Başlığı da böyle yazınca, ne bileyim... Hızlı hızlı bir şeyler anlatıp gideceğim. Bunları da zaten unutmayayım diye yazıyorum, aradan zaman geçip okuyunca çok efsane oluyor çünkü.
Ev arkadaşımın trajikomik ayrılığını hatırlıyorsundur. Yarı yıl tatilimin sonlarına doğru, "Ben ekmek peynir aldım, sana da vereyim mi?" der gibi, telefonda on beş dakika konuştuktan sonra laf arasında "Kanka ya, bu arada ben evden ayrıldım odamı boşalttım, haberin olsun 4 gün oldu yani." demişti. Zaten tatilimin kalanı, bizimkileri "Vallahi ben bi şey yapmadım, bu sefer ben bozmadım kimsenin psikolojisini, yemin ederim yaaa!" diyerek ikna etmeye çalışmamla geçti. Ne var yani, bi tane sevişgen çifti tehdit edip evden ve eski bi oda arkadaşımı maniple ederek yurttan gönderdiysem. Ayy, böyle yazınca da var ya, az şerefsiz değilmişim yahu. Zaten şunu çok merak ediyorum, ileride muhtemelen birçok kişinin "Ayy üniversitem şöyle efsaneydi, arkadaşlarla şöyle oldu böyle yaptık!" diye çocuklarına anlatacağı onlarca anısı olacak. Benimse kulağımda bir çift inleme var. Odamdan bahsedeyim desem, ayyy, sarı çarşafı hatırladıkça fena oluyorum. Dolabım yoktu be! Donlarımı koltuğa seriyordum yahu.
Çocuk evden ayrılınca onlarca kişiye haber verdim valla. Zaten öyle bi durumdayım ki, duyan herkesin tek cümlesi "Tolga ya, ne bahtsızsın abi bu konularda." oldu. Adım gibi emindim kimseyi bulamayacağımdan, açık olmak gerekirse dönem ortasında kimse düzenini bozup benim Maltepe merkeze bile bir minibüs uzaklıkta olan evime geçmezdi çünkü. Nitekim, bulamadım kimseyi.
Şimdi, dağın başındaki evimde tekim. Ev arkadaşımla da öyle aham şaham bi diyaloğumuz yoktu açıkçası ama tek olunca da bi garip oluyormuş. Her günkü rutinim belli zaten, sabah yazdığım senaryolarla 'altın bilmem ne ödülleri'nden 'en iyi senarist' ödülünü alıyorum. Konuşmamı yapıyorum, kendime, gecelerime, hayal gücümün bazen beni bile şoka uğratan derinliklerine ve ilham aldığım birkaç isme teşekkür ediyorum. Hatta bana ödülü bazen onlar veriyor. Sonra, imza attırmışsam okulun yolunu unutuyorum, evde bu sefer de 'en iyi çıkış yapan şarkıcı' ödülünü alıyorum ve törende konser veriyorum. Bi ona yaradı zaten evde kimse olmaması, bendeki beni keşfettim yemin ederim. Akşama doğru da, "O hem diş hekimiiii hem senariiiist!" sözleri eşliğinde bir programa konuk oluyorum. Böyle yazınca muhtemelen içinden "Ay kurban olurum sıfatına ya, kafayı yemiş bu çocuk." diyeceksin ama ben yıllardır böyleyim. Adana'da da aynıydım, yapacak bir şey yok.
Sabahın bi körü, okula beraber gittiğim arkadaşım aradı, "Hemen perdeni aç hemen!" diyerek. Bi açtım, her yer bembeyaz! Benim gözlerim doldu yine, geçen seneki karı ilk gördüğüm âna gitti kafam. Açmıştım ellerimi, dönüp durmuştum kendi etrafımda. Sonra geri zekalı arkadaşlarım beni Moda'da unutmuşlardı, ben de kaybolmuştum dönerken... Neyse, arkadaşım dedi ki "Hemen hazır ol, taksiyle geliyorum, okula geç kaldık."
Hemen bi şeyler geçirdim üstüme, o evden çıkışımı görmen lazım. Kapıyı kapatır kapatmaz, aklıma dan diye bi şey geldi. Anahtarımı içeride unuttum! Cebimde beş kuruş para var, onunla da gecikmiş elektrik faturamı yatıracağım. Bi de, yönetici her dakika evime geliyor, "Dört aydır aidat nerde?" diye, onu vermeyi düşünüyorum. Zaten bunları verince kalan paramla bütün ay sadece okula gidip gelebilirim. O yüzden çilingir seçeneğini direkt eledim.
Hani benim komşum olan, yazın onunla ev aradığım arkadaşım vardı ya, kendi kıçına bakamıyorken eve iki kedi alan manyak; direkt onu aradım. O da unutmuştu bir kere, sonra kredi kartıyla açabilmişti kapısını. Bu arada, arama nedenim de ondan fikir almak değil, onun kullanılmış kartını kendi kapımda kullanıp içeri girebilmek. Böyle de namussuz bi insanım. O da uyuyor mudur nedir, kapalı telefonu.
Sonra aklıma bi şey geldi. Benim bu eski ev arkadaşım bana on gün önce mesaj atmıştı ama ben cevap vermemiştim. Yani kusura bakmasın ama kendisinin bebeğini yaptırıp gözüne yüzüne iğne batırmadığıma şükretsin. Güya mesaj şu: "Kankacım evin anahtarını okuldaysan birine vereyim, ondan al."
Ben senin doğru dürüst ayrıldığın ev arkadaşın mıyım? 'Kankacım' nedir, bu samimiyeti sen nereden buldun kendinde. Çıldırmıştım, cevap vermedim ama Tolga olmak, maalesef bi yerlerin sıkışınca yiğitliğinden ödün vermek demek. Hemen bizimkine mesaj attım: "Yaaa kusura bakma mesajını yeni gördüm. Bugün anahtarı benim senden kesin almam lazım, okula bi yere bırakabilir misin? Ben 12 gibi çıkıyorum okuldan." Normalde telefonuna bakmayan çocuk, anında cevap verdi: "Ben okula gitmiyorum bugün. Yarın Yağmur'a veririm, ondan alırsın."
Haydaaa, ulan sokakta mı kalayım yarına kadar! Sakin olmaya çalıştım, "Suçlu sensin akıllı ol." dedim, "Bak, bugün kesin almam lazım. Senin evinin oraya geleyim ya da sen evin ordaki marketlerin birine verir misin, önemli." yazdım. Sonra da derse girdim zaten. Planım şu, o bana "Evet, şuraya şuraya bıraktım." diyecek, ben de hemen alacağım. 3 saat bakmadım telefonuma.
Buraya kadar olan her hareketimin ofsayt olduğunu biliyorum ama beni tanıyorsun, sıkıntı yok. 3 saat geçti, ben telefonuma baktım, çocuktan asla bi mesaj ya da arama yok.
Bu arada kar bitmiş, bir yağmur yağıyor var ya, böyle bir şey yok. Şemsiyemi de haftalar önce bi flört durumum oldu (sonra anlatırım belki), ona vermiştim ıslanmasın diye. O ellerime sıçsalardı da vermeseydim, sonradan o noktaya geldim çünkü.
Ben başladım çocuğu aramaya. Asla açmıyor! Aradım, bi daha aradım, bi daha derken; "Efendim kanka?" dedi. Kesinlikle sakin kalmak için kendime söz verdim, o yüzden ağzımı açmıyorum. "Anahtarı bıraktın mı bi yere?" dedim. "Bırakmadım, yarın alırsın işte. Bu arada, beni uykumdan uyandırdın şu an, farkında mısın?" dedi!
Yani Allahım, sana bazen çok kızıyorum. Beni yaratıp kendi halime bıraktığını düşünüyorum. Hiç demiyorsun, "Şu gariban Tolga iyi mi, kafası rahat mı, karşısına doğru kişileri çıkarayım." diye. Varsa yoksa bulsun beni böyleleri!
"Affedersin, ama almam lazım. Evinin altına geleyim balkondan at ya da bi markete bırakır mısın?" diyorum. "Şu an bana zahmet veriyorsun, uykumdan uyandırdın." diyor. Lan sırılsıklam olmuşum ve bu cinsel değil üstelik, en azından 3 ay beraber kaldık diyip kalk anahtarı versene birine.
Beyimiz ben sırılsıklam olduktan sonra kabul etti, "Sana 5 dakikaya dönerim." dedi. Ben de apartman kapısının önünde donuyorum bu arada. Mesaj attı sonra: "Kanka Demir Market'e bıraktım." diye. Demir Market dediği yer, bu yağmurda yürümeye kalksam sırılsıklam hale geleceğim bi yer! Ağzımı açamadım, ıslana ıslana, dona dona gittim aldım anahtarı. Aynı yokuşu tekrar çıkıp döndüm eve. Her yerimden su akıyor, burnum akıyor, çoraplarımdan vıcık vıcık bi sesler geliyor. Küfürler ede ede değiştirdim üstümü.
Ben olsam ne yapardım acaba. Ya bir şey diyeceğim. Bak, şu hayatta türlü şerefsizlikler yapmış olabilirim. Dedikodu, gıybet, kahpelik, arkadan iş çevirme, illegal tonlarca şey, muhtemelen anlatsam senin etiğine de evrenin etiğine de uymayacak olaylar, kırgınlıklar falanlar filanlar. Ama ben sanırım kimseyi o şekilde bırakmazdım. Neticede kin bile tutamayan bir salağım ben. Liseden birçok kişiyle iyi ayrılmadık mesela. Bir sürü olay (şu an baktığımda çocukluktan başka bir şey değil) oldu, tonca laf edildi. Adım gibi biliyorum, bir tanesi arasa, "Tolga, ben iyi değilim, gelir misin?" dese, giderim. Elimde değil, vallahi değil! O yüzden, yapılan hiçbir şeyi unutmayan arkadaşlarım, size hayranım yahu. Ben, o kişinin başına bir şey gelip üzüldüğü an, bütün kötü şeyleri silip koşuyorum.
Bir de, kendimle kalınca bir şey fark ettim. Başımıza gelen her şey, gelmesi gerektiği için geliyor. Biliyorum, biraz acımasızca olacak ama; mesela ben o anahtarı o gün ev arkadaşımdan alsaydım, eve giremeyecektim. Evet, sırılsıklam oldum ama sonuçta evdeyim. Ya da, şu aşk acısı meselesi. Eğer yaşamasaydım, onca yazıyı yazamazdım, onca güzel yorumu alamazdım, üslubumu geliştiremezdim gibi geliyor. O yüzden, başına kötü bir şey geldiği an lütfen aklına bunu getir. İleride mutlaka olumlu bir etkisi oluyor hayatına. Tecrübe olarak belki, "Bir daha yapmam!" olarak ya da başka şekilde.
Şu an, senaryo kursumdan sonra Kadıköy'de bi kafede oturmuş yazı yazıyorum, sonra da ders çalışacağım. Anlatacak daha bi dolu şey var ama yazıyı uzatmak istemiyorum daha fazla. İki hafta sonra kursta bitirme projemi sunacağım, her gün bir şeyler ekleyip çıkarıyorum. Bana şans dile de şu işin altından güzelce kalkayım.
Günün, haftanın, hatta yılın dersi: Sen teksin, biriciksin, en değerlisin, başka bir sen daha yok, olmayacak. Hayatına aldığın hiç kimse, sana kendini değersiz hissettiremez. Ayrıca, fedakarlık, insan ilişkilerini ayakta tutan şeylerden birisi madem, senin için bir şeyler yapmayan insana değil zamanını, enerjini, şemsiyeni bile verme!
Bi de, dünya öyle küçük, sürprizlerle dolu ve sinir bozucu bi yer ki; birinin acısı, hooop, dönüyor dolaşıyor ve senin mutluluğun oluyor. Maalesef...
Of Tolga, ben de çok malım. Herkese koşabilirim herrrkese... Ben de evden ayrıldım, peynir almaya gidiyorum der gibi evden ayrılıyorum dedim. Aynı gün Adana'da aldım soluğu ahahaha. Ev arkadaşları ile yaşanan sorunlar hikayelerimizi çarpıştıralım bir gün. Doktorum Esin, yaşadığın her şeyi bilinç dışın seçiyor diyor, çok hak veriyorum. Bilinç dışımın bana keşke garezi olmasa.
YanıtlaSilKocaman sevgiler <3
Bilinç dışını da seni de öpüyorum kocaman Cessie'm benim ^_^
Silen malesef kin tutan insanlardanım diyorum ki o bana zamanında bunu bunu yaptı ben şimdi ona yardım edemem falan diyorum o bunu haketmiyor diyorum... Bence doğru olan ne biliyor musun senin yaptığın çünkü ne olursa olsun en önemli şey insan olmak ya karşıdaki kişi ne yaparsa yapsın ne derse desin önemli olan o merhametini kaybetmemek, ve ben de inanıyorum başımıza gelen şeylerin bir sebebi olduğuna evren her seferinde bana bir mesaj veriyormuş gibi hissediyorum ve bunlardan bir ders cikarip o olayları kendi içimde tecrübeye dönüştürüyorum.. -Berfin Kıran
YanıtlaSilCanım, vallahi doğru olan benim yaptığım değil, senin yaptığın. Kimse için üzülmeye değmiyor ki, sonu hep sende bitiyor
Siltolga... gerçekten, üniversitede nasıl arkadaşlık kurabiliyorsun? takılmalık bile olsa...
YanıtlaSilya ben tıp okuyorum, hiç kimse ders dışında bir şey yapmıyor! ya insanın kütüphanede canı sıkılınca, boğulacak gibi olduğunda ''ya hadi gel kafede bir şeyler içeli'' diyecek tek bir kişisi bile olmaz mı hayatında ya? tek bir arkadaşım bile yok, çok üzülüyorum, kimseye dert de yanamıyorum, bak internetten hiç tanımadığım birine yazacak kadar düştüm, Allah rızası için bi akıl ver ya...
Ya mutlaka senin gibi birileri vardır, istanbul'daysan ulaşır mısın bana mail'den?
Sil