24 Ocak 2019

"Yataktaki ikinci kadının patronu gibi hissettim!"

Blog'ta röportaj yapmayı çok istiyordum. Bizden farklı, bizim gibi olmayan insanlarla tanışmayı, sohbet etmeyi. Buyurunuz! 
Nasıl olduğunu boş verin, bir şekilde tanıştık. Hayat hikayesini biraz dinleyince "Ben blog yazarıyım, sabah buluşsak da sorularımı sorsam, bloga yazsam!" diye hemen sordum, sağ olsun, hemen kabul etti. Bir hastanenin karşısındaki bomboş kahvecide, karşımda oldukça güzel bir kadınla oturmuş sohbet ediyorum. Önümüzde iki tane sade Türk kahvesi var, ben soruyorum, o cevaplıyor. Kesinlikle sansürsüz ve şeffaf; karşınızda Yonca Abla! Onun hakkında bir şeyler anlatmayayım, okudukça öğrenseniz daha iyi.

"BENİM CEZA VERMEYE YETKİM YOK, VERİLEN EMRE İTAAT EDERİM."
Yonca Ablacım, sekste şiddeti sevdiğini nasıl fark ettin?
Acı eşiğim oldukça yüksek ve sakin yapılan seks bana yeterli gelmedi. İkisi bir araya gelmişken en serti olsun istedim.
Peki önceden partnerinle oturup "Ben BDSM seviyorum, şu şu fantezim var." şeklinde konuştun mu yoksa her şey o anda mı gelişti?
Kesinlikle o an gelişti, sonra da öyle istediğimizi fark ettik. Uyumlu olacağımızı az çok tahmin ediyorduk ama bu kadar aynı olacağımız bize de sürpriz oldu. Sürpriz olsun dedik ama efsane sert bir şey oldu ablacım. (gülüyor)
Bunun sana keyif vermesi sana ara ara garip geliyor mu? Ne yalan söyleyeyim, ben düşününce bile bir garip oluyorum.
Açıkçası bazen ben de düşünüyorum neden tatlı tatlı sevişmiyoruz diye. Ama onun da yeri ayrı. Nasıl desem... İyice yorulduktan sonra partnerim beni o şekilde dinlendiriyor, onun da tatlı bir zevki var.
Merak ediyorum. Sizdeki ceza yöntemleri nasıl? Aldığın ve verdiğin cezalar neler?
Şöyle ki, benim ceza vermeye yetkim yok. Ben verilen emre itaat ederim. Ona gelince, canı bir şeye kızmak istiyor mesela. Sebebi olmasa da olur, eline geçen bir kemerle bana haddimi bildiriyor.
Ciddi misin?
Evet ablacım.
Ceza aldığın en saçma neden neydi peki? Özele inmiyorumdur umarım. 
Telefonuna gelen mesaja bakmak. O, biriyle konuşurken arka planda inlemek. (gülüyor) Kötü yemek yapmak. Sevmeyeceği bir şarkıyı açmak. Gibi gibi.
O anlarda canın çok yanınca "Ortalığı ayağa kaldırayım, şuna haddini bi bildireyim." demiyor musun? Taş olsa çatlar ya!
Bir seferinde, cidden çok sinirlendim. Küpe batırmaya çalıştım, ısırmaya çalıştım. Sonra hoş bir boğuşmaya dönüşüp tatlıya bağlandı.

"EĞER BENİ KORKUTACAK BİR ŞEY YAPARSA SEVGİLİSİNE BİR ŞEYLER FISILDARIM."
Bu efendi/köle ilişkisinin ileri boyutlarından korkmuyor musun peki? 
Partnerime güveniyorum. Korkmamı gerektirecek bir şey yapmaz. Yaparsa da sevgilisine bir şeyler fısıldarım, huzuru kaçar. (gülüyor)
Sevgilisi mi var? 
Evet, yaklaşık dört yıllık ölü bir ilişkisi var.
Bunu bilerek mi başladın ilişkiye, sonradan mı öğrendin?
Başlamadan çok önce biliyordum, zamanında çok takıldık beraber. Haliyle ilişkiye de bilerek başladık. Ki zaten başladığımızda benim hayatımda da bir adam vardı. Benimki bitti, onunki devam ediyor.
Karşı tarafın senden haberi var mı?
Olsun diye çok uğraşıyorum ama kör galiba, anlamıyor bir türlü. (gülüyor) Kızın yanında sevgilisine sürtündüm kaç kez, fark etmedi.
Üçünüz buluştunuz yani, öyle mi? Abla ne efsane kadınsın.
Şanslı biriyim, çok karşılaşıyoruz. Biraz da salça bir kadınım, gördüm mü bırakmıyorum ki. Bazen karşılaşma olayını bilerek ben ayarlıyorum. Karşı tarafla da beraber çok fazla zaman geçirdik anlayacağın. Kız beni arkadaşı sanıyor, sevgilisiyle pek samimiyetim yok sanıyor, yazık...
Enişte Bey nasıl toparlıyor bu durumu? 
Bir dönem altı kızla birden birlikteymiş. İki ayrı telefon kullanıyormuş, hiçbiri çakmamış bu olayı.
Şaka yapıyorsun. Yemin ederim, biz bir tane bulamıyoruz abla!
Çok ciddiyim. Gerçekten hayret ediyorum ben de nasıl başardığına.

"YATAKTAKİ İKİNCİ KADININ PATRONU GİBİ HİSSETTİM."
Beraber yaptığınız en uç şey neydi peki?
Üç kişi, grup seks.
Yanınıza gelen kişi bir kadın mıydı, erkek mi?
Kadındı, güzel bir kadındı hatta.
Kıskanmamayı nasıl başardın?
Orda kendimi bir nevi kızın patronu gibi hissettim. İşe aldığım, işten istediğim zaman çıkarabileceğim bir eleman. Masadan her an kaldırabileceğim bir meze. O yüzden çok kolay oldu. Hatta ikisini izlemekten de inanılmaz keyif aldığımı söylemeliyim. Zerre kıskançlık olmadan.
Üçüncü kişiyi bulmak zor oldu mu abla? Her insanın kabul edeceğini sanmıyorum çünkü. Nasıl açıklıyorsunuz durumu? Ben olsam, ne bileyim...
Ahh, çok zordu ablacım. Tinder'da her eşleştiğim kadına lezbiyen ya da biseksüel olup olmadıklarını sordum. Lezbiyenler kesinlikle erkek istemiyor, haklılar. (gülüyor) Sonra biseksüel olduğunu söyleyip aslında lezbiyen olanlar var, "Erkek varsa ben yokummm!" diye ağlayanlar. Onları da hemen eledim. Geriye kalanlara "Takıldığım bir adam var, üçlü denemek ister misin bizimle?" diye sordum, çoğu reddetti ama sonuçta zafer benimdi. (gülüyor)
Senin cinsel yönelimin ne?
Biseksüelim canım.
Biseksüel oluşunun partnerine keyif verdiğini düşünüyor musun? Birçok hetero porno iki kadının öpüşmesiyle başlıyor mesela.
Evet, açıkça görünüyor, bayılıyor adam bu yönüme. Ara ara beni banyoya götürüp "Sen mükemmel bir kadınsın." diyip sarılıyordu manyak. (gülüyor.) Bizimki de öyle başladı bu arada.

"AŞKIN CİNSİYETİ OLMAZ."
Biraz da gündemden konuşalım. Biseksüel biri olarak LGBT hakkında ne düşünüyorsun?
Senin dün de dediğin gibi, "Aşkın cinsiyeti olmaz." Olmamalı bence de. Özgür olunmalı.
Sence insanların "Biseksüel kadınlar zevk veriyor ama erkekler çok kötü bir görüntü!" diye söylemelerinin sebebi ne? Bu ikiyüzlülük çıldırtıyor beni.
Evet, bu bağnazlık. Var öyle tanıdıklarım, aynı cümleleri duyduğum. Ve baya savunuyorlar bunu, inanılır gibi değil. Kadın bedeni de erkek bedeni de ayrı ayrı mükemmel, birini seçip birinden vazgeçmek çok saçma bence.
Evliliğe nasıl bakıyorsun peki? Çoğunun sonu boşanmak artık.
Evet, çoğu evlilik bitiyor maalesef. Evliliğin sorumlulukları da bitiriyor olabilir. Çocuk olmadıktan sonra evlilik çok da gerekli değil diye düşünüyorum ben.
Son sorumu sorayım. Aşık mısın sence? Yoksa başka bir duygu mu bu?
Biz hep seksten konuştuk aslında. Ama beraber alışverişe gidiyoruz, yemek yapıyoruz, geziyoruz, çok eğleniyoruz. Aşık mıyım... Kesinlikle "Bu sadece bir tutku ve heyecan." diyemem, başka bir şeyler de var sanırım.



22 Ocak 2019

Hiç anlatmamıştım, anlatasım geldi

Geçen yazıda eski sevgililerimden bahsetmiştim ya, bi tanesini uzun uzun anlatayım demiştim. Dün de ortak bir arkadaşımızla konusu açılınca yazmanın vakti geldi diye düşündüm.
Yanlış hatırlamıyorsam beşinci sınıfın yazıydı, bizimkilerle küçükler havuzunda köşe kapmaca oynuyoruz. Çok garip bi yazlık bizimkisi bu arada, küçükler havuzu sürekli boş çünkü çocuklar habire çiş yapıyorlar, iki gün açık kalabiliyor bu yüzden. Sonra hemen suyunu çekiyorlar. Neyse, biz oynarken utana sıkıla geldi bi kız, "Ben de oynayabilir miyim acabaaa?" dedi, aldık aramıza onu da.
Aradan zaman geçti, biz çok iyi arkadaş olduk. Tüm çocuklar beraber takılıyoruz. Ön bahçede oturuyoruz hep beraber, ama beni görmeniz lazım, ne yalanlar atıyorum neler neler söylüyorum kendimle ilgili. O zaman da bütün yazlığın bildiği zincirli bi kot pantolonum var, inandırıcı olsun diye onunla başlıyorum anılarımı anlatmaya. "Ben de habire mc donalds'a hamburger yemeye gidip kız tavlıyorum iştee, kot pantolonuma bayılıyor bütün kızlarrr. Tabi kızım, ne sandın, yan takla felannn atıyorum. O mc donalds kaydıraklarında gizli gizli görüşüyodum hepsiylee. Biri gider biri gelirdi biliyo musunnn?" diye bi girdim. Allahımmmm, hayatımda yaşamadığım şeyler, o an da nasıl güzel geliyor yalan söylemek. Yaşadığım tek aşk tecrübesi, Ekim'le bi yaz önce olmuş, o da bok gibi bitmişti, bütün site biliyordu abisinden nasıl dayak yediğimi. Elime karşı cins eli değmemiş bi sabiydim halbuki.
Ben iyice abartmış hayallerimi anlatırken bu kız bi baktım ağlaya ağlaya evine gitti. Sonra bana bi arkadaşıyla haber yollamış, "Yarennn seni seviyomuşş, sen öööle anlatınca çok üzüldü gitti..." dediler. Gittim bunun kapısına, zönk diye "Benimle çıkar mısın?" dedim, aa, bi baktım sildi gözyaşlarını, aşağı indik. Güya sevgili olduk...
Var ya, bi kıskançtı, aklın durur. O yaşta nasıl bi kıskanmak o. Sitedeki güzel kızlar hakkında konuşurduk mesela çocuklarla, duyduğu dakika bacağımı cimcirirdi, acıdan ağlardım yemin ederim. 
Annesi vardı, ismi Melek, kendisi abooo! Kadın beni çocuğu gibi severdi, beraber dizi izlerdik, bana habire dondurma alırdı, bizi lunaparka götürürdü. Lunapark dediğim de, zattiri zuttik bi saçmalık, sadece gondol ve zıpzıp var. Gondol elle yönetiliyor, adam düğmeye bastıkça gemi yükseliyor. Kemerler hep yırtık, güvenlik asla yok ama bayılırdık gitmeye... 
Bi gün, annesi, sevgilim bi de bi arkadaşımızı da alıp gittik gondola. Benimkine şov yapacam diye yanına oturayım dedim, o da bana şov yapmak istemiş, geminin en arka tarafındayız. Ben altıma sıçtım sıçacam korkudan, gondol başladı... Benimki bağırıyor ama "Bas abiii, düğmeye basss abiii, ver coşkuyuuuu ver coşkuyuuu!" diye. Adam da baktı iki tane kız eğleniyor, bi basıyor ki düğmeye, uçmak üzereyiz koltuklardan... Bizim ten renkleri önce mor oldu, sonra yeşil, mahvolduk bildiğin. Adam ısrarla durmuyor. En son Melek Teyze adamın yanına gitti, "Görmüyor musun çocukların halini orrr çocuğu!" diyip dövdü adamı evire çevire. Adam dayak yemişti bildiğin.
Annesi falcı büyücü bi kadındı, anneannesi de aynıymış. Mesela evlerinde oturuyoruz, bi anda durup bana "Sen böyle böyle yaptın ama şu olacak." derdi, aynen de olurdu... Dizi izlerdik, hemencecik sonunu söylerdi. Kadından fena korkardım, beni çocuğu gibi görüyordu ama o yokken biz kızıyla aşnafişne yapardık diye... Yakalasa mahvederdi beni kesin.
Çok farklı bi kızdı bu arada, ailecek delilerdi sanırım. Mesela kıvırcık saçları vardı ama asla kendine bakmazdı. Bütün yaz sinekler her bi yanını yerdi, o da kaşır yara yapardı, benek benek gezerdi. 
Her cumartesi sitede eğlence oluyordu mesela. Eğlence dediğim de, yanlış anlama sakın, düğünlerde şarkı söyleyen bi adam org getirir "Hele ninna olasınnn allahından bulasınnn" söyler giderdi. Yalvarırdık, CD getirmişlerse Bas Gaza'yı açsınlar diye... Herkes zincirli pantolonunu giyer yan takla atardı. Bi de şerefsiz arkadaşlarım yüzünden, adamlarla sürekli ben muhatap olurdum, "Abi noluurrr İsmail Yk açççar mısınnn? Abi kolbastı var mı acabaa?" diye sorar dururdum.
Bütün site sabahtan hazırlanmaya başlardı eğlence için bu arada. Erkekler gömleklerini annelerine ütületirdi, pantolonlar yıkanırdı. Kimin evinde jöle varsa saat altı gibi onun evinde toplanırdık. Tüm çocuklar aynı kokardık, kimde parfüm varsa herkese sıkardık... Kızlar da hep saçlarını düzleştirirdi, elbise giyerdi. Baya seviyorduk anlayacağın.
Ama benimkinin giydiği tek şey sabah akşam siyah rambo atlet! Aslaaaa çıkarmazdı üstünden, evde umarım birkaç tane vardır diye dua ederdim... Hep siyah şortu ve siyah rambosuyla inerdi... Eğlence olacağı gün bana söz verdi, kendisine bakacağına dair. Bütün site heyecanlandı, ondaki değişikliği bekliyoruz... Bu bi indi aşağı, yine aynı atlet, aynı şort! Saçlarının da bi tarafı düz, bi tarafı kıvırcık kalmış. "Lan sana noooldu?" dediğimizde de "Düzleştirici bozuldu yaaa." demişti, sonra karşılıklı kolbastı oynamıştık...
İkimiz bi aradayken herkesin dedikodusunu yapardık. Öyle bi gülerdik ki, şikayet gelirdi teyzelerden "Ay susturun şu ikisini Canan Beyyy." diye. 
Bi kere havuzdayız, iki tane tanıdığım kız gelmiş benim yaşlarda. Bi fena çıktı ikisi, sitedeki erkeklere yürüdüler, havuzda fingirdeşiyorlar bildiğin oğlanlarla. Biz de izlemek istiyoruz güya, allahım fanteziye bakar mısın, elimize ne geçecek bilmiyoruz. İkimizin de su altı gözlüğü yok, çıldırıyoruz bakmak için. Bi küçük çocuğun elinden zorla alıp çocuğu ağlattık, suyun altına daldık beraber, bi o bi ben izliyoruz güya... Kızlar bizi yakaladı, boğdular ikimizi, sonra ikisini annelerine söylemekle tehdit etmiştik de bizi öyle bırakmışlardı.
Birinden nefret etti diyelim, asla ısınamazdı tekrar, çok atarlıydı. Yazlıktan bi arkadaşımızla kavga etmişti, çok sinirlendi. Bi gün gitti yanımdan "Ben geliyorum 5 dakkaya, otur senn." diyip. Ben biliyorum, ortalık karışacak. Gitmiş garaja, kavga ettiği kızın dedesinin 97 model Mercedes'ine anahtarla boydan boya "Y*RRAK" yazmış ruh hastası. Üstüne de "silebilirsen sil piççç" yazmış... Adam yazanları bi gördü, bayılıp gidiyordu, zor topladık. Arabayı aynı yıl sadece 7 bine satabildiler benim salak yüzünden. Sonra gidip kıza itiraf etti bu arada iki sene sonra "Ben dedenin arabasına cinsel bişiler yazdım." diyip...
Ya kimse mi sevmezdi kızı, anlatamam sana. Bütün arkadaşlarım bağırırdı "Noluuur ayrıl, sen salak mısın, bu evde duş bile almıyordur baksana her gün aynı atleti giyiyor." derlerdi. Onlar böyle dedikçe ben daha çok aşık oluyordum, daha çok seviyordum... (hâlâ aynı geri zekalılıktayım, biri beğendiğim birini kötülediği zaman daha çok bağlanıyorum.)
Bi gün buluşacağız, aradım, hazırlan dedim. Bu sefer atlet yerine eşofman takım giymiş siyah alt üst. Ha eşofman demişken, yaptığımız bi salaklığı daha anlatmak istiyorum. Bizim sitede saklambaç turnuvaları olurdu 20 kişiye yakın. İkimiz karanlıkta görülmemek için her gün öğlen 12'de denize gider kararmaya çalışırdık, kapkara olana kadar güneşlenirdik. Eşofman takım bile aldık beraber siyah renk, saklambaç oynarken giymek için. Kimse bizi bulamazdı çünkü bildiğin karanlıkta görünmezdik, hep şampiyon olurduk... 
Neyse, hazırlan aşağı in dedim. Bi indi, eşofmanın altına pembe rugan topuklu ayakkabı giymiş. Sokakta herkes bize bakıyor! İlk bulduğumuz dönercide döner yiyip kalkmıştık.
Aradan yıllar geçti, bi haberini aldım ki Bursa'ya taşınıyormuş babasının sağlık sorunlarından dolayı. Babasını da çok severdim, aradım o zaman geçmiş olsun dilemek için. 
Hayat gerçekten çok garip. Şimdi bunları yazarken gülerek yazdım ama onunla ayrıldığımızda çok üzülmüştüm, ilk aşk acım olabilir hatta. 
Zaman çoğu şeyi gerçekten değiştiriyor.


17 Ocak 2019

Kamuran

İstanbul, hayatımdaki çoğu konu için fikrimin değişmesini ya da daha sesli olmamı sağladı. Her konuda tabii ki olumlu yönde ilerleme katedemedim. Ne yalan söyleyeyim, Adana'dayken daha bi insan canlısıydım. Daha az gergindim, sinirliydim, herkesi alttan alabiliyordum, neredeyse hiç kin tutamıyordum. Birisi hayatının hatasını mı yaptı, "Ayyy, canım benim canımm, kim bilir o an hangi psikolojideydi acaba?" diye düşünüyordum. Biri beni mi üzdü, "Olabilir, o da bir insan, bilerek yapmamıştır ki." diyordum bildiğin. Ayyy, şimdi, Atarlı Gülistan gibi geziyorum ortalıkta. Kimseye, hiçbir şeye tahammülüm kalmadı. Cahil insan gördüğümde onu değiştirmeye çalışmak yerine sinir krizleri geçirip sandalyemde fenalaşıyorum yemin ederim. Neyse, bu konuyla ilgili yazıyı başka zaman yazarım, konumuz bu değil. İstanbul'da kendimde gördüğüm en büyük değişiklerden biri de hayvanlar konusu oldu.
Yalan söylemeyeyim, çoook korkuyordum! Kuştan, böcekten, bazen köpekten, bazen kediden! Sanki bir anda kafaları atacak da üstüme zıplayacaklarmış gibi geliyordu. Ya da ne bileyim, aç kalmış olacak, "Ayyy, şurda da 192 deve gibi herif var, gideyim de onu bi ısırayım." diyeceklermiş gibi. Bunlar da hep çocukluk travması bu arada. Kıyamam kendime yahu, beni bütün hayvanlar kovaladı zamanında, koyun bile. Kurban bayramında dayımın koyununu sinir etmiştim, ayyy hayvan üstüme üstüme koşuyordu bildiğin, kuzenim tutmuştu koyunu. O yüzden şu bakış açısındaydım, "Ne yaklaşayım, ne o bana yaklaşsın, iki ayrı birey takılalım." diyordum. Sonra işler tabii ki değişti.
Önce kuzenim köpek sahiplendi, Pug'lar var ya hani. O köpek türü resmen bennnn! Yiyip yiyip bir iki adım kıçını sallayarak yürüyor, sonra uyuyor! Uykuya aşık, yemek yemeye aşık! Çok iyi anlaşıyorduk o yüzden. Önce ondan da korktum, sonra hayvan benden kaçmaya başladı sevmeyeyim de rahat etsin diye.
İlk korkumu böylece yendim. Sokakta peşime takılan köpekleri eğilip sevmeye başladım. Eskiden olsa, ayyy, babamı arardım "Gel beni al." diye. Şimdi, en basitini söylüyorum, Kadıköy'ün bi köpeği var ya Çin aslanı hani, yemin ederim hayvan beni tanıyor artık, beni görünce yolunu değiştiriyor sarılıp öpmeyeyim diye.
Sonra İstanbul'a geldim. İstanbul'daki en yakın arkadaşımın ev arkadaşı kedisiyle gelmişti. Bu arada, köpeklerden korkmuyordum ama kedilerden hâlâ korkuyordum. İlk günler, "Ayyy Tuğçe, bana doğru geliyor bu, ay ay tut şunu! Kapıyı açıyorum, birden fırlamaz üstüme di mi?" gibi cümlelerle geçti. Sonra alışmaya başladım. Bi de, o kedi aşırı elit bir kediydi. Randevu sistemiyle çalışıyordu resmen, sevmek için sıraya giriyordun, belli bi süren vardı, sonra "Hadi yallah." diyip başka odaya gidiyordu. Yemeğini vermeye başladım, ara ara yanıma oturdu kafasını sevdim. Dolabın üstüne çıkardı mesela, normalde hayatta dokunamayacak olan ben, kucaklayıp aşağı indirmeye başladım. Aaa, bi baktım, alışmışım!
Aradan biraz zaman geçti, o kediyi memlekete gönderdiler, yerine sokaktan yaralı bi kediyi, Bekir, sahiplendiler. Bi patisini şerefsizin biri kesmiş, onu ağlarken bulmuşlar, koştur koştur gitmişler. Dünyanın en samimi kedilerinden birisi, o üç patisiyle mahvediyordu bizi, oyun diye çıldırıyordu. O kadar küçüktü ki bulunduğunda, onunla ben ve arkadaşım fazlaca ilgileniyoruz diye bizi annesi mi sanıyordu ne yapıyordu bilmiyorum, kulak mememizi emiyordu bildiğin manyak. Gece uyurken üstümde uyuyordu, geziyordu. Düşün, "Odanın kapısını kapatalım." diye ağlayan ben, Bekir'le beraber uyumaya başladım.
Arkadaşım İstanbul'daki son 20 gününü benim evimde geçirdi mesela, Bekir'le beraber kaldık. Hayatımda ilk kez kendi evimde hayvan baktım, maması için koşturdum, ameliyatı için üzüldüm, olmayan patisinden öptüm, kulak mememden vazgeçtim. Şapur şupur götürdü valla kulak mememi.
Hah, Bekir de gidince kocaman bi boşluğa düştüm. Bi de öyle bi şeymiş ki hayvan sahiplenmek, durup durup anlatasın geliyor. "Bugün koşarken düştü, bi sıçtı ev koktu, kulak mememin peşini bırakmıyor!" Bildiğin boşlukta kaldım, ev sessiz, kimse yok, kafayı yiyecektim.
Okuldayım, arkadaşlarımla otururken bi arkadaşım geldi. Yaralı bi kedi bulduklarını, asistanların veterinere götürdüğünü, tedavi ediliyor olduğunu söyledi. Veteriner, tedavisi bittikten sonra sokağa bırakacakmış ama ona kıyamıyorlarmış, sahiplenip sahiplenemeyeceğimi sordular. Dişi kediymiş, çok sessiz sakinmiş. Fotoğraflarını bi gösterdiler, o minicik kafası ve boynu, boynunda o boyunluğu, poposundaki yarası, pembe burnu. Birkaç gün geçmeden gidip aldım kediyi. 
Yalnız biraz geri zekalılık yaptım, hayvanı ilk gün alıp Avm'ye götürdüm. Ben Burger King'te yemek yerken o da dönmüş kıçını uyuyordu, ara ara miyavlıyordu. Gidip mamasını aldım, eve geldik.
Kutusunun kapısını açar açmaz artık ne kadar korktuysa, gidip evin en karanlık köşesine koştu, dolabın altında oturmaya başladı. "Kızım gell, gell kızımmm, lütfen gelll!" diyorum, öylece bakıyor, saklanmış oturuyor. Ne yapsam, ne etsem, derken, aldım mamasını bi kaseye doldurdum, "Hadi gel bakalım." yaptım, aaa, geliverdi. Mamasını yedi, hanımefendi enerjiyle doldu, başladı evde dolanmaya. Her yana girdi çıktı, sonra koltuğun üstüne on yıldır berabermişiz gibi yattı. Oh valla, ben bile o koltuğu bir ayda benimseyebildim!
Birkaç gün sonra birbirimize alışmaya başladık. En son geldiğimiz seviyeyi söylüyorum. Şu an hanımefendi bana temas etmezse uyuyamıyor! O kafası, kıçı ya da gövdesi, illa benim bi yerime değecek. Çok mu keyifli, o zaman göbeğimde uyuyor. Durup durup yüzüme yaklaşıyor, kuyruk hep havada, sanırım hep mutlu.
Çocuk bakmak gibi sanırım. Eve gelirken her gün gidip oyuncak alasım geliyor. Onlarca faresi, topu var. Hanımefendi iki üç saat oynayıp kaybediyor! Elimde poşetlerle mi geldim, bazen sürpriz yapıp yaş mama alıyorum mesela, her zaman alacağım sanıyor, poşetleri karıştırıyor hemen. Bi de yaş mama yoksa sinirleniyor! Bi bakışı var bana, aboooo!
Bi tek kabından su içmeyi öğretemedim Kamuran'a. Israrla içmiyor, asla içmiyor! Aldığım suyun markasıyla mı alakalı diyip onu bile değiştirdim, içirtemedim kaptan. İlla çeşmeden akacak, o manyak ağzını dayayıp lıkır lıkır içecek. Başka türlü, susuz kalsın, yine de içmez! Neyse ki şunu öğrendi. Susadığı zaman, eğer odamda uyuyorsam kapımın önünde sabahın beşinde miyavlamaya başlayıp kapıma dayanıyor. Uyandırıyor, açıyorum kapımı. Yüzüme bakıyor bi süre, muhtemelen "Sahibim neden uyanınca bu kadar çirkin lan?" diyor olabilir. Sonra tuvaletin kapısına koşup patisiyle kapıya vuruyor, açayım da çeşmeden su içsin diye. Sonra içiyor, insan bi teşekkür eder, bi yalar öper beni, yok! Kıçını dönüp gidiyor, sabahın köründe uyandığımla kalıyorum.
Geçen kızımız kızgınlık dönemine girdi, Allahımmmmm! Hayatımın en en kötü üç günü. En uykusuz, en bitkin. Sevişemiyor diye nasıl bi ağlamak bu! Kızım sen hani elittin, hani özel bi kediydin, niye "erkek kediiii" diye ağlıyorsun, niye beni de ağlatıyorsun! Bütün gece, komşulara ses gitmesin, ağlaması duyulmasın diye odamda onu sevdim, okşadım, oyun oynadım. En son ikimiz de uyuyakalmışız yorgunluktan, düşün. Pert oldum pert! Sabahın dördünde, en son Kamuran'la beraber ağlıyorduk. O "Erkek kedi pipisiiii." diye, ben "Kızım nolur sus, bak aşağı inip verecem seni kedilere, çocuğunun babası kaçıp gidecek sonra!" diye.
Anlayacağın, bizim hikayemiz böyle. Buralara kadar okuduysan, n'olur devamını da oku. Sokakta, yaralı, hasta, bi tarafı eksik, sıkıntıda bir hayvan görürsen lütfen ilgilen. Belediyenin veterinerine koş, hallediyorlar her şeyini. İlgilen, sokaktakiler için mama al, belli köşelere koy. Nasıl mutlu oluyorlar nasılll! Bi kap su koysan da olur, çamurlu su birikintisinden içmek yerine ondan temiz su içsinler en azından.
Eğer biraz daha fazla iyilik yapmak istiyorsan ve alerjin yoksa, lütfen sahiplen. Dünyanın en efsane duygusu, en farklı, en tatlı.