30 Haziran 2019

Kardelen

Pendik Marina'da, arkadaşlarımla yemek yerken, bir kız çocuğu geldi. Üstünde şalvarı, ördüğü saçlarına bağladığı eşarbıyla durdu önümde, "Abi, bana yemek alabilir misin? Karnım aç." dedi.
Normalde böyle bi durumda, ben de çoğunuz gibi ya cevap vermiyorum ya da inanmayıp "Hadi hadi canım benim." diyerek gitmesini istiyorum. O kadar çoklar ki çünkü, kaç tanesinin karnı gerçekten aç gerçekten tok bilemiyorsun. Bir de malum, zaten öğrenciyim, ufak tefek lükslerim dışında param kendime bile zor yetiyor. Tam "Hadi ca..." derken, aklıma, radyoloji sınavım için adadığım adak geldi. Sınavdan çıkınca "Eğer geçersem çocuk sevindireceğim." demiştim, geçtiğimi hatırlayınca kıza direkt "Kaç yaşındasın?" diye sordum. "14." diyince de "Gel hadi alalım beraber istediğin yemeği." diyip masadan kalktım.
Kasaya gittik sipariş vermek için. Söyledi istediği şeyi, ikili bir şey aldım ki, evde aç olan varsa ona da götürsün diye. Başladık muhabbet etmeye. Çocukları inanılmaz severim bu arada, hepsiyle iyi anlaşırım hatta. Onlarla iletişim kurarken çok mutlu oluyorum çünkü o kirlenmemiş dünyalarını görmek ve saf düşüncelerini duymak bana çok iyi geliyor. Aşağıya sohbeti aynen yazacağım. Bu yazıyı da buraya, benim hayırsever bir insan olduğumu düşünmeniz için değil, dün benim Kardelen'den etkilendiğim kadar sizin de etkilenmenizi istediğim için yazıyorum.
"N'apıyorsun burda? Annenler nerdeler?"
"Abi biz babamla yaşıyoruz. 6 kardeşiz. Annem son kardeşimi doğururken vefat etti."
"Ciddi misin?"
"Evet, doktor hatası dedi herkes. Ordaki bizi gören herkes 'Gidin şikayetçi olun.' dedi. Biz yapmadık abi. Allahın yarattığını kimse bilerek öldürmek istemez diye düşündük. Bilerek öldürmemişlerdir annemi, dedik."
Burada gözüm dolmaya başladı. Belli etmemeye çalışıyorum.
"Öyledir tabi. Baban nerde şu an peki?"
"Evde abi. Ayağında bir sorun var, evde yatıyor. Ben fazla çalışıyorum o yattığı için. Mendil satıyorum, çiçek satıyorum sevgililer gününde anneler gününde, kalem satıyorum. Bugün çok acıktım diye geldim yanına."
"Kardeşlerinin en büyüğü sen misin peki?"
"Evet. Annem gidince en küçük kardeşimin kırkını bile ben çıkardım abi. Her yemeği yapıyorum, elimden her iş geliyor. Ben büyütüyorum hepsini. Geçen barbunya pilav bile yaptım biliyor musun?"
"Ama zaten hem çok güzel bir kızsın sen, maşallah, hem de çok becerikli duruyorsun biliyor musun?"
"Öyle mi abi? Sen de çok yakışıklısın, uzun da boyluymuşsun vallaha."
"Küçükken çok süt içmişim, ondan. Okuyor musun?"
"Okuyordum da birkaç yıldır okumuyorum. Ama uzman doktor olacam ben. Sen ne okuyorsun?"
"Diş hekimliği. Biliyor musun, dişlerin çok güzel.."
"Sağ ol abi, teşekkür ederim. Belki bir gün aynı hastanede çalışırız, selam veririz birbirimize di mi?"
"Veririz tabi. Senden güzel doktor mu olur yav?"
"Şu masadakiler de pek güzellermiş. Arkadaşların mı?"
"Evet, onlar da diş hekimi olacak. Sınıf arkadaşlarımla geldim buraya."
"Bak şu kırmızılı çok güzel. Diğerinin de gözleri güzel."
"Öyleler tabi."
Yandan bi gülüş attı, hani "Var mı aranızda bir şeyler?" gibisinden.
"Saçmalama canım, kardeşim gibi hepsi. Olmaz öyle şey."
"Abi zaten bak bu devirde ne erkeklere güvenecen ne kızlara. Ben sana diyim, bu devirde namuslu düzgün insan bulmak zor biliyon mu? Hiç oldu mu sevgilin senin? Kaç yaşındasın?"
"22 yaşındayım. Oldu tabi olmaz mı?"
"Niye bitti abi?"
"Birisiyle başka şehire gitti diye bitti. Birisiyle olmadı beni üzdü, birini ben üzdüm, öyle işte. Senin var mı sevgilin?"
"Yok vallaha abi. Ama inşallah polis bir koca bulacam, doktor olup o vurulursa onu tedavi etmek istiyorum. Heheheh!"
Yemeği çıktı, aldık. Oturduk bizimkilerin yanına. Tanıştırdım, bir de o kadar iyi bir laf cambazı ki, efsane muhabbet ediyor bizimle. Şey diyor, "Ben 14 yaşındayım ama her şeyi biliyorum çok şükür!" O kadar tatlı ki.
"Abi kime oy verdiniz siz?"
"Siz kime verdiniz bakim?"
"Babam verdi abi. Hani bi şey oğlu var ya, o adama verdi. Kendisi yürüyemiyor diye eve belediyeden adamlar geldi, taşıdılar babamı, gitti oy verdi geri getirdiler sağ olsunlar. Bi şey oğlu'nun karşısındaki adamı hiç sevemedim ben, gözüm tutmadı. Ona vermediniz di mi?"
"Yok vermedik merak etme."
Bizimkiler de meğer adak adamış. Bunu söylediler, kıza dönüp bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum. Küçük kardeşine bez almak istiyormuş. Sohbeti yine aynen yazıyorum:
"Bak bizimkiler de seni çok sevmiş, ihtiyacı olan bir şeyleri alalım dediler. Gel gidelim Migros'a, ne istiyorsan al. Kardeşine bez diyordun, gel onu alalım, olmaz mı?"
"Abi yazık size saçmalama burdan almayalım, siz de okuyorsunuz niye harcayacaksınız ne gerek var? Bim'den alırım ben bir şekilde, hem daha ucuz."
"Olur mu canım? Gel gidip bakalım, en olmadı eve bir şeyler alırsın, olmaz mı?"
"Abi..."
"Olur olur, bak ben seni çok sevdim, onlar da öyle. Bir sürü yemek yapabiliyormuşsun, alalım bir iki bir şey, eve götür kalsın. Hadi gel gidelim."
Kalktık Migros'a gittik. Pirinçten süte peynire kadar her şeyi aldık beraber. O kadar utanıyor ki yanımda, ne sorsam "Abi gerek yok, abi sen daha iyi bilirsin, abi içinden ne geliyorsa ben bir şey demem..." diyor. Bir ara sadece, aldık abur cuburlara getirdik Kardelen'i. Dedi ki, "Abi bunları almasak da kahvaltılık bir şeyler alsak olur mu?" Ya o kadar utandım ki yine salaklığıma. Alışveriş bitti, alacaklarımızı aldık.
"Bak biz bu kadar şey aldık, sen nasıl götüreceksin Kardelen? Yardım edeyim mi sana?"
"Abi şurdan atlıyom minibüse, Kurtköy'de iniyom. Beş dakikada evdeyim, taşırım ben sen ne üzülüyorsun merak etme."
"Nerde yaşıyorsun sen? Evde misiniz?"
"Evet abi. Çadırdaydık önce, sonra çok şükür kiraya geçtik. Ama bazen ödeyemiyoruz elektriği suyu. Neyse ki suya indirim oldu da biraz rahatladık."
Kasaya geçtik, bölüşerek ödedik. Sonra Kardelen'le vedalaştık.
Herkes çöktü, ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Hayat çok adaletsiz, çok şerefsiz. Dert yarıştırmak değil niyetim ama şu 14 yaşında kızın yaşadığının yarısını yaşasaydım sanırım devam edemezdim yola. O kadar saçma şeylere üzüldüğümü anladım ki o anda, yer yarılsa da içine girsem dedim. 14 yaşında, hem abi hem anne hem abla hem baba bir kız, 7 kişiye kocaman bir ders verdi. Keşke para kazanıyor olsaydım da onu okutabilseydim. İnşallah çok çok güzel bir hayatı olur, bunu o kadar içten diledim ki. Her şeyin en güzelini hak eden biri o çünkü. Bütün diledikleri; yaşadıkları, yaptıkları ve fedakalarlıklarıyla orantılı bir şekilde gerçekleşir umarım. Onu hiç unutmayacağım.

NOT: Pride kutlu olsun. Bin kere söyledim, yine ve yine söylüyorum. Aşkın cinsiyeti ol-maz. Hadi öptüm.



16 Haziran 2019

Senin de günün kutlu olsun

Annemin, sinir krizleri geçirip ortalığı ayağa kaldırdığım zaman bana söylediği tek bi şey vardı. "İnsanları olduğu gibi kabul et. Yoksa böyle sinir hastası olursun." Bunu hayatıma giren/hayatımda olan çoğu insan için uygulamaya çalıştım, çoğunda başardım. Ama tam 20 yıl, sadece babamda becerememiştim! Kafamda kurduğum, hayal ettiğim figüre o kadar uzaktı ki. Bi yerden sonra kendimi sorgulamaya başlamıştım.
Küçükken zaten pek ortalıkta yoktu, çok hatırlamıyorum. Büyüdükçe beraber geçirmek zorunda olduğumuz zaman arttı, kavgalar başladı. Kavga dediğim, gerçekten kavga. Böyle büyük sözler söylenenlerden hani. İkimiz de birbirimizi alttan almıyoruz. O hayal ettiği çocuğu yapamadığı için kızgın, ben de hayal ettiğim figür karşımda olmadığı için delirmiş vaziyetteyim! Sesler yüksek, annem off'luyor, her tarafa ses gidiyor, camlar açık! 
O benim üşengeçliğimden rahatsız, ben onun her şeye karışmasına kılım. O benim insanları/olayları takmamama sinirli, ben onun karşısındakini doğru dürüst dinlememesine kızgınım. Birbirimizin eksiklerini bulup onlara sinirlenmekle geçiyor günlerimiz, sinirlenecek bir şey kalmayınca da kavga edecek bir şeyi mutlaka buluyorduk. 
Sorsan, A ve Z kadar farklıyız ama bir o kadar da aynıyız. Sürekli bir aradayken en büyük korkum babama benziyor olmamdı, olamazdım, benzeyemezdim! Ama büyüdükçe insan bazı şeyleri kabul ediyor, kişiliğimin çoğunu babamdan almışım sanırım. Bunu en çok, İstanbul'da evde yalnızken, bir şeyleri düşünürken fark ediyorum. 
Babam dünyanın en iyi babası değil ama sanırım en şahsına münhasır babalarından biri. 
O kadar sabittir ki fikirleri, yedi cihan bi araya gelsin, o fikir değişmez. Değiştiğini söylese bile ertesi gün yine kendi fikrini savunur, tamamen yedi cihanın susması için "Tamam." demiştir! Kafa dinlesin diye! 
51 yaşında ama senden benden daha enerjiktir, enerjik olmayan herkese de acayip kıldır! En büyük kavgalarımızı beni öğle uykularımdan uyandırdığı için etmişizdir mesela. Ya da spor yapmadığım için, spor salonuna yazılıp gitmediğim için. 
Mesela bir şey anlatırsın, ilk üç dakika dinler. Dinler, yorum yapar, suratına bakar, gerçekten dinlendiğini hissedersin. Ama üç dakikanın sonunda sana "Ya onu bunu boş ver de sen n'aaptın o işi?" der, hönk diye kalırsın! Eğer ilgisini çekemediysen, o süre üç dakikadan daha azdır, geçmiş olsun. 
Yalnızlığı, inzivaya çekilmeyi o kadar sever ki, eğer keyfi gelmemiş ve sen onu yalnız bırakmıyorsan, buram buram hissedersin "Keşke evden bi çıksan da dolaşsan." bakışını. Maalesef bu özelliğimi de ondan almışım. Günlerce yalnız oturabilirim, kendi kendime eğlenebilirim. 
Canı istemiyor mu, o telefonu açmaz. Bakar ekrana, kim olduğu hiç önemli değil, ya ekranı ters çevirir, ya da telefonu uzak bir köşeye şarja takar. Büyük oyuncudur, saatler sonra döner, hemen bahane listesinden bi tanesini seçip niye açmadığını anlatır. Offf, bu özelliğim de babamdan! O an canım ağzımı yormak istemiyorsa açmıyorum çoğu telefonu. Off baba ya!
Biraz bencildir ama başkaları için kendisini yormayı da sever. Bu dengesizliğimi de sanırım ondan aldım. Acayip çalışkandır, elinden de her iş gelir bu arada. Yani bütün kötü özelliklerini alırken keşke şunlardan da bi parça alabilseymişim. 
O da buram buram son dakika golcüsüdür! Bir düğün vardır mesela, tabloyu betimleyeyim: Ben ve babam hâlâ banyoda saç sakalla uğraşıyoruz, annemse makyajı ve saçı hazır, elbisesiyle bizi salonda bekliyor! Babam yine son dakika hazırlanır ama her yere bi şekilde yetişir, ben yetişemiyorum, onun kadar hızlı değilim sanırım.
İki sene önce annemle boşandıktan sonra babamla bir ara küs kaldık. Herkese "Bi sıkıntım yok, keyfimiz yerinde, babam da eminim şu an gayet mutludur." desem de, içim hep bi buruktu. Hem bana bu kadar benzeyen bir insanla o günlerde o kadar uzak olduğum için, hem de sanırım baba yokluğunu hissedebildiğim için. Tam bir yıl geçti, bi gün iş yerine gittim, arkasından dokundum, sarılıverdik. Herkese beni "Hani hep bahsediyordum ya oğlum, diş hekimliği okuyor işte kerata." diye tanıştırınca kendimden öyle utandım ki, o an yer yarılsa da içinde kalsam dedim.
Baba ya! Off, yazarken bile kötü oldum. Şu "Babalar sevgilerini göstermiyor." cümlesi sanırım doğru. Bunu en çok, ben bir şeyleri başardığımda gözlerinden anlıyorum artık. Kavga ederken "Senden bi şey olacak mı lan!" diye bağırmaların, ben başarılı olduğumda "Ulan bunu da mı başardın afferin eşşoleşşek!" cümlesine dönüştüğünde özellikle. Ya da herkese beni anlattığını anladığımda. 
Boşandıktan sonra onun değiştiğini görmek de çok efsaneydi benim için. En büyük mutluluğu evde internetten at yarışı tekrarları izlemek olan bir adamken, şu an haftanın günlerini bölmüş, programı var! Pazartesi kebap günü, salı sinema, çarşamba rakıya gidiliyor, perşembe spor salonunda! Bi sürü mekan keşfetmiş, arayıp arayıp anlatıyor. Fotoğraf çekilmeye başlamış, selfieleri de var, buram buram "Kardeşim beni bi çeker misin?" kokan fotoğrafları da. Bazılarını bana gönderiyor hatta. 
Onun hayal ettiği gibi bir çocuk olamadığımı kabul ettiğimde 16 yaşındaydım. O sanırım daha atik, spora düşkün, daha az konuşup daha çok iş yapan, daha eril bi çocuk hayal etmişti. Tabi karşısına öğle uykusunu 'güzellik uykum' diye tanımlayan, ders çalışıp başardığı için yazın kıçını kaldırmayan, sporla tek alakası Türkiye maçları ve havuzda balıklama atlamak olan, çok konuşan ve hiç susmayan, kadın haklarını kadınlardan daha çok savunan biri gelince sanırım afalladı. "Diş hekimi olucam!" dedim, adam tam seviniyor gibi oldu, "Ben Radyo Tv de yazıyorum yandan, haberin olsun, uğraşamam dişle mişle yıllarca." dedim, şoklara girdi. İlk sınav senemde "Ben gidiyorum Ankara'ya, haberin olsun." dedim, adam Ankaralarda bana burs ayarlamaya çalıştı, tercihlerimi sildiğimi adama söylemek bir hafta sonra aklıma geldi. 
Ben de onun hayal ettiğim gibi bir baba olmadığını, ama en azından bir 'baba' olduğunu iki sene önce kabul edebildim. İyi ki etmişim. 
Hani o annemin "Olduğu gibi kabul etmezsen mutlu olamazsın." lafı var ya, gerçekten doğru. Onu, doğrusuyla, yanlışıyla, bencilliğiyle, sevgisiyle, dengesizliğiyle, ilgisiyle, kısacası her şeyiyle kabul ettim. Onu değiştirmeye çalışmak, savaşmak, laf anlatmak yerine, genelde dinliyorum, kafa sallıyorum, onaylamadığım şeylerini kavga ederek değil de sakin sakin söylüyorum. Zaten çoğunda konu çoktan değişmiş oluyor, ben yine boşa anlatmış oluyorum. Olsun.
İkimiz de, birbirimizin hayal ettiği insanlar olamadık, biliyorum ama sanırım ikimiz de bunca yıl için, o verdiğimiz bir yıl ara için birbirimize kızgın ya da kırgın değiliz. Bazı şeyleri unutmak, gömmek en iyisi, en az yıpratanı.
Senin de günün kutlu olsun baba, hatta bu zamana kadar kutlamadığım bütün babalar günlerin de. Sana bu kadar benzemekten çok korkuyordum, sanırım sana kızarken, sana benzediğim için bir yandan da kendime kızıyordum, bilmiyorum. Ama umarım, senin yaşına geldiğimde senin kadar yakışıklı bir adam olurum. İyi ki varsın.
Seni olduğun gibi sevebilmeyi yıllar sonra başarabilmiş oğlun Tolga.