13 Aralık 2014

Liseli olacağım; oldum; olmasa mıydım acaba?

Genç Yazı için yazı yazdım, buraya da koyayım ^_^

Ben kandırılmaktan yıldım, insanlar beni kandırmaktan yılmadı! Hani liseye geçince rahat ediyorduk kardeşim, sen son sınıfa gelemeden mezun olmuşsun herhalde!?
İlkokulunun son üç senesi sınava denk gelen bir öğrenci olarak hep şunu duydum: “Lisede rahat edersin, şimdi birazcık sık dişini.” Bunu her duyduğumda liseye olan aşkım artıyor, liseli olma isteğim beni benden alıyor, “Acaba hangi okulu yazsam yahu?” şeklindeki sorularımla kendimi baş başa bırakıyordum. Her şey güzel olacaktı…
Sınavları bir şekilde atlattım. İlkinde kaydırdım, ikincisinde derece yaptım, üçüncüde havalara uçtum; buraya kadar güzel. Sonra tercih dönemi başladı, ilk sıkıntımı orada yaşadım: Tatilim yarıda kaldı be kardeşim! Arkadaşlarımla havuzda yüzmem gerekirken Adana’nın sıcağına, tercih yapmak için geldim. Liseli olmaya hazırlanmak bile zormuş yahu! “Burası eve yakın değil.”, “Bu okul sana hiçbir şey vermez.”, “Bak üst komşunun kızı oradan mezun, hiç önermiyor.” gibi cümleleri duymaktan heder olmuş bir şekilde tercihlerimi de yaptım, artık liseli olmaya hazırdım!
İlk sene!
İlk sene, ilk gün… Okul bahçesi kalabalık. Adeta bir Rezzan Kiraz gibiyim; gözler olabildiğince açık, tek kaş havada, dimdik bir duruş! Gözlem yapmaktan ciğerim solmuş bir halde kendimle konuşuyorum. Durumum vahim görünüyor. Bir tarafımda bütün yaz görüşmemiş üst sınıflar birbirini kucaklıyor, diğer tarafımda ilk sene oldukları her hallerinden belli olan bir grup arkadaş sohbet ediyor. Daha çok “Biz birbirimizi tanıyoruz yani, çömez değiliz!” havasındalar.
Sınıf listelerinin asılmaya başlandığı andaysa ortam fena halde kızışıyor! O küçücük kapının önünde sarılıp ağlayanlardan tutun da aynı sınıftalar diye mutluluk çığlıkları atan bile var! Benim bulunduğum sınıftaysa tek bir tanıdık kişi yok, herkes yeni…
Boş bir sıra bulup oturuyorum, sıra arkadaşımla tanışıyorum. Hatta sanırım biraz fazla sıcakkanlı olacağım ki soruları sadece ben soruyorum. “Hangi okuldan geldin, ortalaman kaç? Haa, bu arada ben Tolga!” Birkaç günüm böyle geçiyor, ta ki sıra arkadaşım beni trajik bir şekilde terk edene kadar… Matematik dersinin ortasında onun sesiyle irkiliyorum: “Sen çok garip bir çocuksun, ben ön sırada oturacağım artık.” Ve saniyeler içinde çantasını oraya koyuyor, ilk terk edilmemi yaşıyorum…
Birkaç hafta sonra, adını “Uykusuzluk Haftası” olarak değiştirdiğim “Yazılı Haftası” başlıyor. Tam bir kriz! Her şeyi son güne bıraktığımın farkına varıyorum. Ve dahası, kopya çekme yöntemlerine yenilerini ekliyorum: Koluma yazmak, tişörte kağıt iğnelemek, ayakkabımın kenarına kağıt sıkıştırmak… Biraz daha çalışsam bu konuda uzman olacağımı anlıyorum, hatta kopya çekme yöntemleri hakkında kitap teklifi gelse bayıla bayıla yazarım gibi geliyor!
İlk yazılıya saatlerce çalışıyorum. “Ezber bir ders,” diyorum kendime, “Kitaptaki önemli birkaç yeri soracak, ne stresi bu?” Ve yazılı kağıdı önüme geldiğinde aylak aylak dolaşırken Tom’un ayaklarını görüp şoka girmiş Jerry gibi oluyorum. İlk 15 dakikamı soruları anlamakla geçiriyorum, kalan yirmi beş dakikada ise sadece kağıdı izliyorum! Kalemimi tutma oranım dakikada on saniye. Kağıda dokunma oranım ise sıfır! Ve aklıma hemen şu soru geliyor: “Ben nereye çalıştım?”
Sonuçlar açıklanıyor, en yüksek not; ilkokulda aldığımda ağlama krizlerine girdiğim not! Lisenin değişik olduğunu böylece anlamış oluyorum, üstelik kendi sonucumu öğrendikten sonra çektiğim halaya bakılırsa ben artık liseli oldum!
Bütün yılı gezerek geçiriyorum. Okul çıkışı düşündüğüm tek şey “Acaba bugün nereye gitsem?” Yazılı haftası bile beni durduramıyor, bütün okul çıkışlarını değerlendirmeye çalışıyorum. O sene, izlemediğim film, gitmediğim yer, tanışmadığım insan kalmıyor! Fazla mı sosyalleşiyorum, yoksa bana mı öyle geliyor; bir türlü anlamıyorum.
Ve üzerinde farklı rakamlar bulunduran karnemi alıp yazlığın yolunu tutuyorum, lisenin zorluğunu anlatma vakti geldi de geçiyor!
İkinci sene!
Çömezlikten kurtulduğum için seviniyorum, hayat bana güzel!
Dersler daha kolaymış gibi geliyor. Veya ikinci seçeneği hatırlıyorum: Sadece ilk konular kolay! İlk yazılılarımı yüksek tutmaya çalışıyorum ancak bu çabam boşa gidiyor. İkincilerde çizdiğim o dalgalı grafik, bu sene başımı ağrıtacak gibi duruyor! Korkuyorum yahu, liseli korkusu bu olsa gerek!
Aklım yine gezmelerde… İlk sene hafta içi beş gün yaptığım okul çıkışı gezmelerini, bu sene haftada dört güne indiriyorum. Ne kadar da akıllıyım!
İlk seneden kesinlikle daha iyi bir karneyle bu seneyi bitiriyorum. Yine birbirinden farklı rakamlar olsa da, yazlığa giderken içimde bir mutluluk var; çünkü bu kadar zorluğa rağmen, birkaç tane iyi dostla mükemmel bir sene geçirebileceğimin farkına varıyorum.
Üçüncü sene!
Aman yahu, az kalsın devamsızlıktan kalıyordum!
Öyle bir seneye geldiğimi anlıyorum ki… Büyük sınav yaklaşıyor ancak ders çalışma isteğim giderek azalıyor, uyku beni kendine aşık ediyor ve sevgilimi onunla aldatıyorum! Çoğu zaman anneme “Bugün canım okula gitmek istemiyor.” diyorum ve sıcacık yatağımda ikinci sevgilim olan uykuyla baş başa bırakılıyorum!
Birkaç ders haricinde kolay bir sene gibi geliyor. Bütün her şeyi son güne bıraktığım farkına yine ve yine yazılı haftası varıyorum. Ve o hafta sabahın beşinde telefon alarmımın o eşsiz melodisiyle uyandırılıyorum. Her yazılı haftası kendime “Günü gününe çalışacağım bundan sonra!” desem de, hiçbir şey yapmıyorum. Hatta burnumun uzadığını fark ediyorum!
Etrafımdaki insanlarınsa ben uyudukça derslerine asıldıklarını anlamam uzun sürmüyor. Bu ne yahu, her yer test kitabı olmuş. Geometri kusacağım artık!
Ve yılın son günü gelip çatıyor. Birçok kişiden duyduğum şeyleri kendime özet geçiyorum: “Son sene çok önemli. Bu yaz çok önemli. Yaz tatilini iyi değerlendirmek çok önemli. Azıcık sık dişini.” Bu son cümle bana bir yerlerden tanıdık gelse de kendime söz veriyorum, bu yaz ders çalışacağım!
Son sene!
Bütün yazımı yazlıkta geçiriyorum, kendime verdiğim sözler de neymiş, her şeyi unutuyorum. Burnum uzamaktan bıktı, ben kendime yalan söylemekten bıkmadım!
Yazlığa giderken iki tane kitap alıyorum yanıma. Arabaya binerken “Her gün en az bir saat ders çalışacağım.” diyorum ama nafile! Daha gittiğim ilk gün iki kitabımı da kaybediyorum. Kimya ve fizikle yaşamak istediğim aşk, o gün son buluyor!
Birkaç ay sonra dershanenin attığı mesajla irkiliyorum. Ağustosun başında dershanem başlayacak! Ben ki ilkokulun son senesi tercih yapmak için tatilimi yarıda kestiğimde ağlayan bir insanım, bu mesajla neler olacağını tahmin bile edemiyorum. Ancak işler düşündüğüm gibi olmuyor…
Önce yazlıktan eve geçeceğim gün kaybettiğim iki kitabımı çamaşır sepetini arkasında buluyorum. Daha sonra eve dönüyorum ve birkaç arkadaşımla mesajlaşıyorum. Neredeyse tamamı yazın birkaç kitap bitirmiş, konu çalışmış! Bir de dönüp kendime bakıyorum… Nargile masalarında fink atacağıma keşke birkaç konu çalışsaydım diye vicdan azabı duysam da çok kısa sürüyor, çünkü kitaplarımı kaybettiğimi kendime söylüyorum!
Dersler başlıyor, ayağımı kapıdan dışarı çıkardığım an erimeye başladığım bu havada dershaneye gidiyorum! Bir de üstüne gezmem gerekirken evde oturup test çözüyorum. Son sene olmak ne kadar da zormuş, ilkokulda bana “Lisede rahatlarsın.” diyen herkesi asmak istiyorum!
Okul başlıyor, okulun başlamasıyla benim depresyon belirtilerim baş gösteriyor: Bunalım, aşırı halsizlik, sürekli uykuda olma isteği, aşırı iştahlı olma… Önce mevsimlik depresyon sansam da majör depresyon gibi duruyor, çok korkuyorum!
Piyasada almadığım test kitabı kalmıyor. Test kitabı aldıkça test çözme isteğim artacak sanıyorum ancak tam tersi oluyor: Gözümün önündeki dağ, giderek büyüyor!
Sınav yaklaşıyor, stres bende hâlâ baş göstermiyor…
Gün 24 saat gibi değil sanki, bir çırpıda geçiyor…
Yazılı haftasında ise etmediğim küfür, üretmediğim tamlama kalmıyor! Sınavda çıkacak olan yerlere mi, yoksa yazılıdaki konulara mı çalışayım, bir türlü kestiremiyorum! Son sene olmak ne kadar da zormuş.
Bir yandan da dershanemle cebelleşiyorum, onun düzenli olarak yaptığı sınavlarda başarımı artırmak için uğraşıyorum. İşler bazen istediğim gibi gitmiyor, umutsuzluğa kapılıyorum.
İnsanlar son sene değişiyor, bunun farkına varıyorum. Karşıma geçip “Beş yüz soru çözmeden uyumuyorum.” diyen insanlardan tutun da “Seneye kaldım!” diye telaşlanan insana kadar, herkesle iletişim kuruyorum. Bozuk olan psikolojim, etkin olan depresyonum kat ve kat artmış gibi duruyor.
Ve her şeyin yanında, ilkokulda benimle konuşanları hatırlıyorum. Bu kadar işin arasında, bir de dişimi sıkacaktım, değil mi?