9 Ekim 2016

Doğum Günü, Yüzleşme, On Dokuz

Birkaç saat sonra doğum günüm olacak. Herkesten uzak ilk doğum günüm bu, hafif bir duygusallık yok değil. Bir de üstüne hastalığımın getirdiği dudak uçuğu, burun silmekten oluşan burun yaraları ve çok hafif bir üşüme de eklenince zirveye ulaşacağım sanırım. 18, benim için çok büyük bir sınavdı. İyi bir notla geçtim mi bilmiyorum ama 19'dan beklentim; 18 gibi olmaması. Bu yazıyla hem bazı şeylerden kurtulmak istiyorum, kafamda -gerçekten- bitirmek; hem de yüzleşmek istiyorum.
Öyle çok efsane bir çocukluğum olmadı. Zaten 4 yaşıma kadar konuşamadım. Kafam da normal bir bebek kafasından daha büyük olunca herkes beni hasta zannetti bir 4 yıl kadar. Ne türbelere, ne hocalara gittik, neler neler yedim içtim ama yok! İnsanları şeytan gibi anlıyorum ama o harfleri birleştirip kelime olarak çıkaramıyorum ağzımdan. Bunu da sen "Einstein da bilmem kaçında konuşmuşşşş, bak bu çocuk nasıl zeki bak bak!" de diye anlatmıyorum, zeki olsam az sonra anlatacağım şeyleri yapar mıydım be? Dilim çözülsün diye türbenin birinde güneş batarken ağzımın içinde anahtar çevirmişlerdi, nenemin üstüne kusmuştum. Teee hangi şehirdeki hocaya gidiyorduk, yolda ortalığı ayağa kaldırdım diye geri dönmüştük. En son, artık zamanı mı geldi, ilahi güçler mi başardı bilmiyorum ama hocanın birisi neneme "Bülbül suyu içirin." dedi ve nenem bana herkesin ona bağıracağını bildiği için gizli gizli bülbül suyu içirince ben konuştum. İlk sözcüğüm de "Hayriye" oldu hatta, halamın adı. Sonra da susamadım, ciddiyim susamadım.
arkadaki annem, saç rengi değişimimi sormayın
İlkokulda her gün annemi arardı sınıf öğretmenimiz, "Çok konuşuyor, kendi anlattığımı duyamıyorum ama nasıl bu kadar puanı alıyor, bilmiyorum." diyerek. Valla kendimi öveyim diye söylemiyorum, neticede öğretmenime "Saat kaç?" diye sorup cevabını alınca "Niye saat dokuz kırk beş ki, çok salak bir sayı." diyerek kendimi daha ikinci sınıfta sınıftan attırmış bir adamım ben be!
Ergenliğine girince, altıncı sınıfta teşekkür belgesini 0.25 puanla alabilmeyi başarmış, iki sivilce ve bir tutam kıl çıkarınca kendini bir şey sanıp okula vermesi gereken spor parasını okul çıkışında dönere ve internet kafeye verip hem beden öğretmeninden dayak yemiş, hem de beden eğitimi dersini 3 düşürmüş bir insanım, daha ne olsun! Aynı yıl, annesini "Örtmenimiz dershane çok kötü bi şeyyy, gitmesek de olurrrr." diye kandırıp dershaneye gitmeye üşenmiş ve hayatında hiç deneme sınavına girmeden direkt liseye geçiş sınavlarından ilkine girmiş; aklına ders kitaplarındaki fotoğrafları getirerek ve biraz da sallayarak iyi bi puan alacağını sanıp; matematiği 3 yanlış beklerken 9 yanlışa çıkarıp optiğini kaydırmış bir geri zekalıyım. Sınav sonucumu öğrendiğim anda da sevgilimle ayrılmıştım, her yere, tüm duvarlara kömürle  "Tolga sen aşktan ne anlarsın?", "Allah belanı verecek senin.", "Dümbüğün oğluuu!" yazmıştı. Bak Yaren, Allah belamı verdi o sene canım, hadi sevinelim.
Sonra içime biri mi girdi, ben ruh mu değiştirdim anlamadım ama ben bir çalışmaya başladım, Allah Allaaaah! Varımı yoğumu kitaplara vermeye başladım, dönemin ortasında da olsa dershaneye gitmek istedim, aynadaki Tolga'ya inanamıyordum! O sene, sen git o liseye geçiş sınavında full çek, Türkiye derecesi yap! Bütün yaz telefonlar susmasın, her okul her dershane seni arasın, davet etsin. Sen de git en boktan okulu sırf kuzenin var diye seç...
O okulda yaşadıklarımı bir kere yazmıştım, tekrar yazmaya gücüm yok. Hayatımın en kötü bir senesiydi. Her gece yatakta "Yarın ölü olsam da okula gitmesem." diye dua ederdim. Yazmayı bırakmıştım, gülemiyordum, aynı yıl içinde babamın iş yeri kapatıldı, annem iş bulamadı, bana en çok benzeyen adam -dedem- vefat etti derken, benim psikolojim iyiden iyiye gitti. Aynadaki Tolga'dan nefret etmeye başladım. Sevilmeyecektim bundan sonra, ben kimdim ki, o çocukların dediği gibi ezik, inek biriydim işte. Arkadaşım olamazdı, insanlar yanında ezik birini götürmek istemezdi. Aaa, olur mu, hatta ben insan bile değildim onların gözünde. Ve o yıl da bitti.
Lise başladı, hayatımın dönüm noktalarından birisi o gündür işte. Herkesi, her şeyi arkada bıraktım; daha 14 yaşındayken "Geçmişi siliyorum." diyebildim. Ve bir baktım ki, ben sevildim. Kendimi insanlara tanıtabilme fırsatı buldum, tekrar yazıyordum, bir sürü şey başardım. Şu an okuduğun blogu açtım, gazetede yazdım, tiyatro düzenledim, internet sitelerine yazdım, bir kitaba yazdım, senaryo bile yazdım! Kocaman bir arkadaş grubum oldu, arkadaşlarla dışarı çıkmak ne demekmiş öğrendim, kıyafetime özen göstermeye başladım, hatta sevgili bile buldum! Tam 3 koca yıl sürdü, 1 yıl da peşinden koştum. Kısacası, hayatımın en güzel dönemini geçirdim.
Sonra 18 başladı. Ben "Hadi eller havaya." mekanlarına girebileceğim ve evden kaçsam polise hesap vermeyeceğim diye sevinirken darbeler başladı. Önce, o kocaman dediğim arkadaş grubum yok oldu. Yanımda gerçekten "her şeyim" dediğim iki insan kaldı. Sevgilimle bitti. Herkesin benden derece beklediği, en iyi üniversitenin en iyi bölümüne gider dediği sınavda, sınavın ortasında elim ayağım titreyip ağladığım için bir bok yapamadım ve bir sene daha çalışmaya karar verdim. Tüm yaşıtlarım üniversitelerinde yer güncellerken ben fellik fellik dershane aradım. Sonra ben aşık oldum, işte o noktadan sonrası yok!
Ben o hiç görmediğim, hiç duymadığım, hiç kokladığım kişiye öyle bir aşık oldum ki, Allah Allaaaah! Önceleri geçer sandım, unuturum ve gider, dedim. Ama dershanede sırf saati görebilmek için ve koşarak dershaneden çıkıp onunla konuşayım diye en öne oturduğumu fark edince "Yandın sen." dedim. Fotoğrafını görünce onun yüzüne yaklaştırıp o nasıl gülümsemişse ben de öyle gülümseyince "Bittin sen." dedim. Gecenin dördüne kadar uyanık diye, erkenden uyuyup saat 3'e alarm kurup sırf o görsün de mesaj atsın diye online olmak için uyanınca "Aferin sana." dedim. Mesajlaşmamız dört cümlede bitti diye, gece ateşlenip sabah ağzım yara dolu bir halde uyanıp o hafta 4 kilo verince "Rezilsin sen, bitiksin." dedim. Bir yerde patlama olduğu an ona yazıyordum, ya canımdan daha çok seviyordum o duymadığım kişiyi. Kafamda her gün ses kombinliyordum, onu rüyamda görmek için sürekli uyuyordum, onu ilk göreceğim ânın provasını yapıyordum ve bu provalar aylar sürdü. Onun sayesinde Yıldız Tilbe'yi iyice tanıdım, Nazan Öncel ve Göksel aşığı oldum. Eskiden "Bu şarkılar bayıyor." dediğim her şarkının kalbimi delip geçtiğini fark ettim. Parçalandım, parça pinçik oldum, toparlanamadım.
Ben İstanbul'a geldim, umutlarla mı geldim emin değilim ama mutlu geldim. Geldiğim gün, bana ilişkilerini anlattı, mutluydu, onun için yazdığım şeyleri hafif alay ederek "Kime ya onlar?" diyerek sordu. Peki ben ne yaptım, yüzümdeki ifadeyle çelişecek bir şekilde "Çok mutlu olun ikiniz de." yazıp gülücük koydum. Sevdiğim insana, kendi sevdiğiyle mutluluklar diledim.
Ve, O'nu gördüm. Gerçekten gördüm, geldi. Kapıdan girdiği an, içimde yaşanan şeyleri anlatmam mümkün değil. Aylarımın özeti karşımdaydı, benimle ilgili hiçbir şeyin farkında olmadan etrafa bakıyordu, saçları beklediğimden daha sarıydı ve parfümü çok güzel kokuyordu. Bir yere oturduk, benim kalbim göğüs kafesimden çıkmıştı artık, masadaydı. Onun sigara kutusunun yanında ışık hızıyla atıyordu, ben de elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmeden oturuyordum.
Aylarca, her gece söyleyeceğim şeyleri tekrarlamıştım. "Şimdi ben konuşacağım, sen bölmeden dinleyeceksin, sonra sen konuş, olur mu?" dedim. "Ben bir daha hayatta bunları söyleyemem, n'olur bölme." diye de ekledim. Kaç dakika bilmiyorum, konuştum. Her şeyi anlattım. "Seni sevdiğim için asla pişman değilim, sen bana sevgiyi öğreten birisin." dedim, "O kadar sevdim ki, o hafta böyle böyle oldu." dedim, "Fotoğrafını görünce gülüyordum." dedim. Yemek vardı önünde, eliyle itti, bir sigara yaktı. "Ben yiyemeyeceğim sanırım." dedi.
Olumlu bir cevap beklemiyordum, hatta soru bile sormamıştım ki. Sadece aylarımı anlattım ona, içimde kalmasın diye düşünerek. Baktı uzun uzun, "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum." dedi. Annem aradı sonra, kalkmam gerekti, beni kapıya kadar götürdü. Hayatımın en güzel 20 dakikası olabilirdi. Bitmesin diye dua etmek, otobüste mutluluktan ağlarken aklıma geldi. Onu görmüştüm be, karşımdaydı, benimle sigara içti işte, hem okulumu kazandım hem onu!
Hayat, her zaman mutlu sonu göstermiyor. Bazı fimler, bazı diziler, mutsuz bitmek zorunda; bazı insanların hikayeleri de öyle. Tam iki hafta, her gün mesaj bekledim ondan. Ve en sonunda bana hayatımda gördüğüm en bencil mesajı attı. Uzun uzun yazmak istemiyorum ama geneli "Ben bu olayları hatırlamak istemiyorum. Ben seninle iletişim kurmak istemiyorum. Ben özür dilerim ama ben isteyerek yapmadım. Ben sana karşı bir şey hissetmiyorum. Ben ilişki istemiyorum. Ben ben ben!" şeklindeydi. O olaylar dediği şeyleri 9 dakika duymuştu, bense yüzlerce gün yaşamıştım.
Aşk acısı, bildiğim en despot duygu. Acı çekiyorsun, o da çeksin istiyorsun. Sonra seni sevmediğini ve senin için asla acı çekmeyeceğini biliyorsun ve içinden "Mutlu kalsın, başkasına üzülmesin." diye bitiriyorsun. Aşk acısına aşık oluyorsun, o göğsünü yaran hisle uyanıyorsun. Bitmeyecekmiş gibi geliyor, nefes alırken batıyor, verirken daha çok batıyor. Bir yanın hep buruk kalıyor, eksik gülüyorsun, tamamlayamıyorsun. Hoş, tamamlayacak kişileri de sen elinle itiyorsun, "Ben başkasını sevemem." diyerek.
Keşke burda bitse. İstanbul'a bu hislerle, tek başıma, iki oda bir salon bir çatı katı eve, bir de üstüne dolandırılarak geldim. Ev yaşanacak gibi değildi, arkadan Yıldız Tilbe açıp ağlaya ağlaya yerleri temizledim. Herkes festivaldeyken ben iki buçuk saatte doğal gaz bürosunu buldum. Tek kanal çeken televizyonumu seyretmeye çalıştım. Yemek yapamayan, bıçak tutamayan ben; üzülerek yemek yapmaya başladım. İstanbul'a bir ay erken geldim ve kendimle baş başa kaldım.
Eğer buraları okuyorsan, ki sanmıyorum, umarım bir gün sen de bu kadar seversin. Ama umarım senin sevgin, benimki gibi suistimal edilmez. Seni korkuttum sanırım ama bil ki ben o kafanda kurduğun seni görünce ortalığı ayağa kaldıracak, asacak kesecek Tolga değil, daha ekmek kesemeyen, burnu boktan çıkamayan bir Tolga'yım. Umarım bir gün bana asıl koyan şeyin senin beni sevmeyişin değil, sadece "Ben" diyerek yazdığın o cümleler olduğunu anlarsın. İletişime geçmeyelim derken ki o korkunu, bana acıyışını, benden uzak duruşunu, her şeyi hissettim. Sana "Sen istemiyorsan konuşmayız." dedikten sonra; bana "anlayışım için teşekkür" ederken ki halini bile düşündüm. Şimdiki gibi çok mutlu olursun umarım.
Bu bahis, sonsuza kadar kapandı. Mutsuz sonsuz oldu ama n'apalım. Üzülmekten, dağılmaktan çok yoruldum. Her şeyin üst üste gelmesinde de. Bundan sonra, daha iyi, daha mutlu, eskisi gibi, lisedeki gibi bir Tolga olmak için çabalayacağım. Aşk acısını, yalnızlığı, kimsesizliği, kaybolmayıp kayboluşu dibine kadar yaşadım, öğrendim. Sınavı geçtim yani, hafif arıza oldum ama geçtim! 19'dan da beklentim, 18 gibi olmaması. Bu kadar!



9 yorum:

  1. Benden niye bahsetmedin orrospuu-Ali sea dmdmdmdm

    YanıtlaSil
  2. İlkokuldayken birini sevmiştim ve çocuk benim derslerimle ilgilenmem lazım diyip reddetmişti beni ve o gün en yakın arkadaşım nereden duyduysa artık bana bizi seveni biz sevmeyiz,bizim sevdiğimiz ise bizi sevmez demişti.O zamandan beri o cümle aklımda ve çok doğru.O yüzden söylemesi kolay ama boşver diyorum.Zamanla unutuyorsun,tabi böyle surekli depresyona bağlayıp onu düşünürsen zor.Onun dışında eskisi kadar takılmıyorsun,eski bir anı olarak kalıyor sadece.
    Ve bence bu 19. yaş güzel olacak.Çalıştın,çabaladın,istediğin bölümdesin.Sonra belki başka birini seversin,sevilirsin.
    Hem İstanbul'da ailen olmadan yaşadığın için düşe kalka her şeyi öğreniyorsun ama bir süre avcunun içi gibi bileceksin her şeyi.Bunların hepsi bir artı aslında.
    Hem yeter ama bir daha böyle üzüldüğünü görmek istemiyorum ben!

    YanıtlaSil
  3. Cesurmuşsun, en azından gidip söyleyebilmişsin. Ben onu bile yapamıyorum. Maksadım kıyaslamak değil de keşke o kadar cesur olabilsem demedim değil.
    Umarım bu vakitten sonra her şey daha güzel olur, 19 sana daha iyi gelir. Doğum günün kutlu olsun :)

    YanıtlaSil
  4. Bu kadar dürüstçe ''ağladım'' diyebilen birisini daha önce hiç görmemiştim.
    (Tam da bu yazıyı okurken damien rice-prague dinliyordum, resmen cuk oturdu.Sana da tavsiye ederim)
    Hayatın bir devinimden ibaret olduğunu düşünüyorum. Bir zamanlar mutlu, bir zamanlar mutsuz geçer. Bu kadar basit, böyle düşününce her şey bir o kadar anlamsız.
    Sevdiğin kız için yaptıkların cidden takdire değer. Duygularını, yaşadıklarını geçip karşısına ''böyleyken, böyle'' deyip anlatman da. Kızın verdiği cevaplar, biraz sığ birisiymiş gibi hissettirse de tam olarak bilmediğim için çekimserim.
    Dilerim yeni yaşın çok güzel geçer, doğum günün kutlu olsun :)

    YanıtlaSil
  5. Dönüm noktaları önemli..hayatının gidişatını etkiler ve bu etkiyi aradan belli miktarda zaman geçmeden anlayamazsın. İyiki doğdun yeni yaşın sana güzellikler getirir umarım. Birde istanbulda olduğunu bilmesem inanki Sakarya Üniversitesinde okuduğuna yemin ederdim. Biri var sana baya baya benziyor ama baya bayası yani :)

    YanıtlaSil
  6. Blogta beni en cok etkileyen sey ayni anda ayni seyleri yasamis ve hala yasiyor olmak. Bugun cok efkarlandirdin helal olsun. En kotusu de onun mutlu oldugunu gormenin sevinciyle baska birisiyle mutlu olduğunu gormenin huznu arasinda kalmak. Unuturuz daha kimler gelir gecer. Yazmaya devam et lutfen

    YanıtlaSil
  7. Mutlu yaşların olsun kuzen (biraz geç kaldım kutlamaya,özür) seviyorum seni.acıların dinsin ve kalbin hep güzel kalsın..Güzel sevilmen dileğiyle

    YanıtlaSil
  8. Fazlasıyla garip bir insansınız. Ya da iyi bir oyuncu. (hakkımda yazınızdan etkilenerek yazdım)

    YanıtlaSil
  9. 19 yaşına giren birinden beklenmeyecek kadar olgun cümleler ve iyi bir blog. Aşk acısına gelince, böyle güzel sevebildiğin için şanslı olduğunu düşünüyorum. Sen bunu koru yeter bence. Böyle güzel sevilmeye layık biri mutlaka çıkacaktır karşına "Ben ben ben..." diye başlayan cümleler kurmayan. Nice mutlu senelere.

    YanıtlaSil