12 Ocak 2020

Kıyamadım uyandırmaya giderken, sen üzülme diye

İstanbul, sarhoşken dilinden düşürmediğin, herkese kafanda bitirdiğini söylesen de bi bitiremediğin eski sevgilin/platonik aşkın gibi. Deli acı çektiriyor, tokatlıyor ama sen diğer yanağını çeviriyorsun. Sürünmek hoşuna gidiyor. Bi türlü kötü anamıyorsun, hep yüzünde saçma salak bi gülümseme var.
Ancak koskoca bi dört buçuk ay sonra fark ettim ki ben artık Adana'ya gitmeliyim. İnanılmaz yoruldum, hava da çok soğuk zaten. Annemi aylar oldu görmüyorum, o kadar özledim ki. Bi de malum evimiz, deliler evi gibi. Bi tane kedimiz var, evin hakimi olduğunu zannediyor, yakında kiraları ona ödemeye başlayacağız. Bi ev arkadaşım var, benden beter yarım akıllı. Her akşam yeni bi olay, yeni bi şeyin üstüne konuşup birbirimize akıl veriyoruz, ertesi akşam kimse verdiği akla uymamış, her şey boka sarmış, hayatımıza devam ediyoruz.
Bilet bakmak için bilgisayar başına oturdum. Aman Allahımmm, kişiye özel jete baktığımı düşündüm uzun bi süre. Aylar öncesinden bilet bakmama rağmen kesinlikle ucuza bilet bulamadım. Bu insanlar nasıl bu kadar ucuza bilet bulabiliyor, kesinlikle anlamış değilim. Adana'ya değil de Kanada'ya gidiyorum sanki. Aralarından en ucuzunu seçip aldım, o da cumartesi sabahın köründe. Gece uyumayacağım muhtemelen.
Bilet işini hallettiğimden beri annem arayıp duruyor. Burada anlatmamıştım sanırım, geçen gidişimde ben uçağı kaçırıyordum. Hem de nedeni keşke trafik filan olsaydı. Gayet evde bi pazar kahvaltısı ederim diye düşünüp saate bakmamışım. Bi çıktım evden, saate bakmamla bankamatiğe para çekmek için koşmam aynı anda oldu. Taksi çevirdim hemen, bi de yol nasıl uzun. Taksimetreye bakmaktan uçağa bineceğimi unuttum yemin ederim. Uçağa öyle bi anda yetiştim ki, en son insanlara yalvarıyordum "Ablacım abicim nolurrrr öne geçeyim." diye. Biletin üstüne taksi de eklenince annem Adana'da "Sorumsuz eşşoleşşek!" diye bi sıçmıştı ağzıma. O yüzden beni uçuşa kadar her gün aradı. "Seni uyandırayım mı, oğlum bak geç kalma kafanı kırarım, 3 saat önceden çık evden umarım geç kalmazsın, yoksa tatilini İstanbul'da yaparsın." diye diye. 
Uçuştan iki gece önce de dört erkek evde içki içtik. Ben malum alkol gecelerimden dersimi aldığım için midemin bulanacağı noktada içmeyi bırakıyorum ve bir köşe bulup uyuyakalıyorum. Bitti o misafirlerin üstüne istifra edip evden insan kaçıran Tolga'nın devri. Ayy, onu da sonra anlatırım. Kuzenimin evinde su sebili gibi vodka sebili vardı, yanına oturup litre litre vodka içmiştim, bütün misafirler evden gitmişti benim yüzümden. 
Dört erkeğiz, deli eğleniyoruz bu arada. Ben midem bulanmaya başlayınca bıraktım içmeyi. Bi de deliler durup durup bana içki dolduruyor "Noluurrrr iç sen de." diye. Bi yudum daha alsam, ortalık mahvolacak, "Aynen içiyorum ya." diyip diyip içmedim. Bunlar bi içiyor, sünger gibi. Allahım, hayatımda ilk kez bi ortamdaki en uslu çocuk benim. Genelde küçüklüğüm anneme "Bu oğlun oğlumun üstüne düşmüş, kolunu kırmış!" ya da "Senin oğlun ondan kopya çektiği halde öğretmene kızımı ispiyonlamış 'bana bakıyor' diye!" gibi şeylerin söylenmesiyle geçtiği için şaşkınım. Gecenin sonu çok kötü bitti. İki arkadaşım istifra etti, üçü deli sarhoş. Evi yeni temizlemişim, her tarafı bok götürüyor. Ev arkadaşım gelecek bir haftaya, ona evi böyle bırakamam. Ayrıca daha valizimi de hazırlamadım. 
Bu delileri gönderdim. Kendime gelmek için gittim bi duş aldım. Elimde bulaşık süngeri, etrafı çitiliyorum. Nasıl başardıklarını bilmiyorum ama lambanın düğmesini bile çitilettiler bana. Temizlik bitti, valizi hazırlamaya başladım. Fark ettim ki ben valiz hazırlamaktan nefret ediyorum. Kendimi hep bu lanet olası valizle hatırlıyorum çünkü. 3 yıl önce, İstanbul'da bi dönemim olmuştu. Yurttan ayrılmıştım (atıldım da sen öyle anla), arkadaşlarımın evinde kalıyordum sürekli. Millete habire yük oluyordum. Tanıdık tanımadık kim varsa gidiyordum mecburiyetten. Okulum Göztepe'deyken Bahçelievler'de bile kaldım düşün. Kıç kadar bi kanepede sığmak için çapraz uyuyordum. Valizim elime yapışmıştı artık, okula her hafta valizle gidiyordum, kimse de yadırgamıyordu artık. O valizi kullanıyorum hâlâ. Her baktığımda sinir oluyorum, o günler aklıma geliyor. 
Bu 15 kilo sınırına da ayrı delleniyorum. Kışlıklar çok ağır yahu, üç saat sürdü valiz hazırlamam, "Şunu mu koysam, neyi koysam acaba, bunu giyer miyim?" diye sora sora anca bitti. 
Bu arada kedimin biletini de aldım. Onu da son dakikaya bıraktım maalesef ama bi türlü beceremedim. Önce telefonda yardımcı olacak adam salak çıktı, bi beceremedi. Sonra kadın "Ödemeyi şu an yapmanız gerekiyor, kredi kartı numaranızı girin." dedi, ayy, bakiyem yetmedi, ayrı rezil oldum. En sonunda halledebildim. 
Evden sabah dört buçukta çıkacağız. 2 gibi uyandım. Kamuş anladı zaten bi boklar olacağını, gergin gergin bakıyor bana. Bundan önceki uçak yolculuğumuz korkunç geçmişti. Kendisi bütün bi yol miyavlayarak ağladığı için yolculardan şikayet alacaktık az kalsın. Sokak travması olduğu için hayvan evden çıktığı an nevri şaşıyor. 
Evden çıkma vaktimiz geldi, Kamuş'u kafese koyacağım. Bi kere denedim, elimden kaçtı, saklandı. Haydaaa, arayıp duruyorum, hiçbir yerde yok. Evimiz de kıç kadar bu arada. 15 dakika sonunda bulabildim hanımefendiyi, büyütmüş gözlerini, bi duvarın dibine çökmüş, sinsi sinsi bekliyor. Kafese koymayı başardım, çıktık.
Sırtımda kaç kilo olduğunu bilmediğim bi sırt çantası var, içinde Kamuş'un maması bile var, çanta patlamak üzere. Valiz ağır gelir diye birkaç kazağımı da sırt çantasına koydum. Elimde tekerleği erimiş bir valiz, diğer elimde de 6 kilo olmuş bi Kamuş. Deli miyavlıyor ama, çığlık atıyor bildiğin. Sabahın dördünde, benzinci adamın bana bi bakışı var. Şey der gibiydi, "Sen bu kediyi sokaktan zorla kafese koydun, bırakmıyorsun!" Adam bi gıcık aldı benden, eşşoleşşek Kamuran da durmuyor, ben "Kızım bi dur." dedikçe daha beter ağlıyor. 
Alana giden otobüsün de geç kalacağı tuttu, hava 3 derece, götüm dondu durakta. Ellerim morardı resmen. İçimden diyorum ki "Gelir gelmez geçer bi koltuğa otururum, ısınırım." Bi geldi otobüs, ayyyy. Allah belanızı vermesin ya, hepiniz mi sabaha bilet aldınız. Nefes alacak yer yok. İtekleye itekleye bindim, milleti eziyorum bildiğin. Valiz, üstünde kamuş, onun üstünde sırt çantası, bi demir buldum, oraya tutunuyorum. Sırtım, belim, bıhınım, her yerim koptu. Kamuş ısrarla susmuyor, herkes bize bakıyor. Ben de çocuklu bi ana sayılırım sonuçta, kimse yer vermedi. 
Alana vardık sonunda, bizimki Koreli turist teyzelerin ilgi odağı oldu. Ayyy bi sevdiler bunu ağlıyor diye, çekik teyzeler üstüne çullandı kafesin. İngilizce konuşsalar bi iki kelime bi şey söyleyeceğim "Yesss sweetiiie." filan, Korece bi şey anlatıyorlar, miyavlıyorlar falan. Önde de bizim Türk bi nene var, kafesten uzaklaşmaya çalışıyor. Kızının önüne geçiyor, araya çanta sokuyor. 
Biletleri hallettik, uçağı beklemek için geçtik kapının önüne. Ve eşşoleşşek Kamuran uyuyakaldı. Sanki bana korkunç saatler yaşatmamış gibi şak diye uyudu. Uçağa bindik, orada da uyumaya devam etti hatta. 
Yanımda susmayan bi amca, onun yanında da benim yaşlarda bi genç, beraber oturuyoruz. Amcanın ilk beş dakikasından nasıl biri olduğunu çözdüm. Bu amca, hani otobüslerde yanına oturunca bütün hayatını merak edip tüm yol soru soran, sorgulayan, susmayan amcalardan. Kafesi koydum ayağımın altına, uyumaya başladım, bana bulaşmasın diye. Benden randıman alamayınca yandaki çocuğa sardı, planım tıkır tıkır işledi. Arada tek gözümü açtım baktım gizlice, çocuğa afakanlar basıyordu yemin ederim. Amca durmuyor çünkü. Ayyy, numara yapacağım derken içim geçmiş zaten, bi uyandım, uçak iniyor. Salyam akmış gitmiş, yüzüm gözüm şişmiş. Ön kameradan bi baktım, eve gidip uyumam lazım benim hemen, bu suratla insan içine çıkamam. 
Adana'ya indik, Allahımmm, güneş var beee. Hava nasıl güzel. Alttan 'kendisinden piçlik olmayan içlik' giymiştim, hiç gerek yokmuş. Ne var yahu, içlik giyiyorum İstanbul'da. Götüm donuyor! Hasta bakarken giydiğimiz o alt üst takım o kadar ince ki, o gün zatürre olmayayım diye içlik aldım. Neyse, içliğin ulvi görevlerinden sonra bahsederim.
Eve girdim. Annemle akşam görüşeceğiz çalıştığı için, kıyamam, bana kahvaltı hazırlayıp gitmiş. Öküz gibi yedim. Bu da demek oluyor ki ben burdan en az beş kilo alıp döneceğim İstanbul'a. Sonra da geçtim uyudum, Kamuş da üstüme kıvrılmış. Kendime geldim en sonunda. Bekle benii Adanaaa, seni yenecemm ulaaan!

Not: Başlık, İzel şarkısı. Kamuş'un uçaktaki uykulu hallerine ithaf ediyorum. Eşşoleşşek.