Yine, yine ve yine ev değiştiriyorum! Emlakçılara ve taşıma şirketlerine verdiğim parayla Etiler'de ev alabilirdim kendime yemin ederim. Off, tamam abartmayayım, Beylikdüzü'nde bir artı bir dairenin bir yıllık kirasını peşin verirdim sanırım.
Ben burada eve çıkmadan önce, bana çok kişi söylemişti. "Tolga, sen şimdi okula yakın diye dağın başını istiyorsun ama seni tanıyoruz, sen dayanamazsın orada." diye. Her zaman yaptığım gibi burnumun dikine gittiğim için gerçekten çok üzgünüm. Okula yakın diye bir otobüsün son durağına yakın bir yerde ev tutmak, dönem içinde depresyon yaşayınca hiç iyi olmuyormuş.
Annem Adana'dan bakıyor, ben buradan, harıl harıl ev arıyoruz. İşin kötü yanı şu, 9 gün sonra sözleşmem bitiyor. 9 gün içinde, evden ayrılmış, yeni evime yerleşmiş, faturaları üstüme almayı başarmış, bayram gelmeden içine eşyaları doldurmuş bir vaziyette olmak zorundayım. Ya Allahın aşkına, bir insan sınavlarına çalışmayı son güne bırakır, sabaha kadar ağlaya ağlaya çalışır, halleder. Ne bileyim, misafiri gelecektir, temizliği onlar gelmeden bir gün önce koştura koştura yapar, halleder. Ama bir insan, İstanbul gibi bir şehirde ev değişikliğini son haftaya bırakamaz ya, yapamaz bunu, gerçekten. Bi tek benden beklenirdi sanırım...
Başıma yine bi sürü şey geldi! Finallerim devam ederken mecburen birkaç tane ev gezdim. Bi tanesi, gayet nezih, sakin bir semtte, fotoğraflarından anladığım kadarıyla güzel de bir evdi. Önce emlakçının yanına uğradım, adam beni eve götürdü. Ev bir artı bir, bahçe katı. Apartman aile apartmanı, belli. Zaten adam eve yürürken lafını sokmayı ihmal etmedi, "Burası aile apartmanı, ses yapmazsak..." diyerek. Ne yapacağım acaba senin apartmanında, sen benim üstümde oturuyormuşsun, sen ses yapma asıl. Neyse, eve vardık, ben evi gezmeye başladım. Tuvalet biraz eski gibi ama halledilir, diğer odalar fena değil. Amerikan mutfak yapmışlar, tezgah çok kısa ama olsun, Emine Bedercilik oynamayacağım zaten. "Ben beğendim gibi, bi annemi görüntülü arayayım, onun da fikrini alalım." diyip telefonumu çıkardım ve dan dan dan! Servis yok!
Hiçbir şekilde ulaşamıyorum kadına. Hani laf etmeyeyim dedim, diğer odalarda da deneyeyim, bi yerde çeker sonuçta. Tuvalette, klozetin üstünde bile denedim, servis hiçbir şekilde gelmiyor! Tek çizgi bile değil, direkt kapalı görünüyor telefon.
Söyledim adama, şehir dışından beni arayacak insanlar olduğunu ve ulaşamazlarsa bana hayatı dar etme ihtimallerini, benim internetsiz bir hiçe dönüştüğümü, telefonumun sol böbreğim kadar değerli olduğunu bir bir anlattım. Adam da zaten şak diye söyleyiverdi, "Evet, bu katımızda telefon çekmez, çekmesi için bahçeye çıkmanız gerekiyor." diye. Lan böyle saçma şey mi olur! Kirası da uygundu biraz, meğer o yüzden böyleymiş.
Adama teşekkürümü ettim, pıt pıt yürümeye başladım durağa doğru. Ertesi gün sınavım var, stresten ölüyorum. Annem aradı beni, bi güzel bağırıyor bana. Adam annemi aramış, "Oğlunuz Turkcell kullansa telefonu çekerdi, hem bizim mahallemizde bazen telefon çekmeyebiliyor." demiş. Açıklamanın saçmalığını bir kenara bırakıyorum, ben eve arkadaşım geldiği zaman, "Canım yaa, operatörün nedir, ona göre evde telefonunla görüşme yapabileceksin. Kıyamamm, Vodafone musun sennn, istersen biraz bahçede takıl, öyle gel." mi diyeyim, ne yapayım.
Ertesi gün, başka bir ev için görüşmeye gittim. Ev sahibi kadın, öğretmen emeklisiymiş, ev de minibüse çok yakınmış. Minibüsten indim, haritaya baka baka yürüyorum, deve gibi bacaklarımla bile yol bitmiyor, gerçekten çok yakınmış... Eve vardım, kadın aşağıda bekliyordu, çıktık beraber yukarı. Evin olduğu sokak o kadar güzeldi ki, ev de öyledir herhalde, diye düşündüm, fotoğraflardan baya iyi duruyordu çünkü.
Daha demir kapıdayken sorun başladı. Sanki kapı kilitli değil, üzerine bi abansam şak diye açılacak, öyle bir sağlamlıktaydı. Girdim içeri, parkelere bastıkça, şişkinliklerinden sanırım, patır patır kırılıyorlar. Ama evin içi nasıl aydınlık, üstelik balkonu bile var. Tuvalete bakmak için girdim, kafamı bi kaldırdım, tavan mahvolmuş. Renk değiştirmiş bildiğin. Kadına diyorum ki, "Burayı ben gelmeden boyatacaksınız, di mi?" İstifini asla bozmadan "Hayır, sen halledersin çok istiyorsan." diyor. Mutfağa girdim, o dolapların halini görmen lazım! Suntadan almış paraya kıyamamış, hep dökülmeye başlamışlar. "Mutfak biraz eski gibi..." diyorum, "Ayy ne eskisi, daha yeni yaptırdım, beş yıl oldu!" diyor. Gerçekten yepyeniymiş teyzecim! "Şurda parke parçalanmış, altı şişmiş." diyorum, "Rahatsız olursan sen halledersin." diyor. Yani kadın buram buram "Ben pintilikten ölüyorum, evin başına bir şey gelirse ben arazi olacam!" kokuyor.
Teşekkürümü ettim, bu arada o da aynı cümleyi kurdu. "Burası aile apartmanı, gürültü yapmazsan iyi olur." diye... Aşağı indik, minibüse yürümeye başladım. Kenarlarda da spotçular var, eşya sorup duruyorum.
Yani amca, seni kırmak istemiyorum ama sen ikinci el eşya satıyorsun. Sıfır fiyatına yakın eşya satarsan ben senden nasıl eşya alabilirim acaba... Adamın yaptığı kâra baktıkça, "Bırak dişi mişi, keşke spotçu olsan." diye düşünüp yıllık ne kadar kazanırım diye hesap yapmaya başladım. Bi tanesi vardı, adam eşyaları hikayeleriyle beraber satıyor. "Şu renkli koltuk ne kadar?" diyorum, "Hiii, o mu canım benimm, buraya yeni evlenen bi kadın getirmişti biliyon mu? Bööle rengarenk döşemiş evini bekarken, sanırsam galiba kocası pek sevmemiş goltukları, her şeyini getirdi sattı bana bööle. Aha şu sandalyeler de onun, görüyon mu renkleri?" Çamaşır makinesi soruyorum, "Daşınacaklar diye bana sattılar, orta yaşlı bir hanımdı." diyor. Elde var sıfırla eve geldim sonra.
Sabahın köründe uyandım bugün temizlik yapmak için. Dün emlakçı aradı, "Evden çıkıyorsun madem, fotoğraf çekmeye geleceğiz." dedi. Evi, tabiri sanırım caiz, bok götürüyor! Sınav haftası, senaryoyu yetiştirmeye çalışmak filan derken, neyi unuttuğumu sonradan fark ettim. Temizlik yapmayı aklımdan tamamen çıkarmışım! Onunla uğraşıyordum saatlerdir. Sonra da ev gezmeye gideceğim zaten, bugün umarım kafamdaki gibi bir ev bulurum.
Az önce aklıma şey geldi, insan mekan değiştirirken eskisindeki güzel anılarını hatırlar, duygulanırmış ya. Acaba bende öyle bir his olacak mı diye merak ettim.
Banyoya baktım... Allahın belası çamaşır makinemiz bozulmuştu da ev sahibi yenisini 6 gün sonra getirmişti. Her gün gidip kendime don alıyordum iç çamarşırcı abladan temiz temiz giymek için! Ya da tabanın bi yerinden su çıkıyor, hâlâ neresi olduğunu bulamadım mesela. Ayy, sanırım benim banyoda hiç güzel anım yok...
Mutfağa baktım. Geri zekalı ev sahibinin ruhsal sıkıntılı oğlu, pencere pimapeninin kolu bozuk diye kendi kendine tamir etmeye çalışırken kolu koparmıştı. Adam da tamir etmeye gelip kolu evine götürdü. Yaklaşık 9 aydır mutfak pencerem sadece tepeden açılıyor, üstelik kapanmadığı için peçete sıkıştırmıştım her bir tarafına... Ocağa kafamı çevirdim, eve ilk geldiğimde bir alev almıştı, az kalsın yüzüme geliyordu. Arayıp adamı tehdit etmiştim, "Üstünüze Adana'yı salarımmm, yeni ocak getirin!" diyerek.
Sonra, ev arkadaşımın odasına gittim... Yarı yıl tatilimin sondan iki önceki günü arayıp "Kardeş yaa, ben de evden ayrıldım bu arada, 4 gün oldu, öptüm seni." demişti. Sinirimden hasta olmuştum. Sonra o oda bana gelen arkadaşlarımın kaldığı oda oldu, yakın arkadaşlarımın halvetleri için kullandıkları oda oldu.
Hemen yanında, salona baktım. Orayı çamaşır odası yapmıştık ev arkadaşım varken, çamaşırlık oradaydı. Yetmezse koltukların üstüne seriyorduk. Odanın perdesi yoktu üstelik, yemin ederim rengarenk donlarımı bütün Fındıklı halkı gördü.
Kendi odama geldim. Bu odayla ilgili aklımda kalacak tek şey, üst komşumun sesi. Çocuklarına bağırışı, çığlıklar atışı, geçirdiği sinir krizleri. Polisi aramamak için telefonu elimden atıyordum, düşün. Kadını götürseler diye dua edip çocuklara üzülüyordum, yapamıyordum o yüzden. Evde gözlerim doluyordu çocuklar için, hep özgüvensiz kalacaklar çünkü. Yatağıma baktım, ayyy Allah belamı versin, sapık sapık şeyler geliyor direkt aklıma. Kaloriferlerime baktım, şerefsiz ev sahibim yaptırmadığı için odamdakiler canı isteyince çalıştı, istemeyince çalışmadı bütün kış. Kutuplardaymış gibi gezdim aylarca evin içinde. Masama baktım, bi ona duygulandım, senaryomu onun üstünde yazdığım için ama zaten yanımda götürüyorum, hemen sildim gözyaşlarımı.
Anlayacağın, burası da olmadı. Ama bu sefer, diğerlerinde olduğu gibi yalnız değilim. El birliğiyle halledebilirmişiz gibi duruyor yerleşme işini. İlk taşındığımda neydi öyle, kimsem yoktu diye kutuların içinde uyuyakalmıştım iki gün, yorgunluktan temizlik bile yapamamıştım.
Uzun zamandır yoktum biliyorum ama senaryoyla uğraşıyordum. Blog dünyasının gediklisi, geri döndü! Ama önce evi yüzüne bakılası bir şeye benzetmem gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder