27 Şubat 2016

İlkokul dönemimi silmek istiyorum!

Elime sihirli bir değnek verseler, "Bu değneğin ucunu beynine dokundurunca unutmak istediğin bazı şeyleri silebilirsin." deseler, hiiiiç düşünmeden ilkokul hayatımı silerdim. Doğdum, yedi yaşına geldim, aaaa, bir de baktım ki 15 yaşındayım ve lise başladı! Aradaki 8 sene "tiri viri fan fon"!

402 no'lu sınıf bizi görse, kendinden utanırdı be!
Kendi sınıfım diye söylemiyorum, 60 kişi olması bir yana, 60 farklı kişilik barındırmasıyla da Türkiye'nin nadide sınıflarından biriydi bence! Sınıf defterini evine götürüp liste sırasını ezberlemeye çalışanlar mı; aşağıda arkadaşlarıyla akşama kadar 'yedi kule' ve 'yirmi bir aylık' oynamak için, içinde çalışma kitabının cevaplarının olduğu öğretmen kitabını çalmaya çalışıp yakalananlar mı; "Ben aslında periliçeyim de size söylemiyorum." diyenler mi... Böyle bir ortamda siz de onlara ayak uydurmak için (!) normal kalamıyorsunuz, o yüzden bundan sonra yazacağım şeylerde verdiğim tepkileri mazur görün, hoş görün ve beni okumaya devam edin!


Hani her sınıfta olur ya...
Böyle yazdığıma bakmayın, kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Sanmıyorum ki her sınıfta kendisine "Ben uzaylıyıııım, bööö!" diyen bir Doğukan olsun! Ve yine sanmıyorum ki, kendisine 'uzaylı' diyen bir çocuğun karşısına geçip "Doğukan yaaa, hadi bana uzayda neler yaptığını anlattt!" diyen bir ben olsun!
Doğukan yakın arkadaşlarımdan biriydi. Gözlerini büyük gösteren gözlükleri vardı, bir de o yıllarda oldukça zor bulunan dijital bir saati. Fiziksel özellikleri aklımda çok kalmamış. Ancak kişisel özelliklerini tek tek sayabilirim, tam 10 yıl geçmesine rağmen hem de!
Doğukan sınıfımızın "saatçibaşı"ydı. "Öfff, puuufff, kaç dakika kaldı yaaa?!" sorusuna anında ve tam cevap vermesiyle ünlüydü. "21 dakika 22 saniye kaldı." ve "Son 7 saniye!", onun ünlü kalıplarından sadece ikisiydi. Kendisinin hesapladığı zaman çalmazsa bir anda sinirlenir, sıradan fırlar, "Hocam çalması lazım ya!" derdi. Hatta birkaç kere müdür yardımcılarına "Siz nasıl hata yaparsınız?!" diye bağırmışlığı bile var!

Pazartesilerden nefret ediyorum!
Günlerden pazartesi. Sabahçı kuşak olduğumuz için okula ağlayarak geliyoruz. Ya da daha doğrusu 'geliyorum'! Ama ne yapayım, gökyüzünde ay dede varken ben servis bekliyordum!
Sırama oturmuşum, bir yandan esniyorum, bir yandan etrafı seyrediyorum. Kafasına geçirdiği kapüşonu ve hızlı hızlı yürümesiyle, bakar bakmaz 60 kişinin içinden anında seçebileceğiniz Doğukan sınıfa girdi. Sınıfı şöööyle bir seyretti ve esnemekten gözlerinde yaş kalmayan bendenizin yanına doğru koştu! Yanıma varınca kulağıma doğru eğildi ve hayatımın en büyük travmalarından birisi olacak o sözleri kulağıma söyledi: "Yarın sabah, dokuz buçukta, bu sınıfta, çok büyük olaylar olacak. Uzaylılar her yerdeeee...."
Az önce esnemekten gözyaşları döken ben, bu laftan sonra korkudan ağlamaya başladım! Bir de kurgu yapmayı seven bir tip olduğumu da eklersek, en son, dünyamızın Güneş boyutunda bir uzaylı tarafından şapur şupur yeneceğini ve hepimizin o kocaman uzaylının dişlerinde birer 'insan şeklinde yemek kalıntısı' olacağımızı bile düşündüm...

'Arkadaşını satan pis arkadaş' olmayacağım!
Eve geldim, gözlerim kıpkırmızı. Okulda "Niye ağlıyorsun?" diye soran herkese "Hastayım, kolumu vurdum, gözüme bir şey kaçtı." şeklinde yalanlar söylemişim, evde de anneme "Yolda gözüme toz kaçtı." diyeceğim diye planlamışım. 
Ancak annemi görür görmez salyamı sümüğüme katarak öyle bir ağlamaya başladım ki, kadıncağız ne yapacağını şaşırdı! "Ne oldu?" diye soruyor, yalan da söyleyemiyorum! En sonunda söyleyiverdim:
"Yarın sabah dokuz buçukta çok kötü şeyler olacakmış." dedim. "Nerden biliyorsun oğlum?" diye kırk beş kere sordu. "Doğukan dedi." desem, 'arkadaşını satan pis arkadaş' olacağım, o yüzden "Hiiiç, öyle hissediyorum yaa!" dedim ve kendimi odama kapattım. 

Büyük gün... 
Günlerden salı, saat dokuzu yirmi iki geçiyor! Bilin bakalım, kim bütün gece ağlamaktan uyuyamadı, kim tüm insanların 'insan şeklinde yemek kalıntısı' olacağını düşünüp hıçkırdı, kim uzaylı görünce insanların yaşayacağı o büyük şoku düşünüp tıksırdı?! 
Doğukan tam önümdeki sırada oturuyor ve gözüm sürekli onun kolunda! Saat dokuzu yirmi dört geçiyor. 
"Altı dakika sonra bu dünyada hiç kimse kalmayacak. Olamaz yahu, öğretmenim, canım arkadaşlarım yok olacak. Hiii, annem de yok olacak di mi, olaaaamaaaaaz!" diye içimden geçirirken; kendimi rasyonel sayılarda bölme işlemi anlatan öğretmenimin yanında zırıl zırıl ağlayan, bir yandan da yerleri tekmeyelen bir Tolga olarak buldum! 
Pazartesi günkü ağlamam da neymiş... Yerden yere atıyorum kendimi, renk değiştiriyorum resmen! Bütün sınıf şokta, öğretmenimin dili tutulmuş, Doğukan bile beni bembeyaz olmuş bir vaziyette korkarak seyrediyor! 
Ağlamam biraz azalınca öğretmenimin "Ne oldu Tolga?" dediğini duyar gibi oldum ve anlatmaya başladım: "Saat dokuz buçukta heppppimiz ölücez örtmenim, kocaman bir uzaylı hepimizi yiceeek, ühüüüü!"
Saat dokuzu yirmi dokuz geçiyor. "Kim dedi sana böyle olacağını?" diye soran öğretmenime, evde "Arkadaşını satan pis arkadaş olmayacağım!" şeklinde düşünmeme rağmen muhteşem bir koyvermişlikle "Doğukan dedi yaaaaa!" dedim. Herkes sustu...

Sonrası hüzün, gözyaşı...
Saat tam dokuz buçuk. Bu sözlerden sonra oluşan o sessiz ortamda dijital bir saatten "dididiiit dididiiit" diye sesler geliyor. Tüm gözler Doğukan'da. Sevgili öğretmenimiz de onun yanında ve onun çok sevgili elleri Doğukan'ın önce kulağında, sonra sırtında, sonra suratında...
Meğer geri zekalı Doğukan sadece alarmını ayarlamış, dünyayı uzaylılar filan yemeyecekmiş, biraz 'heyecan yaratmak' istemiş!
Ucuz kurtulmuşuz yani... 

2 yorum:

  1. Hahahahhahaha süper ortam ya.Neden silmek istiyorsun?Çoook komik.Bizde de bayıltmaca vardı.Sınıftan biri abisinden öğrenmişti ve herkes-ben de dahil-sırayla kendimizi bayıltmıştık ve bunun çok kutsal bir şey olduğunu düşünüyorduk.Çünkü herkes bayılmayı başaramıyordu.
    Yalnız o zaman ki saflık başka.

    YanıtlaSil
  2. Ha ha ha! Çocukluk da ayrı bir dert yahu. Neye inanıp neye inanmayacağını bilemeyince böyle şeyler çıkıyor ortaya. Ama iyi kötü bir anı olmuş sana.

    YanıtlaSil