Bütün bir yaz, "Çocuğum, artık alalım bak şu biletini, coştu fiyatlar." diyen annesini "Az sonra bakarım anne.", "Söz, akşam bakıp iletecem sana!", "Anne, dur şimdi, Twitter'da bi işim var." şeklinde çeşitli bahanelerle oyalayıp üşendiğini belirten ben, bir gece kendimi Lüks Adana otobüsünün en arka dörtlüsünde kuyruk sokumu ağrısından artık oturamaz duruma gelmiş kıçımla buldum! Annem, vazgeçmeyi bırak, ben otobüse bindiğimde sinsi sinsi gülüyordu, "Hehehe, hak ettin eşşoleşşeğin çocuğu." diyen bir bakışla!
14 saat diye hesaplayıp yanında kalacağım arkadaşıma "14.00 gibi oradayım sanırım." dediğim ve otobüsün önündeki kocaman 'ekspres' yazısını görmediğim için, 12 saatte Dudullu Otogarı'na varınca, telefonda "Ben vardım, sana geliyorum." diyebileceğim arkadaşımı maalesef bulamadım. Kendisi öğle saatlerine alarmını kurup sabah uyuduğu için telefonuma cevap veremedi zira... Ben de, yirmi beş kilo valizim ve "En sevdiğim romanımm, kesin koymam lazım! Ayyy, Harry Potterların tamamını koymazsam ölürüm, seri bozulmasın. Hmm, bunu da koyayım, şimdi şunu koymuşum, diğerini koymazsam olmaz." diye diye en az on kilo sırt çantamla gelen her minibüsü durdurup Fındıklı'ya giden otobüsün geçtiği yerde beni indirmeleri gerektiğini söyledim. En sonunda otobüs durağının önüne geldim.
Tamam, geçen sene bir ay orada kaldım ama, 'ev nasıl aranır?', 'emlakçılar mahallenin neresinde yoğunlaşmış?', '35 kilo yükle emlakçı emlakçı gezilir mi?', 'yokuşlardan valizle nasıl daha az yorularak çıkılır?' gibi soruların cevaplarını ben bilmiyorum ki! O yüzden, gelen ilk otobüsün şoförüne nefes nefese bir şekilde "Merhaba, beni Fındıklı'da emlakçıların en yoğun olduğu durakta indirebilir misiniz?" diye sordum. O kadar umutsuz bir haldeydim ki, pert olmuştum bildiğin. Bir de ayıptır söylemesi, kıçım nasıl ağrıyor oturmaktannn! Otobüs koltuklarının aralıkları her zaman kabusumdu ama 12 saat boyunca rahat edeyim diye bacağımı bir tek bir yerlerime sokmadığım kaldı. Hiç uyuyamadım, zaten sabah dörde kadar kalacağım arkadaşımla konuştum, dörtten sonra baktım ki Wi-Fi emrime amade, oturdum dizi izledim. Kısaca, gözlerimi kapattığım an rüya görüyordum.
Adam bi anda bana "Bekle hele bi, bizim bi Hüseyin Abi var, oralarda bu işle uğraşıyordu, sorayım. Yeditepe'de mi okuyon sen?" diyince uyku falan kalmadı, hobareyyy, "Sanırım ev buldum lannn!" diye sevinmeye başladım. Klasik "Arkadaki bir dişim de çok ağrıyordu, sana geliriz artık." esprileri, "Abi ben öğrenciyim bak ona göre." yalakalıkları arasında, şoförle beraber otobüsün son durağına geldim. Emlakçı bizi bekliyordu, bindik arabaya.
Adamın gösterdiği evler iyiydi güzeldi de, benim okuluma çok sapaydı. Bir de, Allah aşkına, o eşyalı ev fiyatları ne öyle! Gören de koydukları eşyaları son model zannedecek, sinirlerim bozuldu. Neyse, gösterdiği evlerin bana uygun olmayacağını söyledim, beni Fındıklı'nın girişine bıraktılar. Marketten Tutku alıp aşağı doğru pıtı pıtı yürümeye başladım.
Bi yandan da kendime küfrediyorum. Bütün arkadaşlarım, ağustos ayında evlerini tuttular, ben okulun açılmasına bir hafta varken güya ev arıyorum! Ve ben ağustos başında İstanbul'daydım üstelik. Ama ne yaptım, "Beşiktaş'ı çok özlemişim, yarın giderim bakmaya. Aaa, arkadaşım aradı, ertesi güne kalsın. Bugün de çok yoruldum, artık sonra bakarım, Sahibinden ne güne duruyor?" diye diye erteledim, sonra da Kıbrıs'ta buldum kendimi zaten.
Bulduğum ilk emlakçıya girdim. Kadına derdimi anlattım, "Annemle yaşıyorum, o Adana'dan gönderecek parayı, uygun bir şeyler arıyorum." diyerek. Eşyalı ev fiyatlarını duydukça valizime tutundum bayılmamak için yemin ederim, sokakta yatmayı düşündüm. Eşyasızlar da hep yeni bina, eşyalı fiyatına veriyor o yüzden. Bir ev vardı, içime sindi gibi oldu derken ev sahibinin çığlığını duydum telefonda, "Öğrenciye vermemmm, hayatta vermemm!" diye. Emlakçı abla bile dellendi, "Beyefendi bu çocuklar da kalacak yer arıyor, okullarını kazanmışlar, biraz yardımcı olsanız..." filan, adamda tık yok! "Gelin, bi tanışın, temiz yüzlü bir çocuk." diyor, oradan bağırıyor "Gerek yokk, başka yerde baksııın! Bende öğrenciye verecek ev yokk!". Şaka gibiydi o anlar. Kendimi sorguluyorum bir de, "Adamı evi için aradık di mi?" diyerek. Yani "Böbreğinizi ve dalağınızı uygun fiyata alabilir miyim?" demedim sonuçta. İçimden de "Biraz daha param olsa senin o evine mi bakarım lan dangalak!" diyip duruyorum ama dış sesim emlakçı bana yardımcı olsun diye "Olsun, adam da haklı n'aaapsın, başka evlere bakalım sorun yok." diyor tabi. İki üç ev daha gezdirdiler. Birisi inanılmaz sapa. Kar yağsa o yokuşu çıkmam imkansız. Diğeri bir artı bir ama çok pahalı. Diğeri eşyalı diye çok pahalı.
Bazı emlakçılara da ayrı kıl oldum. Adam diyor ki, "Yalnız mı yaşayacaksın?". "En fazla 1 2 ay, sonra birini almak zorundayım, karşılayamam çünkü." diye cevap veriyorum, "Erkek mi kız mı?" diye soruyor! "Erkek kız ne fark eder, sağlıklı olsun yeter!" diyorum, sinirden titreyerek! Ben kazık gibi paramı ödeyeceğim zaten, ev halkının cinsiyet yoğunluğundan sana ne!
İki emlakçı daha gezdikten sonra arkadaşım uyandı, ona geçtim hemen. Yastığa kafamı koyduğum gibi uyumuşum. Ara ara uyanıp fotoğraf çekildik, yine uyudum.
Sabah oldu, elimde telefon, Sahibinden'i kurcalıyorum. Bir ilan gördüm, eşyasız ev, bahçe katı ve fiyatına inanamadım. O kadar ucuz ki, direkt kendimi o evde hayal etmeye başladım. Bahçeye kurduğum salıncakta "Ah Nerede Vah Nerede" eşliğinde bacaklarımı sallayarak sallanıyorum, ektiğim domatesleri koklayarak toplayıp gülümsüyorum, her sabah pencere pervazındaki çiçeklerimi sulayıp onlara "Günaydıııın canlarımm!" diyorum, organik sebzelerimle yaptığım yemeklerin kokusu etrafa yayılıyor... (Yemek yapmayı bilmiyorum.)
"Bırak lan hayal kurmayı, adamı ara adamı!" diyip hemen adamı aradım. Şansıma ev, arkadaşımın evinden üç apartman sonra! Adam "Ben evin önündeyim, gelin isterseniz." diyince bir koşuşumuz var, "Speedy Gonzales kimmiş lan sıçarım çarkına!" dersin yemin ederim.
Aşağıya indim ve gördüğüm manzarayı anlatıyorum: Hayaller ve salıncak kurduğum, organik tarım yaptığım evin önünde bir çocuk, babasının yanında, babası emlakçıyla el sıkışıyor! Oradan bağırdım hemen: "Hoooop, önce ben aradım abi!" Meğer onlar dört saat önce aramış, emlakçı da onlar vazgeçerse diye beni çağırmış. Adama "Neden böyle bir şey yapıyorsunuz, bilsem inmezdim." diyorum, "Belki tutmazlar diye işte." dedi.
Canım o kadar sıkıldı ki. Ancak benim gibi bir salak, beğendiği evin tutulduğu ânı görür zaten. Mutsuz umutsuz bir halde, bir apartmanın giriş merdivenlerine çöktüm. Bir yandan da annem bağırıyor: "Üzülme bu kadar, neye üzülüyorsun, olan olmuş artık, başka yere bakarsın, saçmalama!" Kirası o kadar ucuzdu ki, tek başıma çıkardım, rahat ederdim ama olmadı.
Emlakçı, tutan çocukla babası gittikten sonra "Keşke sana verseydim evi, onları hiç sevmedim. Gel kontrat yapmadık daha onlarla, seninle yapalım bugün. Adamlara uydururuz bir şey." dedi, kabul edemedim. Bana yapılsa ortalığı ayağa kaldırırdım çünkü. Hayır, aslında çocuğun oradan ev tutması çok mantıksız çünkü okuluna çok uzak. Ama sanırım arabası varmış çocuğun. Ahh ahhh, millet okula arabayla gidip gelecek, ben de tutacağım ev yerin altında olmasın diye uğraşıyorum. Yukarıdakine sesleniyorum, umarım para kazanmaya başlayınca bu sürünmelerimi gülerek hatırlarım, umarım gülerim...
Sonra, hayatın ne kadar efsane olduğunu yine ve yine anlayacağım bir şey oldu. Öğle saatlerinde annemin yönlendirdiği bir emlakçı beni aradı, ellerinde olan evin adresini verdi. Allah Allaaaah, bu adresi ben nerden tanıyorum, bu apartman numarası çok tanıdık, derken; lan lan lan, burası benim İstanbul'a ilk geldiğim zaman tuttuğum çatı katı evimin olduğu apartmanın giriş katı! Gözümün önüne gelen ilk görüntü, kafasını tavana artık vurmayacak olan bir Tolga gülümsemesi ve evine internet bağlatana kadar yine aynı kumarhanede çay içip dizi indirmeye çalışan Tolga bakışı!
Henüz kontratı yapmadık ama sanırım evi tutuyorum. Yine emlakçısı, depozitosu derken, giren girdi yapacak bir şey yok. En azından eşyalı ve iki artı bir; okul başlayınca samimi bir arkadaşımın kanına girip en fazla iki ay içinde ev arkadaşı bulmam lazım. Annem de Adana'da kirada, ben de kiraya çıkıyorum, hadi hayırlısı. Bana şans dile de şu günleri atlatalım.
Allah yardımcın olsun. Bu günlerini 5-10 yıl sonra gülerek hatırlarsın. Lütfen yazılarının aralarını çok açma.özleniyorsun.😘
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, söz! ^_^
Sil