Evime yakın bir alışveriş merkezinin balkon katında kahve içerken, telefonum çaldı, açtım. Telefondaki ses "Hemen eve gelmen lazım, çok acil." diyor.
Hayatım boyunca hep böyle anlarda nasıl davranacağımı düşünürdüm, bir gün o telefon çalıp korkunç bir haberi vereceğinde ne yapacağımı. İnsan önce inanamıyor, bildiğin kal geliyor, sonra açılıp seni arayan insanı tekrar arıyormuşsun, olayı tamamen öğrenebilmek için. O ses, "Kedin pencereden atladı, aşağı düştü." dedi.
Aklıma gelen ilk şey, onun da beni terk etmesi oldu. O da hepsi gibi gitti. Sevmedi, gitti; anlaşamadı, gitti; beğenemedi, gitti; bilmiyorum. Ama gitti. O da terk etti.
Psikolojik bir rahatsızlık muhtemelen biliyorum ama aklıma hep en kötüsü geldi. Önce öldüğü, sonra bacaklarından birinin kırıldığı, sonra bahçeden de kaçıp beni tamamen terk ettiği. Yine kendimi suçlamaya başladım. O pencereyi niye açık bıraktım, evi havalandırmaya ne gerek vardı, Allah benim belamı versin! Acaba mutsuz muydu, iyi mi bakamıyordum? Keşke o gün veterinere götürmeseydim, çok korktu... diye diye kendi kendimi yedim bitirdim, gözlerim doldu.
Sonradan aklıma telefonu suratına kapattığım arkadaşımı aramak geldi. Meğer bizimki pencereden düşmüş, korkup bahçeden apartman önüne atlamış, apartmanın önündeki bir arabanın altına girip içine saklanmış. Kimse çıkaramıyormuş.
Yine aklıma en en kötüsü geldi. Araba sahibi altta kedi olduğuna inanmayıp arabayı çalıştıracak, kızıma bir şey olacak. Ya da ben gelene kadar oradan kaçıp bir daha gelmeyecek. Beni neden sevmedi, neden gitmek istedi? Arabanın altına bir yeri sıkıştı, zaten bacağına bir şey olmuştu, kesinlikle çıkamayacak. Çok korktu, çok... diye devam ettim.
Metrodan eve bir koşuşum var, nefes nefese kaldım. Ayakkabıyı da yeni almışım, arkadan vuruyor, canım inanılmaz yanıyor. Apartmanın önüne vardım.
Üç tane teyze aşağıda, beş tanesi camdan bakıyor. Onlarca küçük çocuk toplanmış arabanın önüne, bizimkiler ellerinde mama kabı ve süpürge, "Kamuraan!" diye bağırıyorlar. Kamuran'ın pas verdiği yok, sadece kuyruğunun birazı görünüyor. Arabanın altındaki bölmelerden birine girmiş.
Saat akşam altı, arkadaşım litre litre içmiş, Allahın manyağı, sarhoş haliyle arabanın altına girmeye çalışıyor. Küçük kızları alkışlıyor, kızlar bana tavsiye veriyor, diğerleri top oynuyor. Teyzeler bir şey diyor, kulağımda sadece uğultu var.
Eğildim arabanın altına, "Kızım?" dedim. Bizimki atladı, indi. Ağlamış, gözleri yaşlı. Sesin nerden geldiğini anlamaya çalışıyor, şükür benim olduğumu anladı. O anda, kızlardan biri topu yere vurdu, Kamuran korkup tekrar o bölmeye girdi.
Kızları sakince uyardım. Bu konularda nasıl soğukkanlı kalabiliyorum, yemin ederim bilmiyorum. Arabanın diğer tarafı duvarın dibinde, bizimki orada bir bölmede duruyor. Duvardan atladım, kenara geldim. "Kızım?" diye seslenmeye başladım. Yine atladı, bu sefer kafasını çıkarmayı akıl edebildi, beni gördü. Zaten yüzünü görür görmez ensesinden bir tutuşum var, hayvanın nevri döndü.
Sokakta olduğumuzu unutup bildiğin bağırmaya başladım. Anlıyor mu, anlamıyor mu; her şey yolunda mı, kesinlikle bilmiyorum ama nasıl bağırıyorum. Küçük kızlar şok olmuş beni izliyorlar, Kamuran önce sessiz kaldı, sonra çıldırdı.
Sinirimi nasıl hissettiyse, gıcık aldı benden, o da bana sinirlendi. Şey der gibiydi, "Ben bir yere gitmedim, yanlışlıkla düştüm, sen gelince çıktım işte ne kızıyorsun!" Ama ben "Sen gittin sandım!" dedikçe o daha çok sinirlendi, kolumda hırçınlaştı. Apar topar eve çıktık.
Yürüyüşü normal, bir yeri kanamıyor, ağzı yüzü sağlam, düşerken bir şey olmamış. Sanki onca badireyi yaşamamış gibi koltuğun üzerine çıktı, iki seksen uzandı. Ben de diğer koltuğa geçtim, uzanmayı bırak, kıçımın üstüne oturamıyorum. Bundan sonrasını düşünüyorum, düşündükçe kafayı yiyorum.
İki saat geçti, ne ben ona pas verdim ne o bana pas verdi. Aramızda soğuk bir savaş var. İlk adımı ben atayım dedim, seslendim. Kafasını kaldırıp baktı, sonra da aynı yöne tekrar çevirdi, "Hıh!" der gibi. Kalktım, yanına gittim. Yanımdan kalkıp diğer koltuğa geçti. Bildiğin bana küs! Diğer koltuğa geçtim, bu sefer de ötekine geçti "Sinirim geçene kadar beni rahat bırak!" der gibi.
Bu sefer de içimi "Beni bir daha asla sevmeyecek." korkusu sardı. Bana hep küs kalacak, eskisi gibi benimle uyumayacak. Ben ağlarken dizime yatıp beni yalamayacak. Uyurken göbeğimde uzanmayacak. Ben gidince yorganımda kokum var diye üstünde oturmayacak. Öyle geldi.
Gece, saat 12 gibi. Sanırım her şey yoluna girdi, uyandı. "Gel hadi yanıma kızım." dedim, geldi, atladı, göbeğimde uyumaya devam etti. Barıştık. Bi üç saat, hareket etmedim rahatı bozulmasın diye. Sonra da uyanıp ayak ucuma geçti. Şu an her şey eskisi gibi, geçmiş karşımda uyuyor.
Ama aralar ben zaten kötüyüm, kötü bir dönemdeyim. En küçük olumsuzlukta gözlerim doluyor, kendimi iyi hissetmeyi bırak, kendimi hissetmiyorum. Birkaç haftadır böyle, kendimle çok fazla baş başa kaldım, öz eleştirinin dozunu biraz kaçırdım sanırım. Bu olay da tuzu biberi oldu, kendimi nasıl sıktıysam uyurken, başım ağrı kesicilere rağmen inanılmaz ağrıyor.
Bundan birkaç gün önce arkadaşıma "Birini sevmek, bir şeyi sevmek... İşini sevmek, ne bileyim evini, yurdunu, etrafını sevmek. Okumayı, yazmayı sevmek. Çok güzel değil mi, seviyorsun işte. Bildiğin seviyorsun." dedikten birkaç saat sonra, içkileri aldığım tekel'in verdiği siyah poşetin içine ağlaya ağlaya istifra ediyordum.
Şunu fark ettim mesela, işin sevgi boyutunda ben çırılçıplak kalıyorum. Kamuran'da olduğu gibi, ilişkilerimde de öyle. Konu gerçek sevgiyse, taktiği, süründürmeyi, kaçmayı, arada uzaklaşıp arada yaklaşmayı, kafa bulandırmayı tamamen unutuyorum. Karşı taraf kendini öyle vazgeçilmez hissetmiş oluyor ki, ben yetersiz kalıyorum bir süre sonra.
Çünkü ben sevginin içinde bunların olduğuna inanmıyorum. Seviyorsan seviyorsundur işte, bitti. Gurur, kibir, taktik, ego, plan, oyun; hepsi bir anda gidiyor. Ama işin aslı sadece benim için öyleymiş, bunların bir yere gittiği yokmuş.
Kesinlikle ego için söylemiyorum ama alnımın teriyle iyi bir puan alıp Adana'dan kilometrelerce uzağa başarılı olmak ve hayalleri için gelmiş, biri Diş Hekimliği olan iki bölüm birden okuyan, seneye üçüncüye başlayacak olan bir insanım. Yaşıma göre bakış açımı da bir şekilde geliştirmişim, uğraşmadığım şey kalmamış, yıllardır siz varsınız, kendimi ifade edebildiğim yerler var; ben ne diye kendimi yetersiz hissediyorum? Bakış açısı ve davranışıyla yetersizliğini açık açık belli eden varken üstelik. Ya da ben neden kendimi suçluyorum? Kendini hırpalayan, açık açık haklı olan tarafken özür dileyen oluyorum?
O "Tolga alttan alır. Tolga zaten seviyordur, kin tutamaz. Tolga'ya iki şey uydururuz, her şey düzelir." günleri bitti. Bunu buraya unutmamak için yazıyorum. Kafamda oturtamadığım, canımı sıkan, bana uymayan, beni üzecek, kıracak tek olayda ben artık vınnn! Karşı tarafın tek ofsaytında bana paydos! Çünkü ben çok yoruldum, artık kaldıramıyorum, kaldırmak istemiyorum. İnsanlara, insanlar gibi davranmak belki bana da iyi gelir. İnanıyorum. İnanırsam olur bence.
Inanmak başarmanın yarısıdır sayın blogger. Yazılarını okuduğu blogerın gücünün içinde bir yerde çıkmaya hazır olduğuna inanan okuyucu emojisi. 💪
YanıtlaSil