26 Aralık 2016

Benim geçmişimden kopmam lazım, belki de tek sorun budur

Bu yazı, internet alacak param olmadığı için kendi fakültem olmadığı halde okulumun Mühendislik Fakültesi'nin bilgisayar odasında yazılıyor. Bu benim kaderim sanırım, İstanbul'a ilk geldiğim zamanlar da evime internet bağlatacak param olmadığı için dünyanın en korkunç kumarhanelerinden birinde, sivrisinekler bacaklarımı parçalarken amcalarla iç içe bir vaziyette nargile dumanlarının altında yazıyordum. Hiçbir şey değişmemiş.
Doğum günümden sonra iki ay yazamadım. Elim gitti, yazmak istedim ama hep durdum, ya sayfayı kapattım ya da başka bir şey çıktı. Ve yazamadığım süre içinde şunu fark ettim: Benim mutsuz olmamın tek sebebi yazmamammış! Oturup neler olduğunu anlatsam hiçbir sorun kalmayacakmış! 
En son nerede kalmıştım... Hah! Okul başlamıştı, İstanbul'a geleli iki ay olmuştu, alışmaya başlamıştım. Dibi görünemeyen bir depresyondaydım, içime Yıldız Tilbe girmişti. Beni mutlu edecek bir sürü sebep varken ben gidip bardağın boş tarafını bile değil, bardağı kırmayı tercih etmiştim. Yalnız hissediyordum, hiç mutlu olamayacak gibiydim. 
Doğum günüm bittiğinde, saat on ikiyi geçtiğinde, yurt odamda, yorganın altında cenin pozisyonunda etrafı seyrediyordum. Halbuki 18'de pastayı üflerken "19'u İstanbul'da çok eğlenerek kutlayayım." demiştim. Yalnız kalışıma kadar her şey çok güzeldi. İki parti hazırlamıştı arkadaşlarım benim için ve bilin bakalım kim bunlardan birisine gitmedi? Resmen kendi doğum günümde, "Bana niye parti hazırlasınlar yahu?" diye düşünüp benim için hazırlanan bir partiye gitmedim, hatta okuluma da geç kaldım. Hep aynıyım hep! 
Gelelim asıl olaya. Dün, eskiden hayatımda olan birisiyle Beşiktaş'taydım. Günün dersini az sonra söyleyeceğim ama önce kendimde fark ettiğim bazı şeyleri anlatmam lazım. 
Sanırım, ben geçmişimden kopamıyorum. Eskiden hayatımda kim varsa, onları yeniden bulup hepsiyle son kez konuşmak istiyorum. Sormak istiyorum, ne bileyim, neler yapıyor öğrenmek istiyorum. Kızacaksın ama ben mesaj attım, ben buluşmak istedim, o da kabul etti ve buluştuk. 
Eskiden, "Sabah uyansın da mesaj attığı an göreyim." diyip alarm kurduğun insanı yeniden görünce öyle muhteşem bir his olmuyormuş. Hatta sanırım herhangi bir his olmuyormuş. Çok garip bir gün geçirdim. 
Marilyn'i sevdiğimi hâlâ biliyor, atarlı giderli halimi unutmamış, jelibon sevdiğimden bahsediyor ve onunlayken anlattığım en yakın arkadaşımı bile soruyor. Hoş, ben de onunla ilgili birçok şeyi unutmamışım ama sanırım bir şekilde silmişim. 
Öyle normal bir şekilde "Hayatında var mı birisi?" diye sordum ki, kendime şaşırdım. Bunu kabullenmek için üzerinden aylar geçmesi gerekiyormuş mesela. O da bana gayet normal bir şekilde "Var gibi, yok gibi." dedi zaten. Ne bileyim, o kadar içten bir şekilde diledim ki mutlu olmasını, inanamadım. Olgunlaştım mı, büyüdüm mü; bir şeyler olmuş yahu bana. Ayrılırken "Beni üzdüğün gibi üzme onu, olur mu?" bile dedim. Hangi filmde izledim acaba. Platonik oluşumu anlattım, dinledi, bir şeyler söyledi. Bu arada bana "Hâlâ fotoğrafların duruyor, bakıyorum arada." dedi ve ben kızdım. Bak eski Tolga olsa oradan alır yürür, onun hayatındaki kişiyi yok etmeye uğraşır ve her şeye yeniden başlamayı denerdi, denemek isterdi. Ama yapmadım, eski Tolga'yı tarihe gömdüm. Ayrıntılara girmeyeceğim, boş ver. 
Dün şunu anladım: Ben eskiye o kadar takıntılı bir manyakmışım ki, kafamda kurduğum "son kez"leri gerçekleştirmek için resmen çabalıyormuşum. Halbuki eskiden yanımda olup şu an olmayan insanların böyle bir derdi yok. Sakın beni yanlış anlama, amacım "Yeniden birleşelim, hadi bir daha olsun!" değil. "Son kez" işte... O nasıl, hayatı benden sonra nasıl gitti, benimleyken neden böyle davrandı, aynı şeylerden hâlâ hoşlanıyor mu, şu an kiminle... İlla bu kişinin sevgilim olması da gerekmiyor bu arada, eski bir arkadaşım için bile aynı şeyleri düşünüyorum.
Geçmişimden kopmam lazım. Beni istemeyen, benden ayrılan ya da benim ayrıldığım, benim yanımda mutlu olmayan ya da onun yanında mutlu olmadığım insanları unutmam lazım. Bakar mısın yahu, herkes kendi hayatını çizmiş, herkesin hayatı devam ediyor, kimse yatağa yattığında beni düşünmüyor. Ben ise hâlâ borazan sesimle peşlerinde koşturuyorum "Son kez, son kez" diyerek. Ne 'son kez'i geri zekalı Tolga! Bırak gitmiş işte, ne uğraşıyorsun? 
2016, benim için de berbat ötesi bir yıldı. Aldığım ilk karar bu oldu: Geçmişini rahat bırak. Yaşandı, her yaşanılan şeyden bir şey kazandın, bazılarında bir şeyler kaybettin ama ders çıkardın mı, çıkardın! İkinci kararım sporla ilgili. Sanırım spora yazılsam iyi olacak. İstanbul'a geldiğimden beri dana gibi oldum. Yüzüm porselen servis tabağına benziyor, hani kısır marul turşu koyduğun tabaklar var ya... Adana küçük memleket, bir yerden bir yere yürüyordum da İstanbul öyle değil, hep araçtayım. Karaciğerim pert olmuş gibi hissediyorum. En son yağlanıyordu gariban, şu an ne haldedir kim bilir. 
Bu arada önce otobüs kartımı kaybettim, sonra okula giriş kartımı... Sorumsuzluklarımla İstanbul'a alışmaya çalışıyorum. Adana'dan gelirken "Planlı ve dakik olacağım." diye kendime söz vermiştim ama kendime verdiğim sözleri ne zaman tuttum acaba... Ne dakikliği yahu, okula gelişim yetmiş beş dakika sürüyor ve ben yurttan dersimin başladığı saatte çıkıyorum. WhatsApp grubuna acaba kaç kere "Hocam Tolga geliyormuş, trafik varmış, kar yağmış çığ düşmüş, dolmuş onu almamış, asansörde kalmış, der misinizzzz?" diye yazdım, ben de hatırlamıyorum. 
Şunu da anlatmam lazım. Hayatında hiç kar yağışı görmemiş bir Adanalı olarak, kar yağarken filmlerdeki gibi olsun diye gaza gelip ellerimi iki yana açarak dönmeye başladım. Yüz kişiydik, dönmeyi durdurup kafamı kaldırdığımda bir baktım ki herkes gitmiş, kaybolmuşum! Kar yağarken çok güzel de, ya bu ne soğuk be! Adana'da, gariban kar, aşağılara inemeden eriyor; burada yerdeki kar üç gün boyunca yerde kalıyor. Üç kere kaydım, bir kere yere yapıştım, iki kere şemsiyem kırıldı, demirleri birbirine girdi. Alışacağım ama, inat ettim! 
Bu arada öğrendim ki İstanbul'da menü vermeyen kafelerde öğrenci oturamazmış... İskender için üç kişi toplam 166 lira hesap ödeyince bunu anladım maalesef. Yedikten sonra üç gün çıkarmamayı düşündüm açıkçası. Oysaki garson kapıyı açıp sandalyemi geriye doğru nazikçe çekerken bu kadar gireceğini hiç düşünmemiştim... Ders oldu valla. 
İki kere çok fena parasız kaldım. İlaçlarımı üç gün kalmış kola ile içtim, su alacak param yoktu düşün. Öğrenciliği dibine kadar yaşadım yani. 
"2017'den tek dileğim..." demeyi çok isterdim ama bir sürü dileğim var. Öncelikle, aşk! Allahım, sence de fazla platonik kalmadım mı? Biri bitiyor biri başlıyor, birini beğeniyorum beni beğenmiyor, o beni beğeniyor ben beğenmiyorum, beni istemiyor, ben onu istemiyorum... Şunun bir ayarını artık tuttursak mı, yetmedi mi! Öldüm yahu öldüm! Albüm çıkaracağım, kitap yazacağım "Genç Tolga'nın Acıları" diye! 
İkincisi, hayallerime bu kadar yaklaşmışken gelmesini istediğim yazı yazma isteği! Hadi be 2017, sen yaparsın bi kıyak! 
Üçüncüsü, klasik şeyler yahu. Sağlık, mutluluk, başarı, azıcık yakışıklılık, haaa para, biraz daha sabır, daha az takıntı ve şey işte, dünya barışı filan. 

NOT: Dinlediğim müziklere göre şekil aldığımı fark ettim. O yüzden telefonumdan beni üzen bütün şarkıları sildim. Bu aralar sürekli şunu dinliyorum, sen de dinle. Beni gülümsetiyor, hayal kurmamı sağlıyor nedense. 
BİR DİĞER NOT: Bir şey diledim, benim için "Lütfen olsun!" der misin? Umarım senin dilediklerin de olur. 
2017 hepimize, 2016'da neyde kaybettiysek onu getirsin. Yoksa arkasından bağıracağım valla, "Gelsene lan çıkışa, çıkışta görüşek!" diye!