bulurum. </div><div style="text-align: left;">Seni, blogu, burda böyle bırbır konuşmayı çok özlemişim. Anlatacak çok fazla şey var, yavaş yavaş yazacağım her şeyi. Umarım sen de iyisindir.</div><div style="text-align: left;"><br /></div>UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-61987353368627945232022-08-04T19:29:00.002+03:002022-08-04T19:30:01.225+03:00Bu yazı, aynı zamanda "Ben blog'a dönüyorum." duyurusudur!'Tolga liseye başladı', 'Tolga arkadaş ediniyor', 'Tolga üniversiteye hazırlanıyor', 'Tolga mezuna kaldı', 'Tolga platonik aşık oldu', 'ilk evinde', 'ikinci', 'üçüncü', 'yedinci', 'Tolga'nın ev arkadaşı evden kaçıyor', 'Tolga mafyaların elinde', 'Tolga'nın diş hekimliğinde anası ağlıyor' ve nihayet: 'Tolga mezun oldu ve iş hayatına başlıyor'<div>Hayatımın her evresini yazdım buraya. Paylaştım, güzel de okundum, çok güzel yorumlar, mail'ler aldım, bir sürü tanımadan çok sevdiğim arkadaşım oldu. Sonra ara verdim, elim gitmedi değil, yemin ederim gitti ama... Koşuşturmaca, yapılacak şeyler, dertler derken. Yazacak gücü kendimde bulamadım ama yine de boş durmadım, başka şeyler yazdım. Özür dilemeyi hiç sevmiyorum, beceremiyorum da. Gözlerimi kaçırasım geliyor sürekli. Ama telafi edeceğim. <br /><div>Öyle efsane şeyler oldu ki. Hepsini tek tek anlatacağım. Burayı unutmak istemediğim, unutsam da okur okumaz hatırlayacağım anılarımla doldurmak istiyordum, hâlâ istiyorum. Eskisi gibi, en samimisinden, sansürsüz, tamamen kendim gibi. Neredeyse iki yıl oldu, sana anlatacağım o kadar şey birikti, başıma yine o kadar çok şey geldi ki! </div><div>Bu yazı, aynı zamanda "Ben blog'a dönüyorum." duyurusudur! Sezon finalinden sonraki ilk bölüm geliyor! Onlarca güzel, kötü, saçma, bomba, berbat, 'hasssiktiiir' şey oldu ama buraya yazmayınca hiçbirinin anlamı olmadı sanki. </div><div>Uzun lafın kısası, ben geliyorum! 'Blog dünyasının gediklisi', yine anlatmadan duramayacak çünkü. Çok ama çok özledim! Başımda yine onlarca bela, yan sekmede 'Sahibinden' açık, ev bakıyorum, bi yandan da yeni işim için belge topluyorum. Büyüdüm ya ben! Hayatımın yeni sayfası açılıyor, tamamen yalnızım bu sefer. Hadi bakalım!</div></div>UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-4548176373838007102020-11-09T18:30:00.003+03:002020-11-09T18:30:33.928+03:00Evden yana şansım yoook, ağlıyorum derdim çoook<div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtdlMtcGRw8C74KYbkHb3F3jQCksHibAkTNaBkAR5eCDRgAFVuk85O6_qxTUpSnpaN2XMVoC5i6A3UQSQGQZ6qdUvA9JRyaTEYsOlsG7re9qbsMCzMaaPKLR0MM9Ur0cohvLvfPO8RlqAG/s900/room.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="598" data-original-width="900" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtdlMtcGRw8C74KYbkHb3F3jQCksHibAkTNaBkAR5eCDRgAFVuk85O6_qxTUpSnpaN2XMVoC5i6A3UQSQGQZ6qdUvA9JRyaTEYsOlsG7re9qbsMCzMaaPKLR0MM9Ur0cohvLvfPO8RlqAG/s320/room.jpg" width="320" /></a></div><br /> Geçen gün odamda otururken kedim Kamuran, bi anda durdu, prizi izlemeye başladı. Çamaşır makinesi çalışıyordu banyoda, bi anda o da durdu. Kamuş'a sesleniyorum, kesinlikle bana bakmıyor, prizden gözlerini ayırmıyor. Önce üç harfli gördü sandım, altıma sıçtım yemin ederim. Sonra "vızzzz" diye bi ses, bi koku derken... Hassiktir, priz yanıyor!</div><div style="text-align: left;">Koşup o şalteri nasıl indirdim bilmiyorum. Gidip saçma sapan bi çoğaltıcı almıştım beş tl'ye, caddedeki züccaciyeden. Onun, banyo ile bağlantılı olan kısmı yanmış, prizi eritmiş mahvetmiş. Aklınızda olsun, gidip benim gibi önemli şeylerin ucuzunu almayın. Sonra böyle kıçınızda patlıyor. Yüzde yüz suçlu benim, elektrikçi çağırıp yaptırmam lazım ama beş kuruş param yok. Ev sahibini arayıp söylesem, adam eve geldiği an zaten benim dandiridundik çoğaltıcımı görecek, ağzıma edecek bi güzel. </div><div style="text-align: left;">Hemmmmen içimdeki şeytan Tolga'yı çıkarıp bi güzel hikaye yazdım. "Çamaşır makinesi biz eve geldiğimizden beri arada duruyordu bi anda, çoğaltıcım da mahvoldu vahh vahhh! Bu prizde bi sorun var bence, hem neden banyodaki makinenin çalışması için benim odamdaki prizin çalışması lazım Hasan Amcaaa, açıklar mısınızzz!" Yüzsüz, çirkef, çaçaron bi insanmışım da haberim yokmuş benim yahu. </div><div style="text-align: left;">Açtım WhatsApp'ı, çektim yanık prizlerin fotoğraflarını, pat diye gönderdim. Adam hemen aradı tabi, alt katımızda oturuyorlar zaten, "Elektrikçi çağırıp geliyorum." dedi. Ben de odamda salak salak prova yapıyorum. Elektrikçi olayı çakarsa bozuntuya vermemek için mimik falan çalışıyorum. </div><div style="text-align: left;">Kapı çaldı, elektrikçiyle geldiler. Hızır elektrikçi yemin ederim, 15 dakikada kapıdaydı adam valla. Bana baktı, çoğaltıcıma baktı, bi daha bana baktı, "Böyle ucuz şeyler almayın, Allah korusun kötü bir şey olur." dedi. Ben tam savunmaya geçeceğim, adam eline aldı çoğaltıcıyı, "Bunun yüzünden tabi." diyor. "Evreka evreka!" diye bağıran Arşimet gibi, adam taktı beş tl'lik çoğaltıcıma, "Bunun yüzünden işte, evet evet, bunun yüzünden!" diye aşağılayıp duruyor yavrucağı. </div><div style="text-align: left;">Ağzımı bile açamadan adam tamir etti her şeyi, ev sahibim ödedi üstelik. Bi utandım bi utandım anlatamam. Elektrikçiyi gönderdikten sonra ev sahibim de aşağı iner sandım ama inmedi. Durdu kapıda, koydu elini beline. </div><div style="text-align: left;">"Tolgacım, üst katınızı sizden 400 tl fazlaya kiraya vermişler geçen, biliyor musun?"</div><div style="text-align: left;">Başladım içimden ağlamaya. Çıkaracak mı lan bizi ucuza oturuyoruz diye bu evden. Allahım, yani ben senin sevgili kulun değilsem neyinim ya. Bu evden de mi çıkıyoruz, bıktım artık nakliyesini öde, depozitosunu öde, emlakçısını öde... Kutu doldurup boşaltmaktan mahvoldum artık. Hayır, böyle konuşan birine de ne cevap verirsin ki. "Evvettt beybiii, sizi iyi kazıkladık valla." mı diyeyim, "Aaaa, inanmıyorum sen şaka yapıyorsun!" mu diyeyim ne diyeyim. </div><div style="text-align: left;">"Ama biz kiraladığımızda piyasa böyleydi. Ev fiyatları o civardaydı hep."</div><div style="text-align: left;">Onca cevap arasından bunu seçtim ve söyledim. Korktuğumu da belli etmek istemiyorum, şimdi ters teper bi şey olur. </div><div style="text-align: left;">"Yok böyle değildi. Siz talebesiniz diye ucuza oldu."</div><div style="text-align: left;">"Hayır, böyleydi."</div><div style="text-align: left;">"Yok, değildi."</div><div style="text-align: left;">Adamla saçma sapan bi sohbete başladık, asla durmuyoruz, kimse yolundan dönmüyor. Bu arada bize yaptıkları indirim 50 tl oldu, dediği gibi bi şey yok...</div><div style="text-align: left;">"Neyse... Sineklik istiyormuşsun, öyle dedi oğlum."</div><div style="text-align: left;">Gelelim o meseleye... Bizim salonun iki penceresi, bir ağacın dibinde, hatta ağacın dalları bizim eve giriyor. E malum, Kamuş zaten uçan kedi sanıyor kendini, her gördüğü pencereden kuşlara atlama isteği var benim akılsız kızımın. Atlayınca onlar gibi uçacağını sanıyor. Ağaçların üstü de her gün kuş dolu, Kamuran pencerenin önünde pusuda! Eve de bu arada ağaçlardan sürekli böcekler giriyor. Garip garip böcekler. En büyük fobim de böcekler bu arada, şu an yazarken bile kaşınmaya başladım desem... Ben de böcekleri bahane edip sineklik istedim. Hem pencere açabiliriz artık, hem Kamuran atlayamaz, hem benim aklım kalmaz yaz aylarında diye. Ama tabii ki asla temel sebebin Kamuran olduğunu söylemedim. Ben de az kahpe değilmişim bu arada...</div><div style="text-align: left;">"Evet Hasan Amca, çok böcek giriyor. Hem kaşınıyorum hem korkuyorum. Taktırın, ömürlük kalsın." </div><div style="text-align: left;">"Ha yani böcekler için istiyorsun." dedi sırıtarak. </div><div style="text-align: left;">Ben "Tabii ki evet." derken, Kamuran beyinsizi açık pencereye doğru bi zıpladı, ben bi bağırdım... Bütün foyam meydana çıktı maalesef. Hasan Amca bana baktı baktı, "Sana bu iyiliği evcil hayvanın için hiçbir ev sahibi yapmaz, unutma." dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. "Neyse, hadi görüşürüz, sineklik için aradık bi iki yer, gelir alırlar ölçüyü yakında." dedi. Çıkarken teşekkür edip "Senin bi isteğin var mı?" diye sordum. "Şalgam istiyorum Adana'dan." dedi ve gitti. </div><div style="text-align: left;">Ev arkadaşımla oturup düşünüyoruz günlerdir, bu evden de çıkmak zorunda kalır mıyız diye. Bu arada şalgamı sipariş ettim, şalgam geldi ve hemen götürdüm. Bi mutlu oldu anlatamam, adamın gözleri parladı yeminle. Verirken "Sen de bizi unutma bak." dedim, "Hiç aklımdan çıkmıyorsunuz ki." dedi sırıtarak. Ev arkadaşım da İzmir'den zeytinyağı sipariş edecek gelecek ay. Mart'ta sözleşme yenilenecek, Mart'a kadar adamı hediyelere boğmayı düşünüyoruz. Yoksa bu evi de kapatacağız sanırım, umarım bize bu kötülüğü yapmaz. </div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">NOT: Heyytt bee, başlığa bak. Popstar zamanı. Abidin, Firdevs, Bayhan... Bütün defterlerim Firdevs ve Abidin'in fotoğraflarıyla kaplıydı. Bi an duygulandım şimdi. </div>UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-13254868995008163332020-10-18T21:36:00.004+03:002020-10-18T21:36:58.056+03:005 senelik kalp sancısı, bir diş çekimiyle biter mi? Bitiyormuş.<i>Virüs yüzünden üniversiteler 3 haftalık (sonradan aylaarca süren) tatili vermeden 3 hafta önce...</i><div>Bütün gün klinikteydim, sabahın sekizinden dörde kadar alnımda stresten oluşmuş damlacıklar halindeki terimle hasta bakmak keyifli ama aşırı yorucu. Eve gider gitmez koltukta sızıyorum. Bi de, kendimden asla beklemediğim bi performansla koşturuyorum. Hey gidi heyyy, Adana'da kıçını kaldırıp yan koltuktaki kumandayı almaya üşenen ben, şimdi hastane koridorlarında mor üniformayla bi o kata bi bu kata koşturup duruyorum. Bu arada vizelere çok az kaldı ve hiçbir bok bildiğim yok. Zaten salı perşembe yorgunluktan koltuktan kalkamıyorum eve gelince. Diğer günler.. Ne yalan söyleyeyim, hava çoook güzel bu sene, odaklanmayı geç, o sandalyeye kıçımı kırıp oturamıyorum bile. </div><div>Spotçudan aldığım ikinci el kanepede yastığa sarılmış uyurken, telefonuma bi mesaj geldi. Normalde sessize alır öyle uyurum, titreşimde kalmış. O mesajdan önce de onlarca mesaj var bu arada, niyeyse ona uyandım. Gözümü az çok açabildim, yüzümün her bölgesinin şiştiğini o kadar iyi biliyorum ki, aynaya baksam tipime ağlayabilirim. Saat de gece 12 olmak üzere, 5 saattir uyuyorum resmen, ayı mıyım neyim. Zaten sabahın 6'sında kalkacağım tekrar, şu mesajlara cevap verir, öyle uyurum diye düşündüm.</div><div>Mesaj, bi numaradan, rehberde kayıtlı değil. Sonu o kadar tanıdık ki numaranın, "Tolga nasılsın?" yazmış sadece. Mesaja tıklamamla o açılamayan gözlerimin fal taşı gibi açılması aynı anda oluyor. Hassiktir, şaka mı bu lan! Koltukta hemen toparlanıp oturma pozisyonuna geçiyorum, mesaja tekrar bakıyorum, gönderenin fotoğrafına tıklayıp duruyorum. "Ne alaka, lan acaba rüyada mıyım, yok canım o değildir, ona benzeyen biridir!" diye düşünüp duruyorum ama o! </div><div>İki sene burada arkasından ağladığım, uğruna yazılar yazıp Tolga Tilbe olduğum, mesaj atsın diye binbir takla attığım, o dönemde buluştuğum herkese hikayemi ve hisettiklerimi anlattığım, kalemim kırılsa "O benim hayatımda olmadığı için bu kalem kırıldı!" diye ağladığım, şarkı listemi Rihannalardan Nazan Öncellere çeviren... O işte. O lan o! </div><div>Aradan çok uzun bi süre geçmiş artık, hissettiğim şey sadece şaşkınlık. Ben hikayemi 'olduramadıklarım' rafına kaldırıp önüme bakmışım, birileri gelmiş birileri gitmiş, yerler mekanlar değişmiş, gömeceğim kadar derine gömmüşüm. Şimdi, neden bu...</div><div>"İyiyim, sen nasılsın?" yazıp gönderdim. </div><div>Ya bi şey söylemem lazım. Cevap beklerken tabi ki en yakın arkadaşlarımı aradım! Bunun kuralı bu değil midir ya, hayırdır yani! O üç dakika içinde onlarca tahmin geldi. "Yaaa, böyle olur işte, bak pişman oldu yazdı yıllar sonra!"lardan "Ne çıkacak altından acaba, kesin vardır bi derdi!"lere kadar, herkes bi şey söyledi. Son arkadaşımın da telefonunu kapattıktan sonra "yazıyor..." çıktı. "İyi ben de nolsun." yazdı ve yıllaar önce konuşurken gönderdiğim bi mesajı alıntılayıp "Bu teklifin hala geçerliyse dişim çok ağrıyor." yazdı.</div><div>Yani şu koca kafamın içindeki olmayan beynimi var ya! Zamanında bi konuda konuştuk, yardımcı olmuştu, ayıp olmasın diye "Dişinde bi problem olursa söyleyebilirsin, ben hallederim randevunu okulda." yazmışım. O zamanlar bunu yürümek amacıyla yazmıştım muhtemelen ama o zamanlar ulan! Ben onun üstüne 1 ev 1 telefon değiştirdim, bütün mesajlar numaralar gitti, sen bana gelmiş o mesajı alıntılıyorsun! </div><div>Ne yapsam, ne desem... Ret mi etsem... Yok yok! "Benden haber bekle." yazıp sonra hiç haber vermesem mi, çok mu hayvanca olur ya. "O mesaj zaman aşımına uğradı bebeğim, kusura bakma." yazıp göz kırpan emoji mi göndersem, oha Tolga bi dur! Kibarca şikayetini sorup ona göre yol izlemek daha mantıklı sanki. Sordum, anlattı.</div><div>Bi anlatıyor, ne problemli ağız bu yahu. Eğer yardım etmeyi kabul edersem, sık sık kliniğe gelecek sanırım. Offf, bu nasıl bi sınav bu gece gece. Kendisi için asistanlarla konuşup randevu alacağımı söyledim, sohbeti böylece bitirdik. Ha, o gece böyle bitti mi diye sorarsan, kesinlikle hayır. Alara'yı aradım ve saatlerce bu konu üzerine hipotezler kurduk. "Hıııh, şuna bak, neden evine yakın kliniğe gitmiyor da sana yazıyor? Pardooon da yok mu bunun dişçi arkadaşı, gitsin ona yazsın. Sizin arkadaşlığınız mı var yani, iki yılda bi anca yazışıyorsunuz. Biliyor tabi sen yardım edersin işte, tabi sana yazar! Etmesen mi acaba yardım, ayarlayamadım mı desen!" Bu cümlelerin bütün versiyonları saatlerce aramızda döndü, en son gece 3'tü sanırım, öyle uyuyabildim. Nasıl hissettiğimi kesinlikle bilmiyorum, iyi veya kötü mü, onu da cevaplayamıyorum. Telefonu kapatıp kafamı yastığa koyduğum an dediğim tek şey, kocaman bir özet ve üst başlık: "Ne gerek vardı?"</div><div><br /></div><div><i>İki gün sonra...</i></div><div>İlayda'yla okulun kahvecisinde kahve içiyoruz. Tanıdık bir cerrahi asistanı var, onunla konuştum, "Haftaya gelsin sabahtan, halledelim işini." dedi. İlayda da Alara gibi, "Ne gerek var, ayarlayamadım de." diyor ama ben de herkese fikrini sorup kendi dediğini yapan o salaklardan olduğum için sadece kafa sallıyorum. Laktozsuz süt bittiği için normal sütlü kahve almak zorunda kaldım bu arada, karnım davul gibi oldu, ona da ayrı bi stres yapıyorum, kafenin ortasında saçma sapan bi şey yaşanmasından korktuğum için. Lanet olsun laktoz intoleransıma! Şu stresli günlerimde bir de gazımla uğraşıyorum ulan!</div><div>Mesaj attım, "Ayarladım randevunu, beni müsaitken ara da prosedürü anlatayım." yazdım. "Arıyorum birazdan." yazdı, sonra da aradı. </div><div>Yıllar sonra sesini duymak çok garip geldi. Aklım hep o eski halime, yaşadıklarıma gidiyor. O berbat, kafamı sürekli tavanına vurduğum çatı katı evim... İnternet bağlatacak param yoktu diye bi kahvehane bulmuştum hani. Dayılar nargile içip küfrederek okey oynarken ben yanda acılar içinde müzik dinleyip yazı yazıyordum. İstanbul'da ilk ayım, kimseyi tanımıyorum, bi de üstüne içimde sürekli Yıldız Tilbe çalıyor, offfff, yazarken bile içim fena! Sanırım bunlar aklıma geldikçe ben garip hissediyorum. O dönemdeki Tolga çok değişti, şükürler olsun büyüdü, olgunlaştı, öğrendi ama kim olsa bi tuhaf olurdu sanırım. Fazla tepki vermiyorum bence. Sonuç olarak, haftaya görüşüyoruz. Stajdan izin alıp bütün gün ilgilenmem lazım. Sabahın köründe gelecek, baya torpille, en erken randevuyu 2 sene sonraya veren okulumda onu öne alacağım, genel muayenesi yapılacak. Kıçımı öpse az vallahi!</div><div><br /></div><div><i>Gelişine 1 gün kala...</i></div><div>"Şimdi sen osun, ben benim, tamam mı? Ee, nasılsın, hayat nasıl?"</div><div>"Böyle sormasan mı acaba, çok mu samimi ya... Nasıl gidiyor mu desen direkt?"</div><div>Burak'ın yatağında, bir uçta ben oturuyorum bir uçta o oturuyor, yarın ne konuşacağımın provasını yapıyoruz. Yeni eve taşındık, daha eşya yerleştiremedim, her tarafı bok götürüyor ve kutular orada bize göz kırpıyor. </div><div>Uzun uzun konuştuk, vereceğim imaj şu: O günlerin üzerinden çok zaman geçti, ben olgunlaştım, senin benim diğer hastalarımdan bi farkın yok. Okul çok yoğun olduğu için genelde koşturmacayla geçiyor, artık meşgul ve kendine güvenen cool bi herifim ben! Ne heyecanı canım!</div><div>Burak'ın odasından çıkıp uyumaya gitmeden önce soruyorum: </div><div>"Ya Burak, acaba hayatında biri var mıdır? Sorsam mı? Yemin ederim merak ediyorum, başka bi derdim yok. Bunca yıl olmamış aramızda bi şey, bi beklentim de yok açıkçası, sadece merak."</div><div>"Tamam gel hadi, otur şuraya. Konuşalım bunu da."</div><div>Yatağa koşuyorum tekrar.</div><div>"Hadi, şimdi sen osun, ben benim. Ee, sevgilin var mı?"</div><div>"Tolga, off böyle sorulmaz. Cool ol biraz, yandan gülerek, konusu gelirse 'Eee, sende var mı birileri?' falan de."</div><div>"Tamam! Ben ne cevap vereyim o sorarsa? Kimse de yok ki lan bende, bi kişi bile."</div><div>"Aa, olmaz, uyduralım! Bak şöyle de..."</div><div>Bunu da konuşuyoruz ve yatağıma gidiyorum. Beklediğimden de hızlı uyuyakalıyorum. </div><div><br /></div><div><i>Geldiği gün...</i></div><div>Stajdan izin aldım, normalde çıkmak yasak ama asistanla aram iyi diye çıkabildim. Bi iki kere uğrayacağım bi sıkıntı olmasın diye, o kadar. İlayda'nın hastası ve stajı olmamasına rağmen benim için okula geldi, eğer sohbet akmazsa onu arayacağım, yanımıza oturacak kahve içerken. Açıkçası sohbetin akmayacağını düşünüyorum diye İlayda'yı ayarladım, çünkü eğer aksaydı zaten beş sene önce bizim iş hallolurdu, anladın mı? </div><div>Mesaj geldi, "Ben geldim, kahvecide bekliyorum seni." diye, aşağı indim. Hadi Tolgaaa, o eski salak çocuk değilsin artık! Bildiğin meslek sahibi olmak üzeresin, üstünde çok güzel bi ameliyat forması var, kendinden emin ol! Bunun yanında bi bölüm daha bitirdin sen be, senaryo okuluna bile gittin! Öyle boş beleş adam değilsin, Japonca bile biliyorsun biraz be oğlum, sakin ol, hadii! </div><div>Sarıldık, parfümü aynı hâlâ. Hoş geldin'ler bi şeyler, bendeki bu Seda Sayan halleri ne olacak yahu. Az cool ol be, ne bu samimiyet! Yol sorduğun teyzeye de aynı samimiyet, ona da! Sıçacam çarkına vallahi! </div><div>"Önce ilk muayeneye gidiyoruz, röntgenini çektirelim. Ağrın var mı?" falanlar filanlar derken sohbet etmeye başladık. Röntgen bölümünde samimi olduğum bi çocuk var, şükür buralardaymış. Hemen kenara çektim, anlattım durumu, aldılar içeri. Sonra da muayene olmaya diğer odaya geçtik. Burada yapılacak bütün işlemleri bilgisayara giriliyor, ablayla beraber bakmaya başladık. Tahmin ettiğim gibi, buraları mesken edecek kendisine, belli oldu. Abla birini ayarlayıp ayarlamadığımı sordu, "Hallettim, randevusu var birazdan, cerrahiden arayacaklar beni." dedim, çıktık odadan. </div><div>Kahveciye indik tekrar. İlayda'ya yazdım, o da peşimize geldi hemen, oturduk muhabbet ediyoruz. İkili muhabbet edesim gelmedi, konu biter diye mi korktum, konuşamam diye mi, bilmiyorum. Sohbet gayet akıyor, gülüyoruz eğleniyoruz. Beklediğimden de iyi gitti. Sadece birkaç küçük done var anlatmak istediğim, onlardan bahsedeyim. </div><div>Konu olsun diye ev değiştirdiğimi söyledim, daha doğrusu İlayda yolunu yaptı, ben devam ettirdim. Ne bi merak, "Aaa nerdesin, kimlesin?" sorusu, "Neden ev değiştirdiniz yahu?" gibi bi tepki; hiçbiri yok. Öylece durdu. </div><div>Yine İlayda açtı konuyu, senaryodan filmden kurstan. Yine sessizlik, sadece ben ve İlayda konuştuk o kadar. Yani çok affedersiniz ama insan düşmanı bile olsa merak eder, iki irdeler yahu. O dakika zaten bendeki o geçmişten kalabilme ihtimali çok az olan bi kıvılcım sönüverdi. </div><div>Telefonuna bakıp duruyordu arada, mesaj beklediği biri var gibi geldi. O sorunun tam sırası! Burak'la evde boşa prova yapmış olmadığımızı düşünerek, deriiiin bi nefes alıp "Ee, sen anlat bakalım, sende var mı birileri?" diye sordum. "Var, 9 aydır bi ilişkim var." dedi gülümseyerek. </div><div>Sakın Tolgaa, yüzünü düşürme, sakın! Sakin olur musun, yüzüne hemen bi gülümseme yerleştir! Çabuk diyorum sana! </div><div>"Yaa öyle mi, çok sevindim, 9 ay iyi bir süre gerçekten."</div><div>"Sende var mı peki?"</div><div>"Açıkçası konuştuğum birileri var ama okul çok yoğun, sen de şahit oldun. Kimseyi ilgisizlikle üzmek istemem, o yüzden resmiyette pek bi şey yok." özetli, saçma sapan bi cevap verdim. İşin doğrusu, konuştuğum bir kişi bile yok, deprem korkusuyla ev değiştirmişiz haftalardır onunla uğraşıyorum, aklımı o işlere veremedim bile. </div><div>Ben sigara içmiyorum normalde. Yani ortamdan ortama, belki alkolle o kadar. Hayatımda ilk kez canım deli dehşet sigara istedi! "İlayda," dedim, "Sigaran var mı?" İlayda sigara uzattı. Sigarayı içmiyorum, yiyorum resmen, üçüncü saniyede ikinciyi istedim. O bile şaşırdı bu arada, "Sen içmiyordun sanki?" dedi. "Yaa, aynen, koktu bi canım istedi yahu." gibi yine sıfır zeka kokan bir cevap verdim ve ikinciyi de bitirdim. O anda cerrahi katından aradılar ve yukarıya çıktık, dişini çekmeye. </div><div>Yazı çok uzayacak, orada olanları anlatmayayım. Asistanla beraber çekimini yaptık, asistan reçete için kalktığında ben de ortalığı topluyordum. Koltuktan kalktı, öylece bakıyor. Neden bilmiyorum, birden bir şey söylemek istedim. Eğilip "Vay be, 5 sene önce karşında titriyordum. Şu an sen burdasın ve ben dişini çektim, hayat çok garip." dedim. Ağzında tampon var, konuşamıyor bile, "Aynen öyle." dedi, gülümser gibi oldu. </div><div>Daha sonra asistan geldi, reçetesini verdik ve yolcu ettim. Sarıldı, çok teşekkür etti ve gitti. </div><div><br /></div><div>Onun gitmesiyle beraber 5 senelik kalp sancım, 5 sene önceki acım, kederim, duygularım, yaptığım saçmalıklar, o çatı katı evim, o kahvehane, zırlamalarım, sendelemelerim, düşmelerim ve kalkmalarım; hepsi gitti. Bu uzun soluklu hikayenin de sonu böyle olacakmış demek. En iyisi, en güzeli oldu; şimdi onun için düşündüğüm ve dilediğim tek şey ilişkisinde mutlu olması. </div><div>"Zaman her şeyin ilacı." o kadar kadersiz bi cümle ki. Doğruluğu, hep o ânı kurtarmak için söylenmiş gibi görünmesiyle sürekli çarpışıyor. Sen, eğer üzgünsen, n'olur bu kadersiz cümleyi inanarak oku. Sana, laf olsun diye, şu ânını kurtarmak için söylemedim. Tecrübeyle sabit, geçiyor. Bazen çivi çiviyi sökerek geçiyor, bazen böyle, bazen kendiliğinden. Bir sene önceki ben, bunların olacağını bilmiyordum, bir sene sonra da ne olacağını bilmiyorum. Yaşadıkça, hep daha farklısı, daha maceralısı karşıma çıkacak. İyi ki yaşamışım, bunların hepsi beni ben yapacak nasılsa. Seni de öyle. Söz.</div><div><span> </span></div>UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-88190208006297526142020-03-30T10:12:00.001+03:002020-03-30T10:12:44.119+03:00İstanbul bugün yorgun, üzgün ve yaşlanmış, biraz kilo almış...Taşındık. Dünyanın en garip taşıma şirketlerinden biriyle hem de. Adamlarla öğlen 2'de gelmeleri için anlaşmışız. Daha evin bi kısmı duruyordu, oraları da toparlayıp bekleyecektik. Sabahın köründe telefonum çaldı, daha beynimin bi lobu uyuyordu o derece sabah. Açtım, "Kimsiniz?" dedim, "Abi aşağıdayız biz bekliyoruz taşınmak için." dedi. Bi doğruldum, "Biz öğlen 2'ye anlaştık, neden şimdi geldiniz?" diye sordum. Nefes alışı, verişi, bekleyişi. Salak adama bak, sanki ben dedim beni yanlış anlayın da erken gelin diye. 2'de bekliyorum, diyip telefonu kapattım.<br />
Ondan sonra aldı mı beni bi korku. "Ya adam gelmezse, ya bana sinir olduysa. Ayyy depremde başımıza yıkılacak apartmandayız, ya deprem olursa. Sesinde bi sinir mi vardı, başka yeri mi arasam?" derken beklemekten başka çarem olmadığını anladım. "Bari sabahın körü, gideyim de elektriği suyu üzerime alayım." diyip çıktım evden.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCF-n-EGUWVwb3JcYJH-3bxziJOfxwu5htFRF7Q6xDmY1eL-1VnYZIJqWpgxaxgQfIdpR_sBnpJqir94OBtK1Udulgj2mjg4_XRPX3_183pwdEs317YDZ-3ea-N1NYMI8x78rxzZqgm95U/s1600/original.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="367" data-original-width="500" height="234" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCF-n-EGUWVwb3JcYJH-3bxziJOfxwu5htFRF7Q6xDmY1eL-1VnYZIJqWpgxaxgQfIdpR_sBnpJqir94OBtK1Udulgj2mjg4_XRPX3_183pwdEs317YDZ-3ea-N1NYMI8x78rxzZqgm95U/s320/original.jpg" width="320" /></a></div>
Aklıma ilk evim geldi İstanbul'daki. Metro kullanmayı akıl edemiyorum, daha doğrusu binersem kesin kaybolurum diye evin oraya gelen tek otobüsle istediğim yerlere gitmeye çalışıyordum. Evden Kadıköy için 51 durak gidiyordu otobüs, ben içinde tın tın tın saatlerce. Yeni taşınmışım, o zaman da bu Tolga Tilbe olduğum insan var, beni yeni reddetmiş. Her bulduğum köşede ağlayarak Yıldız Tilbe, Nazan Öncel, Göksel dinliyorum. Başıma gelen her naneyi o olmadığı için olmuş gibi kabul ediyorum. Vaaay be, bi zamanlar ne sevmişim. Neyse, ilk evim ve hiçbir şey bilmiyorum diye bi esnafa sordum elektriği nerede halledebileceğimi, "Şu minibüse bin, in, şuna tekrar bin, minibüsün başı yeşil." gibi bi şeyler söyledi. Herhalde adamın bi bildiği vardır, diyip atladım dediği ilk şeye. Git Allah git, bi türlü indirmiyor şoför beni biner binmez söylediğim halde. Minibüs bayaaaa boşaldıktan sonra, "Beni unuttunuzzzz." diye bağırdım, şaaak diye durdu, "He ya kardeş kusura bakma, in, geç karşıya, şurdan şuna bin." dedi. İndim, geçtim karşıya, dediği minibüse bindim. Yine git Allah gittt, kulaklığı da takmışım "Senin de yüreğin yansın başka ellerde..." dinliyorum. Baktım şarkı listem bitmek üzere, ben hâlâ gidiyorum, "Abi, ben nerede inecektim?" dedim. Hoooop bi fren, "İn, geç karşıya, Selami Abinin selamı var de, bin minibüse, o indirir seni." dedi, indirdi beni. Hikayedeki bütün mantıksızlıklarımın farkındayım, bilmediğin şehirde kulaklık takıp aşk acısı çekmek yerine şoförle sürekli muhatap olup işinin halletmeye çalışmak daha doğru, bunu da biliyorum. Neyse, geçtim karşıya, Selami Abinin selamını ilettim, bastık gidiyoruz. Kulaklığımı taktım, başka bi acılı şarkı, hey yavrum heyyy. Kafamı kaldırdığımda minibüsteki tek insan bendim, adama "Nerdeyiz?" dediğimde bi kızdı bana, "Niye hatırlatmıyorsun kendini? İn burda, gelen herhangi birine bin artık yapacak bi şey yok." dedi. Bi indim, kafamın üstünde "TUZLA'YA HOŞ GELDİNİZ." yazıyor. Başladım ağlamaya, zaten biriktirmişim, sırtımı tabelaya dayayıp saatlerce ağladım. Hep içimden "O olsaydı beni götürürdü ühüüü, o yok diye kayboluyorummm." dedim. En sonunda bilen biriyle bu işi halledip eve dönmüştüm, 9 minibüs değiştirdiğim için o gün yemek yiyeceğim parayı bile bitirmiştim.<br />
Aradan geçen dört yıl, değişen, 20 kiloya yakın alan ben. Şu "Zaman her şeyin ilacı." cümlesini hiç sevmiyorum. Sanki o ânı kurtarmak için, yanındakilerin diyecek bi şey bulamadığında söyledikleri bi cümle, yaralı avuntusu gibi. Ancak zaman geçip bir şeyler değişince bu cümleyi anlayabiliyorsun. Doğruluğu, o ânı kurtarmak için söylenmişliğiyle sürekli savaşıyor.<br />
Neyse, elektriği hiç sıra beklemeden hallettim. Meğer bizim evin yakınında varmış Enerjisa, çok hızlı bi şekilde oldu. Su, Kartal'daymış, bastım oraya gittim. Bu idare işleri bi garip işliyor, müşteriler yapıyor her şeyi. Fotokopi çekilecek mesela, işleri halleden kadın kesinlikle kendisini yormuyor, bizzat bana verdi kağıtları, fotokopi odasına ben gittim. Bi adam var mesela, sadece girişte oturup insanlara niye geldiklerini soruyor. Ve muhtemelen bunun için maaş alıyor. Karşı tabelada hangi işlem için kaçıncı kata gitmek gerektiği zaten yazıyor bu arada. Suyu da halledip doğal gaza koştum. İşler nasıl tıkır tıkır gidiyor, ben de şaşkınım. Doğal gaz için tam olarak böbreğimi satsam kazanacağım parayı bıraktıktan sonra eve döndüm, eşyaları son bi gözden geçirdim. Adamlar geldi. Kamuran'ın çığlık çığlığa kaldığını söylememe gerek yok sanırım, apartman ayağa kalktı. Birinci kattaki BBG Teyze çıktı hemen, "Canım gidiyormuşsunuz. Aidatı alayım." dedi. İlla kıçımıza bi şey sokup gidecek, ödedik hemen. Şan hocası karşı komşu şok oldu, gittim kadını doldurdum "Bi fotoğraflara bakın isterseniz, hasar miktarını gördüğümüz için çıktık." falan dedim, kadın en son baktığımda yöneticiyle konuşmaya inmişti.<br />
Yeni eve geldik, dakika bir gol bir, yönetici geldi. "Aidatı alayım, sonra unutursunuz belki." dedi. Valla bi sinirlendim artık, adamı az kalsın dövecektim. Yani Allah aşkına, bi kap yemek verecekleri yerde gelip para istiyorlar, bi durun lan, bi nefes alalım. Adamlar başladılar eşyaları yukarı taşımaya. Ruhsal sıkıntılı ev arkadaşım telefonu çaldığı için kamyonun başında durmak yerine telefonla konuşmaya minibüs yoluna inmiş. Ben de yukarıda adamlara eşyaların yerini gösteriyorum. Bi indik kamyona, kimse yok. Adamlar kıçıyla güldü bize, "Abi bari başında bekleyin biriniz ha, valla götürürler eşyaları haberiniz olmaz biliyon mu?" diyerek. Aradım bunu hemen, "Ay sohbete dalmışım aşkoo." diyor.<br />
Ev arkadaşımın sınav haftasıydı diye kendi odalarımız dışında hiçbir yeri dizmedik. Ev bildiğin büyük bu arada, eski odamda yatağım ve dolabımı koyunca masaya yer kalmadığı için salonda ders çalışıyordum. Kocaman oldu odam bi anda. Mutfağımızı anlatmak bile istemiyorum. İki kişi dışında kimse giremiyordu, buzdolabı salondaydı hatta. Şu an mutfak o kadar büyük ki, masa bile koyduk, gelin hep beraber oturalım.<br />
Tabii ki daha ilk günden aksilikler başladı bu arada. Bizden önceki kiracı kombiyi bozup gitmiş. Keşke sadece bozmakla kalsaymış, bozduğu yerleri japon yapıştırıcısıyla yapıştırmış üstelik. Kombici ertesi gün geldiği ve ben de leş gibi olduğum için okula gidemedim. Birkaç tane kapının kolu elimizde kaldı. Sonra şalterler attı bi anda. 87 yaşında Mukaddes Teyze gibi "Nazar çıktı nazar." diye diye avuttum kendimi.<br />
*<br />
Apar topar Adana'ya döndüm covid yüzünden. Hayatımda ilk kez aynı güne, 5 saat sonraya uçak bileti aldım. Kamuş'u kutusuna nasıl koydum, ben nasıl 15 dakikada valiz hazırladım da evden çıktım bilmiyorum. AnadoluJet'in bütün telefonları meşgul, Kamuş'a bilet alamamaktan çok korktum, o yüzden 4 saat önce gittim alana. Ortalık Alamancı dolu, Almanya girişi belli bi süre için iptal etmiş, Alamancılar Türkiye'de kaldıkları için isyan çıkarmıştı resmen. Bilet iadesi istiyorlar yeni bilet almak için, şirketler doğru dürüst iş yapamıyor, sesler yüksek. Ben de Kamuş'la sıradayım, durmuyor tabi, miyav da miyav. Sinir küpü olmak üzereyim ve açım. Bi de gidip yirmilik dişimi çektirmiştim bir önceki gün, yüzüm şiş, canım acıyor, bildiğin bok gibiyim yani. Adana'ya nasıl geldim, eve nasıl gittim bilmiyorum.<br />
Bugün 15. günüm evden çıkmadığım. Sanırım kilo aldım, hatta sanırımı falan yok bu işin, aldım. Yani şunu anlamıyorum, şu kilom sadece belli bölgelerde toplanmak yerine dağılsa daha iyi olmaz mıydı acaba. O kadar iştahlıyım ki, annem ben yemek yerken kalıyor öyle, kadına kal geliyor bildiğin. Bu arada saçım sakalım birbirine girmiş vaziyette. Zaten kafam kocaman, Bratz bebekleri gibiyim. Şu an daha daha kötü oldum. Pijamamı 3 gün çıkarmıyorum, ayyy resmen saçma sapan bi şeye dönüştüm.<br />
Biraz kalır dönerim mantığıyla ne şort getirdim ne bir şey. Adana yanmaya başlar yakında, mahvolacağım yani. Her şeyim İstanbul'da kaldı, kitaplarım kıyafetlerim. Bi de üstüne paranoyak oldum, öksürüyorsam, burnum akıyorsa evde ayılıp bayılıyorum bildiğin. Kamurella ile uyumaya çalışıyorum, sabahın 5'inde yorganın altından çıkan ayağımla oynuyor, uyandırıyor.<br />
Sürekli bi şeyler izliyorum. Daha oturup doğru dürüst bi şeyler yazamadım senaryo adına ama bugün başlayacağım. Bi de öğlen kuşağında ne saçma şeyler varmış onu fark ettim, kaynanalarla yemekteyiz bile gördüm. Ve nedense tv8'de sürekli Survivor var, hepsi zayıflamış kemikleri sayılıyor, ben bunları izlerken dana gibi yiyorum. Aklıma sürekli "Ülkedeki kebabı, içli köfteyi, mantıyı nasıl bırakıp gittiler yahu?" sorusu geliyor. Müzik kanallarında da sürekli aynı şarkılar, gına geldi ordan da. Haber zaten izleyemiyorum, çok etkileniyorum, sürekli okumaya çalışıyorum o yüzden.<br />
Bi de şey meselesi, libido. Meğer ben ne libidolu çocukmuşum yahu, umarım yalnız değilimdir bu konuda. Öyle aklı fikri oynaşta olan çocuk da değildim aslında ama... Şu karantina günlerinde insan konuştuğu biri olsun istiyor sanırım, flört bi şey. O da yok henüz piyasada. Bekarlık, kaşarlık yapabildiğin sürece sultanlıkmış, evde tıkılıp kalınca pek değilmiş yahu. Zaten şu tipimle flörtüm görüntülü aramak istese sıçtım yani, bekar kalsam daha iyi, aynen.<br />
<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-78443683873376803222020-03-01T09:15:00.000+03:002020-03-01T09:17:41.970+03:00Bugün pamuk kalbinden taşınıyorum.Yolda kara kara düşünmeye başladık. Maalesef stres kontrolü konusunda berbat biriyim. Kendimle ilgili olan her konuda en kötüsünü düşünürüm. Sınava daha girmemişken sıfır alacağını aklından geçiren öğrenciyim maalesef. Evde silgimi kaybedince gidip yenisini almak yerine oturup karalar bağlamayı tercih ediyorum. Ya da ertesi gün hasta bakacaksam, hastamın şansıma hep psikopat çıkacağını düşünüp uyuyamam. Sorunlu bi asistanın olacağını, o gün hiçbir şeyin güzel olmayacağını... Deprem olsa sadece bizim dairenin yıkılacağını ve Kamuran'la beraber altta kalacağımı düşünüyorum bazen. İstemeden yapıyorum, bilerek yapsam gider bunları mı düşünürüm. Haaa, ama iş yakınlarıma gelince, "Sen nasıl bu kadar olumsuz olursun!", "Kendine gel, iyi düşün, iyi olacak!" diyorum. Tam bi 'dediğimi yap yaptığımı yapma' insanıyım sanırım.<br />
Aklıma yine en kötüsü geliyor. "Ev sahibine de 'çıkıyoruz' dedik o kadar. Ya onca eşyayla sokakta kalırsak. Ayyy, şimdi arayıp 'çıkmıyormuşuz eheheh' mi diyeceğiz? Diyelim evden çıkmadık, ya İstanbul sallanırsa yine, bu sefer de... Tövbeee! Ayy bana bi şeyler oluyor, su mu alsak bi şurdan?" diye diye yolu bitirdim.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWnhBVrpRZh8aPUvFxSqjOQlG7RHlAz8T83WDR0D8cPLftk9eZmmZRg_dVkVJYJYLKc0VFMQa2u14zV6Wn8y_yIJnNvSOU6WCvyi0MrMtlotyJf0sF_q5OIydRmLgTaKwdBUTd7SA3BrWu/s1600/armchair__cigarette__lamp_by_csali_d1k3gzo-fullview.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="600" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWnhBVrpRZh8aPUvFxSqjOQlG7RHlAz8T83WDR0D8cPLftk9eZmmZRg_dVkVJYJYLKc0VFMQa2u14zV6Wn8y_yIJnNvSOU6WCvyi0MrMtlotyJf0sF_q5OIydRmLgTaKwdBUTd7SA3BrWu/s320/armchair__cigarette__lamp_by_csali_d1k3gzo-fullview.jpg" width="320" /></a></div>
Evdeyim, bi o yana gidiyorum bi diğer yana. İçim şişti daha ikinci günden. Sonra bi sakinleşmeye başladım. Demet Akalın misali, burada tecrübe konuşuyor bebeğimmm yahu. Kendime gelmem lazım, yapabilirim, bi nefes alayım. Bundan öncekileri hatırla. Evi kiraladın, emlakçı eve temizlikçi geldiğini iddia etmişti, dolaplardan çıkardığın böcekleri hatırla. Emlakçı ve mafya olayını düşün, parana konacaklardı az kalsın. Sen neler atlattın ya. Ev sahibine kirayı vereceğini söyleyip senden beş ay kira alıp ev sahibine "Tolga'nın durumu yokmuş abisi, kira veremiyor sana." diyen sahtekarı hatırla, sen onu bile atlattın, ağzına sıçtın adamın. Yaparsın, bulursun.<br />
Ertesi gün, okuldayken annem bi ilan gönderdi. Metroya bizim evden bi tık daha uzak duruyor ama gayet nezih bi yerde, üstelik ara katta. Adamı aradım, geleceğimi söylemek için. Yine aynı sahtekar ses tonu. Bu emlakçıların ortak bi dili ve konuşma tonu var sanırım, bi tanesine bile ısınamıyorum. Hepsi arkamı döndüğüm an kıçımdaki donu alacaklarmış gibi geliyor. Neyse, adama söyledim çıkışta geleceğimi. Bana resmen alttan alttan diyor ki "Hızlı olmazsan evi başkasına kiralarım." Sakin kalmaya çalıştım, o gün klinik günüydü, yine ameliyat formamla yollara düştüm.<br />
Ofise girdim, minicik bi yer. Ulan var ya, emlakçı olmak vardı ya. Ne sürünüyorsam diş hekimliğinde anlamıyorum. Adam iki ev gezdirdi diye kira kadar bedeli hooop cebe atıyor. Ben onun kazandığı para için kaç gün çalışıyorum. Burada bile o Adanalılığım tuttu yani. Salak mıyım neyim, sucuk ekmekçiye giriyorum, çıkışında 'Tolga Sucukları' diye yer açasım geliyor. Böyle anlatınca sanki ticari zekası olan biriymişim gibi oldu ama elimde para olsun, tutamam. Biriktirmek falan, hiçbir zaman başaramadım, benimkiler hep lafta.<br />
Aldı eve götürdü beni. Ev sahibi hemen altımızda oturuyormuş, bu durum bi tık korkuttu ama yapacak bi şey yok. Evin kapısını açtı, açar açmaz "Tutuyorum." dedim. Ev o kadar güzel ki! Güneş resmen evin içinde, her tarafı açık, odalar kocaman, mutfağa iki kişi değil artık bi ordu sığabilir! Odalar eşit büyüklükte, banyoyu yeni yaptırmışlar. Tek sorun, klozet için ayrı bi kabinimsi yer var. Amaaan, dedim; olsun. Bu eve değer kesinlikle, banyoyla tuvalet başka odalarda olsun, sıçarken ölmem ya.<br />
İndik, ev sahibiyle tanışmaya. Yemin ederim, bu ameliyat formalarının bi büyüsü var. Beni de görmeniz lazım, bi havalı havalı duruyorum, gerekmedikçe konuşmuyorum. "Hastaneden geliyorum kusura bakmayın."lar bi şeyler. Ev sahibim yaşlı bi amca, adamla konuşuyoruz ama bi odaklanamadım adama. Birine benziyor ama kim kim... Hah, Kavak Yelleri'nde Mine'nin dedesi vardı ya, huysuz bi adam. Delirtiyordu herkesi, huyu benzemesin ama valla dıştan aynısı.<br />
Sözleşmeler yapıldı, emlakçı tutturdu "Kefil getir bana." diye. Sana ben eşşeğin nikahından mı bulayım kefil, diyemedim tabii ki, gülümseyerek "Birkaç güne geliriz." diyip çıktım. Sonra o işi de hallettim, imzalar atıldı.<br />
Kefille imza attığımız gün eve bi tekrar gittim. Hani metroya kaç dakika, minibüse kaç dakika, bi bakayım, geç kalmayayım her yere diye. Metroya yürürken bizim evden iki apartman sonra bi tanıdık geldi bana buralar. Haydaaa, bu minik yokuş, şu yol, şu apartmanın rengi. Derken, hassiktir! Lan burası benim eski sevgilimin evi! Komşu olmuşum yanlışlıkla! Sonra baktım bazı şeyler yoluna giriyor, umurumda olmadı. İsterse üst kat komşum olsun, kafamı sokacak yer buldum ya, şimdilik işin o kısmıyla ilgileniyorum.<br />
Emlakçıdan nakliye şirketi numarası istedim, verdi iki tane. "Servet'ten selam söyle." dedi, indirim yapacaklarını söyledi. Adamın selamını söylüyorum, adam bi fiyat söylüyor bana, selam söylemesem sıçacak çarkıma sanırım. İkinci yer de keza aynı, anacım bu fiyatlara ne olmuş böyle, nakliyeciler de döndü köşeyi sanırım. Adanalı olmaaa, olmaaa! Hayır Tolga, daha götünü kaldıramıyorsun, neyin nakliyatçısı olmayı hayal ediyorsun acabaa! Sakin olur musun, gözündeki dolar işaretlerini kaldır çabuk!<br />
İnternetten kendim bakmaya başladım. Bi yer, inanılmaz ucuz bi şey söyledi. Adamın sesi de güven vermiyordu, daha doğrusu anlaşılmıyordu, Taksim Dayı sandım, oradan vazgeçtim. Başka bi yer ikisinin ortasını söyledi, bi tık daha indirsin diye konuştum, kırmadı beni. Ayarladık her şeyi, salı taşınıyoruz!<br />
Valla çok yoruldum, ciddi söylüyorum. Okulun stresi, taşınma telaşı, osu busu... Şu işi umarım sorunsuz halledebiliriz, bana şans dileyin. Hatta şans dilemeyin, kalkın gelin salı günü ev dizelim beraber.<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-21610137191667227762020-02-29T23:55:00.001+03:002020-02-29T23:55:12.994+03:00Yine başa dönüyoruz, sonunu yaşayamadanYine olan oldu. Tam "Kıçımın üstüne oturdum, her şey yoluna girdi. Ev taşımaktan ciğerim solmuştu zaten, emlakçılar nakliyeciler sayemde Maldivler'de tatil yapıyor. Bi üç sene otururum burada şimdi." dedim, yine başıma gelmeyen kalmadı.<br />
Oturduğumuz apartman eski bi apartmandı açıkçası. Zaten apartman sakinlerinin yaş ortalamasının 78 olduğunu düşünüyordum, ama bi şekilde idare ediyorduk. Yani evet, birkaç şey yaşamadık değil. Okula sürekli geç kaldığım için merdivenleri koşarak iniyorum diye birinci ayda ilk yazı kapıya asıldı: "Lütfen merdivenlerden yavaş ininiz." İki kere aidatı geç verdik, ikinci kağıt da arkadan geldi: "Aidatları zamanında veriniz." Ayy, şeyi anlatmadım. Birinci kattaki BBG Teyze. Allahın delisi, apartmandan çıkarken perdenin arkasına saklanıp bizi izliyordu. Ya da apartmana doğru yürürken, hissediyor muydu bilmiyorum, pencerenin yanına saklanıp bakıyordu. Görmüyorduk sanıyordu muhtemelen ama sinirleniyordum. Bi ara geldiğim saatleri bile kafaya yazmış, "Sabah dörtte geldiniz geçen gece.", "Ooo, Tolga Bey bugün erkencisiniz." falan diyordu aşağıda karşılaşınca. Kadının derdi biz olmuştuk resmen. Ne giyiyoruz, nereye gidiyoruz, bi not defteri vardı bence oraya yazıyordu her şeyi ruh hastası.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKbYUGbHininIrvZyaPLqKtv_wagL6i58zriIox-WoPZbEg8HXxRzwjqK6UUmCnhsbAfPZPDBRAkNz0sHkmSSjONVj_TA5oy49Ket9KHaRe2K5t1u08b6N_V01WrufTWmH-KHd0KMc4Sb6/s1600/d566e31-70d96924-e2cd-4bbf-95f8-d6cc2dde8abe.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="500" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKbYUGbHininIrvZyaPLqKtv_wagL6i58zriIox-WoPZbEg8HXxRzwjqK6UUmCnhsbAfPZPDBRAkNz0sHkmSSjONVj_TA5oy49Ket9KHaRe2K5t1u08b6N_V01WrufTWmH-KHd0KMc4Sb6/s320/d566e31-70d96924-e2cd-4bbf-95f8-d6cc2dde8abe.jpg" width="320" /></a>Bunlar gibi birkaç sorun dışında sıkıntı yaşamadık pek. Metroya yakın, güneş görüyor, bayaaaa küçük ama dayanılmayacak gibi değil, 2 sene daha kalır, sonra çalışmaya başlayınca iyi bi yere geçerim, diyordum. Yalnız ev o kadar küçüktü ki, mutfağa iki kişi asla sığamıyordu. Odama yatağı koyduktan sonra yer kalmadığı için salonda ders çalışıyordum. Banyodan bahsetmek bile istemiyorum.<br />
Yine geçen bi yazı asıldı kapıya, "Bilmem ne tarihinde toplantı var." diye. Altına da yazmışlar ki "Kiracılar ve sahiplerinin katılımı zorunludur." 'Kiracılar' kelimesinin altını öyle bi çizmiş ki, katılmazsak dayak yiyeceğim gibi geldi ne yalan söyleyeyim. Bu arada hayatımda hiçbir apartman toplantısına katılmadım, umurumda olmadı, merak da etmedim. Zaten o gün hasta bakmışım bütün gün, sırtım inanılmaz ağrıyor, biraz daha ciddiye alırlar diye kalktım gittim ameliyat formasıyla. Tabi ondan önce evde bi kavga. "Sen git. Yoook sen. Senin forman var beni almazlar ciddiye.Ya seeen." diye.<br />
Bu arada, o birinci kattaki BBG Teyze, beni her gördüğünde ev sahibinin numarasını istiyordu. Ben de bizi şikayet edecek zannettiğim için kadına sürekli bi yalan uydurup numarayı vermiyordum. İçimden sürekli "Şimdi sıçtın Tolga, içerde ev sahibin, BBG Teyze, bi tokatlasınlar da seni gör sen." diyorum. Sonra hemen dikleniyorum, "Pardoooon daa, karşı komşu da kendine gelsin o zaman!" diye. Anlattım mı hatırlamıyorum, karşı komşum opera sanatçısı, şan öğretmeni. Kadının evinden sürekli çığlık sesleri geliyor. Sanata saygım sonsuz, kesinlikle susturulamaz ama ablacım bizdeki de kafa yahu. Kedim bile uykusundan uyanıyordu gecenin birinde çığlık attığınız için, etrafa bakıyordu gariban. Sabah dokuz, gece bir, öğlen üç; kadının saati yoktu, durup durup bağırıyordu. Cumartesileri eve öğrencileri de geliyordu, onları da dinliyorduk şükürler olsun. O yüzden planımı kapıyı çalmadan önce yaptım. Üstüme gelirlerse direkt karşı komşuyu suçlayıp "O zaman ona da laf ediiinnnn." diyeceğim. Derin bi nefes al. Ay ne kokuyor burası, börek yapmış sanırım. Çal kapıyı.<br />
Aldılar içeri, herkes şok oldu. Bütün dairelerin ev sahipleri gelmiş, tek kiracı benim. Benim ev sahibim de kıçına bile takmamış olayı, "Ne konuşuyorsanız ben okeyim, işim var valla gelemem." demiş kapatmış telefonu. Yeni gelmişim, kalkmak da olmaz şimdi, diyerek geçtim bi koltuğun köşesine, pamuk bi teyzenin yanına oturdum.<br />
BBG Teyze apartman yöneticisinin eşi bu arada, onun evindeyiz. Bizim daireden bile küçük geldi ev bana, Adana'da alışmışım tabi böyle küçük daireler yok, bizim eski evin balkonu bu salon kadardı. Etrafı izliyorum, Tolga belli etme her yeri süzdüğünü, önüne bak, sohbeti duymaya çalış.<br />
Tam odaklanacağım, tabak koydular önüme. Yaprak sarması, böreği, keki, Allahımmmm. Aşk kelebeklerim, ben her toplantıya gelirim ya böyleyse eğer, siz çağırın beni sürekli. Kimse de başlamadı yemeğe, ulan yesenize, börekler soğuyor içim gidiyor içimmm! Kıvranıyorum, birisi yemeden ağzıma atmak istemiyorum bi şey, arkadamdan "Hayvan! Bizi de yeseydi üç saniyede süpürdü!" demesinler diye.<br />
Tabakla bakışırken yandaki pamuk teyze eğildi, "Yesene ne duruyorsun, nerde bulcan bi daha sarmayı, at ağzına hadi." dedi. Teyze ben seni yerim ya, ne tatlısın sen. Bi döndüm, film karakteri gibi kadın. Gülecem, gülemiyorum. "Ay ne deli çocuksun, dur ben ilk lokmayı alayım, sonra sen al hadi." dedi.<br />
Bi iyi anlaştık, beraber gülüyoruz resmen. Asla sohbeti dinlemiyoruz bu arada, her şeyden konuşuyoruz. Bostancı'da da varmış evi, aramışlar diye gelmiş. Yandan BBG Teyze konuşuyor mesela, bizimki kulağıma eğilip "Ay bu da susmaz şimdi bi saat." diyor, börek yiyorum ama boğulacağım. Biri söze başlıyor mesela, "Allah aşkına ne diyor şimdi bu?" diyor, tıkandım resmen.<br />
Sonra yavaş yavaş sohbete kulak vermeye başladım. Deprem, çatlak, yıkım, temel, duvar... Hassiktir!<br />
Bizim apartman bu birkaç ay önce olan depremde dıştan içten çatlamış meğer. Bi kadının evinin duvarları resmen birbirinden ayrılmış. Bi fotoğraflar gösterdiler, ödüm bokuma karıştı. Apartman dış arkadan da çatlamış bildiğin. Kentsel dönüşüme verilecekmiş, müteahhit demiş ki "Yan apartmanla birleşin, iki binayı yıkalım, sağlam birer daire verelim size." Kadın fotoğrafları açtıkça açıyor, tavan mahvolmuş, mutfak fayansı da kırılmış. Altıma sıçtım sıçacam, bi kere daha o derece sallansak bina başımıza yıkılacak yani.<br />
Bize bunun haberini aylar sonra vermelerini geçiyorum. Bu nasıl bi rahatlık. Ulan ne olacağı belli değil, tek şiddetli depremde üstümüze çökecek her yer, bunlar hâlâ 'daire başına ne kadar öderiz' derdindeler.<br />
İzin isteyip eve geldim. Bildiğin korkuyorum, kara kara düşünüyorum ne yapabilirim diye. İşin sonunda bina yıkılacak zaten, maksimum dört aya hem de. Benim bu evden çıkmam lazım, depremde psikolojim bozulmuştu çünkü, şu an çok daha kötü, o fotoğraflar aklıma geliyor sürekli. Ev arkadaşıma söyledim, bütün gece uyuyamamış. Taşınmak o kadar masraflı ki, altından kalkabilir miyiz, ne yaparız ederiz hiçbir fikrimiz yok. O an gözümde büyümeye başladı her şey. Ev ara, sahtekar emlakçılarla tanış, bul, nakliye tut, temizlik yap, faturaları üstüne al... Gözlerim doldu doldu böyle, yine o günler aklıma geldi. İstanbul'daki en toy zamanlarım, sürekli bi taşınma halim. Oradan oraya, bi türlü doğru yeri bulamadan, durmadan valizle sürüne sürüne. Bu kadar eşyayı nereme sokacağım hissi, telaşı.<br />
Ertesi gün ev aramaya başladık. Yine aynı şeyleri yaşıyorum hissi geldi tabi. "Öğrenciye ev yok. Bekar erkeğe ev yok." Eşşeğin şeyine ev var! Sinirleniyorum yazdıkça. Ne giriş istiyoruz ne çatı katı, ara kat peşindeyiz. O da var ama çok pahalı. Ev kiraları da uçmuş bu arada, köpeği koysan durmayacak evler için ne para istiyorlar, inanamadım. Emlakçıların o sahtekar ve korkunç ses tonlarını da o kadar özlememişim ki, birisi elimde kalacaktı az kalsın.<br />
Bi tane adam bulduk emlakçı, bi ev gösterdi. Aşırı beğendik, adam bizi gezmeye götürdü. Odalar muazzam, metroya yakın, depremde hiçbir hasar görmemiş. Önü açık, güneş görüyor, içimize sindi. Ev sahibi evi emlakçıya emanet etmiş, yedi dairesi varmış adamın, hepsine bu adam bakıyormuş. "Öğrenci kardeşlerime benden bi kıyak dedi size gençler, hadi iyisiniz." dedi. Biz tabi bi mutlu olduk, eve geldik. Paraları ayarlayıp sözleşme yapmaya gideceğiz, izin istedik.<br />
Konuştuk, evde her şey hazır, adamın yanına gittik tekrar sözleşmeyi imzalamak için. Şerefsiz evladı "Yaa gençler, ben de sizi arayacaktım. Bekara ev vermiyormuş ev sahibi." dedi. Adamın üstüne yürümemek için yumruklarımı sıkıyorum. avuçlarımda tırnak izleri. Yaşlı falan dinlemeyip dalacağım, dalga geçiyor pezevenk bizimle resmen. Kesin birisi bizden önce kiraladı, o yüzden böyle laga luga yapıyor. Derin nefes aldım, önümü görmüyorum resmen, arkadaşım dışarı çıkardı beni.<br />
İkimiz salak gibi kaldık tabi. Hemen en kötüsü geliyor, "Ev bulamayacağız, ne olacak halimiz." diye diye bütün yolu yürüdük.<br />
Yarın da kalanını anlatacağım, valla billa çok yoruldum. Buraya yazmayı çok özlemişim.<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-3532586156243412932020-01-12T11:28:00.002+03:002020-01-12T11:28:24.209+03:00Kıyamadım uyandırmaya giderken, sen üzülme diye<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">İstanbul, sarhoşken dilinden düşürmediğin, herkese kafanda bitirdiğini söylesen de bi bitiremediğin eski sevgilin/platonik aşkın gibi. Deli acı çektiriyor, tokatlıyor ama sen diğer yanağını çeviriyorsun. Sürünmek hoşuna gidiyor. Bi türlü kötü anamıyorsun, hep yüzünde saçma salak bi gülümseme var.</span><div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Ancak koskoca bi dört buçuk ay sonra fark ettim ki ben artık Adana'ya gitmeliyim. İnanılmaz yoruldum, hava da çok soğuk zaten. Annemi aylar oldu görmüyorum, o kadar özledim ki. Bi de malum evimiz, deliler evi gibi. Bi tane kedimiz var, evin hakimi olduğunu zannediyor, yakında kiraları ona ödemeye başlayacağız. Bi ev arkadaşım var, benden beter yarım akıllı. Her akşam yeni bi olay, yeni bi şeyin üstüne konuşup birbirimize akıl veriyoruz, ertesi akşam kimse verdiği akla uymamış, her şey boka sarmış, hayatımıza devam ediyoruz.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Bilet bakmak için bilgisayar başına oturdum. Aman Allahımmm, kişiye özel jete baktığımı düşündüm uzun bi süre. Aylar öncesinden bilet bakmama rağmen kesinlikle ucuza bilet bulamadım. Bu insanlar nasıl bu kadar ucuza bilet bulabiliyor, kesinlikle anlamış değilim. Adana'ya değil de Kanada'ya gidiyorum sanki. Aralarından en ucuzunu seçip aldım, o da cumartesi sabahın köründe. Gece uyumayacağım muhtemelen.</span></div>
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkzPrmzUTw_HxFGV3o6Yyk21LPeAMd8ixkE7ql6Pt4reqeOxf2_l88rt4uXGNAQmSj2QJwlpfDKVirAgHG94lEoZXkzDYFQIJIRwRHhASBJ2Ds8XQN7DWEoXbLwZf__1-R2uEL7C81E598/s1600/it_depends_on_you_by_ashale_d3cq775-fullview.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="584" data-original-width="800" height="232" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkzPrmzUTw_HxFGV3o6Yyk21LPeAMd8ixkE7ql6Pt4reqeOxf2_l88rt4uXGNAQmSj2QJwlpfDKVirAgHG94lEoZXkzDYFQIJIRwRHhASBJ2Ds8XQN7DWEoXbLwZf__1-R2uEL7C81E598/s320/it_depends_on_you_by_ashale_d3cq775-fullview.jpg" width="320" /></a><span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Bilet işini hallettiğimden beri annem arayıp duruyor. Burada anlatmamıştım sanırım, geçen gidişimde ben uçağı kaçırıyordum. Hem de nedeni keşke trafik filan olsaydı. Gayet evde bi pazar kahvaltısı ederim diye düşünüp saate bakmamışım. Bi çıktım evden, saate bakmamla bankamatiğe para çekmek için koşmam aynı anda oldu. Taksi çevirdim hemen, bi de yol nasıl uzun. Taksimetreye bakmaktan uçağa bineceğimi unuttum yemin ederim. Uçağa öyle bi anda yetiştim ki, en son insanlara yalvarıyordum "Ablacım abicim nolurrrr öne geçeyim." diye. Biletin üstüne taksi de eklenince annem Adana'da "Sorumsuz eşşoleşşek!" diye bi sıçmıştı ağzıma. O yüzden beni uçuşa kadar her gün aradı. "Seni uyandırayım mı, oğlum bak geç kalma kafanı kırarım, 3 saat önceden çık evden umarım geç kalmazsın, yoksa tatilini İstanbul'da yaparsın." diye diye. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Uçuştan iki gece önce de dört erkek evde içki içtik. Ben malum alkol gecelerimden dersimi aldığım için midemin bulanacağı noktada içmeyi bırakıyorum ve bir köşe bulup uyuyakalıyorum. Bitti o misafirlerin üstüne istifra edip evden insan kaçıran Tolga'nın devri. Ayy, onu da sonra anlatırım. Kuzenimin evinde su sebili gibi vodka sebili vardı, yanına oturup litre litre vodka içmiştim, bütün misafirler evden gitmişti benim yüzümden. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Dört erkeğiz, deli eğleniyoruz bu arada. Ben midem bulanmaya başlayınca bıraktım içmeyi. Bi de deliler durup durup bana içki dolduruyor "Noluurrrr iç sen de." diye. Bi yudum daha alsam, ortalık mahvolacak, "Aynen içiyorum ya." diyip diyip içmedim. Bunlar bi içiyor, sünger gibi. Allahım, hayatımda ilk kez bi ortamdaki en uslu çocuk benim. Genelde küçüklüğüm anneme "Bu oğlun oğlumun üstüne düşmüş, kolunu kırmış!" ya da "Senin oğlun ondan kopya çektiği halde öğretmene kızımı ispiyonlamış 'bana bakıyor' diye!" gibi şeylerin söylenmesiyle geçtiği için şaşkınım. </span><span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Gecenin sonu çok kötü bitti. İki arkadaşım istifra etti, üçü deli sarhoş. Evi yeni temizlemişim, her tarafı bok götürüyor. Ev arkadaşım gelecek bir haftaya, ona evi böyle bırakamam. Ayrıca daha valizimi de hazırlamadım. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Bu delileri gönderdim. Kendime gelmek için gittim bi duş aldım. Elimde bulaşık süngeri, etrafı çitiliyorum. Nasıl başardıklarını bilmiyorum ama lambanın düğmesini bile çitilettiler bana. Temizlik bitti, valizi hazırlamaya başladım. Fark ettim ki ben valiz hazırlamaktan nefret ediyorum. Kendimi hep bu lanet olası valizle hatırlıyorum çünkü. 3 yıl önce, İstanbul'da bi dönemim olmuştu. Yurttan ayrılmıştım (atıldım da sen öyle anla), arkadaşlarımın evinde kalıyordum sürekli. Millete habire yük oluyordum. Tanıdık tanımadık kim varsa gidiyordum mecburiyetten. Okulum Göztepe'deyken Bahçelievler'de bile kaldım düşün. Kıç kadar bi kanepede sığmak için çapraz uyuyordum. Valizim elime yapışmıştı artık, okula her hafta valizle gidiyordum, kimse de yadırgamıyordu artık. O valizi kullanıyorum hâlâ. Her baktığımda sinir oluyorum, o günler aklıma geliyor. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Bu 15 kilo sınırına da ayrı delleniyorum. Kışlıklar çok ağır yahu, üç saat sürdü valiz hazırlamam, "Şunu mu koysam, neyi koysam acaba, bunu giyer miyim?" diye sora sora anca bitti. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Bu arada kedimin biletini de aldım. Onu da son dakikaya bıraktım maalesef ama bi türlü beceremedim. Önce telefonda yardımcı olacak adam salak çıktı, bi beceremedi. Sonra kadın "Ödemeyi şu an yapmanız gerekiyor, kredi kartı numaranızı girin." dedi, ayy, bakiyem yetmedi, ayrı rezil oldum. En sonunda halledebildim. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Evden sabah dört buçukta çıkacağız. 2 gibi uyandım. Kamuş anladı zaten bi boklar olacağını, gergin gergin bakıyor bana. Bundan önceki uçak yolculuğumuz korkunç geçmişti. Kendisi bütün bi yol miyavlayarak ağladığı için yolculardan şikayet alacaktık az kalsın. Sokak travması olduğu için hayvan evden çıktığı an nevri şaşıyor. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Evden çıkma vaktimiz geldi, Kamuş'u kafese koyacağım. Bi kere denedim, elimden kaçtı, saklandı. Haydaaa, arayıp duruyorum, hiçbir yerde yok. Evimiz de kıç kadar bu arada. 15 dakika sonunda bulabildim hanımefendiyi, büyütmüş gözlerini, bi duvarın dibine çökmüş, sinsi sinsi bekliyor. Kafese koymayı başardım, çıktık.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Sırtımda kaç kilo olduğunu bilmediğim bi sırt çantası var, içinde Kamuş'un maması bile var, çanta patlamak üzere. Valiz ağır gelir diye birkaç kazağımı da sırt çantasına koydum. Elimde tekerleği erimiş bir valiz, diğer elimde de 6 kilo olmuş bi Kamuş. Deli miyavlıyor ama, çığlık atıyor bildiğin. Sabahın dördünde, benzinci adamın bana bi bakışı var. Şey der gibiydi, "Sen bu kediyi sokaktan zorla kafese koydun, bırakmıyorsun!" Adam bi gıcık aldı benden, eşşoleşşek Kamuran da durmuyor, ben "Kızım bi dur." dedikçe daha beter ağlıyor. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Alana giden otobüsün de geç kalacağı tuttu, hava 3 derece, götüm dondu durakta. Ellerim morardı resmen. İçimden diyorum ki "Gelir gelmez geçer bi koltuğa otururum, ısınırım." Bi geldi otobüs, ayyyy. Allah belanızı vermesin ya, hepiniz mi sabaha bilet aldınız. Nefes alacak yer yok. İtekleye itekleye bindim, milleti eziyorum bildiğin. Valiz, üstünde kamuş, onun üstünde sırt çantası, bi demir buldum, oraya tutunuyorum. Sırtım, belim, bıhınım, her yerim koptu. Kamuş ısrarla susmuyor, herkes bize bakıyor. Ben de çocuklu bi ana sayılırım sonuçta, kimse yer vermedi. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Alana vardık sonunda, bizimki Koreli turist teyzelerin ilgi odağı oldu. Ayyy bi sevdiler bunu ağlıyor diye, çekik teyzeler üstüne çullandı kafesin. İngilizce konuşsalar bi iki kelime bi şey söyleyeceğim "Yesss sweetiiie." filan, Korece bi şey anlatıyorlar, miyavlıyorlar falan. Önde de bizim Türk bi nene var, kafesten uzaklaşmaya çalışıyor. Kızının önüne geçiyor, araya çanta sokuyor. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Biletleri hallettik, uçağı beklemek için geçtik kapının önüne. Ve eşşoleşşek Kamuran uyuyakaldı. Sanki bana korkunç saatler yaşatmamış gibi şak diye uyudu. Uçağa bindik, orada da uyumaya devam etti hatta. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;">Yanımda susmayan bi amca, onun yanında da benim yaşlarda bi genç, beraber oturuyoruz. Amcanın ilk beş dakikasından nasıl biri olduğunu çözdüm. Bu amca, hani otobüslerde yanına oturunca bütün hayatını merak edip tüm yol soru soran, sorgulayan, susmayan amcalardan. Kafesi koydum ayağımın altına, uyumaya başladım, bana bulaşmasın diye. Benden randıman alamayınca yandaki çocuğa sardı, planım tıkır tıkır işledi. Arada tek gözümü açtım baktım gizlice, çocuğa afakanlar basıyordu yemin ederim. Amca durmuyor çünkü. </span><span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Ayyy, numara yapacağım derken içim geçmiş zaten, bi uyandım, uçak iniyor. Salyam akmış gitmiş, yüzüm gözüm şişmiş. Ön kameradan bi baktım, eve gidip uyumam lazım benim hemen, bu suratla insan içine çıkamam. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Adana'ya indik, Allahımmm, güneş var beee. Hava nasıl güzel. Alttan 'kendisinden piçlik olmayan içlik' giymiştim, hiç gerek yokmuş. Ne var yahu, içlik giyiyorum İstanbul'da. Götüm donuyor! Hasta bakarken giydiğimiz o alt üst takım o kadar ince ki, o gün zatürre olmayayım diye içlik aldım. Neyse, içliğin ulvi görevlerinden sonra bahsederim.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;">Eve girdim. Annemle akşam görüşeceğiz çalıştığı için, kıyamam, bana kahvaltı hazırlayıp gitmiş. Öküz gibi yedim. Bu da demek oluyor ki ben burdan en az beş kilo alıp döneceğim İstanbul'a. Sonra da geçtim uyudum, Kamuş da üstüme kıvrılmış. Kendime geldim en sonunda. Bekle benii Adanaaa, seni yenecemm ulaaan!</span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Georgia, "Times New Roman", serif;"><i><b>Not:</b> Başlık, İzel şarkısı. Kamuş'un uçaktaki uykulu hallerine ithaf ediyorum. Eşşoleşşek.</i></span></div>
UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-77795880639094422312019-08-06T09:55:00.001+03:002019-08-06T09:57:16.769+03:00Unuttun mu küçüğüm, kızımız olacaktı...'Bi yerlere yetişme' sorunum olduğunu cümle alem biliyor, o yüzden gece 12'deki uçağım için akşam altıdan itibaren telefonum susmadı. Bundan bir önceki yolculuğumda uçağı kaçırmama çok az kala alana yetiştiğim için sanırım, birkaç tehdit bile duymuş olabilirim. Ayy, suratımı unutamıyorum o anki. Alana varmama daha otuz durak var, uçak kalkmak üzere! Otobüs şoförüne bi bağırışım var, "Kapıyı açııınnnn!" diye, efsaneleştiğini düşünüyorum. Ucuza bilet aldım diye sevinmiştim güya, taksiciye İsmail Yk misali, "Bas gazaaa, basın basınnnn!" diye ağlayaşlarım taksicinin aklından çıkmıyordur. Ama ne yapayım, o an alana erken gitmek yerine evde kahvaltı etmek daha mantıklı gelmişti.<br />
<div>
Bu sefer tek de değilim üstelik, kedimle beraber gidiyoruz. Bizimkinin zaten bi sokak travması var, apartmandan dışarı çıktığımız an o kadar acılı miyavlıyor ki, yoldakilerin bakışları hep üstümde, "Bu çocuk evde bu kediye işkence mi ediyor!" diye. "Kızım sus, kızım yapma etme, kızım ben yanındayım, bak lalalalaaaa elime bak yüzüme bak hadi!" diye milyon şekle giriyorum, iki dakika sonra tekrar başlıyor bizimki. </div>
<div>
Kamuran'ı sokaktan sahiplendiğim için, belediye ilgilenmiş her şeyiyle. Aşısı osu busu. Ben veteriner sokağa salmadan aldım, elimde ne aşı kartı var ne sağlık karnesi. Aşılarını yenileteyim, zamanı da gelmişti zaten, diyerek veterinere gittim. Bu arada bizimkinin yolda yine o acılı miyavlaması, yine tüm gözler üstümde, yaşlı teyzelerin Kamuran'a acıyan bakışları. O anda annem aradı, tüylerini de tıraş ettirmem gerektiğini, yoksa beni mahvedeceğini, zaten hayvanlardan korktuğunu, eğer Adana'da salona ve annemin odasına girerse olay çıkacağını öyle bir ses tonuyla söyledi ki, veterinerde elim ayağım titriyordu en son. Annemi de tanıyorum bu arada, kendisi temizlik hastası olduğu için zaten biraz gergindi, bir de her hayvanla ilgili küçükken yaşadığı bir şey olmuş, o yüzden Kamuş'tan da sanırım biraz korkuyor. </div>
<div>
Kardeşlerim, veteriner bana bi fiyat listesi çıkardı, yemin ederim açları doyururdum o parayla. Kadın tatlı da birine benziyor ama nasıl bu kadar pahalı olabilir her şey, inanamadım. Kadına da hikayesini anlattım Kamuran'ın, hani sokakta köpekler saldırmıştı, yoğun bakımda yattı 10 gün, sonra ben aldım diye. Belki etkilenip indirim yapar sandım ama peehhh. Bu konu hakkında sabaha kadar konuşabilirim bu arada, bi tek bana bu kadar pahalı gelmiş olamaz bence. Kamuş'un tıraşı için kendi tıraşımın 5 katı para verdim, kadın gitmiş bu salağa bi de model yapmış. Kuyruğunu püsküllü bırakmış, kafasını dörde mi vurmuş bi şey yapmış, Kamuş çok komik olmuş. Zaten anestezi ile yapıldı tıraşı, uyandığında iki duble rakı içmiş gibi, gözlerini açamıyor ama konuşmak istiyor, hani bi şeyler söyleyesi var ama sendeliyor, bildiğin rakı masasındaki İbrahim Enişte olmuş. </div>
<div>
Veterinere anlattım tek tek, bu kedi yolda çok miyavlıyor, korkuyor, uçakta ona bi şey olmasından korkuyorum diye. Bir ilaç yazdı, "Al bunu, yan etkisi uyku, yan etkisinden faydalanalım." dedi. Yola çıkmadan kırk dakika önce ver, dedi.</div>
<div>
Ama ben yine ve yine bir salaklık yaptım! En yakın arkadaşlarımdan biri aradı, "Vedalaşalım, gel kahve içelim." dedi. Ayyy, laf lafı açmış, valizimi de hazırlamayı unutmuşum, bi baktım saat uçmuş! Terler içinde leş gibi bi vaziyette eve koştum, ortalığı toparlamaya çalışıyorum, bi yandan Kamuş'un peşinde ilacı vermeye çalışıyorum. Ev zaten sıcak, annem her saniye arıyor. "Evden çıktın mı, bana yalan söyleme niye kalabalık sesi gelmiyor, evdesin sen daha!!! Bana bak Tolga efendi, bu sefer de aynı boku yersen taksiyi falan unut, bu yazı İstanbul'da geçirirsin, sorumsuz!!!" diyip duruyor. Normalde carlardım ama kadın o kadar haklı ki, ağzımı açıp tek bir şey söyleyemiyorum. </div>
<div>
Valizimi "Umarım bi şeyler unutmuyorumdur." gerginliğiyle hazırladım, Kamuş'u kafese koydum. Daha evdeyken bizimki başladı miyavlamaya, ilacın etkisini bekliyorum. Yarım saat geçti, bizimki şeytan gibi, bir saat oldu, miyav da miyavvv! Ne uyuması, durakta uyuklayan teyze Kamuş'un sesine uyandı resmen. </div>
<div>
Bir elimde kocaman valizim, sırt çantam, bir elimde Kamuş'un kafesi ve çığlıkları; evden çıktık. Sırtım, belim, bıhınımmm, Allahımmmm, gitti kulunçlarım! Bindik alana giden otobüse, yer yok, sıkış tepiş, Kamuş'u mu sabit tutayım, valiz uçacak onu mu tutayım karar veremedim. Kamuş zaten miyavlayıp duruyor, herkesin gözü bizde. Sürekli birileri ayağıma basıyor, ben bi çocuğun üstüne yıkılıyorum sürekli, korkunç bi yolculuk sonrası alana vardık.</div>
<div>
Hayvanının rezervasyonunu önceden yaptırıyorsun, aşı karnesiyle beraber kafesinde götürüyorsun. eğer hayvanın 7 kilodan fazlaysa kesinlikle seninle uçamıyor, aşağıya vermek zorundasın. Bizim Kamuş daha atletik vücutlu olduğu için yedi kilo değil, benimle uçacak muhtemelen. </div>
<div>
Girdik alana, bi susadım bi susadım anlatamam. Bir de karnım feci aç, annemle gecenin ikisinde uçaktan inince ciğer yeme planı yapmışız, ağzıma tek lokma koymadım ki fazla fazla yiyeyim. Bi bisküvi mi alsam, bi de su, ayy bak şu çikolata da yeniymiş, derken kart bakiyeme bi baktım, sadece Kamuş'un bilet parası kalmış. Su bile alamıyorum. Lıkır lıkır tuvaletten mi içsem acaba, diye şeytanca planlar yaparken gidip biletini aldım. Kafesine gereken müdahaleler yapıldı, kenarlarını sıkıca tutturdular. Sonrası hüzün...</div>
<div>
"Maalesef, bu plastik kutuda sizinle beraber uçamaz."</div>
<div>
"Anlamadım, neden? Böyle bir şey yazmıyordu kurallarda."</div>
<div>
"Almanız gereken kutu şöyle bi şey. Fiyatı da 200 tl. Şuradan edinebilirsiniz."</div>
<div>
O an ettiğim küfürleri adam iyi ki duymadı. Bana gösterdiği kutu bile değil, bildiğin kılıf, her yeri kapalı, üstünde üç tane yuvarlak kıç kadar delik var. Nefes alamaz be hayvan bunun içinde. </div>
<div>
Bir iki ısrar ettim, kesinlikle kabul etmediler. Cebimde on lira bile yok, kafesi mi çalsam lan acaba. Ayyy, kesin hapislerde çürürüm ben, o kadar salağım çünkü. Benim gözler doldu tabi, ağlamak üzereyim, uçaktan birini aradılar ben kötü olunca ikna etmek için. Yanda da diğer yolcular var, herkes gelip arkadan bana destek oluyor, "Ben hep veriyorum, merak etmeyin, çok rahat uçuyorlar, sakın canınızı sıkmayın." diye. Uçaktaki görevli geldi, "Basıncını oksijenini pilot çok iyi ayarlıyor, inanın sizden daha rahat uçacak, lütfen merak etmeyin." falan diyor. Lan kızımı alıyorlar benden bildiğin, Aliye dizisi gibi her şey. Ayy, ben ağlıyorum bildiğin salya sümük, herkes bana arkadan sarılıyor, bilet veren abla bile gelmiş omzuma dokunup destek oluyor. Başımıza toplandı herkes, her kafadan bir ses, Kamuran miyav da miyav zaten, canım inanılmaz sıkkın. </div>
<div>
Daha "Tamam, benim yanımda uçmasın o za..." demeye kalmadan, bıyıklı bi dayı geldi, aldı kafesi, yürüyor beyinsiz. Lan bi dur, bi veda edeyim ya, arkadan bağırıyorum bildiğin "Kızıııımmmm, kızıııımmmmmm!" Adam asla durmuyor, onlar durmadıkça ben Aliye gibi bağırıyorum, "Kamuuuuraaannnn, kızımmm!" Ve gittiler.</div>
<div>
Kadın hâlâ destek olmaya çalışıyor, "Yedi kilodan fazla olsaydı zaten seninle uçmayacaktı, n'olur üzülme artık." diye. </div>
<div>
Uçağa da az kalmıştı bunca olaydan sonra, kalktım gittim. Bütün yolculuk aklımda bizim salak var, "N'aptı, orda iyi mi, çok korktu mu, kalp krizi geçirir mi, beni affedecek mi?" Bütün yol bu soruları sordum, kendimce cevapladım, kendimce üzüldüm. Bazen dellendim, bazen fena korktum. Sonunda yol bitti. Ama dakika saymak çok zormuş, kesinlikle geçmiyor. Yanımdaki teyze de bi rahat edemedi zaten, habire kıçını sağa sola kaydırıyor, duramadı yerinde. </div>
<div>
İndim, valizi beklerken kızımı getirdiler. Ben uçakta ayılıp bayılayım, bizim salak geçmiş uyumuş orda, o suratını nerde görsem tanırım çünkü. Yeni uyanmış hanımefendi, yine miyavlıyor. Beni duyunca daha beter tabi, miyavlar coştu.</div>
<div>
Şimdi Adana'dayım. Annemin o korkması bitti, şu an Kamuş'la bildiğin aşk yaşıyorlar. Yüzünü gözünü öpüyor sürekli, mama hediye alıyor, sürekli peşinde "Aman pencereye balkona dikkat edelim Tolga." diye tembihliyor beni. İnternetten sürekli kedilerle ilgili bir şeyler okuyor, bana gönderiyor, "Al çabuk bak böyle böyle diyor!" diye. Odama sokmam dediği hayvanla uyumak istiyor şimdi. Kamuran da çok mutlu, o boklu öğrenci evinden şu kocaman tertemiz anne evine geldiği için. Kliması açık, mamaları efsane, üç balkon var lan evde, hangisinde kıçını yaylandıracağını şaşırdı mutluluktan. </div>
<div>
Ben de Adana'yı çok özlemişim, bunu söyleyeceğim aklıma gelmiyordu hiç. Bugün Mersin'e gidiyorum, biraz tatil yapayım, ulan deniz suyuna hasret kaldım be! Kamuş'la da annem evde aşk yaşasınlar. Bu arada bloga bu tatilde baya baya yazacağım. </div>
UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-86407419126062534332019-06-30T21:56:00.001+03:002019-07-01T10:56:22.781+03:00Kardelen<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjX_hVgExlOQR4L1IvbipEGa6AiUWYhSjFo9DKR9UC5jUoHpLxecDjz9WPjtebm_ClGaGgqlSRTPFFaiIUAfxiGu8NZHH0_zmhgkSsKKd_Nd30dVJHZXfaT7e0FyD5D6DQH1qfCumSYDpt1/s1600/dophqe-5f77026a-ae1d-47c0-acf4-8ad1ac961916.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="768" data-original-width="1024" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjX_hVgExlOQR4L1IvbipEGa6AiUWYhSjFo9DKR9UC5jUoHpLxecDjz9WPjtebm_ClGaGgqlSRTPFFaiIUAfxiGu8NZHH0_zmhgkSsKKd_Nd30dVJHZXfaT7e0FyD5D6DQH1qfCumSYDpt1/s320/dophqe-5f77026a-ae1d-47c0-acf4-8ad1ac961916.jpg" width="320" /></a></div>
Pendik Marina'da, arkadaşlarımla yemek yerken, bir kız çocuğu geldi. Üstünde şalvarı, ördüğü saçlarına bağladığı eşarbıyla durdu önümde, "Abi, bana yemek alabilir misin? Karnım aç." dedi.<br />
Normalde böyle bi durumda, ben de çoğunuz gibi ya cevap vermiyorum ya da inanmayıp "Hadi hadi canım benim." diyerek gitmesini istiyorum. O kadar çoklar ki çünkü, kaç tanesinin karnı gerçekten aç gerçekten tok bilemiyorsun. Bir de malum, zaten öğrenciyim, ufak tefek lükslerim dışında param kendime bile zor yetiyor. Tam "Hadi ca..." derken, aklıma, radyoloji sınavım için adadığım adak geldi. Sınavdan çıkınca "Eğer geçersem çocuk sevindireceğim." demiştim, geçtiğimi hatırlayınca kıza direkt "Kaç yaşındasın?" diye sordum. "14." diyince de "Gel hadi alalım beraber istediğin yemeği." diyip masadan kalktım.<br />
Kasaya gittik sipariş vermek için. Söyledi istediği şeyi, ikili bir şey aldım ki, evde aç olan varsa ona da götürsün diye. Başladık muhabbet etmeye. Çocukları inanılmaz severim bu arada, hepsiyle iyi anlaşırım hatta. Onlarla iletişim kurarken çok mutlu oluyorum çünkü o kirlenmemiş dünyalarını görmek ve saf düşüncelerini duymak bana çok iyi geliyor. Aşağıya sohbeti aynen yazacağım. Bu yazıyı da buraya, benim hayırsever bir insan olduğumu düşünmeniz için değil, dün benim Kardelen'den etkilendiğim kadar sizin de etkilenmenizi istediğim için yazıyorum.<br />
"N'apıyorsun burda? Annenler nerdeler?"<br />
"Abi biz babamla yaşıyoruz. 6 kardeşiz. Annem son kardeşimi doğururken vefat etti."<br />
"Ciddi misin?"<br />
"Evet, doktor hatası dedi herkes. Ordaki bizi gören herkes 'Gidin şikayetçi olun.' dedi. Biz yapmadık abi. Allahın yarattığını kimse bilerek öldürmek istemez diye düşündük. Bilerek öldürmemişlerdir annemi, dedik."<br />
Burada gözüm dolmaya başladı. Belli etmemeye çalışıyorum.<br />
"Öyledir tabi. Baban nerde şu an peki?"<br />
"Evde abi. Ayağında bir sorun var, evde yatıyor. Ben fazla çalışıyorum o yattığı için. Mendil satıyorum, çiçek satıyorum sevgililer gününde anneler gününde, kalem satıyorum. Bugün çok acıktım diye geldim yanına."<br />
"Kardeşlerinin en büyüğü sen misin peki?"<br />
"Evet. Annem gidince en küçük kardeşimin kırkını bile ben çıkardım abi. Her yemeği yapıyorum, elimden her iş geliyor. Ben büyütüyorum hepsini. Geçen barbunya pilav bile yaptım biliyor musun?"<br />
"Ama zaten hem çok güzel bir kızsın sen, maşallah, hem de çok becerikli duruyorsun biliyor musun?"<br />
"Öyle mi abi? Sen de çok yakışıklısın, uzun da boyluymuşsun vallaha."<br />
"Küçükken çok süt içmişim, ondan. Okuyor musun?"<br />
"Okuyordum da birkaç yıldır okumuyorum. Ama uzman doktor olacam ben. Sen ne okuyorsun?"<br />
"Diş hekimliği. Biliyor musun, dişlerin çok güzel.."<br />
"Sağ ol abi, teşekkür ederim. Belki bir gün aynı hastanede çalışırız, selam veririz birbirimize di mi?"<br />
"Veririz tabi. Senden güzel doktor mu olur yav?"<br />
"Şu masadakiler de pek güzellermiş. Arkadaşların mı?"<br />
"Evet, onlar da diş hekimi olacak. Sınıf arkadaşlarımla geldim buraya."<br />
"Bak şu kırmızılı çok güzel. Diğerinin de gözleri güzel."<br />
"Öyleler tabi."<br />
Yandan bi gülüş attı, hani "Var mı aranızda bir şeyler?" gibisinden.<br />
"Saçmalama canım, kardeşim gibi hepsi. Olmaz öyle şey."<br />
"Abi zaten bak bu devirde ne erkeklere güvenecen ne kızlara. Ben sana diyim, bu devirde namuslu düzgün insan bulmak zor biliyon mu? Hiç oldu mu sevgilin senin? Kaç yaşındasın?"<br />
"22 yaşındayım. Oldu tabi olmaz mı?"<br />
"Niye bitti abi?"<br />
"Birisiyle başka şehire gitti diye bitti. Birisiyle olmadı beni üzdü, birini ben üzdüm, öyle işte. Senin var mı sevgilin?"<br />
"Yok vallaha abi. Ama inşallah polis bir koca bulacam, doktor olup o vurulursa onu tedavi etmek istiyorum. Heheheh!"<br />
Yemeği çıktı, aldık. Oturduk bizimkilerin yanına. Tanıştırdım, bir de o kadar iyi bir laf cambazı ki, efsane muhabbet ediyor bizimle. Şey diyor, "Ben 14 yaşındayım ama her şeyi biliyorum çok şükür!" O kadar tatlı ki.<br />
"Abi kime oy verdiniz siz?"<br />
"Siz kime verdiniz bakim?"<br />
"Babam verdi abi. Hani bi şey oğlu var ya, o adama verdi. Kendisi yürüyemiyor diye eve belediyeden adamlar geldi, taşıdılar babamı, gitti oy verdi geri getirdiler sağ olsunlar. Bi şey oğlu'nun karşısındaki adamı hiç sevemedim ben, gözüm tutmadı. Ona vermediniz di mi?"<br />
"Yok vermedik merak etme."<br />
Bizimkiler de meğer adak adamış. Bunu söylediler, kıza dönüp bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum. Küçük kardeşine bez almak istiyormuş. Sohbeti yine aynen yazıyorum:<br />
"Bak bizimkiler de seni çok sevmiş, ihtiyacı olan bir şeyleri alalım dediler. Gel gidelim Migros'a, ne istiyorsan al. Kardeşine bez diyordun, gel onu alalım, olmaz mı?"<br />
"Abi yazık size saçmalama burdan almayalım, siz de okuyorsunuz niye harcayacaksınız ne gerek var? Bim'den alırım ben bir şekilde, hem daha ucuz."<br />
"Olur mu canım? Gel gidip bakalım, en olmadı eve bir şeyler alırsın, olmaz mı?"<br />
"Abi..."<br />
"Olur olur, bak ben seni çok sevdim, onlar da öyle. Bir sürü yemek yapabiliyormuşsun, alalım bir iki bir şey, eve götür kalsın. Hadi gel gidelim."<br />
Kalktık Migros'a gittik. Pirinçten süte peynire kadar her şeyi aldık beraber. O kadar utanıyor ki yanımda, ne sorsam "Abi gerek yok, abi sen daha iyi bilirsin, abi içinden ne geliyorsa ben bir şey demem..." diyor. Bir ara sadece, aldık abur cuburlara getirdik Kardelen'i. Dedi ki, "Abi bunları almasak da kahvaltılık bir şeyler alsak olur mu?" Ya o kadar utandım ki yine salaklığıma. Alışveriş bitti, alacaklarımızı aldık.<br />
"Bak biz bu kadar şey aldık, sen nasıl götüreceksin Kardelen? Yardım edeyim mi sana?"<br />
"Abi şurdan atlıyom minibüse, Kurtköy'de iniyom. Beş dakikada evdeyim, taşırım ben sen ne üzülüyorsun merak etme."<br />
"Nerde yaşıyorsun sen? Evde misiniz?"<br />
"Evet abi. Çadırdaydık önce, sonra çok şükür kiraya geçtik. Ama bazen ödeyemiyoruz elektriği suyu. Neyse ki suya indirim oldu da biraz rahatladık."<br />
Kasaya geçtik, bölüşerek ödedik. Sonra Kardelen'le vedalaştık.<br />
Herkes çöktü, ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Hayat çok adaletsiz, çok şerefsiz. Dert yarıştırmak değil niyetim ama şu 14 yaşında kızın yaşadığının yarısını yaşasaydım sanırım devam edemezdim yola. O kadar saçma şeylere üzüldüğümü anladım ki o anda, yer yarılsa da içine girsem dedim. 14 yaşında, hem abi hem anne hem abla hem baba bir kız, 7 kişiye kocaman bir ders verdi. Keşke para kazanıyor olsaydım da onu okutabilseydim. İnşallah çok çok güzel bir hayatı olur, bunu o kadar içten diledim ki. Her şeyin en güzelini hak eden biri o çünkü. Bütün diledikleri; yaşadıkları, yaptıkları ve fedakalarlıklarıyla orantılı bir şekilde gerçekleşir umarım. Onu hiç unutmayacağım.<br />
<br />
NOT: Pride kutlu olsun. Bin kere söyledim, yine ve yine söylüyorum. Aşkın cinsiyeti ol-maz. Hadi öptüm.<br />
<br />
<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-30654923860568801732019-06-16T13:08:00.001+03:002019-06-16T13:08:19.445+03:00Senin de günün kutlu olsunAnnemin, sinir krizleri geçirip ortalığı ayağa kaldırdığım zaman bana söylediği tek bi şey vardı. "İnsanları olduğu gibi kabul et. Yoksa böyle sinir hastası olursun." Bunu hayatıma giren/hayatımda olan çoğu insan için uygulamaya çalıştım, çoğunda başardım. Ama tam 20 yıl, sadece babamda becerememiştim! Kafamda kurduğum, hayal ettiğim figüre o kadar uzaktı ki. Bi yerden sonra kendimi sorgulamaya başlamıştım.<div>
Küçükken zaten pek ortalıkta yoktu, çok hatırlamıyorum. Büyüdükçe beraber geçirmek zorunda olduğumuz zaman arttı, kavgalar başladı. Kavga dediğim, gerçekten kavga. Böyle büyük sözler söylenenlerden hani. İkimiz de birbirimizi alttan almıyoruz. O hayal ettiği çocuğu yapamadığı için kızgın, ben de hayal ettiğim figür karşımda olmadığı için delirmiş vaziyetteyim! Sesler yüksek, annem off'luyor, her tarafa ses gidiyor, camlar açık! </div>
<div>
O benim üşengeçliğimden rahatsız, ben onun her şeye karışmasına kılım. O benim insanları/olayları takmamama sinirli, ben onun karşısındakini doğru dürüst dinlememesine kızgınım. Birbirimizin eksiklerini bulup onlara sinirlenmekle geçiyor günlerimiz, sinirlenecek bir şey kalmayınca da kavga edecek bir şeyi mutlaka buluyorduk. </div>
<div>
Sorsan, A ve Z kadar farklıyız ama bir o kadar da aynıyız. Sürekli bir aradayken en büyük korkum babama benziyor olmamdı, olamazdım, benzeyemezdim! Ama büyüdükçe insan bazı şeyleri kabul ediyor, kişiliğimin çoğunu babamdan almışım sanırım. Bunu en çok, İstanbul'da evde yalnızken, bir şeyleri düşünürken fark ediyorum. </div>
<div>
<div>
Babam dünyanın en iyi babası değil ama sanırım en şahsına münhasır babalarından biri. </div>
<div>
O kadar sabittir ki fikirleri, yedi cihan bi araya gelsin, o fikir değişmez. Değiştiğini söylese bile ertesi gün yine kendi fikrini savunur, tamamen yedi cihanın susması için "Tamam." demiştir! Kafa dinlesin diye! </div>
<div>
51 yaşında ama senden benden daha enerjiktir, enerjik olmayan herkese de acayip kıldır! En büyük kavgalarımızı beni öğle uykularımdan uyandırdığı için etmişizdir mesela. Ya da spor yapmadığım için, spor salonuna yazılıp gitmediğim için. </div>
<div>
Mesela bir şey anlatırsın, ilk üç dakika dinler. Dinler, yorum yapar, suratına bakar, gerçekten dinlendiğini hissedersin. Ama üç dakikanın sonunda sana "Ya onu bunu boş ver de sen n'aaptın o işi?" der, hönk diye kalırsın! Eğer ilgisini çekemediysen, o süre üç dakikadan daha azdır, geçmiş olsun. </div>
<div>
Yalnızlığı, inzivaya çekilmeyi o kadar sever ki, eğer keyfi gelmemiş ve sen onu yalnız bırakmıyorsan, buram buram hissedersin "Keşke evden bi çıksan da dolaşsan." bakışını. Maalesef bu özelliğimi de ondan almışım. Günlerce yalnız oturabilirim, kendi kendime eğlenebilirim. </div>
<div>
Canı istemiyor mu, o telefonu açmaz. Bakar ekrana, kim olduğu hiç önemli değil, ya ekranı ters çevirir, ya da telefonu uzak bir köşeye şarja takar. Büyük oyuncudur, saatler sonra döner, hemen bahane listesinden bi tanesini seçip niye açmadığını anlatır. Offf, bu özelliğim de babamdan! O an canım ağzımı yormak istemiyorsa açmıyorum çoğu telefonu. Off baba ya!</div>
<div>
Biraz bencildir ama başkaları için kendisini yormayı da sever. Bu dengesizliğimi de sanırım ondan aldım. Acayip çalışkandır, elinden de her iş gelir bu arada. Yani bütün kötü özelliklerini alırken keşke şunlardan da bi parça alabilseymişim. </div>
<div>
O da buram buram son dakika golcüsüdür! Bir düğün vardır mesela, tabloyu betimleyeyim: Ben ve babam hâlâ banyoda saç sakalla uğraşıyoruz, annemse makyajı ve saçı hazır, elbisesiyle bizi salonda bekliyor! Babam yine son dakika hazırlanır ama her yere bi şekilde yetişir, ben yetişemiyorum, onun kadar hızlı değilim sanırım.</div>
<div>
İki sene önce annemle boşandıktan sonra babamla bir ara küs kaldık. Herkese "Bi sıkıntım yok, keyfimiz yerinde, babam da eminim şu an gayet mutludur." desem de, içim hep bi buruktu. Hem bana bu kadar benzeyen bir insanla o günlerde o kadar uzak olduğum için, hem de sanırım baba yokluğunu hissedebildiğim için. Tam bir yıl geçti, bi gün iş yerine gittim, arkasından dokundum, sarılıverdik. Herkese beni "Hani hep bahsediyordum ya oğlum, diş hekimliği okuyor işte kerata." diye tanıştırınca kendimden öyle utandım ki, o an yer yarılsa da içinde kalsam dedim.</div>
<div>
Baba ya! Off, yazarken bile kötü oldum. Şu "Babalar sevgilerini göstermiyor." cümlesi sanırım doğru. Bunu en çok, ben bir şeyleri başardığımda gözlerinden anlıyorum artık. Kavga ederken "Senden bi şey olacak mı lan!" diye bağırmaların, ben başarılı olduğumda "Ulan bunu da mı başardın afferin eşşoleşşek!" cümlesine dönüştüğünde özellikle. Ya da herkese beni anlattığını anladığımda. </div>
<div>
Boşandıktan sonra onun değiştiğini görmek de çok efsaneydi benim için. En büyük mutluluğu evde internetten at yarışı tekrarları izlemek olan bir adamken, şu an haftanın günlerini bölmüş, programı var! Pazartesi kebap günü, salı sinema, çarşamba rakıya gidiliyor, perşembe spor salonunda! Bi sürü mekan keşfetmiş, arayıp arayıp anlatıyor. Fotoğraf çekilmeye başlamış, selfieleri de var, buram buram "Kardeşim beni bi çeker misin?" kokan fotoğrafları da. Bazılarını bana gönderiyor hatta. </div>
<div>
Onun hayal ettiği gibi bir çocuk olamadığımı kabul ettiğimde 16 yaşındaydım. O sanırım daha atik, spora düşkün, daha az konuşup daha çok iş yapan, daha eril bi çocuk hayal etmişti. Tabi karşısına öğle uykusunu 'güzellik uykum' diye tanımlayan, ders çalışıp başardığı için yazın kıçını kaldırmayan, sporla tek alakası Türkiye maçları ve havuzda balıklama atlamak olan, çok konuşan ve hiç susmayan, kadın haklarını kadınlardan daha çok savunan biri gelince sanırım afalladı. "Diş hekimi olucam!" dedim, adam tam seviniyor gibi oldu, "Ben Radyo Tv de yazıyorum yandan, haberin olsun, uğraşamam dişle mişle yıllarca." dedim, şoklara girdi. İlk sınav senemde "Ben gidiyorum Ankara'ya, haberin olsun." dedim, adam Ankaralarda bana burs ayarlamaya çalıştı, tercihlerimi sildiğimi adama söylemek bir hafta sonra aklıma geldi. </div>
<div>
Ben de onun hayal ettiğim gibi bir baba olmadığını, ama en azından bir 'baba' olduğunu iki sene önce kabul edebildim. İyi ki etmişim. </div>
<div>
Hani o annemin "Olduğu gibi kabul etmezsen mutlu olamazsın." lafı var ya, gerçekten doğru. Onu, doğrusuyla, yanlışıyla, bencilliğiyle, sevgisiyle, dengesizliğiyle, ilgisiyle, kısacası her şeyiyle kabul ettim. Onu değiştirmeye çalışmak, savaşmak, laf anlatmak yerine, genelde dinliyorum, kafa sallıyorum, onaylamadığım şeylerini kavga ederek değil de sakin sakin söylüyorum. Zaten çoğunda konu çoktan değişmiş oluyor, ben yine boşa anlatmış oluyorum. Olsun.</div>
<div>
İkimiz de, birbirimizin hayal ettiği insanlar olamadık, biliyorum ama sanırım ikimiz de bunca yıl için, o verdiğimiz bir yıl ara için birbirimize kızgın ya da kırgın değiliz. Bazı şeyleri unutmak, gömmek en iyisi, en az yıpratanı.</div>
<div>
Senin de günün kutlu olsun baba, hatta bu zamana kadar kutlamadığım bütün babalar günlerin de. Sana bu kadar benzemekten çok korkuyordum, sanırım sana kızarken, sana benzediğim için bir yandan da kendime kızıyordum, bilmiyorum. Ama umarım, senin yaşına geldiğimde senin kadar yakışıklı bir adam olurum. İyi ki varsın.</div>
<div style="text-align: right;">
<i>Seni olduğun gibi sevebilmeyi yıllar sonra başarabilmiş oğlun Tolga.</i></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div>
<br /></div>
</div>
</div>
UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-53196498241371385762019-04-23T11:44:00.003+03:002019-04-23T11:44:42.354+03:00Gülün bile kurumadı, dur nereye?Evime yakın bir alışveriş merkezinin balkon katında kahve içerken, telefonum çaldı, açtım. Telefondaki ses "Hemen eve gelmen lazım, çok acil." diyor.<br />
Hayatım boyunca hep böyle anlarda nasıl davranacağımı düşünürdüm, bir gün o telefon çalıp korkunç bir haberi vereceğinde ne yapacağımı. İnsan önce inanamıyor, bildiğin kal geliyor, sonra açılıp seni arayan insanı tekrar arıyormuşsun, olayı tamamen öğrenebilmek için. O ses, "Kedin pencereden atladı, aşağı düştü." dedi.<br />
Aklıma gelen ilk şey, onun da beni terk etmesi oldu. O da hepsi gibi gitti. Sevmedi, gitti; anlaşamadı, gitti; beğenemedi, gitti; bilmiyorum. Ama gitti. O da terk etti.<br />
Psikolojik bir rahatsızlık muhtemelen biliyorum ama aklıma hep en kötüsü geldi. Önce öldüğü, sonra bacaklarından birinin kırıldığı, sonra bahçeden de kaçıp beni tamamen terk ettiği. Yine kendimi suçlamaya başladım. O pencereyi niye açık bıraktım, evi havalandırmaya ne gerek vardı, Allah benim belamı versin! Acaba mutsuz muydu, iyi mi bakamıyordum? Keşke o gün veterinere götürmeseydim, çok korktu... diye diye kendi kendimi yedim bitirdim, gözlerim doldu.<br />
Sonradan aklıma telefonu suratına kapattığım arkadaşımı aramak geldi. Meğer bizimki pencereden düşmüş, korkup bahçeden apartman önüne atlamış, apartmanın önündeki bir arabanın altına girip içine saklanmış. Kimse çıkaramıyormuş.<br />
Yine aklıma en en kötüsü geldi. Araba sahibi altta kedi olduğuna inanmayıp arabayı çalıştıracak, kızıma bir şey olacak. Ya da ben gelene kadar oradan kaçıp bir daha gelmeyecek. Beni neden sevmedi, neden gitmek istedi? Arabanın altına bir yeri sıkıştı, zaten bacağına bir şey olmuştu, kesinlikle çıkamayacak. Çok korktu, çok... diye devam ettim.<br />
Metrodan eve bir koşuşum var, nefes nefese kaldım. Ayakkabıyı da yeni almışım, arkadan vuruyor, canım inanılmaz yanıyor. Apartmanın önüne vardım.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9pUIem8eQMpOObjGFnhlaA0YLNZYiRf-d9bWFbykH6gnxeuNOn4O6vcy1stGmXhrjV9Akt90d_-5FHrVGVY-8-ZfJvd3MvfYNkm6GcdhmIVvA7EPaznx2q9QX6TMOMj2ZXcII-REbtwKm/s1600/D1uV19YXcAAV3M2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="674" data-original-width="1199" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9pUIem8eQMpOObjGFnhlaA0YLNZYiRf-d9bWFbykH6gnxeuNOn4O6vcy1stGmXhrjV9Akt90d_-5FHrVGVY-8-ZfJvd3MvfYNkm6GcdhmIVvA7EPaznx2q9QX6TMOMj2ZXcII-REbtwKm/s320/D1uV19YXcAAV3M2.jpg" width="320" /></a></div>
Üç tane teyze aşağıda, beş tanesi camdan bakıyor. Onlarca küçük çocuk toplanmış arabanın önüne, bizimkiler ellerinde mama kabı ve süpürge, "Kamuraan!" diye bağırıyorlar. Kamuran'ın pas verdiği yok, sadece kuyruğunun birazı görünüyor. Arabanın altındaki bölmelerden birine girmiş.<br />
Saat akşam altı, arkadaşım litre litre içmiş, Allahın manyağı, sarhoş haliyle arabanın altına girmeye çalışıyor. Küçük kızları alkışlıyor, kızlar bana tavsiye veriyor, diğerleri top oynuyor. Teyzeler bir şey diyor, kulağımda sadece uğultu var.<br />
Eğildim arabanın altına, "Kızım?" dedim. Bizimki atladı, indi. Ağlamış, gözleri yaşlı. Sesin nerden geldiğini anlamaya çalışıyor, şükür benim olduğumu anladı. O anda, kızlardan biri topu yere vurdu, Kamuran korkup tekrar o bölmeye girdi.<br />
Kızları sakince uyardım. Bu konularda nasıl soğukkanlı kalabiliyorum, yemin ederim bilmiyorum. Arabanın diğer tarafı duvarın dibinde, bizimki orada bir bölmede duruyor. Duvardan atladım, kenara geldim. "Kızım?" diye seslenmeye başladım. Yine atladı, bu sefer kafasını çıkarmayı akıl edebildi, beni gördü. Zaten yüzünü görür görmez ensesinden bir tutuşum var, hayvanın nevri döndü.<br />
Sokakta olduğumuzu unutup bildiğin bağırmaya başladım. Anlıyor mu, anlamıyor mu; her şey yolunda mı, kesinlikle bilmiyorum ama nasıl bağırıyorum. Küçük kızlar şok olmuş beni izliyorlar, Kamuran önce sessiz kaldı, sonra çıldırdı.<br />
Sinirimi nasıl hissettiyse, gıcık aldı benden, o da bana sinirlendi. Şey der gibiydi, "Ben bir yere gitmedim, yanlışlıkla düştüm, sen gelince çıktım işte ne kızıyorsun!" Ama ben "Sen gittin sandım!" dedikçe o daha çok sinirlendi, kolumda hırçınlaştı. Apar topar eve çıktık.<br />
Yürüyüşü normal, bir yeri kanamıyor, ağzı yüzü sağlam, düşerken bir şey olmamış. Sanki onca badireyi yaşamamış gibi koltuğun üzerine çıktı, iki seksen uzandı. Ben de diğer koltuğa geçtim, uzanmayı bırak, kıçımın üstüne oturamıyorum. Bundan sonrasını düşünüyorum, düşündükçe kafayı yiyorum.<br />
İki saat geçti, ne ben ona pas verdim ne o bana pas verdi. Aramızda soğuk bir savaş var. İlk adımı ben atayım dedim, seslendim. Kafasını kaldırıp baktı, sonra da aynı yöne tekrar çevirdi, "Hıh!" der gibi. Kalktım, yanına gittim. Yanımdan kalkıp diğer koltuğa geçti. Bildiğin bana küs! Diğer koltuğa geçtim, bu sefer de ötekine geçti "Sinirim geçene kadar beni rahat bırak!" der gibi.<br />
Bu sefer de içimi "Beni bir daha asla sevmeyecek." korkusu sardı. Bana hep küs kalacak, eskisi gibi benimle uyumayacak. Ben ağlarken dizime yatıp beni yalamayacak. Uyurken göbeğimde uzanmayacak. Ben gidince yorganımda kokum var diye üstünde oturmayacak. Öyle geldi.<br />
Gece, saat 12 gibi. Sanırım her şey yoluna girdi, uyandı. "Gel hadi yanıma kızım." dedim, geldi, atladı, göbeğimde uyumaya devam etti. Barıştık. Bi üç saat, hareket etmedim rahatı bozulmasın diye. Sonra da uyanıp ayak ucuma geçti. Şu an her şey eskisi gibi, geçmiş karşımda uyuyor.<br />
Ama aralar ben zaten kötüyüm, kötü bir dönemdeyim. En küçük olumsuzlukta gözlerim doluyor, kendimi iyi hissetmeyi bırak, kendimi hissetmiyorum. Birkaç haftadır böyle, kendimle çok fazla baş başa kaldım, öz eleştirinin dozunu biraz kaçırdım sanırım. Bu olay da tuzu biberi oldu, kendimi nasıl sıktıysam uyurken, başım ağrı kesicilere rağmen inanılmaz ağrıyor.<br />
Bundan birkaç gün önce arkadaşıma "Birini sevmek, bir şeyi sevmek... İşini sevmek, ne bileyim evini, yurdunu, etrafını sevmek. Okumayı, yazmayı sevmek. Çok güzel değil mi, seviyorsun işte. Bildiğin seviyorsun." dedikten birkaç saat sonra, içkileri aldığım tekel'in verdiği siyah poşetin içine ağlaya ağlaya istifra ediyordum.<br />
Şunu fark ettim mesela, işin sevgi boyutunda ben çırılçıplak kalıyorum. Kamuran'da olduğu gibi, ilişkilerimde de öyle. Konu gerçek sevgiyse, taktiği, süründürmeyi, kaçmayı, arada uzaklaşıp arada yaklaşmayı, kafa bulandırmayı tamamen unutuyorum. Karşı taraf kendini öyle vazgeçilmez hissetmiş oluyor ki, ben yetersiz kalıyorum bir süre sonra.<br />
Çünkü ben sevginin içinde bunların olduğuna inanmıyorum. Seviyorsan seviyorsundur işte, bitti. Gurur, kibir, taktik, ego, plan, oyun; hepsi bir anda gidiyor. Ama işin aslı sadece benim için öyleymiş, bunların bir yere gittiği yokmuş.<br />
Kesinlikle ego için söylemiyorum ama alnımın teriyle iyi bir puan alıp Adana'dan kilometrelerce uzağa başarılı olmak ve hayalleri için gelmiş, biri Diş Hekimliği olan iki bölüm birden okuyan, seneye üçüncüye başlayacak olan bir insanım. Yaşıma göre bakış açımı da bir şekilde geliştirmişim, uğraşmadığım şey kalmamış, yıllardır siz varsınız, kendimi ifade edebildiğim yerler var; ben ne diye kendimi yetersiz hissediyorum? Bakış açısı ve davranışıyla yetersizliğini açık açık belli eden varken üstelik. Ya da ben neden kendimi suçluyorum? Kendini hırpalayan, açık açık haklı olan tarafken özür dileyen oluyorum?<br />
O "Tolga alttan alır. Tolga zaten seviyordur, kin tutamaz. Tolga'ya iki şey uydururuz, her şey düzelir." günleri bitti. Bunu buraya unutmamak için yazıyorum. Kafamda oturtamadığım, canımı sıkan, bana uymayan, beni üzecek, kıracak tek olayda ben artık vınnn! Karşı tarafın tek ofsaytında bana paydos! Çünkü ben çok yoruldum, artık kaldıramıyorum, kaldırmak istemiyorum. İnsanlara, insanlar gibi davranmak belki bana da iyi gelir. İnanıyorum. İnanırsam olur bence.<br />
<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-75017497639013801392019-02-11T20:10:00.000+03:002019-02-11T20:10:11.189+03:00"Ailem lezbiyen olduğumu öğrendikten sonra 3 ay kütüphanede yaşadım."Röportaj yapmaya devam ediyorum, bu işi çok sevdim. <a href="https://uzunsaclikeladam.blogspot.com/2019/01/yataktaki-ikinci-kadnn-patronu-gibi.html" target="_blank">Önceki röportaj</a> için gelen yorumlar, mailler, tahminler çok efsaneydi. Herkes sanırım en başta bi rahatsız olmuş, sonradan "Böyle insanlar da var." diye düşünmüş. <div>
<b>Bugünkü röportaj için önden birkaç şey söylemek istiyorum. </b></div>
<div>
İnsanları cinsel yönelimlerine göre ayırmak, ötekileştirmek, gördüğüm en büyük yobazlık, çirkinlik. Kafanızda yarattığınız feminenliğe uymayan kadın gördüğünüz zaman "Bu kız kesin kadınlarla sevişiyordur, baksana erkek gibi!" demeniz, kafanızda yarattığınız o maskulen tavrı göstermeyen erkekler için de "Feminen lan bu, karı gibi, erkek götürüyordur bu, aman kolla oranı İbo!" ya da "Top, nonoş, Allahın geyi, bu bana da yürür şimdi!" gibi şeyler söylemeniz, hayatımda gördüğüm en iğrenç, en leş tavır. Kimsenin ötekileşmeyi tercih etmeyeceğini, diğer insanların "O benden farklı, hadi parmakla gösterelim." demesini kendiliğinden istemeyeceğini, böyle iğrenç cümleleri duymayı hak etmediğini bileceksiniz. İnsanlar üzerinde travma yaratmaya hakkınız yok, olamaz ve olmayacak. </div>
<div>
Tekrar söylüyorum, Türkiye gibi bir ülkede, kimse 'öteki' olmayı kendisi tercih etmez. Kimse insanların o korkunç bakışları eşliğinde parmakla gösterilmeyi istemez. Daha küçüklükten sırf farklı davrandıkları için kırılmayı, üzerine gelinmesini hak etmez. Böyle doğmaları, sizin kelimenizle onların 'suç'u değil, ki ortada bir suç yok. </div>
<div>
Bir şeye daha değineyim. Hetero olduğun için, bütün eşcinsellerin ilgi odağı sen değilsin. Sana yürümüyorlar, senin için ölmüyorlar. Az sonra üzerine atlamayacaklar. Aynı ortama girdikten sonra başına bir iş getirmeyecek. Ne olur bu kadar narsist olmayın, bu kadar sevmeyin kendinizi.</div>
<div>
Her zaman söyledim, yine söylüyorum, bana göre de aşkın cinsiyeti yok. Hadi ne düşünürsen düşün şimdi hakkımda, istediğini söyle. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Röportaj, efsane duruşu olan çok çok güzel biriyle. Bir arkadaş vasıtasıyla tanıştık ve konuştuk, her şeyi anlattı. Konuştukça konuşasım geldi, 'dolu' insanlarla bir araya gelmek çok güzel. Okudukça tanımanı istiyorum yine, o yüzden bir şey söylemeyeceğim. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b><i>"EN ÇOK HIRPALAYANI DA BİR ANDA BÜTÜN AİLENİ KAYBETMİŞSİN HİSSİ."</i></b></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbX-hRJEns8fDewAQ8JWo7eZ1XSwF0yzRJt8Eftl9-dTuVCyxtLl2l9HOqDfj-J1e1BimCaWHAXVvqpjeyRkrFd4SOM3-BjBO9hEjHgaFqL_81ITmAG09oH7k3KUS6-7DN3djLHaOpML2G/s1600/d100eyh-40020fb3-0c86-49a6-8c91-2e686cd4b2be.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="803" data-original-width="880" height="292" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbX-hRJEns8fDewAQ8JWo7eZ1XSwF0yzRJt8Eftl9-dTuVCyxtLl2l9HOqDfj-J1e1BimCaWHAXVvqpjeyRkrFd4SOM3-BjBO9hEjHgaFqL_81ITmAG09oH7k3KUS6-7DN3djLHaOpML2G/s320/d100eyh-40020fb3-0c86-49a6-8c91-2e686cd4b2be.png" width="320" /></a></div>
<div>
<b>"Keşke böyle doğmasaydım." dedin mi hiç?</b></div>
<div>
Hayır. Bu durumla bir sıkıntım yok. Bu durumla sıkıntısı olan toplumun kendisi. Onlar bir sıkıntı yaratmadıkça halimden memnunum. Seviyorum, hem kadın olmayı hem kadınları.</div>
<div>
<b>Toplum nasıl bir sıkıntı yaratıyor ki?</b></div>
<div>
Ben ailesel sıkıntılar yaşadım. Aslında yaşadığım çevrede, arkadaş ortamımda bir problem yaratmadı. Zaten böyle bir şeyi sorun olarak görecek kafa yapısındaki insanlarla paylaşacak bir şey bulamadığımdan arkadaş da olamıyorum.</div>
<div>
<b>'Ailesel sıkıntılar' derken? Öğrendiklerinde tepkileri ne oldu?</b></div>
<div>
Her ne kadar beni onlar yetiştirmiş olsa da farklılıklarımız var ve genel Türk ataerkil aile yapısına uzak bir yapıda değiller. Bu durumu reddedişleri inanç eksenli olsaydı çok daha anlaşılabilir olurdu benim için ama onlar daha çok "Elalem ne der?" kafasında baktılar. Aslında elalem falan da yok ortada, kapı komşumuza "Merhaba, ben lezbiyenim bu arada!" demiyorum. Uluorta yaşadığım da yok, çekirdek aile içinde kalabilecek bir detay. Detay diyorum, çünkü bu beni ben yapan şey değil, benim bir parçam sadece.</div>
<div>
<b>Sonra?</b></div>
<div>
Parasız da kaldım, evsiz de. Kütüphanede ve arabada yaşadığım 3 aylık bir dönem var, duşumu spor salonunda alıp tek öğün yemekle gün geçirdiğim. </div>
<div>
<b>Gerçekten mi? Ne diyeyim, bilemedim...</b></div>
<div>
Evet. Çünkü ellerindeki tek yaptırım maddi olanakları yok etmek. Psikolojik ve fiziksel şiddet de oldu yer yer. Ama en çok hırpalayanı bir anda bütün bir aileni kaybetmişsin hissi.</div>
<div>
<b>Aranız düzeldi mi peki, nasılsınız şimdi?</b></div>
<div>
Tam olarak değil. Eskisi gibi olabileceğimizi sanmıyorum. Yalnızca maddi anlamda mezun olana kadar destekleyecekleri konusunda anlaştık. Ama güvenemediğim için iş buldum ve yaşam standardımı aşağı çekerek ekonomi yapmaya çalışıyorum. Eski lükslerim yok.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b><i>"AŞIK OLDUĞUM KADIN HETEROYDU."</i></b></div>
<div>
<b><i><br /></i></b></div>
<div>
<b>Ne zaman "Ben buyum!" dedin peki?</b></div>
<div>
Kendimi keşfedişim aşk üzerinden oldu, kendime itirafım hatta. Çocukken kendimi bağımsız bir birey olarak algılamaya başladığımdan beri bir farklılık olduğunu idrak edebiliyordum. Kadınları beğeniyordum, ben de bir kız çocuğuydum ve etraftaki çiftler kadın erkek olduğu için bu bende bi tuhaflık varmış hissi yaratıyordu. Ama kabul edişim üniversitede bir kadına aşık olmamla oldu. </div>
<div>
<b>Aşık oldun, sonra ne oldu? Karşılık aldın mı?</b></div>
<div>
Özgüvenli biriyim, birine bir hissim varsa karşılık alıp almama hesabına girmem, hissettiğimi direkt söylerim. Ona da açıldım ama hüsrandı, kız heteroydu.</div>
<div>
<b>Yapma be...</b></div>
<div>
Söylediğimde çok şaşırdığını hatırlıyorum ve bir şey demeden uzaklaşmıştı. Ama tuhaftı. Birtakım olaylar ve durumlar bana ya kendine itiraf edememiş bi biseksüel ya da ilgi açı biri olduğunu düşündürüyor hâlâ. </div>
<div>
<b>Ne gibi olaylar?</b></div>
<div>
Ben reddedildikten sonra onu görmezden gelmeye başladım, bu tutumumdan sonra da onun ilgi çekme çabaları başladı. Yanımda onun daha önce görmediği bir kadın arkadaşım varsa illa ki "Ben burdayımmm!" davranışı sergiliyordu mesela. O yüzden asla anlam veremedim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b><i>"ERKEKLERİN İKİ KADININ CİNSELLİĞİNİ ÇEKİCİ BULMASININ NEDENİ 'ARADA ÜÇÜNCÜ OLUR MUYUM?' KAFASI."</i></b></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>Bunu önceki röportajda da sormuştum, sana da sorayım. İki kadının cinselliği topluma göre neden daha çekici sence? İki erkeğin öpüşmesi diyince neden olay çıkıyor da hetero pornolar kadınların öpüşmesiyle başlıyor?</b></div>
<div>
Erkeklerin cinsel anlamda çekici bulması "Acaba arada üçüncü olur muyum?" kafası tamamen. Bunun sebebi de erkeklerin dölllenme güdüsü bence. Tohumlarımı her bi yana saçayım da soyum yürüsün. Ha genel manada, toplumsal çerçevede de iki kadının ilişkisinde penis yok ve saklamak isterseniz en yakın kız arkadaşınız imajını çizip her türlü samimiyeti toplum içinde kurmanız mümkün. İki kadın yolda kol kola girse, el ele yürüse tuhaf karşılanmaz ama erkeklerin birbiriyle ilişkilerinde fiziksel olarak arada bi mesafe vardır.</div>
<div>
<b>İki kadının yaşadığı ilişki nasıl oluyor peki? Kıskançlık krizleri mesela... En büyük kavgalar neden?</b></div>
<div>
Karşınızdakine göre değişiyor, her ilişkide ben de aynı insan olmuyorum nihayetinde. İlk ilişkimde güven problemi yaşamadım ama ikincisinde en büyük problem güvendi. Lezbiyenseniz, karşınızdakinin biseksüel olması ürkütücü olabiliyor, risk çarpı 2 oluyor çünkü. Ancak bu aldatma durumlarının karakter bazlı olduğunu düşünüyorum, sorun yönelimde değil, karakterde.</div>
<div>
<b>Hiç aldattın mı?</b></div>
<div>
Evet.</div>
<div>
<b>Aldatıldın mı?</b></div>
<div>
Evet.</div>
<div>
<b>Aldatıldığın için mi aldattın?</b></div>
<div>
Evet. Bu davranışı çok erdemsiz buluyorum, şimdi olsa farklı davranırdım, kendimden ödün vermez, yapmayı kendime yakıştırmadığım şeyi yapmazdım.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b><i>"LGBT DE KENDİ İÇİNDE ÖTEKİLEŞTİRME YAPIYOR."</i></b></div>
<div>
<b><i><br /></i></b></div>
<div>
<b>İlişki ümidi verip birkaç gecede bitirdiğin ilişkiler oldu mu? Çok tatlı kızsın, ne canlar yakmışsındır.</b></div>
<div>
İnsanların duygularıyla oynamak çok gereksiz, eğer ilişki yaşayabileceğim bir tip değilse diyalogumu sürdürmüyorum bile.</div>
<div>
<b>Çoğu insanın düşüncesi "Maskulen kadın lezbiyendir." Öyle midir sence?</b></div>
<div>
Yani yüzde yüz çalışan bir düşünce değil. Aşırı feminen lezbiyenler de var, sadece bu algı yüzünden lezbiyen oldukları düşüncesine ihtimal verilmiyor. Maskulen olup hetero olan da çok. Tam anlamıyla bir genelleme yapamam ama biseksüel kadınların daha feminen olduklarını düşünüyorum.</div>
<div>
<b>Güzel bulduğun Türk ünlüleri de merak ediyorum.</b></div>
<div>
Güzellikten çok hal tavır ilgimi çekiyor artık. Spesifik bi güzellik anlayışım var, herkes beğenmeyebilir. Türkü Turan mesela, çekik gözler, beyaz ten... Tuba Büyüküstün çok güzeldir ama soğuk bi duruşu var. Lisedeyken Deniz Çakır favorimdi mesela ama artık değil. Sıcakkanlı insanlar daha çok ilgimi çekiyor sanırım, onlar genel olarak şans verilmeyi hak ediyor.</div>
<div>
<b>LGBT hakkında ne düşünüyorsun? Son yıllarda neler değişti sence? Seni rahatsız eden bir şeyler var mı?</b></div>
<div>
LGBT bireylerin sık partner değiştirmesi ve tek gecelik ilişkilerin yaygın olması. Bunun dışında, LGBT de kendi içinde ötekileştirme yapıyor. Ve kişiler kendini tanımlarken eşcinselliğin bi parçası olarak tanımlıyor ama öyle değil, ben benim, eşcinselliğim de beni ben yapan pek çok şeyden biri. Gettolaşma olayı da var, belki toplum buna itiyor. Bir de, küçük bir grup içinde son derece iç içe geçmiş ilişkiler. Sizin eskiniz, onun yenisi oluyor. Bu yüzden ortamla pek ilişiğim yok, hatta arkadaş grubumdaki tek eşcinsel benim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-21215366038314721262019-01-24T21:53:00.000+03:002019-01-24T21:53:59.460+03:00"Yataktaki ikinci kadının patronu gibi hissettim!"<b>Blog'ta röportaj yapmayı çok istiyordum. Bizden farklı, bizim gibi olmayan insanlarla tanışmayı, sohbet etmeyi. Buyurunuz! </b><br />
Nasıl olduğunu boş verin, bir şekilde tanıştık. Hayat hikayesini biraz dinleyince "Ben blog yazarıyım, sabah buluşsak da sorularımı sorsam, bloga yazsam!" diye hemen sordum, sağ olsun, hemen kabul etti. Bir hastanenin karşısındaki bomboş kahvecide, karşımda oldukça güzel bir kadınla oturmuş sohbet ediyorum. Önümüzde iki tane sade Türk kahvesi var, ben soruyorum, o cevaplıyor. Kesinlikle sansürsüz ve şeffaf; karşınızda Yonca Abla! Onun hakkında bir şeyler anlatmayayım, okudukça öğrenseniz daha iyi.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCQySMvagh0hy5REIrOX-aI6gY_t6ijKSob3e6s6EczqvGzv1cCiWwGy0yHvJCCobL_F1rOJdmWnLs8PIRBFgQs2OB6PSgmAdc4rrMfU2mS819nEHeKn3zCAUW0Yeh2Hkk0SkAtWEL1Gro/s1600/d40frq-d4ad88cc-24b1-4121-8c71-69dc16fadca0.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="655" data-original-width="435" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCQySMvagh0hy5REIrOX-aI6gY_t6ijKSob3e6s6EczqvGzv1cCiWwGy0yHvJCCobL_F1rOJdmWnLs8PIRBFgQs2OB6PSgmAdc4rrMfU2mS819nEHeKn3zCAUW0Yeh2Hkk0SkAtWEL1Gro/s320/d40frq-d4ad88cc-24b1-4121-8c71-69dc16fadca0.jpg" width="212" /></a></div>
<b><i><br /></i></b>
<b><i>"BENİM CEZA VERMEYE YETKİM YOK, VERİLEN EMRE İTAAT EDERİM."</i></b><br />
<b>Yonca Ablacım, sekste şiddeti sevdiğini nasıl fark ettin?</b><br />
Acı eşiğim oldukça yüksek ve sakin yapılan seks bana yeterli gelmedi. İkisi bir araya gelmişken en serti olsun istedim.<br />
<b>Peki önceden partnerinle oturup "Ben BDSM seviyorum, şu şu fantezim var." şeklinde konuştun mu yoksa her şey o anda mı gelişti?</b><br />
Kesinlikle o an gelişti, sonra da öyle istediğimizi fark ettik. Uyumlu olacağımızı az çok tahmin ediyorduk ama bu kadar aynı olacağımız bize de sürpriz oldu. Sürpriz olsun dedik ama efsane sert bir şey oldu ablacım. (gülüyor)<br />
<b>Bunun sana keyif vermesi sana ara ara garip geliyor mu? Ne yalan söyleyeyim, ben düşününce bile bir garip oluyorum.</b><br />
Açıkçası bazen ben de düşünüyorum neden tatlı tatlı sevişmiyoruz diye. Ama onun da yeri ayrı. Nasıl desem... İyice yorulduktan sonra partnerim beni o şekilde dinlendiriyor, onun da tatlı bir zevki var.<br />
<b>Merak ediyorum. Sizdeki ceza yöntemleri nasıl? Aldığın ve verdiğin cezalar neler?</b><br />
Şöyle ki, benim ceza vermeye yetkim yok. Ben verilen emre itaat ederim. Ona gelince, canı bir şeye kızmak istiyor mesela. Sebebi olmasa da olur, eline geçen bir kemerle bana haddimi bildiriyor.<br />
<b>Ciddi misin?</b><br />
Evet ablacım.<br />
<b>Ceza aldığın en saçma neden neydi peki? Özele inmiyorumdur umarım. </b><br />
Telefonuna gelen mesaja bakmak. O, biriyle konuşurken arka planda inlemek. (gülüyor) Kötü yemek yapmak. Sevmeyeceği bir şarkıyı açmak. Gibi gibi.<br />
<b>O anlarda canın çok yanınca "Ortalığı ayağa kaldırayım, şuna haddini bi bildireyim." demiyor musun? Taş olsa çatlar ya!</b><br />
Bir seferinde, cidden çok sinirlendim. Küpe batırmaya çalıştım, ısırmaya çalıştım. Sonra hoş bir boğuşmaya dönüşüp tatlıya bağlandı.<br />
<br />
<b><i>"EĞER BENİ KORKUTACAK BİR ŞEY YAPARSA SEVGİLİSİNE BİR ŞEYLER FISILDARIM."</i></b><br />
<b>Bu efendi/köle ilişkisinin ileri boyutlarından korkmuyor musun peki? </b><br />
Partnerime güveniyorum. Korkmamı gerektirecek bir şey yapmaz. Yaparsa da sevgilisine bir şeyler fısıldarım, huzuru kaçar. (gülüyor)<br />
<b>Sevgilisi mi var? </b><br />
Evet, yaklaşık dört yıllık ölü bir ilişkisi var.<br />
<b>Bunu bilerek mi başladın ilişkiye, sonradan mı öğrendin?</b><br />
Başlamadan çok önce biliyordum, zamanında çok takıldık beraber. Haliyle ilişkiye de bilerek başladık. Ki zaten başladığımızda benim hayatımda da bir adam vardı. Benimki bitti, onunki devam ediyor.<br />
<b>Karşı tarafın senden haberi var mı?</b><br />
Olsun diye çok uğraşıyorum ama kör galiba, anlamıyor bir türlü. (gülüyor) Kızın yanında sevgilisine sürtündüm kaç kez, fark etmedi.<br />
<b>Üçünüz buluştunuz yani, öyle mi? Abla ne efsane kadınsın.</b><br />
Şanslı biriyim, çok karşılaşıyoruz. Biraz da salça bir kadınım, gördüm mü bırakmıyorum ki. Bazen karşılaşma olayını bilerek ben ayarlıyorum. Karşı tarafla da beraber çok fazla zaman geçirdik anlayacağın. Kız beni arkadaşı sanıyor, sevgilisiyle pek samimiyetim yok sanıyor, yazık...<br />
<b>Enişte Bey nasıl toparlıyor bu durumu? </b><br />
Bir dönem altı kızla birden birlikteymiş. İki ayrı telefon kullanıyormuş, hiçbiri çakmamış bu olayı.<br />
<b>Şaka yapıyorsun. Yemin ederim, biz bir tane bulamıyoruz abla!</b><br />
Çok ciddiyim. Gerçekten hayret ediyorum ben de nasıl başardığına.<br />
<br />
<b><i>"YATAKTAKİ İKİNCİ KADININ PATRONU GİBİ HİSSETTİM."</i></b><br />
<b>Beraber yaptığınız en uç şey neydi peki?</b><br />
Üç kişi, grup seks.<br />
<b>Yanınıza gelen kişi bir kadın mıydı, erkek mi?</b><br />
Kadındı, güzel bir kadındı hatta.<br />
<b>Kıskanmamayı nasıl başardın?</b><br />
Orda kendimi bir nevi kızın patronu gibi hissettim. İşe aldığım, işten istediğim zaman çıkarabileceğim bir eleman. Masadan her an kaldırabileceğim bir meze. O yüzden çok kolay oldu. Hatta ikisini izlemekten de inanılmaz keyif aldığımı söylemeliyim. Zerre kıskançlık olmadan.<br />
<b>Üçüncü kişiyi bulmak zor oldu mu abla? Her insanın kabul edeceğini sanmıyorum çünkü. Nasıl açıklıyorsunuz durumu? Ben olsam, ne bileyim...</b><br />
Ahh, çok zordu ablacım. Tinder'da her eşleştiğim kadına lezbiyen ya da biseksüel olup olmadıklarını sordum. Lezbiyenler kesinlikle erkek istemiyor, haklılar. (gülüyor) Sonra biseksüel olduğunu söyleyip aslında lezbiyen olanlar var, "Erkek varsa ben yokummm!" diye ağlayanlar. Onları da hemen eledim. Geriye kalanlara "Takıldığım bir adam var, üçlü denemek ister misin bizimle?" diye sordum, çoğu reddetti ama sonuçta zafer benimdi. (gülüyor)<br />
<b>Senin cinsel yönelimin ne?</b><br />
Biseksüelim canım.<br />
<b>Biseksüel oluşunun partnerine keyif verdiğini düşünüyor musun? Birçok hetero porno iki kadının öpüşmesiyle başlıyor mesela.</b><br />
Evet, açıkça görünüyor, bayılıyor adam bu yönüme. Ara ara beni banyoya götürüp "Sen mükemmel bir kadınsın." diyip sarılıyordu manyak. (gülüyor.) Bizimki de öyle başladı bu arada.<br />
<br />
<b><i>"AŞKIN CİNSİYETİ OLMAZ."</i></b><br />
<b>Biraz da gündemden konuşalım. Biseksüel biri olarak LGBT hakkında ne düşünüyorsun?</b><br />
Senin dün de dediğin gibi, "Aşkın cinsiyeti olmaz." Olmamalı bence de. Özgür olunmalı.<br />
<b>Sence insanların "Biseksüel kadınlar zevk veriyor ama erkekler çok kötü bir görüntü!" diye söylemelerinin sebebi ne? Bu ikiyüzlülük çıldırtıyor beni.</b><br />
Evet, bu bağnazlık. Var öyle tanıdıklarım, aynı cümleleri duyduğum. Ve baya savunuyorlar bunu, inanılır gibi değil. Kadın bedeni de erkek bedeni de ayrı ayrı mükemmel, birini seçip birinden vazgeçmek çok saçma bence.<br />
<b>Evliliğe nasıl bakıyorsun peki? Çoğunun sonu boşanmak artık.</b><br />
Evet, çoğu evlilik bitiyor maalesef. Evliliğin sorumlulukları da bitiriyor olabilir. Çocuk olmadıktan sonra evlilik çok da gerekli değil diye düşünüyorum ben.<br />
<b>Son sorumu sorayım. Aşık mısın sence? Yoksa başka bir duygu mu bu?</b><br />
Biz hep seksten konuştuk aslında. Ama beraber alışverişe gidiyoruz, yemek yapıyoruz, geziyoruz, çok eğleniyoruz. Aşık mıyım... Kesinlikle "Bu sadece bir tutku ve heyecan." diyemem, başka bir şeyler de var sanırım.<br />
<br />
<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-34216945252723522212019-01-22T23:32:00.003+03:002019-01-22T23:32:50.684+03:00Hiç anlatmamıştım, anlatasım geldiGeçen yazıda eski sevgililerimden bahsetmiştim ya, bi tanesini uzun uzun anlatayım demiştim. Dün de ortak bir arkadaşımızla konusu açılınca yazmanın vakti geldi diye düşündüm.<div>
Yanlış hatırlamıyorsam beşinci sınıfın yazıydı, bizimkilerle küçükler havuzunda köşe kapmaca oynuyoruz. Çok garip bi yazlık bizimkisi bu arada, küçükler havuzu sürekli boş çünkü çocuklar habire çiş yapıyorlar, iki gün açık kalabiliyor bu yüzden. Sonra hemen suyunu çekiyorlar. Neyse, biz oynarken utana sıkıla geldi bi kız, "Ben de oynayabilir miyim acabaaa?" dedi, aldık aramıza onu da.</div>
<div>
Aradan zaman geçti, biz çok iyi arkadaş olduk. Tüm çocuklar beraber takılıyoruz. Ön bahçede oturuyoruz hep beraber, ama beni görmeniz lazım, ne yalanlar atıyorum neler neler söylüyorum kendimle ilgili. O zaman da bütün yazlığın bildiği zincirli bi kot pantolonum var, inandırıcı olsun diye onunla başlıyorum anılarımı anlatmaya. "Ben de habire mc donalds'a hamburger yemeye gidip kız tavlıyorum iştee, kot pantolonuma bayılıyor bütün kızlarrr. Tabi kızım, ne sandın, yan takla felannn atıyorum. O mc donalds kaydıraklarında gizli gizli görüşüyodum hepsiylee. Biri gider biri gelirdi biliyo musunnn?" diye bi girdim. Allahımmmm, hayatımda yaşamadığım şeyler, o an da nasıl güzel geliyor yalan söylemek. Yaşadığım tek aşk tecrübesi, Ekim'le bi yaz önce olmuş, o da bok gibi bitmişti, bütün site biliyordu abisinden nasıl dayak yediğimi. Elime karşı cins eli değmemiş bi sabiydim halbuki.</div>
<div>
Ben iyice abartmış hayallerimi anlatırken bu kız bi baktım ağlaya ağlaya evine gitti. Sonra bana bi arkadaşıyla haber yollamış, "Yarennn seni seviyomuşş, sen öööle anlatınca çok üzüldü gitti..." dediler. Gittim bunun kapısına, zönk diye "Benimle çıkar mısın?" dedim, aa, bi baktım sildi gözyaşlarını, aşağı indik. Güya sevgili olduk...</div>
<div>
Var ya, bi kıskançtı, aklın durur. O yaşta nasıl bi kıskanmak o. Sitedeki güzel kızlar hakkında konuşurduk mesela çocuklarla, duyduğu dakika bacağımı cimcirirdi, acıdan ağlardım yemin ederim. </div>
<div>
Annesi vardı, ismi Melek, kendisi abooo! Kadın beni çocuğu gibi severdi, beraber dizi izlerdik, bana habire dondurma alırdı, bizi lunaparka götürürdü. Lunapark dediğim de, zattiri zuttik bi saçmalık, sadece gondol ve zıpzıp var. Gondol elle yönetiliyor, adam düğmeye bastıkça gemi yükseliyor. Kemerler hep yırtık, güvenlik asla yok ama bayılırdık gitmeye... </div>
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgn3dhnGIiT9vqwkaTILyW5lWB7evMQLO88lqnFvOr37qVfNHFfl3M100LU_n-mjWm2zDUWQUOcKEpZPeqT_DZOwhsrmyX5WwARa7lvfI8tTSAI4uiPJJWQEe2aDnjkFOwKl3ziLIdRWP8z/s1600/caxton_s_grin_by_morethannothing-dbchbmr.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="683" data-original-width="1024" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgn3dhnGIiT9vqwkaTILyW5lWB7evMQLO88lqnFvOr37qVfNHFfl3M100LU_n-mjWm2zDUWQUOcKEpZPeqT_DZOwhsrmyX5WwARa7lvfI8tTSAI4uiPJJWQEe2aDnjkFOwKl3ziLIdRWP8z/s320/caxton_s_grin_by_morethannothing-dbchbmr.jpg" width="320" /></a>Bi gün, annesi, sevgilim bi de bi arkadaşımızı da alıp gittik gondola. Benimkine şov yapacam diye yanına oturayım dedim, o da bana şov yapmak istemiş, geminin en arka tarafındayız. Ben altıma sıçtım sıçacam korkudan, gondol başladı... Benimki bağırıyor ama "Bas abiii, düğmeye basss abiii, ver coşkuyuuuu ver coşkuyuuu!" diye. Adam da baktı iki tane kız eğleniyor, bi basıyor ki düğmeye, uçmak üzereyiz koltuklardan... Bizim ten renkleri önce mor oldu, sonra yeşil, mahvolduk bildiğin. Adam ısrarla durmuyor. En son Melek Teyze adamın yanına gitti, "Görmüyor musun çocukların halini orrr çocuğu!" diyip dövdü adamı evire çevire. Adam dayak yemişti bildiğin.</div>
<div>
Annesi falcı büyücü bi kadındı, anneannesi de aynıymış. Mesela evlerinde oturuyoruz, bi anda durup bana "Sen böyle böyle yaptın ama şu olacak." derdi, aynen de olurdu... Dizi izlerdik, hemencecik sonunu söylerdi. Kadından fena korkardım, beni çocuğu gibi görüyordu ama o yokken biz kızıyla aşnafişne yapardık diye... Yakalasa mahvederdi beni kesin.</div>
<div>
Çok farklı bi kızdı bu arada, ailecek delilerdi sanırım. Mesela kıvırcık saçları vardı ama asla kendine bakmazdı. Bütün yaz sinekler her bi yanını yerdi, o da kaşır yara yapardı, benek benek gezerdi. </div>
<div>
Her cumartesi sitede eğlence oluyordu mesela. Eğlence dediğim de, yanlış anlama sakın, düğünlerde şarkı söyleyen bi adam org getirir "Hele ninna olasınnn allahından bulasınnn" söyler giderdi. Yalvarırdık, CD getirmişlerse Bas Gaza'yı açsınlar diye... Herkes zincirli pantolonunu giyer yan takla atardı. Bi de şerefsiz arkadaşlarım yüzünden, adamlarla sürekli ben muhatap olurdum, "Abi noluurrr İsmail Yk açççar mısınnn? Abi kolbastı var mı acabaa?" diye sorar dururdum.</div>
<div>
Bütün site sabahtan hazırlanmaya başlardı eğlence için bu arada. Erkekler gömleklerini annelerine ütületirdi, pantolonlar yıkanırdı. Kimin evinde jöle varsa saat altı gibi onun evinde toplanırdık. Tüm çocuklar aynı kokardık, kimde parfüm varsa herkese sıkardık... Kızlar da hep saçlarını düzleştirirdi, elbise giyerdi. Baya seviyorduk anlayacağın.</div>
<div>
Ama benimkinin giydiği tek şey sabah akşam siyah rambo atlet! Aslaaaa çıkarmazdı üstünden, evde umarım birkaç tane vardır diye dua ederdim... Hep siyah şortu ve siyah rambosuyla inerdi... Eğlence olacağı gün bana söz verdi, kendisine bakacağına dair. Bütün site heyecanlandı, ondaki değişikliği bekliyoruz... Bu bi indi aşağı, yine aynı atlet, aynı şort! Saçlarının da bi tarafı düz, bi tarafı kıvırcık kalmış. "Lan sana noooldu?" dediğimizde de "Düzleştirici bozuldu yaaa." demişti, sonra karşılıklı kolbastı oynamıştık...</div>
<div>
İkimiz bi aradayken herkesin dedikodusunu yapardık. Öyle bi gülerdik ki, şikayet gelirdi teyzelerden "Ay susturun şu ikisini Canan Beyyy." diye. </div>
<div>
Bi kere havuzdayız, iki tane tanıdığım kız gelmiş benim yaşlarda. Bi fena çıktı ikisi, sitedeki erkeklere yürüdüler, havuzda fingirdeşiyorlar bildiğin oğlanlarla. Biz de izlemek istiyoruz güya, allahım fanteziye bakar mısın, elimize ne geçecek bilmiyoruz. İkimizin de su altı gözlüğü yok, çıldırıyoruz bakmak için. Bi küçük çocuğun elinden zorla alıp çocuğu ağlattık, suyun altına daldık beraber, bi o bi ben izliyoruz güya... Kızlar bizi yakaladı, boğdular ikimizi, sonra ikisini annelerine söylemekle tehdit etmiştik de bizi öyle bırakmışlardı.</div>
<div>
Birinden nefret etti diyelim, asla ısınamazdı tekrar, çok atarlıydı. Yazlıktan bi arkadaşımızla kavga etmişti, çok sinirlendi. Bi gün gitti yanımdan "Ben geliyorum 5 dakkaya, otur senn." diyip. Ben biliyorum, ortalık karışacak. Gitmiş garaja, kavga ettiği kızın dedesinin 97 model Mercedes'ine anahtarla boydan boya "Y*RRAK" yazmış ruh hastası. Üstüne de "silebilirsen sil piççç" yazmış... Adam yazanları bi gördü, bayılıp gidiyordu, zor topladık. Arabayı aynı yıl sadece 7 bine satabildiler benim salak yüzünden. Sonra gidip kıza itiraf etti bu arada iki sene sonra "Ben dedenin arabasına cinsel bişiler yazdım." diyip...</div>
<div>
Ya kimse mi sevmezdi kızı, anlatamam sana. Bütün arkadaşlarım bağırırdı "Noluuur ayrıl, sen salak mısın, bu evde duş bile almıyordur baksana her gün aynı atleti giyiyor." derlerdi. Onlar böyle dedikçe ben daha çok aşık oluyordum, daha çok seviyordum... (hâlâ aynı geri zekalılıktayım, biri beğendiğim birini kötülediği zaman daha çok bağlanıyorum.)</div>
<div>
Bi gün buluşacağız, aradım, hazırlan dedim. Bu sefer atlet yerine eşofman takım giymiş siyah alt üst. Ha eşofman demişken, yaptığımız bi salaklığı daha anlatmak istiyorum. Bizim sitede saklambaç turnuvaları olurdu 20 kişiye yakın. İkimiz karanlıkta görülmemek için her gün öğlen 12'de denize gider kararmaya çalışırdık, kapkara olana kadar güneşlenirdik. Eşofman takım bile aldık beraber siyah renk, saklambaç oynarken giymek için. Kimse bizi bulamazdı çünkü bildiğin karanlıkta görünmezdik, hep şampiyon olurduk... </div>
<div>
Neyse, hazırlan aşağı in dedim. Bi indi, eşofmanın altına pembe rugan topuklu ayakkabı giymiş. Sokakta herkes bize bakıyor! İlk bulduğumuz dönercide döner yiyip kalkmıştık.</div>
<div>
Aradan yıllar geçti, bi haberini aldım ki Bursa'ya taşınıyormuş babasının sağlık sorunlarından dolayı. Babasını da çok severdim, aradım o zaman geçmiş olsun dilemek için. </div>
<div>
Hayat gerçekten çok garip. Şimdi bunları yazarken gülerek yazdım ama onunla ayrıldığımızda çok üzülmüştüm, ilk aşk acım olabilir hatta. </div>
<div>
Zaman çoğu şeyi gerçekten değiştiriyor.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-70263458247638615212019-01-17T11:09:00.000+03:002019-01-17T11:09:02.506+03:00Kamuranİstanbul, hayatımdaki çoğu konu için fikrimin değişmesini ya da daha sesli olmamı sağladı. Her konuda tabii ki olumlu yönde ilerleme katedemedim. Ne yalan söyleyeyim, Adana'dayken daha bi insan canlısıydım. Daha az gergindim, sinirliydim, herkesi alttan alabiliyordum, neredeyse hiç kin tutamıyordum. Birisi hayatının hatasını mı yaptı, "Ayyy, canım benim canımm, kim bilir o an hangi psikolojideydi acaba?" diye düşünüyordum. Biri beni mi üzdü, "Olabilir, o da bir insan, bilerek yapmamıştır ki." diyordum bildiğin. Ayyy, şimdi, Atarlı Gülistan gibi geziyorum ortalıkta. Kimseye, hiçbir şeye tahammülüm kalmadı. Cahil insan gördüğümde onu değiştirmeye çalışmak yerine sinir krizleri geçirip sandalyemde fenalaşıyorum yemin ederim. Neyse, bu konuyla ilgili yazıyı başka zaman yazarım, konumuz bu değil. İstanbul'da kendimde gördüğüm en büyük değişiklerden biri de hayvanlar konusu oldu.<br />
Yalan söylemeyeyim, çoook korkuyordum! Kuştan, böcekten, bazen köpekten, bazen kediden! Sanki bir anda kafaları atacak da üstüme zıplayacaklarmış gibi geliyordu. Ya da ne bileyim, aç kalmış olacak, "Ayyy, şurda da 192 deve gibi herif var, gideyim de onu bi ısırayım." diyeceklermiş gibi. Bunlar da hep çocukluk travması bu arada. Kıyamam kendime yahu, beni bütün hayvanlar kovaladı zamanında, koyun bile. Kurban bayramında dayımın koyununu sinir etmiştim, ayyy hayvan üstüme üstüme koşuyordu bildiğin, kuzenim tutmuştu koyunu. O yüzden şu bakış açısındaydım, "Ne yaklaşayım, ne o bana yaklaşsın, iki ayrı birey takılalım." diyordum. Sonra işler tabii ki değişti.<br />
Önce kuzenim köpek sahiplendi, Pug'lar var ya hani. O köpek türü resmen bennnn! Yiyip yiyip bir iki adım kıçını sallayarak yürüyor, sonra uyuyor! Uykuya aşık, yemek yemeye aşık! Çok iyi anlaşıyorduk o yüzden. Önce ondan da korktum, sonra hayvan benden kaçmaya başladı sevmeyeyim de rahat etsin diye.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzPkNktbffCtYe3qFcN7Il3L7IDJZUU10JD0Ne4bzSmRU_0e-_Uwqqr52pUUMv3yKXcWhbyITcBxR6nsA5Oskp1UMHcuBDgMsjYU617UQA8Cfri1IkUgC5QNx3vOaPCbDstXUmGwAVRpTz/s1600/Ads%25C4%25B1zkamu%25C5%259F.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="509" data-original-width="1011" height="201" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzPkNktbffCtYe3qFcN7Il3L7IDJZUU10JD0Ne4bzSmRU_0e-_Uwqqr52pUUMv3yKXcWhbyITcBxR6nsA5Oskp1UMHcuBDgMsjYU617UQA8Cfri1IkUgC5QNx3vOaPCbDstXUmGwAVRpTz/s400/Ads%25C4%25B1zkamu%25C5%259F.png" width="400" /></a>İlk korkumu böylece yendim. Sokakta peşime takılan köpekleri eğilip sevmeye başladım. Eskiden olsa, ayyy, babamı arardım "Gel beni al." diye. Şimdi, en basitini söylüyorum, Kadıköy'ün bi köpeği var ya Çin aslanı hani, yemin ederim hayvan beni tanıyor artık, beni görünce yolunu değiştiriyor sarılıp öpmeyeyim diye.<br />
Sonra İstanbul'a geldim. İstanbul'daki en yakın arkadaşımın ev arkadaşı kedisiyle gelmişti. Bu arada, köpeklerden korkmuyordum ama kedilerden hâlâ korkuyordum. İlk günler, "Ayyy Tuğçe, bana doğru geliyor bu, ay ay tut şunu! Kapıyı açıyorum, birden fırlamaz üstüme di mi?" gibi cümlelerle geçti. Sonra alışmaya başladım. Bi de, o kedi aşırı elit bir kediydi. Randevu sistemiyle çalışıyordu resmen, sevmek için sıraya giriyordun, belli bi süren vardı, sonra "Hadi yallah." diyip başka odaya gidiyordu. Yemeğini vermeye başladım, ara ara yanıma oturdu kafasını sevdim. Dolabın üstüne çıkardı mesela, normalde hayatta dokunamayacak olan ben, kucaklayıp aşağı indirmeye başladım. Aaa, bi baktım, alışmışım!<br />
Aradan biraz zaman geçti, o kediyi memlekete gönderdiler, yerine sokaktan yaralı bi kediyi, Bekir, sahiplendiler. Bi patisini şerefsizin biri kesmiş, onu ağlarken bulmuşlar, koştur koştur gitmişler. Dünyanın en samimi kedilerinden birisi, o üç patisiyle mahvediyordu bizi, oyun diye çıldırıyordu. O kadar küçüktü ki bulunduğunda, onunla ben ve arkadaşım fazlaca ilgileniyoruz diye bizi annesi mi sanıyordu ne yapıyordu bilmiyorum, kulak mememizi emiyordu bildiğin manyak. Gece uyurken üstümde uyuyordu, geziyordu. Düşün, "Odanın kapısını kapatalım." diye ağlayan ben, Bekir'le beraber uyumaya başladım.<br />
Arkadaşım İstanbul'daki son 20 gününü benim evimde geçirdi mesela, Bekir'le beraber kaldık. Hayatımda ilk kez kendi evimde hayvan baktım, maması için koşturdum, ameliyatı için üzüldüm, olmayan patisinden öptüm, kulak mememden vazgeçtim. Şapur şupur götürdü valla kulak mememi.<br />
Hah, Bekir de gidince kocaman bi boşluğa düştüm. Bi de öyle bi şeymiş ki hayvan sahiplenmek, durup durup anlatasın geliyor. "Bugün koşarken düştü, bi sıçtı ev koktu, kulak mememin peşini bırakmıyor!" Bildiğin boşlukta kaldım, ev sessiz, kimse yok, kafayı yiyecektim.<br />
Okuldayım, arkadaşlarımla otururken bi arkadaşım geldi. Yaralı bi kedi bulduklarını, asistanların veterinere götürdüğünü, tedavi ediliyor olduğunu söyledi. Veteriner, tedavisi bittikten sonra sokağa bırakacakmış ama ona kıyamıyorlarmış, sahiplenip sahiplenemeyeceğimi sordular. Dişi kediymiş, çok sessiz sakinmiş. Fotoğraflarını bi gösterdiler, o minicik kafası ve boynu, boynunda o boyunluğu, poposundaki yarası, pembe burnu. Birkaç gün geçmeden gidip aldım kediyi. <br />
Yalnız biraz geri zekalılık yaptım, hayvanı ilk gün alıp Avm'ye götürdüm. Ben Burger King'te yemek yerken o da dönmüş kıçını uyuyordu, ara ara miyavlıyordu. Gidip mamasını aldım, eve geldik.<br />
Kutusunun kapısını açar açmaz artık ne kadar korktuysa, gidip evin en karanlık köşesine koştu, dolabın altında oturmaya başladı. "Kızım gell, gell kızımmm, lütfen gelll!" diyorum, öylece bakıyor, saklanmış oturuyor. Ne yapsam, ne etsem, derken, aldım mamasını bi kaseye doldurdum, "Hadi gel bakalım." yaptım, aaa, geliverdi. Mamasını yedi, hanımefendi enerjiyle doldu, başladı evde dolanmaya. Her yana girdi çıktı, sonra koltuğun üstüne on yıldır berabermişiz gibi yattı. Oh valla, ben bile o koltuğu bir ayda benimseyebildim!<br />
Birkaç gün sonra birbirimize alışmaya başladık. En son geldiğimiz seviyeyi söylüyorum. Şu an hanımefendi bana temas etmezse uyuyamıyor! O kafası, kıçı ya da gövdesi, illa benim bi yerime değecek. Çok mu keyifli, o zaman göbeğimde uyuyor. Durup durup yüzüme yaklaşıyor, kuyruk hep havada, sanırım hep mutlu.<br />
Çocuk bakmak gibi sanırım. Eve gelirken her gün gidip oyuncak alasım geliyor. Onlarca faresi, topu var. Hanımefendi iki üç saat oynayıp kaybediyor! Elimde poşetlerle mi geldim, bazen sürpriz yapıp yaş mama alıyorum mesela, her zaman alacağım sanıyor, poşetleri karıştırıyor hemen. Bi de yaş mama yoksa sinirleniyor! Bi bakışı var bana, aboooo!<br />
Bi tek kabından su içmeyi öğretemedim Kamuran'a. Israrla içmiyor, asla içmiyor! Aldığım suyun markasıyla mı alakalı diyip onu bile değiştirdim, içirtemedim kaptan. İlla çeşmeden akacak, o manyak ağzını dayayıp lıkır lıkır içecek. Başka türlü, susuz kalsın, yine de içmez! Neyse ki şunu öğrendi. Susadığı zaman, eğer odamda uyuyorsam kapımın önünde sabahın beşinde miyavlamaya başlayıp kapıma dayanıyor. Uyandırıyor, açıyorum kapımı. Yüzüme bakıyor bi süre, muhtemelen "Sahibim neden uyanınca bu kadar çirkin lan?" diyor olabilir. Sonra tuvaletin kapısına koşup patisiyle kapıya vuruyor, açayım da çeşmeden su içsin diye. Sonra içiyor, insan bi teşekkür eder, bi yalar öper beni, yok! Kıçını dönüp gidiyor, sabahın köründe uyandığımla kalıyorum.<br />
Geçen kızımız kızgınlık dönemine girdi, Allahımmmmm! Hayatımın en en kötü üç günü. En uykusuz, en bitkin. Sevişemiyor diye nasıl bi ağlamak bu! Kızım sen hani elittin, hani özel bi kediydin, niye "erkek kediiii" diye ağlıyorsun, niye beni de ağlatıyorsun! Bütün gece, komşulara ses gitmesin, ağlaması duyulmasın diye odamda onu sevdim, okşadım, oyun oynadım. En son ikimiz de uyuyakalmışız yorgunluktan, düşün. Pert oldum pert! Sabahın dördünde, en son Kamuran'la beraber ağlıyorduk. O "Erkek kedi pipisiiii." diye, ben "Kızım nolur sus, bak aşağı inip verecem seni kedilere, çocuğunun babası kaçıp gidecek sonra!" diye.<br />
Anlayacağın, bizim hikayemiz böyle. Buralara kadar okuduysan, n'olur devamını da oku. Sokakta, yaralı, hasta, bi tarafı eksik, sıkıntıda bir hayvan görürsen lütfen ilgilen. Belediyenin veterinerine koş, hallediyorlar her şeyini. İlgilen, sokaktakiler için mama al, belli köşelere koy. Nasıl mutlu oluyorlar nasılll! Bi kap su koysan da olur, çamurlu su birikintisinden içmek yerine ondan temiz su içsinler en azından.<br />
Eğer biraz daha fazla iyilik yapmak istiyorsan ve alerjin yoksa, lütfen sahiplen. Dünyanın en efsane duygusu, en farklı, en tatlı.<br />
<br />
<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-14171348400785417482018-11-07T19:33:00.002+03:002018-11-07T19:35:02.045+03:0021 Biliyorum, çok geç kaldım, burayı çok ihmal ettim, farkındayım! Ama sizi, şu blog sayfasını, konuştuğum gibi yazmayı nasıl özlemişim nasılll! Az biraz şerefsiz olduğumu sanırım iyice anladınız. Her yazımın başında sonunda "Bu sefer kesin dönüyorum, yaşasın Uzun Saçlı Kel Adam!" diyip ortadan kayboluyorum. Amaaan, bırakın şimdi şerefsizliğimi, bilmediğiniz şeylerden konuşalım! Ben geldim ben! Tolga vardı ya hani, İstanbul'a gelmişti, iki yılda beş ev bir yurt değiştirmişti. Başını beladan belaya, burnunu boktan boka sokmuştu. Şey Tolga işte, zamanında platonik aşkından ölüyordu, onu İstanbul'a ilk kez getiren uçakta acil çıkışta otururken aklına "Bu uçak düşse insanları ben mi organize edecem lan!" düşüncesi yerine aşkını getirip sessiz sessiz ağlıyordu hani. Yaaa, hatırlasana, Dört Levent'te sevişme sesleriyle üç ay yaşamaya çalışan Tolga bu! En son dayanamayıp evden kovmuştu ya ev arkadaşlarını. Ev arkadaşı demişken, hani yeni evinden kaçmıştı ev arkadaşı, kaçtıktan dört gün sonra Tolga'ya "Kanka n'aber ya?" diyerek haber vermişti. Başına gelmedik iş kalmamıştı.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMl4fFT_mhXtwKdLlOOOdKEU_1jZpy78YD32Gr6_MnhfJyNBS25NW3aks1Zj7eGb3hYzZuCRuNsHBP4_5IyD6ZEamsOsX8iURfKfvzPOfU4JqcvgB0d35r_Bu6TZ1EwJTp1yHl_CMRHf-Z/s1600/DFcaLroXUAE23Ut.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="970" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMl4fFT_mhXtwKdLlOOOdKEU_1jZpy78YD32Gr6_MnhfJyNBS25NW3aks1Zj7eGb3hYzZuCRuNsHBP4_5IyD6ZEamsOsX8iURfKfvzPOfU4JqcvgB0d35r_Bu6TZ1EwJTp1yHl_CMRHf-Z/s320/DFcaLroXUAE23Ut.jpg" width="258" /></a></div>
Hah, işte o Tolga, Allahın delisi, blog dünyasının gediklisi, yine klavye başında, gecikmiş özürlerini dileyip gecikmiş doğum günü yazısını yazıyor!<br />
Yemin ederim, hayat çok garip, çok sürprizli. Geçenlerde, ikinci sınav senemde, test çözerken her gece dinlediğim şarkılardan birini dinledim.<br />
Tabi yaş 18, saç sakal birbirine girmiş, kafasında hep "Sen gittin o derecenle mezuna bıraktın, bu sene yaptın yaptın, yapamazsan sıçtın!" düşüncesi, aklında "Bir insan başka bir insanı bu kadar sevemez." dediği sevdiği kişi; kitabının hemen yanında, üstünde İSTANBUL yazan masa lambası, lambanın hemen arkasında bir kağıt, pilot kalemle madde madde yazılmış on'a yakın hayal listesi, masanın köşelerinde tik atılmak için kullanılması umulan fosforlu kalemler, arkada da o şarkı, beş senelik BlackBerry telefonundan çalıyor...<br />
O anki derbederliğimi de, o listeyi de çok iyi hatırlıyorum. "Gülse Birsel'le tanış, hekim ol, ikinci üniversiteni oku, senaryo eğitimi al, senaryo/kitap yaz, senaryon/kitabın filme çekilsin, imza günün olsun, insanlarla söyleşi yap, piyano çalmayı öğren, hayvan sahiplen, İstanbul'da evin olsun, Merve Boluğur'la ta..." öhömmm!<br />
Şarkıyı sonuna kadar dinledim. Bu sefer, pis pis gülen bir Tolga vardı, onu daha çok sevdim! Ha, yalan söylemeyeyim, elim test kitabı ve fosforlu kalem aramadı değil. Düşündüm, o hayal listemdeki çoğu şeyi yaptım. O hissin verdiği mutluluğu anlatmam mümkün değil. Hiçbirini tereyağından kıl çeker gibi yapmadım bu arada, gayet sürüne sürüne, bazen ağlaya ağlaya!<br />
Aile Arasında'nın galasında mesela, o kulis kapısında güvenliğe "N'oluuur ben içeri alınnn, dişlerinizi bedavaya yaparım sözzzz!" diye dakikalarca ağladım. En son dışarı atacaklardı beni. Ama ne oldu, kendimi Gülse Birsel'le kuliste konuşurken buldum. Evet, galadan Sindirella gibi koşarak çıktım belki, son metroyu kaçırmamak için ama olsun. Elma soymayı bile bilmiyorken, tamamen el becerisine dayalı bir bölüme geldim, gelebildim. İşi bazen kıvırdım, bazen kıvıramadım milletten rica ettim, bazen kaçtım ama sonunda döndüğüm yer yine burası oldu, hatta alıştım. "İkisi aynı anda zorrrr!" diyenlere baka baka Radyo Tv Programcılığı okudum, kameradır, mikforondur, çeşitlerini öğrendim. Ne işime yarar inan ben de bilmiyorum ama manevi tatmin sanırım. Babalar gibi eğitim aldım, her cumartesi Moda'da senaryo derslerime koşuyordum! Yarım dönem arkadaşımla hayvan baktım, kedileri görünce irkilen biriyken şimdi sokakta hangi hayvanı görsem sarılmaya çalışıyorum, ben kovalıyorum hayvanları. İstanbul'da ev olayını biraz yanlış dilemişim sanırım, orada sıkıntı oldu. Hayal hatlarında bi karışma olmuş olabilir. Olanları biliyorsun, yazıp hatırlamaya gerek yok. Şimdiki evimde de komşular ev sahibime "çok alemci" demişler hakkımda, yapacak bir şey yok. Onlar da haklı, o kanepelerin dili olsa da konuşsa.<br />
Bu kadar güzel şey oldu, aşkta bi arpa boy yol gidemem sanıyordum. İnan bana, her şeyi denedim, bak her şeyi! Uygulamalar, arkadaşlarımın arkadaşları, mekanda tanışmalar, onlar bunlar şunlar! Ulan hepsi mi başarısız, hepsi mi bi yerinden falso verir! Zaten sen biliyorsun, iki seneye yakın aynı insan için ağladım, zırladım, kötü oldum. Ondan sonra neyin uğursuzluğu bilmiyorum, hep bok hep! Sonsuz tane başarısız ilk buluşmalar yaşadım. Ben de insanım lan, ben de hepsine hazırlanıp gidiyordum! Tam bi şeye başladım, düzgün oldu dedim, yalanlar dolanlar kavgalar. Zaten atarlı biriyim, iyice delirdim. Flört dönemi ayağına üç gün sürüp bi daha haber alınamamış saçmalık silsileleri mi, Alllaaahhh, aylar sonra tek mesajla ortaya çıkıp bir iki hafta görünüp tekrar ortadan kaybolmalar mı, "Seni iyi ki tanımışım."la "Keşke tanışmasaydık." arasında kalmış iletişimler mi, daha ne sayayım! 'Yalnız Tolga' esprileri, kahkahalar, benim patates suratım...<br />
Ama sonunda manita yaptım! Bi tahta falan varsa Allahın aşkına vur ya da kıçını kaşı, rica ediyorum. Bu konuda da artık mutlu olmak çok garipmiş, her an birisi "Kıyamam sana sen mutlu mu oldun, nanikkk!" diyecekmiş gibi geliyor ama alışacağım yakında.<br />
Anlayacağın, benim hayatım sanırım teorikte derine inince "Hassiktirrr!"lerle dolu ama pratikte fena değil. En azından elimdekilerle mutlu olmaya çalışıyorum. Metrobüste ayakta gitmeyince dünyanın en mutlu insanı oluyorum mesela. Mutluluğumun boyutuna kafamda karar vermiyorum, elde ne varsa işte, o bu şu, bi şekilde gülümsemeye çalışıyorum.<br />
Sorarsan, hâlâ çok hayal kuruyorum. Yapamadığım, içimde kalan ama hepsini gerçekleştirmek için zaman kolladığım onca hayalim var. Hâlâ felaket düzensizim, hiçbir şeyi aldığım yere koymuyorum, kıyafetlerimi asla bükmüyorum. Evin her köşesi ayrı bi dünya. Sanırım hâlâ büyüyemedim, bi yerde okumuştum, insanlar kendilerine söylenen övgü cümlelerine olgunlukla cevap verebiliyorsa büyümüş demekmiş. Ben hâlâ birisi "Kazağın çok yakışmış. Gömleğin şöyle güzel. Tolga yaaa, blogunu okuyorum, hehehe! Sende tam senaryo yazacak tip varmış zaten." dediğinde yerin dibine girmek istiyorum, çok çok utanıyorum. Hâlâ inanılmaz hazırcevap biriyim bu arada, içimden ne geçiyorsa onu pat diye söylüyorum, süzgece gerek duymuyorum. Canım istediğinde gülüyorum, gülmek bana ilaç gibi geliyor, insanlar nedense aşırı şaşırıyor mutlu halime. Bu arada, hâlâ spora başlayamadım ama her gün başlayacağımı söylüyorum, kaslı arkadaşlar, rakibiniz olacağım, belki bugün değil ama bir gün!<br />
Şey de hiç değişmedi. Ne zaman şurama kadar gelse, kaçacak tek yerim burası. Buraya yazmaya başladığımda 15 yaşındaydım. Yazmaya başladığımda nasılsam, hâlâ aynıyım, "Yazıyı okudular mı, sevdiler mi, mail atan var mı, yorum yapan var mı?". Durup durup kontrol ediyordum, hâlâ ediyorum.<br />
Bu yeni yaşım için de dileğim, o listedeki hayallerin tamamının olması. Ben kendime inanıyorum ya, altından girer üstünden çıkarım, bi şekilde onları da hallederim. Halleder miyim... Evet evet.<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-2851529628350623872018-09-01T09:35:00.000+03:002018-09-01T09:35:11.663+03:00Başarısız bir ilk buluşma nasıl olur? Neler yapılmaz?Etrafımdaki herkesin bir ilişkisi var. Kimi yeni başlamış, kimi iki yıldır beraber. Herkes aşırı mutlu bu arada, beraber yurt dışıymış, festivallere gitmekmiş, aynı evde oturmakmış; doğruyu söylemek gerekirse kıskançlığımdan ölüyorum. Zaten şerefsiz arkadaşlarımın arasında "müzmin bekar", "şansız Tolga", "kıyamam yaaa sen hâlâ mı yalnızsın?", "Ula şeker gibi uşaksın, neden böyle daaa." (Karadenizliydi.) gibi cümlelerle tanınıyorum. Uyandığımdan beri nedenlerini, olanları düşünüyorum, tek tek anlatasım geldi.<br />
*<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidvKe30q7pjQXpbhc_8UPtbVFqCAXONGxRTpwNx-N7KZHC0-Ex5tFkFTKsAEGOZ8NBFy1pba6ClRrfR3Ap2dJ-hAMlpPiYfgMvof9jOfAfn0dbtsPTzRIRttHEWyuL-jXWMdDgQyEiVp2p/s1600/balrogg_26_by_barlogg-dbuhwam.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="730" data-original-width="1095" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidvKe30q7pjQXpbhc_8UPtbVFqCAXONGxRTpwNx-N7KZHC0-Ex5tFkFTKsAEGOZ8NBFy1pba6ClRrfR3Ap2dJ-hAMlpPiYfgMvof9jOfAfn0dbtsPTzRIRttHEWyuL-jXWMdDgQyEiVp2p/s320/balrogg_26_by_barlogg-dbuhwam.jpg" width="320" /></a></div>
Çok yakın arkadaşıma bildiğin ağladım, buluşmak için ayarladı birini bana. Bence bu yakın arkadaşların görevi zaten bu olmalı ama benimkiler anca kendilerine! Tolga'yı düşünen yok, insan demez mi "Ben gideyim de Tolga'yı ele güne anlatayım." diye. Benimkiler bu cümleyi kurduktan sonra benim salaklıklarımı anlatıyorlar millete.<br />
Neyse, biz konuşmaya başladık. İşte Instagram'lar verildi, eskilerden bir iki fotoğraf beğenildi. Yani şey, "Bebeğim, ben senin şimdiki halini beğendim, onayladım, sıra geçmişteki suratına kalp atmakta." Whatsapp'tan konuşmaya başladık, sabah günaydın mesajlarıyla uyanıyorum. Hatta o 'mesajlaşma evresi' bitti, 'telefonda konuşma evresi'ne bile geçtik. İlk buluşmaya kadar her gün iki saat telefonda konuşuyoruz, ben de o dönemde Dört Levent'te kalıyorum, başımda sevişgen çift her gün inliyor. Anlatacak bi dolu şey var.<br />
İlk buluşma günü geldi. Konuştuk, en yakın arkadaşıyla geleceğini söyledi. Benim de tam o gün en yakın arkadaşım Adana'dan geldi. Hani bu mafya olayında arayıp fikir danıştığım hukuk okuyan arkadaşım. O anda bizi birbirimize gösteren arkadaşım da geleceğini, yoksa başıma geleceklerden korkmamı istedi. Hooop, harika bi ilk buluşma kadrosu, 5 kişiyiz! İlk buluşmaya değil de, liseli kankiler buluşmasına gidiyor gibi duruyoruz.<br />
Kadıköy'de bi şaraphanede buluşmak için sözleştik, akşam yedi buçuk gibi. Bu arada, benim iki ruhsal sıkıntılı arkadaşıma diyorum ki "Beni rezil etmeyin, sadece oturun ve etrafa gülümseyerek bakın." Bunlar hemen "Oooo ayıpsınnn, saçmalama biz öyle şey yapar mıyızzz." dediler. Yapacaklarından adım gibi eminim, bi miktar korkuyorum. Allah bilir neler anlatacaklar diye düşünüp kuruyorum saatlerdir.<br />
Adana'dan gelen arkadaşım tutturdu, "Benim dedem Zincirlikuyu Mezarlığı'nda yatıyor, onu bi kere ziyaret etmek istiyorum." diye. Kabul ettik, ne diyeyim çocuğa, "Bana bak, benim buluşmam var, bırak şimdi dedeni lan." diyemem. "Ama yerini bilmiyorum, biraz tarif ettiler ama hayırlısı." dedi. Saat dört.<br />
O kadar garip ki. Buluşmaya üç saat var, benimki "Nerdesin?" diyor, "Mezarlıktayız." demek de bi garip geliyor. Bi de, mezarlığa bi girdik, Allahımmmm kocamaaaan! Yerini bilmeden burda dedeyi nasıl bulabiliriz, zaten aklım almıyor. Başladık aramaya dedenin yattığı yeri. Saat beş buçuk oldu, bizim dede ortada yok. Ben de salak arkadaşımla beraber Müslüm Gürses'in mezarını bulmuşum, geçmişiz başında ağlıyoruz iki geri zekalı "Babaa bizi neden bıraktın babaaa." diyerek. Saat altı buçuk oldu, dede hâlâ ortada yok. Çolpan İlhan'ın mezarını gördük, arkadaşım dedesini ararken bi posta da orada ağladık. Saat yediye doğru arkadaşımın aklına, mezarı bilen birisini aramak geldi. İşte benim arkadaşım... Dayısı mıdır nedir, adamla Facetime yapıyoruz mezarlığın ortasında. "Sağa dönnnn, yok yokkk ortadan araya gittt, hayırrr, şu soyadın yanında yok muuu, sol yapp." diye diye her yeri aradık.<br />
Saat yedi buçuk oldu, biz hâlâ mezarlıktayız. Buluşma yerine gitmiş benimki, oturmuşlar bizi bekliyorlar. "Tamam bekliyoruz." dedi aradığımda ama sesi bi bozuktu. Bizimki dedesini sonunda buldu, "Hadi dedene merhaba de, kalk gidiyoruz." diyorum, "Beni dedemle yalnız bırakır mısınız, onunla konuşmak istiyorum." diyor. Haydaaa, lan zaten geç kalmışız, olan bana olacak! Bu arada dedesi inanılmaz hovarda bi adammış, hercainin tekiymiş bildiğin. Karı kız için şehir bile değiştirirmiş. Biz de dalga geçiyoruz dedeyle, "Ah dede ahh, şimdi Tinder çıktı, sen o kadar uğraştın karı kız için, insanlar artık sağa sola kaydırıyor hiç yorulmuyor." diyoruz. Saat sekiz.<br />
Koştur koştur Kadıköy'e gittik. Yolda arkadaşıma ayrı, dedesine ayrı çıldırıyorum. Bir de, güya o sıcakta blaizer ceket, altına gömlek giymişim; az sonra elma naneli nargile söyleyip ayak ayak üstüne atıp içecekmişim gibi duruyor. Bunlar yanımda gayet rahat kıyafetlerle, ben yanlarında bayram çocuğu gibi.<br />
Buluştuk, ortam buz gibi. Bir buçuk saatten fazla bekletmişiz, laf sokup duruyorlar. Haksızız, yetmiyor, yüzsüzüz. Bizimkiler çıldırdı, onlar bize laf sokuyor, bizimkiler onlara. "Adana'dan gelmiş yani, ne var biraz bekleseniz."ler bilmem neler. Ortam azıcık yumuşayınca benimkiler başladı beni gömmeye. "Heheheee, Tolga da işte Adana'da böyle böyle salaklıklar yaptı, hahahah!" diyerek. Renk değiştiriyorum bildiğin. Tam çıldırmak üzereyim, masanın altından tekme atacağım, "Amaaa çok tatlı bi insandır, lütfen öyle düşünmeyin." diyorlar hemen.<br />
Korkunç geçen bir akşam oldu. Durağa hep beraber yürüyelim, dedik. Bu üçü önde, ben buluştuğumla arkada kaldım. Klasik hareketler işte, bizi yalnız bırakmalar falanlar filanlar. Bu, durdu durdu, içinden resmen bi şeytan çıktı:<br />
"Bu yaptığınız gerçekten çok berbattı."<br />
"Ne yapmışız?"<br />
"Nasıl bu kadar bekletebilirsiniz bizi ya! Gerçekten berbattı, hiç mi bilmiyorsun böyle olmaması gerektiğini."<br />
Yanlışım varsa düzeltin ama birincisi, durumu seksen kere açıkladım. İkincisi, masada gülüp gülüp yan yanayken içinden şeytan çıkacaksa bebeğimmm, dur orda durrrr! Bi de o ses bana yükseldi mi ne, sen kimsin lan!<br />
"Sana durumu anlattık. Olan şey bu."<br />
"Başka gün gitseydi dedesini görmeye. gerçekten iğrençti yaptığınız."<br />
"Ona da o karar versin di mi? Tek günüydü bugün, hem sana neyin açıklaması bu? Ses tonun neden değişti böyle?"<br />
O anda bizimkiler geldi. Buluşacaktık güya, şu an birbirimizden nefret ediyoruz muhtemelen.<br />
Eve geldik. Ev arkadaşım, ben ve benim iki ruhsal manyakla durum değerlendirmesi yapıldı. Beni ona ayarlayan arkadaşım döküldü hemen: "Tolga yaaa, ben sana söylemedim ama o zaten pek senin hoşlanacağın bi tip değildi. Şöyle şöyle şeyler yapıyor ve dedi ki..." diye başladı anlatmaya. Bunları en başta söyleseydi, zaten bu buluşma olmazdı ama ne yapalım.<br />
Gecesinde bir iki kere yazdı bana, soğuk soğuk cevap verdim. Sonradan arkadaşıma demiş ki "Zaten öyle çok etkilenmemiştim." Hııı, kesin öyledir. Klasik hikaye işte. Ben sana bayıldım zaten. Açtırmasınlar şimdi ağzımı ama neyse.<br />
*<br />
Bu anlatacağım daha da başarısızı. Düşün, bundan daha başarısız şeyler yaşadım... Yine bir arkadaşım benim için birini uygun görmüş, ben de aşırı beğenmişim, buluşacağız. Ama karşı tarafın bunun ilk buluşma olacağından haberi yok. O, benim arkadaşımla hasret giderecek sanıyor, ben yanlarında salçayım. Bu arada, ben niye hâlâ doksan beş yaş kafasındayım bilmiyorum, bildiğin görücü usulü milletle buluşuyorum yahu.<br />
Planımız şu. Arkadaşım, beş dakika oturduktan sonra bizi yalnız bırakacak işim çıktı diyerek, ben de bütün kozlarımı oynayacağım ilerisi için. Ama şu işe bakın ki, daha ilk andan kaybettim. Arkadaşımda kalıyorum üç gündür, bütün kıyafetlerim kirli. Bana küçük gelen bir tişört ve ceketle gerçekten harika görünüyor olmalıyım. Kollarını filan yukarıya çektik ki çok belli olmasın, gittik buluşma yerine.<br />
Her şey çok güzel, çok güldük, arkadaşım gittikten sonra daha da çok eğlendik, ben "Çok etkilendik biliyorummm." kafasındayım. Eve geldim, mesajlaşıyoruz ama hâlâ Instagram üzerinden. Uzun uzun konuştuk, iki güne yine buluşacağız dışarıda. Saat beşte, Göztepe'de bi yerde yemek yiyeceğiz.<br />
Buluşma günü sabahı da konuştuk, saat dört gibi bana yazacağını söyledi buluşma yerini. Saat dört oldu, mesaj yok. Dört buçuk oldu, yok. Beş oldu, yok. Ona kadar saydım, yine yok yok yok! Buram buram ekildim bildiğin.<br />
Bi üzülmüşüm, aklın hayalin durur. Yani bu da yapılmaz bence. Haber verirsin, ne bileyim, en olmadı ertesi gün yazarsın, yazmadı.<br />
Aradan zaman geçti. Biz yolda karşılaştık ben tin tin yürürken. Söyledim, bi ton özür diledi, hastaneye gittiğini söyledi, ağzımı açıp bi şey diyemedim "Neden Instagram'da çevrimiçiydin?" diye. Sonra, muhtemelen bu dünyada sadece benim başıma gelecek bi şey oldu. Bakın burayı iyi okuyun.<br />
Önümüzde yakışıklı sayılabilecek bi adam var, hafif iri, orta boylarda. Biz de beraber yürüyoruz ama. Bu geldi, koluma girdi, yakınlaştı. Tamam dedim, bu iş oldu. Uuu bebeğim, hareketlenmeler. Eğildi eğildi, "İşte," dedi, "Ben böyle tiplerden hoşlanıyorum, biliyor musun?"<br />
Hayatımın en saçma anlarından birisiydi. Hayattan soğudum bildiğin. Kendimi öyle kötü hissettim ki, nasıl veda ettim, nasıl arkadaşıma anlattım hatırlamıyorum bile.<br />
*<br />
Şimdi bi şeyler söylemek istiyorum. Ben mi şanssızım bu kadar, yoksa siz mi fazla şanslısınız? Normali sizinki mi, benimki mi? Daha anlatmadığım tonla şey var, bunlar kadar kötü hem de, öyle düşün. Fazla mı samimi davranıyorum bu ilk buluşmalarda acaba. Ya da ne bileyim, çok mu beklentiye giriyorum.<br />
Anlayacağın, ben yine yalnızım. Şikayetçi misin, diye sorarsan, hayır. Bi şekilde idare ediyorum. Ama umudum tükenmiyor değil lan.<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-5385224634621039542018-08-27T12:04:00.000+03:002018-08-27T12:04:15.142+03:00Neler oldu neler...Buraya, yine, başıma gelenleri tek tek anlatmaya geldim. Uzun zamandır yoktum, farkındayım ama elim boş durmadı, yine bir sürü şey yazdım.<br />
Uzaktan bakınca "Tolga sağ salim yeni evine çıktı, hiçbir şeyi eline yüzüne bulaştırmadı." gibi görünse de işler göründüğü gibi olmadı. Zaten Allahın aşkına, benim hangi işim tereyağından kıl çeker gibi oldu. Şu an ev sahibim diş hekimliğinde son sınıfa yaklaştığımı ve buranın öğrenci evi değil de annesiyle yaşayan bir gencin evi olduğunu sanıyor. Adama indirim yaptırmak için trilyon tane yalan söyledim. Offf, burayı sonra düşünürüz.<br />
*<br />
Tam taşınacağım gün, bayrama denk geldi. Neyse ki hayatımda ilk kez eşya işini birkaç gün önceden halletmiştim de başıma dert olmadı. Bir de, eşyalarını aldığım spotçu adama yalvardım, "Zaten birkaç parça şeyim var, Fındıklı'ya uğrasak, onları da alsak, yeni eve öyle geçsek." diye adamın aklına girdim. Başka bir taşıma şirketine verecek param yoktu çünkü. En son adam beni ne kadar sevmiş olacak ki bana iskender ısmarlamıştı, karşılıklı yiyip Adana dedikodusu yapıyorduk. Neyse, adam sırf benim için bayramda dükkanını açtı (Resmen ayaklarına kapandım çünkü, sokakta kalacaktım yoksa onca eşyayla.) ve eşyalarımı taşımayı kabul etti. Lakin bi sorun vardı, adam benim "Birkaç parça yaaa." diyişime inanmış, kıç kadar araba getirmiş. Bir gördü ki onca valizi, kıyafeti, kutuyu, kitabı; adamın eli ayağı titredi. Sıkış tepiş de olsa arabaya sığdırdılar neyse ki.<br />
Bu arada, şeyi anlatmadım. Benim emlakçım, ev sahibim arkadaşıymış diye evi vekaleten almış adamdan. Ev sahibini kendisi gibi göstermiş. Ben her ayın kirasını ona yatırıyordum, o da ev sahibine yolluyordu. Yani şu hesap, bana bin'e kiraladıkları evi aslında ev sahibinden sekiz yüz'e kiralamış gibi düşün, iki yüz'ü cukkalıyor dümbük. Bunu birçok emlakçı yapıyormuş bu arada, oh valla tertemiz iş. Neyse, ben taşındığım günden tam bir ay önce adamı aradım. Düzgün bir çocuk olarak dedim ki, "Abi, ben evden bir aya çıkıyorum. Evde herhangi bir hasar yok, depozitoyu hazırlar mısın, bir ay sonra senden alayım." Adam inanılmaz sevecen ama sahtekar bir tonla "Oooo Tolgacımmm, hemmmen hazırlıyorum, tam bir ay sonra hesabında bil, iyi ki erken haber verdin." dedi.<br />
Taşınmamdan iki gün önce adama yine yazdım. Yazdım, çünkü aradım açmadı. Bana görüldü yaptı pezevenk. "Abi, iki güne taşınacağım, spotçuya hayvanlar gibi borçlandım, şu parayı unutma sakın." tarzında bir şey. Ki yalan söylemiyorum, adam bana iskender ısmarlasa da neticede satıcı, parasının eline geçeceği günü heyecanla bekliyor, söyleyip duruyor.<br />
Bir gün önce de yazdım. "Abi parayı at artık, ben de adama göndereyim." diye. Şak fotoğraf gitti, adam engelledi beni! Arıyorum, hooop meşgule düşüyor. Bildiğin dolandırmaya teşebbüs etti yani.<br />
Bak, beni kaç yıldır okuyorsun, kaç yıldır başıma gelen saçmalıkları anlatıyorum. Biliyorum, çok büyük boklar yemişliğim, kocaman potlar kırmışlığım, ortalığı birbirine katıp yandan "Hehehe." diye gülmüşlüğüm çoktur. Ama bu kadarını da hak etmedim ya, umarım etmemişimdir.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWW2ACvBdBbJQFmrnI8-uaurhW3TLxCWgTZjyK7xqzMyBc9ATKrD416Kve39f8D5T0EPAz8aRIsAqUJ-CYI8cZ_HRWqC-KwvKi2lOPDdIAcXvhQcHTv5TBM5dRumjfkBwiRuWL0QvgK2zs/s1600/mafya_by_teto_and_rin-dc3j7r1.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="640" data-original-width="1024" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWW2ACvBdBbJQFmrnI8-uaurhW3TLxCWgTZjyK7xqzMyBc9ATKrD416Kve39f8D5T0EPAz8aRIsAqUJ-CYI8cZ_HRWqC-KwvKi2lOPDdIAcXvhQcHTv5TBM5dRumjfkBwiRuWL0QvgK2zs/s320/mafya_by_teto_and_rin-dc3j7r1.png" width="320" /></a></div>
Bi yandan spotçu adam parayı soruyor, bir yandan bizimkiler darlıyor parayı aldın mı diye. Adam telefon numaramı engellemiş lan, ötesi var mı! Hemen hukuk okuyan arkadaşımı aradım, ne yapabilirim diye sormak için. Bana kalsa, kombiyi söküp, buzdolabını alıp götürecektim. Onları da satıp bir şekilde üstüne bir şeyler koyar öderdim borcumu. Ama arkadaşım "Sakınnn! Seni hırsız diye gösterip mahkemeye verir, donuna kadar alır. Suçsuzken suçlu olursun." dedi, dokunamadım. Evi mi dağıtsam, duvarları mı mahvetsem acaba, dedim, lan donuma kadar alırsa kıçım açıkta kalır diyerek vazgeçtim. Düşündüm, ne yapabilirim diye, hah! Yandaki çilingirden gidip yeni kilit aldım, spotçu adam evin kilidini değiştirdi.<br />
Amacım şuydu. Bu adamı uzun süre taşınmadım, ben hâlâ evdeyim diyerek oyalamak, en sonunda evde olmadığımı çaktıklarında da eve girmek için çilingire para vermelerini sağlamak. En az iki hafta oyalarım, diye düşündüm. Ellerinde kalsın pezevenklerin evleri.<br />
Küfürler ede ede kilidi değiştirdik, kamyona eşyaları doldurduk. Tam çıkacağız, yönetici geldi. Son üç ayın aidatını soracak, eminim. Ulan apartmanda asansör yok, bodrum katta yaşıyordum, aidatı otuzdan kırka çıkarmışlar! Vallahi de vermedim. Yani yaptığım az buçuk ayıp ama o adam bi sinsi geliyordu bana, paranın bi kısmını cukkalıyor gibiydi. Vallahi kusura bakmasın kimse ama İstanbul'a geldiğimden beri herkesten her şeyi bekliyorum.<br />
Aidatı istedi tabi. "Vermem." dedim. Depozito olayını anlattım, gidip onlardan istersiniz, ben bu işte yokum, hadi eyvallah, dedim. Adam bi anda bana hak verdi. "Bence de verme, ben onlardan alırım. Bu daireye her taşınana aynı şeyi yapıyor şerefsizin evlatları, depozitosunu vermiyorlar kimsenin." dedi. Birden aklıma geldi, "Bu evin gerçek sahibinin telefonu sizde var mı acaba?" dedim. Adam hemen verdi. Aradım adamı.<br />
Bildiğin kıçımın dibinde kamyon bekliyor, ben nelerle uğraşıyorum. Adam açtı telefonu, tanıttım kendimi, "Kiracınızım ben, şurada oturuyorum." dedim. Bana duyunca bayılma hissi veren o soruyu sordu: "Sen neden beş aydır kiranı vermiyorsun?"<br />
İşte bundan sonra herkeste şerefsizlik potansiyeli vardır, dedim. Her ay, kirayı gününde, saatine yatıran ben! Kirayı vermiyormuşum! Emlakçı bildiğin beş ayı cukkalamış! Adama da "Tolga bu aralar çok sıkışık, o yüzden veremiyor abisi, mazur gör." diyormuş! Adama "Abi, ben sana bütün dekontları yolluyorum. Bizde yalan olmaz." diyip bütün eft belgelerini gönderdim, tekrar aradım.<br />
Bi gaz vermeye başlamışımmm, aklın hayalin durur. "Abi, sen kaliteli dürüst adamsın. Evini bunlardan kurtar ama ondan önce git ağızlarına sıç bi güzel, seni dolandırmışlar. Arkadaş dediğinin attığı kazığa bak, hesap sormayacak mısın?" diyip bi güzel doldurdum adamı. Adam telefonu kapatırken "Gösterecem o Celal'e!" diyordu en son. İçimin yağları eridi.<br />
Kamyona bindim, eve geldik. İmanımız gevredi, hayatımın en yorucu günlerinden biriydi ama evim içime çok sindi. Eski evimin yarısı kadar ama olsun, güneşli, ferah, daha ne. Şımarmaya gerek yok.<br />
Aradan birkaç saat geçti, sızmışım. Telefonum çaldı, uyandım. Bi baktım, emlakçı! Sohbeti aynen yazıyorum:<br />
"Alo, Tolgacım, canım nerdesin?" (Canım'mış, ben sana gösterecem canımı.)<br />
"Neden soruyorsunuz?"<br />
"Evde misin diye şey ettim. Eve müşteri çıktı da, gezdirmek için."<br />
"Saat akşamın on buçuğu. Ne müşterisi bu, bu saatte. Eve geleceğim şimdi, istemiyorum kimseyi. Hem param nerde, niye yollamadınız?"<br />
"Tamam canım benim."<br />
Şak, kapattı. Sinirden elim ayağım titriyor. Kıçımın üstüne oturamadım. Adama tehdit mesajları yazıyorum, lan bunlar aşiret gibiler, yemin ederim izimi bulsa hiç acımaz öldürürler beni, yollayamıyorum. Birkaç dakika geçti, yine aradı. Bu sefer sinirli ama.<br />
"Sen kilidi mi değiştirdin?"<br />
"Sen eve mi girmeye çalışıyorsun? Haneye tecavüz diye karakola giderim, benimle uğraşmayın sakın."<br />
"Bak şöyle yapalım, hadi sen bize anahtarı getir, ben de sana parayı vereyim."<br />
"Beni bir kere dolandırdınız, bir kere daha dolandırmanıza izin verir miyim ben lan? Parayı yolla şimdi, telefonuma bildirimi gelecek para geldiğinde. O zaman anahtarı taksiyle gönderirim. Seninle bir daha muhatap olmam ben."<br />
"Sen getir anahtarı, bak aha paranı hazırlıyorum. Hadi bakalım."<br />
"Yok. Sen parayı gönder, bak taksiyi arıyorum."<br />
Biraz çene dalaşından sonra kapattı yine. Öyle iğrençler ki, çilingire para vermesin diye bunu yapıyor. Ben de az değilim, haneye tecavüz falan.<br />
Sabah oldu. Spotçu arayıp duruyor. Bu adam da yani, abi bi dur be! Yemiyorum, gönderecez paranı bi şekilde. Başıma neler gelmiş, zaten sinirden kuduruyorum.<br />
En güzeli, dedim, bunların ofisine gidip parayı öyle istemek. Vermiyorlarsa da "Anahtarı da vermiyorum, kırıp girin." diyip çıkar giderim. Ayyy, umarım öldürmezler beni lan. Daha senarist olamadım, diş hekimi olamadım, İstanbul'da her yeri bile gezemedim henüz. Umarım ölmem. Bunlar öldürür beni kesin ama ne yapalım. Neyime güveniyorsam, iki metre boyuma herhalde.<br />
Atladım minibüse, baya yaktım gemileri, gidiyorum ofise. Yanımda da bir adam oturuyor. Elinde kira sözleşmesi, aaaa, üstte beni dolandıran adamın adı, imzası! Allahın sevgili kulu muyum neyim. Bunu da vazgeçireyim hemen bunlardan evi kiralamaktan, yine zarara girsinler.<br />
Döndüm yana doğru, "Siz de mi Xxxx Emlak, Celal Bey'den kiraladınız?" derken, elim ayağım titreye titreye başıma gelenleri anlattım. "Belliydi zaten böyle bir adam olduğu, hiç güvenilir birine benzemiyordu." dedi. Ama adam akıllılık etmiş, evi sahibinden kiralamış, emlakçıdan değil. Hep ev sahibiyle muhatap olmuş, bana bi ton nasihat verdi gülümseyerek. Sinirimden adama "Neden gülerek konuşuyorsunuz, komik bir şey varsa ben de güleyim." dedim. Özür diliyorum kendisinden eğer okuyorsa.<br />
Adam bi anda "Sana yardım edebilirim." dedi. "Nasıl yani?" diye sordum, bi Allahın kulu o parayı alamaz bence çünkü. "Fındıklı'da herkesin tanıdığı mafya bir taksi durağı başkanı var. İstersen onun yanına götüreyim, her sorunu çözer." dedi.<br />
Allahımmmmm, şu gencecik yaşımda mafyalara bile bulaştırdın ya beni, ben sana daha ne diyeyim. İnşallah bok yoluna gitmem, daha sinema filmim var, diş dolgusu bile yapamadım beeen! Birkaç yalan söyledim, milletin arkasından konuştum diye mafyaları mı bana reva gördün yarabbimmm!<br />
Ayyy, böyle ağladığıma bakma, gözüm nasıl karardıysa, hemen adamın yanına gittik. Benim boylarımda ama benden yan yana üç tane olan cüssede birini düşün. Beyaz gömlekli takım elbisesi, düğmeler üstten iki tane açık. "Yeğenim." diye konuşuyor. Bildiğin mafya, filmlerdeki gibi yani.<br />
Başıma gelenleri anlattım. Bi ton nasihatı da ondan dinledim "Yeğenim benim, bak şimdi..." diye diye. "Ne yapacağız?" dedim, "Seni oraya ben götürecem ama taksiyle değil. Benim kendi aracımla gidecez. Parayı alıp gelecez, merak etme." dedi. Hıı, evet mafya abi asla merak etmiyorum. Bi anda silahlar patlarsa ben Betüş periyim zaten, bize koruma kalkanı yaparım.<br />
Bindik arabasına, vardık ofise. "Sen hiç konuşma." dedi, indik arabadan.<br />
Ofise girer girmez beni dolandıran Celal ayağa kalktı, masasında oturuyordu. Ben kenara çekildim. Mafya abi yürüdü yürüdü, Celal'in masasına geldi, elinin tersiyle omzuna vurdu Celal'in. Celal bi sendeledi, mafya abi Celal'in sandalyesine oturdu ve sigara yaktı! Hayatımın en efsane anlarından biriydi, ölsem unutmam. "Tolga, oğlum, anahtarı ver. Sen de git hadi hazırla şu parayı." dedi. Celal şoklar içinde gidip paramı hazırladı, verdi. Anahtarı verip çıktık.<br />
Mafya beni durağa tekrar götürdü ve numarasını verdi. Bundan sonra, bana karışanınız, kötü yorum yapanınız, canımı sıkanınız olursa, başınızı belaya sokmam an meselesi, bi telefonla her şeyi çözerim, haberiniz olsun!<br />
<br />
UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-71382811577261612652018-06-15T22:38:00.002+03:002018-06-15T22:43:29.108+03:00Aleyna Tilki ile Ortak 3 Özelliğim!Bunca işimin arasında oturup, tüm Türkiye'nin ezbere bildiği şarkıların solisti, şuncaaaacık yaşına rağmen "Kaaalbimde kırılmadık yer mi bıraktı?" diyen, Türkiye'nin en çok dinlenen şarkılarına sahip bir kızla kendimi kıyaslamak istedim! Sevgili Aleyna, kıskançlık çok kötü, çok zor!<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiuCx5oqhyphenhyphenN0L9d1F_VGp5Dy6U__mW5awBQH2J2RVXHQZ3hPytznlcsQgzKgkmLHDa1_5xqGcfuiL11Up3EjzGVFfnUCqiknvlzFOZDzTZATOxgMZik2GRJM9lfnedT_p6Vj89oMXSPrDN/s1600/vuEzqjY5_400x400.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="398" data-original-width="395" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiuCx5oqhyphenhyphenN0L9d1F_VGp5Dy6U__mW5awBQH2J2RVXHQZ3hPytznlcsQgzKgkmLHDa1_5xqGcfuiL11Up3EjzGVFfnUCqiknvlzFOZDzTZATOxgMZik2GRJM9lfnedT_p6Vj89oMXSPrDN/s320/vuEzqjY5_400x400.jpg" width="317" /></a></div>
<b>Parmakla gösterilmek: </b>Aleyna, her zaman popüler bi çocuk olduğunu, gittiği tüm okullarda parmakla gösterildiğini söylüyor. Bu kız beni anlatıyor yahu!<br />
<i>Zaman, ilkokul yılları. Yer, servis. Sürücü, Mehmet Amca. </i><br />
Sabahları uyuyan ölülerin oturduğu, öğlen okul çıkışı Mehmet Amca'nın keliyle oynamaya çalıştığı, servisi sallamak için uğraştığı, koltuktan koltuğa uçarak seyahat ettiği servisimizde, Mehmet Amca'nın hemen arkasındaki minik çıkıntıya dizlerimi koyup arkadan kollarımla Mehmet Amca'nın kafasını yaslayacağı koltuk parçasına sarılmış, tin tin tin bağıra çağıra gidiyorum. Tam arkamda da Çağrı diye esmer bir çocuk var, yanındakiyle taso muhabbeti yapıyor, serviste gürültü had safhada, Mehmet Amca önde muhtemelen ağlıyor!<br />
Bi anda, efsane bi frenle, ben hoooop, arkamdaki Çağrı'nın üstüne düşüyorum! Ve bizim Çağrı hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor, kolunu hareket ettiremeyerek!<br />
Sussun diye özürler diliyorum ama çocuğun ses seviyesi giderek artıyor. Çağrı'nın evine varıyoruz ve oradan ayrılıyoruz.<br />
Ertesi sabah, öğlen zırdeli olup çığlıklar atan ben, koltuğumda uyur uyanık halde oturuyorum, suratım asık, Çağrı'yı mağrıyı unutmuşum. Çağrı'nın evine varıyoruz, kapı açılıyor ve içeriye Çağrı yerine kıvırcık saçlı bi kadın giriyor, annesi!<br />
"Nerde o, nerde o Tolga!" diye bağırıyor. Bu cümleyi maalesef ilk duyuşum değil... Ne zaman büyük bi bok yesem, ortalığı karıştırsam, mağdurun anası babası gelip bunu söylüyor çünkü! Asla sesimi çıkarmıyorum.<br />
Ve o anda, tıpkı Aleyna'nın yaşadığı gibi, bütün servis beni yavaşça parmakla gösteriyor! Ah Aleyna, seni anlıyorum bebeğim!<br />
Kadın "Çocuğumun kolu kırılmış senin yüzünden!" diyip yüzüme bi tane geçiriyor. Mehmet Amca'ya bağırıp çağırıyor bana mukayyet olamadığı için. Ve servisten iniyor!<br />
Ağlayarak eve döndüğümü ve okula gitmediğimi söylememe gerek yok sanırım!<br />
Devam edelim... Ah evet Antonyo, parmakla gösterildiğim çoktur!<br />
<i>Zaman, lise yılları. Yer, koridor. </i><br />
Lisenin ilk matematik sınavı. İnsanlar başına geleceklerden habersiz, mantık-kümeler çalışıyor. Size dokuzuncu sınıfta okulla alakamı anlatayım. Kitapçıya girip ilkokulda çözdüğüm Anafen yayınlarının biyolojisini sormuşluğum, adam "O yayın ilkokul için." dedikçe "Sen bilmiyorsun, iyi bak iyi o rafa!" diye bağırmışlığım vardır! Anlayın alakamı işte.<br />
Şuursuz bi insan olduğumdan daha önce bahsetmiştim. Sınavdan birkaç gün önce hocanın yanına gidip "Heheheheee, 100 alırsam bana kebap alınnn!" diye konuşmuşum, çok affedersin, oturma organım bilmem nerde! Hoca da pis pis gülüp "Hıhı, alırsın alırsın, aynen." diye cevap vermiş. Yani ortalık karışacak!<br />
Sınava girdik, elimden geleni yaptım, çıktım. O koridorda ağlayanlar mı, bayılma tehlikesi yaşayanlar mı, okul değiştirmeyi düşünmeye başlayanlar mı, Allah Allaaaah!<br />
Ertesi sabah, okul hıncahınç dolu. Bütün veliler okulu basmış, matematikçiyi arıyor bi kaşık suda boğmak için! Onların çocuklarının 90'dan aşağı notu olamazmış, şu an 10 bekliyormuş, böyle sınav mı olurmuş!<br />
Sınav açıklanıyor. Okuldaki en yüksek not 90. 90'dan sonra en yüksek 68, kalanı 45'ten aşağı!<br />
Ve 90'ı alan kişi, bakınız, bendeniz!<br />
Yürüyüşüm bile değişiyor. Einstein gelse matematik kursu verecek seviyede görüyorum kendimi, o derece! P ise q hayatım!<br />
Ve koridorda yürürken insanlar beni parmakla gösteriyor! "İşte 90 alan bilmem ne çocuğu buymuş, heee heeee şu uzun zayıf yok mu deve gibi, aynen şu kambur çocuk almış, ben de inanamadım." diyerek.<br />
Sevgili Aleyna, parmakla gösterildim mi gösterildim, haticeye değil neticeye bakacaksın bebeğim!<br />
<b>İlkokulda fanları olmak: </b>Aleyna, ilkokulda fanlarının olduğunu söylüyor! Hemmmmmen anlatıyorum!<br />
Yer, Adana'da bir ilkokul. Olay, korkulu rüyam, veli toplantısı!<br />
Hocalar, hiç kimseyi doğru dürüst tanımadıkları için, ellerinde fotoğrafla gelen veliler bile var! Ancak her hoca girdikten sonra, toplantıyı bitirirken tek bi ismi telaffuz ediyor: Tolga!<br />
"Kimin çocuğu Tolga? Tolga'nın velisi burda mı? Sibel Hanım?"<br />
Aleynacım, gördüğün gibi, popülerliğim coşmuş vaziyette! Bütün hocaların dilinde ben varım, hahahayyyt!<br />
Ancak annemin elini kaldırıp ayağa kalkmasıyla işler değişiyor.<br />
"Hayatımda bu kadar konuşan bir çocuk görmedim Sibel Hanım! Ne yedirdiniz içirdiniz bu çocuğa! İnsan derste öğretmeninden daha fazla anlatacak şeyi nasıl bulabilir! Lütfen artık konuşun çocuğunuzla! Yanındakini de rahatsız ediyor, Göksu dersi dinlemeye çalışıyor!"<br />
Bütün hocaların konuşmaları bu minvalde! Annem toplantıda boynunu büküp oturuyor, evde çıldırıyor.<br />
Okuldaki popülerliğim evde bi bok yaramıyor! Anne terliğiyle tahtım yıkılıyor! Ama ne demiştik, haticeyi boş ver Aleyna, neticeye bak.<br />
<b>"Halk bana bayılıyor": </b>Aleyna, tüm Türkiye ile konuşmuş olacak ki, halkın kendisine bayıldığını iddia ediyor! Bana da öyle bebeğim, kendine geeeel!<br />
Yer, Blogger. Zaman, toy zamanlarım.<br />
İlk yazılarımı girdiğim zamanlarda her gün yazmaya çalışırdım. Bazen kimse okumazdı, bazen de çok kişi okur, yorum yapardı.<br />
"Bu ne saçma yazı.", "Niye böyle şeylerle uğraşıyorsun?", "Çocuk da haklı sana bunu yaptıysa.", "Öfff, bi saat seni okudum, bunun için miydi?" gibi gibi...<br />
E hemen bağlayayım, kötü eleştiri, gizli hayranlık bebeğim!<br />
Halk bana bayılıyor! Ben bu yorumlardan bunu anlarım, bunu bilirim, n'aaaber?<br />
<br />
Sesin benden iyi olabilir ama o da birkaç şan dersine bakar, madde olarak hemen eklerim buraya, hiç acımam Aleynacım!<br />
Hodri meydan!<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-43621297235979673512018-06-11T11:23:00.001+03:002018-06-11T11:35:57.726+03:00Yeni evim umarım son evimdir!Buraya <a href="http://uzunsaclikeladam.blogspot.com/2018/06/degisiklik-yapmak-istediginize-emin.html" target="_blank">şu yazıyı</a> yazdığım gün, gezmek için aklımda olan evlere gittim. Bi ayrıntıyı yazmadan geçmeyeyim, emlakçı kadına "Saat 10'da orda olurum, beraber evleri gezeriz, olur mu?" diye tembih ettim. Ben gittiğimde kimseyi almasın, ben de orada oturup beklemeyeyim, zaman kaybetmeyeyim diye. Neticede beş günüm kalmış, ortada ev yok, üstelik şu an kaldığım evi de boşaltmamışım. Ama ne oldu... Emlakçıya tam 7 saat geç kaldım! En son kadına telefonda ağlıyordum "Hemmmennn geliyoroooom, çok özür diliyorooom." diye.<br />
Nefesler içinde emlakçıya vardım. Kadının bana ev gezdiresi varsa bile tipimi gördükten sonra gitmiştir. İki metre boyunda bi zürafa, anammm anammm terler içinde, gergedanvari sesler çıkarıyor. "İki tane ev göstereceğim size, ikisi de buraya yakın. Beğenirseniz ev sahibini arar, fiyatta yardımcı olmasını isteriz." dedi. Kalktık, gezmeye başladık.<br />
Semt inanılmaz güzel. Evler kadının dediğine göre metroya da minibüse de yakın. Hemen aklımdan "Hmmm geceleri sürttükten sonra tek minibüsle evdesin, korsan taksilere para bayılmaktan kurtuldun." diye geçirmeye başladım. Bi yandan da dua ediyorum aradığım gibi bir yer bulabileyim diye.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiOZSmB_Sbq-iRfRXreADEAUkXRKmOAAX42CMH9Ea-7m4Aah2jkGHs_aSwbT9hMwWuR4EdmOzra9yFsD141lE_cgfp7YMrYXo8uRsRj60xqLq2pPMuXfOe3mxMgOnQ-e3tSDFRM3gnba2Qv/s1600/friends_by_lostknightkg-d4pq0lw.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="600" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiOZSmB_Sbq-iRfRXreADEAUkXRKmOAAX42CMH9Ea-7m4Aah2jkGHs_aSwbT9hMwWuR4EdmOzra9yFsD141lE_cgfp7YMrYXo8uRsRj60xqLq2pPMuXfOe3mxMgOnQ-e3tSDFRM3gnba2Qv/s320/friends_by_lostknightkg-d4pq0lw.jpg" width="320" /></a></div>
İlk eve geldik. Ev bahçe katı diye geçiyor ama bir kat aşağı iniyorsun zeminden. Biraz fazla karanlıktı sanırım, içime hiçbir şekilde sinmedi. Benim şu anki evim de yerden biraz aşağı, bazı odalarımdaki o karanlığı bildiğim için gözüm korktu açıkçası. Ama ev kocamaaaan. Ciddiyim, ben bu evi tutsam beş kuruş param yok, ölsem eşya dolduramam. Bahçede bi teras yapmışlar, o kadar güzel ki! Biraz temizlense bütün yazımı orada geçirebilirim, diye düşündüm ama bu aydınlık olmayışı maalesef evin üstüne bi çizik attırdı.<br />
İkinci eve gittik. Daha kapıdan girer girmez, Allahımmm, içime bir güneş doğdu. Cephesiyle alakalı sanırım, güneş hâlâ evin içinde sanki, o denli aydınlık. Üstelik dört katlı bi apartmanın üçüncü katı, eğer tutarsam hayatımda ilk kez ara katta oturmuş oluyorum. Metro ve minibüsün hemen ortası, konumu da güzel. Odaları gezmeye başladım. Ev sahibi, evi daha yeni almış, içini yaptırmış hemen. Ufacık bir balkonu bile var, oraya masayı atıp bütün yazı geçirebilirim.<br />
Kadına bu evi beğendiğimi söyledim. Kirası ayırdığım bütçenin üstündeydi. Ciddi olduğumu ve indirim istediğimi söyledim. Büroya vardıktan sonra ev sahibini aradık. Adamla önce kadın konuştu. Bu arada, kadın bana "Düzgün yüzlü bir kardeşimiz." dedikçe, "Düzgün yüz nasıl oluyor lan, benimki gibi mi be! Orman kaçkınıyım mübarek." diye düşünüyordum zaten. Kadın istediğim gibi bir indirim yaptıramadı adama, telefonu ben aldım.<br />
En son bu kadar yalvardığımda, ilkokulda Kızılay kulübü toplantısı yerine arkadaşlarımla döner yemeye gittiğimde yok yazılıp disipline gittiğim için müdür yardımcısı karşısında ağlıyordum. Neler diyorum adama, sevap yapmaktan girdim, iyilik ayından çıktım yemin ederim. Sonunda adam çeneme dayanamadı sanırım, istediğim indirimi aldım! Ve evi tuttum!<br />
Ama birkaç yalan söylemek zorunda kaldım, emlakçı kadın beni buna itti çünkü. Sanki bunları söylemesem evi vermeyecek gibilerdi vallahi. "Diş hekimliğini bitirmek üzereyim." dedim, halbuki daha yeni başladım, 4 yılım var... "Annemle yaşayacağım yaaa, evet evet genelde o olcak evde." dedim, annem Adana'da... Komisyonu indirsin diye "Bakın kaç tane emlakçı gezdim, bi sizde böyle iyi hissettim." dedim, bütüüüün emlakçılara zaten aynısını söylüyorum. "Eğer komisyonu indirirseniz çok büyük bi iyilik yaparsınız, zaten aşırı şeker bi kadınsınız." dedim, içimden kadına neler neler sayıyordum elli liranın hesabını yaptığı için.<br />
Evi tuttuktan sonra arkadaşlarımı ayarladım, önceki gibi sürünmemek için bu sefer yardım istedim. "Pazar günü saat 2'de attığım konumda oluyorsunuz, evin temizliğini bitirip eşyalara bakmaya gidelim." dedim. Saat 2 oldu, benim ruhsal sıkıntılı arkadaşlarım aradı, "Tolga yaa, hava çok sıcak, istersen akşam 6 gibi evde olalım, her yeri tertemiz yapıp sabahlarız, bi yerlerde otururuz." dediler. Tamam, dedim. Sonra ben bi uyumuşuuum, uyandığımda saat 7'ydi! "Sıçtın Tolga, mahvedecekler seni." dedim, telefona bi baktım. Sıfır arama, sıfır mesaj. Hemen aradım, "Togi hemen çıkıyoruuuz." dediler. İşte benim arkadaşlarım, sadece benim yapacağım bi hareket çünkü bu "Hemen çıkıyoruum." yalan söylemesi.<br />
Benim evden viledayı aldım, şişe şişe temizlik malzemesi aldım, kocaman bi örtü aldım üzerine otururuz diye, yeni eve gittim. Tabii ki kayboldum bu arada, yer yön sıkıntılarımı sonra gözden geçirmeliyim. Yiyecek bir şeyler de almıştım ama onları beklerken midem kazındı, yarısını yedim vallahi. Ve saat 6'da diye ayarladığımız buluşmamız, saat 11'de gerçekleşti... Benim arkadaşlarımla buluştuğum tamamen aklımdan çıkmış, tabii ki bana benzemek zorundalar!<br />
Herkes bir odayı aldı, ben de tuvaleti seçtim. En son, çamaşır suyu kokusundan içerde bayılıyordum fayansların üstüne "Annecim annecimmmm!" diyerek. Bildiğin takıntı yaptım, ellerim acıyor hâlâ ovalamaktan.<br />
Bu arada, dünyanın en güzel şeyi dostluk. Birilerinin yanında olduğunu bilmek, desteğini hissetmek çok güzel değil mi ya? Arkadaşlarımı mutfak dolaplarını, yerleri, camları ovalarken görünce gerçekten çok duygulandım. Yalnızlık gerçekten korkutucu sanırım benim için, sabaha karşı dörtte çamaşır suyu kokusu eşliğinde dünyanın en salak şeylerine beraber güldüğüm birileri olmasaydı ne yapardım bilmiyorum.<br />
Evim artık temiz, sadece eşyasız. Bugün de eşyalara bakmaya gideceğim. Çok merak ediyorum bu yaz neler olacağını.UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-57226534008299394592018-06-07T09:12:00.001+03:002018-06-07T09:12:57.835+03:00Değişiklik yapmak istediğinize emin misiniz?Yine, yine ve yine ev değiştiriyorum! Emlakçılara ve taşıma şirketlerine verdiğim parayla Etiler'de ev alabilirdim kendime yemin ederim. Off, tamam abartmayayım, Beylikdüzü'nde bir artı bir dairenin bir yıllık kirasını peşin verirdim sanırım.<br />
Ben burada eve çıkmadan önce, bana çok kişi söylemişti. "Tolga, sen şimdi okula yakın diye dağın başını istiyorsun ama seni tanıyoruz, sen dayanamazsın orada." diye. Her zaman yaptığım gibi burnumun dikine gittiğim için gerçekten çok üzgünüm. Okula yakın diye bir otobüsün son durağına yakın bir yerde ev tutmak, dönem içinde depresyon yaşayınca hiç iyi olmuyormuş.<br />
Annem Adana'dan bakıyor, ben buradan, harıl harıl ev arıyoruz. İşin kötü yanı şu, 9 gün sonra sözleşmem bitiyor. 9 gün içinde, evden ayrılmış, yeni evime yerleşmiş, faturaları üstüme almayı başarmış, bayram gelmeden içine eşyaları doldurmuş bir vaziyette olmak zorundayım. Ya Allahın aşkına, bir insan sınavlarına çalışmayı son güne bırakır, sabaha kadar ağlaya ağlaya çalışır, halleder. Ne bileyim, misafiri gelecektir, temizliği onlar gelmeden bir gün önce koştura koştura yapar, halleder. Ama bir insan, İstanbul gibi bir şehirde ev değişikliğini son haftaya bırakamaz ya, yapamaz bunu, gerçekten. Bi tek benden beklenirdi sanırım...<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvb2F2p8bvAVb6RPtbeNp5tbuZcYxnk35v_oXsS17BdQm8xV6X-FoGc6ZldvMXxWJXqY9HOd94eM8IsJqj-4KWn8kuqL86EOVZDAK3nKSBq0Zq_-qMmC4spQS5yuH83XSwyQ3M6-67gDQi/s1600/cb13f08d0cced947653d5a1b56f8a245.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="600" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvb2F2p8bvAVb6RPtbeNp5tbuZcYxnk35v_oXsS17BdQm8xV6X-FoGc6ZldvMXxWJXqY9HOd94eM8IsJqj-4KWn8kuqL86EOVZDAK3nKSBq0Zq_-qMmC4spQS5yuH83XSwyQ3M6-67gDQi/s320/cb13f08d0cced947653d5a1b56f8a245.jpg" width="213" /></a></div>
Başıma yine bi sürü şey geldi! Finallerim devam ederken mecburen birkaç tane ev gezdim. Bi tanesi, gayet nezih, sakin bir semtte, fotoğraflarından anladığım kadarıyla güzel de bir evdi. Önce emlakçının yanına uğradım, adam beni eve götürdü. Ev bir artı bir, bahçe katı. Apartman aile apartmanı, belli. Zaten adam eve yürürken lafını sokmayı ihmal etmedi, "Burası aile apartmanı, ses yapmazsak..." diyerek. Ne yapacağım acaba senin apartmanında, sen benim üstümde oturuyormuşsun, sen ses yapma asıl. Neyse, eve vardık, ben evi gezmeye başladım. Tuvalet biraz eski gibi ama halledilir, diğer odalar fena değil. Amerikan mutfak yapmışlar, tezgah çok kısa ama olsun, Emine Bedercilik oynamayacağım zaten. "Ben beğendim gibi, bi annemi görüntülü arayayım, onun da fikrini alalım." diyip telefonumu çıkardım ve dan dan dan! Servis yok!<br />
Hiçbir şekilde ulaşamıyorum kadına. Hani laf etmeyeyim dedim, diğer odalarda da deneyeyim, bi yerde çeker sonuçta. Tuvalette, klozetin üstünde bile denedim, servis hiçbir şekilde gelmiyor! Tek çizgi bile değil, direkt kapalı görünüyor telefon.<br />
Söyledim adama, şehir dışından beni arayacak insanlar olduğunu ve ulaşamazlarsa bana hayatı dar etme ihtimallerini, benim internetsiz bir hiçe dönüştüğümü, telefonumun sol böbreğim kadar değerli olduğunu bir bir anlattım. Adam da zaten şak diye söyleyiverdi, "Evet, bu katımızda telefon çekmez, çekmesi için bahçeye çıkmanız gerekiyor." diye. Lan böyle saçma şey mi olur! Kirası da uygundu biraz, meğer o yüzden böyleymiş.<br />
Adama teşekkürümü ettim, pıt pıt yürümeye başladım durağa doğru. Ertesi gün sınavım var, stresten ölüyorum. Annem aradı beni, bi güzel bağırıyor bana. Adam annemi aramış, "Oğlunuz Turkcell kullansa telefonu çekerdi, hem bizim mahallemizde bazen telefon çekmeyebiliyor." demiş. Açıklamanın saçmalığını bir kenara bırakıyorum, ben eve arkadaşım geldiği zaman, "Canım yaa, operatörün nedir, ona göre evde telefonunla görüşme yapabileceksin. Kıyamamm, Vodafone musun sennn, istersen biraz bahçede takıl, öyle gel." mi diyeyim, ne yapayım.<br />
Ertesi gün, başka bir ev için görüşmeye gittim. Ev sahibi kadın, öğretmen emeklisiymiş, ev de minibüse çok yakınmış. Minibüsten indim, haritaya baka baka yürüyorum, deve gibi bacaklarımla bile yol bitmiyor, gerçekten çok yakınmış... Eve vardım, kadın aşağıda bekliyordu, çıktık beraber yukarı. Evin olduğu sokak o kadar güzeldi ki, ev de öyledir herhalde, diye düşündüm, fotoğraflardan baya iyi duruyordu çünkü.<br />
Daha demir kapıdayken sorun başladı. Sanki kapı kilitli değil, üzerine bi abansam şak diye açılacak, öyle bir sağlamlıktaydı. Girdim içeri, parkelere bastıkça, şişkinliklerinden sanırım, patır patır kırılıyorlar. Ama evin içi nasıl aydınlık, üstelik balkonu bile var. Tuvalete bakmak için girdim, kafamı bi kaldırdım, tavan mahvolmuş. Renk değiştirmiş bildiğin. Kadına diyorum ki, "Burayı ben gelmeden boyatacaksınız, di mi?" İstifini asla bozmadan "Hayır, sen halledersin çok istiyorsan." diyor. Mutfağa girdim, o dolapların halini görmen lazım! Suntadan almış paraya kıyamamış, hep dökülmeye başlamışlar. "Mutfak biraz eski gibi..." diyorum, "Ayy ne eskisi, daha yeni yaptırdım, beş yıl oldu!" diyor. Gerçekten yepyeniymiş teyzecim! "Şurda parke parçalanmış, altı şişmiş." diyorum, "Rahatsız olursan sen halledersin." diyor. Yani kadın buram buram "Ben pintilikten ölüyorum, evin başına bir şey gelirse ben arazi olacam!" kokuyor.<br />
Teşekkürümü ettim, bu arada o da aynı cümleyi kurdu. "Burası aile apartmanı, gürültü yapmazsan iyi olur." diye... Aşağı indik, minibüse yürümeye başladım. Kenarlarda da spotçular var, eşya sorup duruyorum.<br />
Yani amca, seni kırmak istemiyorum ama sen ikinci el eşya satıyorsun. Sıfır fiyatına yakın eşya satarsan ben senden nasıl eşya alabilirim acaba... Adamın yaptığı kâra baktıkça, "Bırak dişi mişi, keşke spotçu olsan." diye düşünüp yıllık ne kadar kazanırım diye hesap yapmaya başladım. Bi tanesi vardı, adam eşyaları hikayeleriyle beraber satıyor. "Şu renkli koltuk ne kadar?" diyorum, "Hiii, o mu canım benimm, buraya yeni evlenen bi kadın getirmişti biliyon mu? Bööle rengarenk döşemiş evini bekarken, sanırsam galiba kocası pek sevmemiş goltukları, her şeyini getirdi sattı bana bööle. Aha şu sandalyeler de onun, görüyon mu renkleri?" Çamaşır makinesi soruyorum, "Daşınacaklar diye bana sattılar, orta yaşlı bir hanımdı." diyor. Elde var sıfırla eve geldim sonra.<br />
Sabahın köründe uyandım bugün temizlik yapmak için. Dün emlakçı aradı, "Evden çıkıyorsun madem, fotoğraf çekmeye geleceğiz." dedi. Evi, tabiri sanırım caiz, bok götürüyor! Sınav haftası, senaryoyu yetiştirmeye çalışmak filan derken, neyi unuttuğumu sonradan fark ettim. Temizlik yapmayı aklımdan tamamen çıkarmışım! Onunla uğraşıyordum saatlerdir. Sonra da ev gezmeye gideceğim zaten, bugün umarım kafamdaki gibi bir ev bulurum.<br />
Az önce aklıma şey geldi, insan mekan değiştirirken eskisindeki güzel anılarını hatırlar, duygulanırmış ya. Acaba bende öyle bir his olacak mı diye merak ettim.<br />
Banyoya baktım... Allahın belası çamaşır makinemiz bozulmuştu da ev sahibi yenisini 6 gün sonra getirmişti. Her gün gidip kendime don alıyordum iç çamarşırcı abladan temiz temiz giymek için! Ya da tabanın bi yerinden su çıkıyor, hâlâ neresi olduğunu bulamadım mesela. Ayy, sanırım benim banyoda hiç güzel anım yok...<br />
Mutfağa baktım. Geri zekalı ev sahibinin ruhsal sıkıntılı oğlu, pencere pimapeninin kolu bozuk diye kendi kendine tamir etmeye çalışırken kolu koparmıştı. Adam da tamir etmeye gelip kolu evine götürdü. Yaklaşık 9 aydır mutfak pencerem sadece tepeden açılıyor, üstelik kapanmadığı için peçete sıkıştırmıştım her bir tarafına... Ocağa kafamı çevirdim, eve ilk geldiğimde bir alev almıştı, az kalsın yüzüme geliyordu. Arayıp adamı tehdit etmiştim, "Üstünüze Adana'yı salarımmm, yeni ocak getirin!" diyerek.<br />
Sonra, ev arkadaşımın odasına gittim... Yarı yıl tatilimin sondan iki önceki günü arayıp "Kardeş yaa, ben de evden ayrıldım bu arada, 4 gün oldu, öptüm seni." demişti. Sinirimden hasta olmuştum. Sonra o oda bana gelen arkadaşlarımın kaldığı oda oldu, yakın arkadaşlarımın halvetleri için kullandıkları oda oldu.<br />
Hemen yanında, salona baktım. Orayı çamaşır odası yapmıştık ev arkadaşım varken, çamaşırlık oradaydı. Yetmezse koltukların üstüne seriyorduk. Odanın perdesi yoktu üstelik, yemin ederim rengarenk donlarımı bütün Fındıklı halkı gördü.<br />
Kendi odama geldim. Bu odayla ilgili aklımda kalacak tek şey, üst komşumun sesi. Çocuklarına bağırışı, çığlıklar atışı, geçirdiği sinir krizleri. Polisi aramamak için telefonu elimden atıyordum, düşün. Kadını götürseler diye dua edip çocuklara üzülüyordum, yapamıyordum o yüzden. Evde gözlerim doluyordu çocuklar için, hep özgüvensiz kalacaklar çünkü. Yatağıma baktım, ayyy Allah belamı versin, sapık sapık şeyler geliyor direkt aklıma. Kaloriferlerime baktım, şerefsiz ev sahibim yaptırmadığı için odamdakiler canı isteyince çalıştı, istemeyince çalışmadı bütün kış. Kutuplardaymış gibi gezdim aylarca evin içinde. Masama baktım, bi ona duygulandım, senaryomu onun üstünde yazdığım için ama zaten yanımda götürüyorum, hemen sildim gözyaşlarımı.<br />
Anlayacağın, burası da olmadı. Ama bu sefer, diğerlerinde olduğu gibi yalnız değilim. El birliğiyle halledebilirmişiz gibi duruyor yerleşme işini. İlk taşındığımda neydi öyle, kimsem yoktu diye kutuların içinde uyuyakalmıştım iki gün, yorgunluktan temizlik bile yapamamıştım.<br />
Uzun zamandır yoktum biliyorum ama senaryoyla uğraşıyordum. Blog dünyasının gediklisi, geri döndü! Ama önce evi yüzüne bakılası bir şeye benzetmem gerek.UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6414829479685615393.post-57519684743549272892018-03-19T18:32:00.003+03:002018-03-19T18:32:48.826+03:00Senaryo, Sinematek ve bir hayal daha gerçek olur.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifmQnSfQvF_snpkjjZxiqdAeKXBZzuoiNNC_PwQKGKzrn5OKwUIMDauk1gj_3DtAtkmI3XOUtNTMTXCTOa_ptLYXU1PkZ1ESNYMBZ0MHj0OSFiAYsuwUmsTyWDj4j97NCdM3zZA0nkFT6w/s1600/bi+sen.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="125" data-original-width="422" height="94" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifmQnSfQvF_snpkjjZxiqdAeKXBZzuoiNNC_PwQKGKzrn5OKwUIMDauk1gj_3DtAtkmI3XOUtNTMTXCTOa_ptLYXU1PkZ1ESNYMBZ0MHj0OSFiAYsuwUmsTyWDj4j97NCdM3zZA0nkFT6w/s320/bi+sen.png" width="320" /></a></div>
Beş ay kadar önce, çok yakın bir arkadaşımın doğum günü için bir şeyler içeceğimiz bi yerde otururken, Bennu Yıldırımlar'ın kızı Ada'yla tanıştım. Sabun dönemim vardı ya hani, sabunları yontup dişlere benzetmeye çalıştığım (ve benzetemediğim, başkalarına yaptırdığım) hah, tam o dönem. Dünyalar tatlısı bir kız ve annesinin aynısı zaten, tanıştıktan sonra insanlar soruyormuş hemen "Sen oyuncu musun?" diye hatta.<br />
Bu arada, benim İstanbul'a geldiğim ilk sene bir senaryo kursu denemem olduğunu hatırlıyorsundur. Yeterli çoğunluğu sağlayana kadar beni oyalamışlardı, sonra da arayıp özür dilemişlerdi. Ben de Japonca kursuna başlamıştım o yüzden, "O hayalimi de aradan çıkarayım." diyerek.<br />
Ada'yla inanılmaz samimi olduk, bütün gece tiyatro oyunlarından, Shakespeare'den, filmlerden konuştuk. Beni de görmen lazım bu arada, durup durup kıza "Annene çok selam söyle, çok öpüyorum çok şeker yaaa." diyorum. Birkaç kere de "Şimdi sen gerçekten onun kızı mısın ya? Yani eve gidiyorsun, çekirdek kadroda Emin Yarar ve Bennu Yıldırımlar mı var yahu?" diye sordum, rezil oldum ama olsun. Neticede Adana'da gördüğüm tek ünlü, yanlışlıkla ve zorla canlı yayında ona su verdiğim belediye başkanı Soner Çetin Bey'di. Çıta buralara kadar yükselince İstanbul'da, insan inanamıyor.<br />
Tam vedalaşırken, "Ben senaryo kursu arıyorum da, annene sorsan da tanıdığı birisi varsa beni yönlendirse, olur mu?" diye sordum. Sonra da ayrıldık.<br />
Aradan haftalar geçti, ben bi yandan dişlerle uğraşıyorum, bi yandan ikinci üniversite sınavları; inanılmaz yoğunum. Arkadaşım kahve içmeye çağırdı, gittik, bi baktım, Ada! "Annem konuşmuş hocayla, kendi oynadığı filmin yazarı ve yönetmeni. Çok efsane bir adam olduğunu söyledi. Numarası burda, iletişime geçersin." dedi!<br />
Böyle şeyler olduğu zaman hep afallıyorum, onu fark ettim. Şimdi ben bu adamı arayayım mı, Bennu Hanım adamla kesin konuştu mu, mesaj mı atsam, ya müsait değilse, adamın dersinin ortasında arayamam ya çok ayıp olur, diye diye adamla bi türlü geçemedim iletişime! Burayı yazmayacaktım ama, adama kocaman bir mesaj attım, "Ben Tolga..." ile başlayan. Sonra da kalktım tuvalete gittim, birtakım ihtiyaçlarımı gidermeye!<br />
İşimin ortasındayım, ayyy, telefon zır zır çalıyor! Bi baktım, Erhan Hoca. Anacım, yemin ederim o anda işi gücü bırakıp o bacağımdaki pantolonumla koşup tuvaletten telefonu bir çıkarışım var adam yankıyı duymasın ilk günden rezil olmayayım diye, Rekorlar Kitabı'na geçtiğime inanıyorum... Konuştuk, dünyalar tatlısı bir adam. İnanılmaz enerjik. Aramızda sadece 10 yaş olmasına rağmen onca ödülü var, efsane oyuncularla çalışmış, kendi yazıp yönettiği filmi vizyona sokmuş, Hollanda'da bile ödülü var be adamın! Bunları o anlatmadı tabi, ben adamı arama motorunda o sayfadan bu sayfaya bulurken öğrendim. İçimden sürekli "Ödüllerini her gün siliyor mudur ya, tozlanmasına izin vermese bari." diyip duruyorum. Ben bile şu halimle her gün ödül töreni konuşması yapıyorum odamda.<br />
Madde madde kurstan bahsedeyim, hem soranlar için soru işaretleri yok olsun hem de böyle bi şey düşünen varsa iyi olacak.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgswfiE9z4qFrOKtzb8P2h8yjBqeakWUAKV4VjyifAZcKe9-k8WZMYoMTZaaQko3GMEowPVvF5AgRjJOsE_IRVRStvBbY3mhpVk5HZMiNCUiA1kMUyxxKmtQkCN1fYhrEKOPXBZ4J49MqaG/s1600/indir.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="225" data-original-width="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgswfiE9z4qFrOKtzb8P2h8yjBqeakWUAKV4VjyifAZcKe9-k8WZMYoMTZaaQko3GMEowPVvF5AgRjJOsE_IRVRStvBbY3mhpVk5HZMiNCUiA1kMUyxxKmtQkCN1fYhrEKOPXBZ4J49MqaG/s1600/indir.jpg" /></a></div>
-Kursun adı 'Sinematek'. Moda'da, o parkın çok yakınında. Bi kere yeri güzel! Neyse, önce internet sitesinden kaydoluyorsunuz, sonra da sizi dünyalar tatlısı Recep Bey arıyor, beraber bir gün ve saat kararlaştırıp şartları konuşmaya geliyorsunuz. (Şartları konuşmak için bana verilen saate bile geç kaldım, en son o kadar koşmuşum ki kapıya vardığımda gergedanvari sesler çıkarıyordum, anlayışla karşıladılar sağ olsunlar.)<br />
-Birçok branşta kurs var, afiş tasarımından görüntü yönetmenliğine kadar. Diğer kurslar hakkında bilgim yok ama senaryo 3 kurdan oluşuyor.<br />
-İlk iki kur iki ay, son kur ise 6 hafta sürüyor. İlk kurda tamamen hoca anlatıyor, sen dinliyorsun. Ne notlar aldım, ne isimler öğrendim, off diyorum! İşin iyi yanı şu, bu işin sadece eğitimini almamış, aynı zamanda sektöründe de bulunmuş birisi sana bir şeyler anlatınca ağzın açık dinliyorsun. Belgesel de izliyorsun, önüne bir film senaryosunun son halini koyup filmi açıp karşılaştırıyorsun da. Teknik terimleri ve yapının mantığını anlatıyor diyebilirim. Bu kurda istersen bi şeyler yazıp gösteriyorsun ama ben cesaret edemedim yazmaya.<br />
-İşin pratiğe döküldüğü kısım ikinci kur. İlk bir saat, dramatik yapının daha derinlerine iniyorsun, kalan saatlerde de pratik yapıyorsun.<br />
Tabii ki bu kısımda bir sürü şeyi elime yüzüme bulaştırdım, çok ağladım!<br />
Doğruyu söylemek gerekirse, iyi yazdığımı düşünmüyorum ama gözlem yeteneğime ve hayal gücümün sınırlarının bi miktar geniş olduğuna inanıyorum. O yüzden, kıçım Everest Tepesi'nde, "Hahahaytttt, sonunda pratikler başladı yaaa, bi gideyim de kursa imzamı atayımmm." diyerek büyük bi patavatsızlık yaptım. Kardeşlerim, fazla güvenmeyin dötünüze, bi an geliyor patlayıveriyor.<br />
İlk pratik dersimiz, hoca tahtaya üç kelime yazdı: Sincap, baston, yüksük. Birbiriyle tamamen alakasız bu kelimelerle bi saat içinde oturup kısa film hikayesi yazmamızı istedi. Aklıma ilk gelen, yaşlı bir amca teyze olsun, bi tanesi terzi olsun yüksük taksın, torunları olsun sincapla oynasın, oldu ama hemen "İlk aklına gelen herkesin aklına gelir."i hatırlayıp vazgeçtim ve şöyle bi hikaye yazdım:<br />
"Kocasıyla birtakım sorunlar yaşayan Neriman Hanım, torununun ona verdiği yüksükle süper kahramana dönüşür ve şehirdeki sincap maskeli bastonlu soyguncuyu yakalamaya gider."<br />
Ana tema buydu bildiğin! N'olur gülme!<br />
İşin kötü yanı, yazdığım şey kısa film bile değil ve daha da kötü yanı, BEN BU FİLM HİKAYESİNE GÜVENDİM! Güya her şeyi birbirine bağlamışım, örmüşüm, kocası eve geç geliyor çünkü banka soyuyor, kadın geceleri dışarı bakıp kocasını beklediği için banka soygununu görebiliyor filan, ayy hatırlamak istemiyorum, korkunç! Totom everestte, okudum okudum ve kocaman gülümseyerek yorum bekledim. Hatta okuduktan sonra kapının açılacağını, Recep Abi'nin elinde konfeti ve pastayla girip "Bu kursun en yaratıcı çocuğu ödülü"nü vereceğini, hocanın gözyaşları dökeceğini, sınıf arkadaşlarımın beni alkışlara boğacağını düşündüm ve teşekkür konuşmamı bile hazırladım. Ancak sonuç, hocanın bana bakıp "Tolga bu ne? Felaket olmuş, felaket. Kısa desen değil, uzun desen değil. Olay yok, hiçbir şey katmıyor, ne öğrenecek seyirci bununla, ne anlayacak?" demesi ve benim 19f'de ağlamaya başlayıp üç gün susmamam oldu!<br />
İşin diğer bi yanıysa, hemen yanımdaki sınıf arkadaşımın yaşlı bi çiftin hikayesini ve torunlarının sincap bulmasıyla ilgili bi şeyleri anlatması oldu... Bütün herkes teslim etti gitti, ben 'tekrar ödevi' aldım!<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjdnK2iYsYSm-m29dieb8BzqCLzBCgnH2TOyNxx99ywECwWkBuwQCgVF0lD_8tIJ7pCAkoyZewhoV6O8Lc6HIxAPrJPwLKJRAWxGQj0EduwMiRVrFqfPgrrhgDO82Vqs07Gky7MvxfGi-70/s1600/IMG_4530.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1136" data-original-width="639" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjdnK2iYsYSm-m29dieb8BzqCLzBCgnH2TOyNxx99ywECwWkBuwQCgVF0lD_8tIJ7pCAkoyZewhoV6O8Lc6HIxAPrJPwLKJRAWxGQj0EduwMiRVrFqfPgrrhgDO82Vqs07Gky7MvxfGi-70/s400/IMG_4530.JPG" width="225" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bu da burada dursun, Gülse Birsel'le, hehehe!</td></tr>
</tbody></table>
Ha sonra ne oldu, ben bu kelimelerin işlevsel olduğu bi kısa film yazmışımmmm, hocaya göre "Efsane, ödül alma ihtimali var,." oldu! Hehehe, tabii ki söyleyeceğim kusura bakma yahu!<br />
Bi kere de, diyaloglu kısa film yazacağız, beş sayfa. O hafta kafam acayip dolu, canım sıkkın, ruhum derbeder! (Bütün kurs beni depresyonumla ve Neriman Hanımlı süper fantastik hikayemle hatırlıyor zaten, üzülüyorum.) Bildiğin serbestiz, istediğin şey hakkında yazabilirsin. Normalde, aklında onlarca hikaye olması lazım, kenarda tuttuğun, anında yazmaya başlaman lazım. Bende o da yok, varsa da okul yüzünden yok olmuş! Bana verilen bi saat boyunca, annemi aradım, Candemir'le FaceTime yaptım, Instagram'da fotoğraf beğendim. Herkes yazdı, ben dolandım; herkes yazdı, ben dötümde vayvay var gibi gezdim. Son on dakika bi şeyler karalayayım, derken, hocaya yazdığım diyalogları okuduktan sonra, diyaloglarım "Hiç beğenmedim, böyle diyalog mu olur Tolga, yapma Allah aşkına." şeklinde karşılandı! Üstelik bi cümleyi yazarken "Burada kesin herkes ağlayacak, ahhh martılar!" diyordum. Yine olmadı yani! Ama bu sefer çok üzülmedim, yoluma devam ettim.<br />
-İkinci kurun başında hoca karşına geçiyor, "Eğer üçüncü kura geçmek istiyorsan elinde benden de onay alabilmiş bir tretmanın (diyalogsuz senaryo, sahneler ve olacaklar yazıyor) olmak zorunda. Düşünmeye başlayın arkadaşlar, son bir ay her ders bir kişi karakter ve tretman sunumu yapacak." diyor. Hoca insanlara gün verirken deve gibi boyumla saklandım, en son sunmak için.<br />
-Her dersin başında "Bu hafta sinema için ne yaptın?" diye soruyor. Kem küm diye kalınca var ya, kendini çok kötü hissediyorsun! Ben ilk kurda her cuma ilk seansına gidiyordum bi filmin, sonra okul saatlerim değişti, evde bi şeyler okuyabildim sadece. O yüzden bu soruyu "Kitap okudum yaaa." diye cevaplamışlığım çoktur.<br />
-Gelelim ortama. Kendimi hem çok rahat hissettiğim hem de "Aman biri bana sinemayla ilgili bi şey sormasın." diye diken üstünde gezdiğim bi yer oldu. Herkes her filmi oyuncusunu bırak, görüntü yönetmenine kadar biliyor!<br />
Beni biliyorsun, senaryo yazmaya sitcom izlerken karar vermiştim. Film bilgim, onlarınkinin yanında eksi yüz sanırım. Kült filmleri bile seyretmemişim doğru dürüst, kendimden utandım. Şimdi bi liste yaptım, derste adı geçen her filmi seyretmeyi düşünüyorum. Bi kere, Recep Abi ve bi çocukla otururken, sohbetlerini dinliyordum yanda, uyuklayarak! Oscar hakkındaydı sanırım, konuştular konuştular, Recep Abi "Sen o film hakkında ne düşünüyorsun Tolga, sinematografisi falan?" dedi. Hani uydur di mi bi şey, at dötünden. "Ne hakkında konuşuyorsunuz yarım saattir, soruyu tekrar alsam?" gibi bi geri zekalı cümle kurdum, herkes ne mal olduğumu anladı. Ahhh eski şeytan Tolga olacaktı, o filmi izlemiş gibi yapmayı bırak, filmde oynadığıma bile inandıracak şekilde anlatabilirdim ama uykulu ânıma denk geldi. Neyse ağlamıyorum.<br />
Öyle böyle derken, dört ay, iki koca kur bitti, geldik benim sunum günüme. Ne hızlı geldik öyle! Geçen haftalarda sınıftakiler sunumlarını yaptı, hoca acımadan yorumlarını söyledi: "Iıı, şey, şimdi film bitti ama olay neredeydi, ben mi göremedim?", "Bu hikaye çok sıradan artık, o konu hakkındaki her film böyle zaten.", "Sen tretman değil roman yazmışsın ama." gibi gibi gibi. Bütün sunumlar boyunca "Sana da böyle şeyler dediğinde bakalım kaç gün yorgan altında kalacaksın? Ama belki de kalmazsın, eleştirilsen de daha iyisini yapmaya çalışırsın. Ay yok yaaa, sen kesin üzülürsün salak Tolga." diye kendimi yedim yemin ederim.<br />
İtiraf ediyorum, tretmanı yazmayı da son güne bıraktım! Dört ay boyunca film öyküsü ve olay örgüsü üstünde uğraştım çünkü, karakterleri yazıyordum. "Öykü hazırsa tretman 1 saatte biter yaaa." dedim. Gece 12'de sandalyeye oturdum, başımı kaldırdığımda güneş doğmuştu, saat 9 buçuktu! Üstelik onlarca diyalogla beraber, klavyede de değil, kalemle, arkalı önlü 24 sayfa yazmışım. Uzaktan bakan birinin hiçbir şey anlamayacağı ama benim hikayemin olduğu 24 sayfa.<br />
Nasıl bi his biliyor musun? Höh'lemek gibi. İçinden bi kütleyi A4 sayfasına bırakmak gibi. Kalemi tutarken beynindeki karakterlerin "Ben bu durumda böyle şeyler yaparım." demesiyle, şok üstüne şok yaşamak ve yaşatmak gibi yahu. İnanılmaz garip, karakterlerle ve aylarınla vedalaştığın için az biraz üzücü, bi dünya yarattığın için kendi yanaklarını sıkasının geldiği ama "Ya olmamışsa?" diye de kendini yiyip bitirdiğin anlar topluluğu.<br />
Öyle saçma ve tavsiye etmeyeceğim bi şey ki, sabahın 4'ünde A4 kağıdına bakıp kahkaha atıyordum, 5'indeyse duygusal bi şeyler yazarken ağlıyordum! Ara ara da sahneyi yazarken konuşuyordum sanırım, diyalogları seslendiriyordum. Akıllı bir insanın yapabileceği iş değil, ya deli yapar bunu ya da yaparken delirirsin, kaçarın yok.<br />
Filmimin adı, 'Bi' Sen Eksiktin!' oldu. İçime inanılmaz sindi, tam bi ana akım komedi filmi ismi gibi geldi, ne yalan söyleyeyim.<br />
Ve sunum ânım geldi, ona da geç kaldım mısır gevreği yiyeceğim diye. Sunumumu elim ayağım titreye titreye, her sahneyi anlatarak, bazen de canlandırarak yaptım. Hocanın gözlerinin içine bakıyordum, ne zaman "Dur Tolga dur, böyle olmaz." diyecek diye. Demedi.<br />
Film sunumum bitti ve aldığım yorumu aynen yazıyorum: "Eğer, bunu yapımcılara yolladığımız zaman, 'Tolga bilinmedik biri, senaryosunu okumamıza gerek yok' demeyip bu filmi okurlarsa muhtemelen çekilir, iyi oyuncularla da oynanırsa akılda kalıcı efsane bi film olur. Ben olayları bu şekilde ören senaristlere hayranım, sana da hayran kaldım Tolga, aferin." dedi!<br />
Hayatımda çok az anda mutluluktan gözlerim dolmuştur, gözlerim bi doldu var ya, o an sanki rüyadaydım ve hâlâ rüyadayım gibi. Aynı Gülse Birsel'le tanıştığım gün gibi, o zaman da bulutların üstündeydim.<br />
Anlayacağın, üçüncü kur için hak kazandım ve 31 Mart'ta senaryoma son şeklini vermeye Erhan Hoca'yla başlıyoruz. Ben her hafta 15 sayfa yazıp getireceğim ve karşılıklı düzelteceğiz. 6 hafta sonra, elimde 90 sayfa, sadece sahneler, olacaklar ve bazı diyaloglar değil, kocaman bi senaryo olacak! Ödüllü hocadan onaylı, yapımcıya gönderilmeye hazır!<br />
İnan bana, bu senaryo çekilsin ya da çekilmesin, gönderilsin ya da gönderilmesin, umurumda değil; ben hayran olduğum insandan bu cümleleri duydum ya, bana yetti. Bilir kişiden onayımı aldım, bundan sonra beni kimse tutamaz gibi geliyor.<br />
Ne öğrendiğimi de yazayım. Karakterlerinizi çok sağlam ve üç boyutlu kurduğunuz an, hikayenizin başı sonu belliyse arayı onlar tamamlıyor, biiir. Kendine öyle çok güvenmeyecekmişsin, olan olurmuş, ikiiii. Senaryo yazmak dünyanın en güzel ama en zor şeylerinden biriymiş, blog yazısı yazmaya benzemiyormuş, üüüüç. Önce hikayenin senin içine sinmesi lazımmış, kendini en iyi sen tanırmışsın, bu da dööört!<br />
Erhan Tuncer'e, benim depresyonumu, sıkıntılarımı, dersteki akıl almaz film öykülerimi dinlediği, ciddiye aldığı ve yorum yaptığı için; Sinematek'e, sıcak ortamı ve kahveleri için; Recep Abi'ye tatlılığı ve hoşgörüsü için; sınıf arkadaşlarıma "Ayy bu çocuk bizden 10 yaş küçük, diş hekimliğinde sürünüyor." demeyip iyi bir ilişki yakaladığımız için; Bennu Yıldırımlar'a ve Ada'ya karşıma çıktıkları için; size ya size, "6 yıldır bu çocuk gelmiş vırvır konuşuyor, Allahın ergeni." demediğiniz (ki bazen dediğinizi biliyorum), her zaman "Ulan sen yaparsın be!" diyip bana cesaret verdiğiniz için; anneme, kursa yazılırken maddi manevi açıdan sponsorum olduğu için; Gülse Birsel'e bana ilham verdiği ve hayatımın en önemli insanlarından birisi olduğu için; PuCCa'ya da bu blogu açma fikrini bana verdiği için teşekkür ediyorum efenim. İyi ki varsınız lan!<br />
Film yazdım resmen oooolluuuum! Sırada tiyatro oyunu vaaar, heyyo!<br />
<br />
<br />UZUN SAÇLI KEL ADAMhttp://www.blogger.com/profile/06642889468889416817noreply@blogger.com8