29 Ağustos 2013

Basketbolcular mı asosyal yoksa ben mi fazla sosyalim?

Bunu sürekli yaşamaktan gerçekten bıktım artık.. Hayatım boyunca kendimle övünen bi insan olmadım. Sanırım sadece kendimle övünmeme özelliğimle övünüyorum şu anda neyse.. Kendimi beğenmem ben pek fazla, giyinme şeklimi falan sevmem mesela. O ne öyle her dakika düğüne gider gibi giyinmek ya.. Hele bazıları evde damat adayı gibi takılıyor, benim evdeki halimi görseniz dua falan okursunuz korkudan.. Böyle nenelerimizin olur ya penyeden raprahat peygamber donu gibi, geniştir hani, onlardan giyiyorum. Üstüne de ya arkası yırtık bi tişört (kendimce hava alıyor sanıyorum) ya da lekeli lekeli bir şeyler. Niyeyse kendimi daha rahat hissediyorum o şekilde.. 


Ya da hiçbir zaman ortalıkta "ben süt gibi bi çocuğum, çiğköfte kadar güzel, mantı kadar süperim, oh suratıma kurban olsunlar." diye gezmedim. Çirkin miyim? Ya bence o kadar da kötü değilim ya.. Burnumu pek sevmiyorum, merak edenler Derya Karadaş'ın burnuna bakabilirler.. Yalan Dünya Zerrin var ya.. Kaşı gözü de bana benziyor hafiften. Annemle oturup izliyoruz, "ay yemin ederim sanki ben değil de bu kadın doğurmuş seni, çok benziyorsunuz." deyip duruyor. Kadına bayılıyorum zaten o ayrı da.. 


Giyim kuşam bitti, yüz bitti, sıra vücuda geldi.. Bi kere önden söyliyim, karnımı sıkınca baklava falan çıkmıyor ama şekerpare de çıkmıyor. Dümdüz bir karnım var yani, öyle "ayyy yazık ya susuz aç kalmış buuu" denecek kadar zayıf değilim ama "maşallah göbüşe bak" denecek kadar kilolu da değilim. Orta derece birşeyim yani. Ama boyum 192 olunca işler acayip değişiyor maalesef.

Uzun boyluların bir sürü sorunu var bence pozitif yanlarına rağmen. Mesela ben daha birinci sınıfken, çok ciddiyim birinci sınıfken, salak salak davranınca etrafımda özürlü insanlar bana "boyundan utan!!" derdi!! Lan ne salak adamlarsınız, daha birinci sınıfım, ne bekliyorsun sen, evleneyim çocuk mu yapayim ya? En büyük dezavantajlardan birisi bu işte. Eğer etrafındakilere ters bi hareket yapıyorsan "boyundan utan"mak zorundasın.. 

Bir de boy uzun olunca ki hormonların da maşallahı oluyor, yaşından büyük duruyorsun. En büyük avantajı da bu bence. Yaşlanınca daha genç gözükeceksin ama kambur değilsen, gençken de daha olgun duracaksın. Ama büyük göstermek de bi yere kadar yani. Alışveriş merkezine gitmiştik bi ara kuzenlerimle, yaş olarak en orta ben olduğum için büyükler ayrı takıldı, ben küçük kuzenlere bakıyorum. Bizim salaklardan biri ortalıkta kudurunca bana "Babası olarak neden durdurmuyorsunuz?" diye soran bile oldu. Birisi de -sağolsun- amcası zannetti beni.. Ya da arkadaşlarımla geziyorum, onlar bu sefer darbeyi indiriyor "ay yanımda babam gibi duruyorsun yaa, abicim benim.." gibi.. Öyle durmak güzel ama bir yere kadar işte.. 

Bir de herkeste değil ama ben de dezavantaj fazlalığı var sanırım. Ya ben küçükken sanırsam annemde bir hastalıktan dolayı sütü bitmiş, sağ olsunlar hem annem hem babam beni inek sütleriyle, en organiğinden sebze meyveyle falan beslemişler. O yüzden bu kadar uzun olmuşum zaten.  Birinci sınıf fotoğrafımızda mesela, en arka en köşedeyim ve resmen 4. sınıf gibi duruyorum. Yeni insanlarla tanışıyorum mesela, "basket oynuyorsun herhalde ya" diyor bana. Yok abi yok, keşke oynasam ama yok spor yaptığım yok! Yapacak zamanım mı var benim, zaten bu boyla anca bi yüzüyorum bir de kuzenlerle arada sırada basket maçı yapıyorum o da aceminin de acemisi şeklinde. Futbola beni almıyorlar çünkü insan eziyormuşum. E tabi adam bana "basketçisin" diyince beynimde lambalar yanıyor, "evet lisansım var" diyorum.. Öyle de bi manyağım.. 

Geçen yine yolda yürüyordum hızlı hızlı, bi tuvaletim gelmiş anlatamam sana, eve daha 15 dakika var hızlı yürüsem 10 dakikaya iner, koşsam.. Yok koşmiyim hava çok sıcak dedim, hızlı hızlı yürürken iki tane keko kızın yanından geçtim. Kızın biri hiç abartmıyorum aynen bunu dedi:
"Höööössstt yuuuuhhh aağğğh boya bak lan çüş!"

Tabi o bunu derken ben ondan öndeydim, durup kavga da çıkarabilirdim "sen ne diyon lan" diye ama kız diye birşey yapmadım. Yani yolda yürüyen insana bu söylenir mi abi ya, sanki bu kadar uzun olmak benim suçummuş gibi. 

Sanırsam bu boy ve büyük gösterme en çok annemin işine yaradı. Annem erken evlenmiş işte 18de falan. 19'da da ben doğmuşum herhalde. Komşuya gidiyoruz bayramlaşmaya mesela, o an komşunun evinde kendi misafiri oluyor diyelim, misafir kadın "ay oğlunu niye getirmedin" diye ciddi ciddi anneme soruyor. Komşu da oradan "oğlu yanında işte" diyor ve kadın şaşkın şaşkın bakınıyor "kardeşin gibi duruyoo" diye. Valla anneme yaradı bu uzun boylu olmam be söyliyim.

Bir de diskolara barlara girmem kolaylaşıyor, hele bazıları kimliksiz alıyorlar, gerçek 18'e kimlik soruyor bana sormadan alıyor. Bir de o özelliği güzel yani.

Yani diyeceğim şu ki allah aşkına basketbolcular arada sokağa çıkanınız vardır muhakkak ama neden bu kadar asosyalsiniz!!! Anladık antrenmanınız var sizin, ama ne olur çıkın bir kere de olsa sokağa. Formasız çıkın ama, güzel güzel giyinin böyle. Bakın, sonra basketbolsuz uzun boylu olanların başı yanıyor, beyin hücreleri vıccık vıccık oluyor, ben size burdan söyliyim..

26 Ağustos 2013

Her şeyi itiraf etmenin vakti geldi

Bugün size bir gerçeği açıklamak için yazıyorum.. 

Ben aslında liseli falan değilim. Tamı tamına 31 yaşında, eli yüzü yarı yarıya düzgün, boyu bir buçuk metre, eni ekvator çizgisinin amcasının oğlu kadar bir şeyim.. Göbeğim buradan sizin köye, boyumsa evinizin önüne paspas olur cancağızlar.

31 yaşın getirdiği olgunluğa tam olarak erişmek istemediğim için açtım bu blogu. Genç arkadaşlarım olur, belki gerçek hayatta da görüşür, hatta birisiyle evlenirim diye bu yollara girdim ben. Nasıl olsa hayat değil mi bu, mutlaka yorumlaştığım birisiyle evlenir, kızımıza güzel bir blog açardım. Ha unutmadan kızım.. 9 yaşında, hepinize öpücükler yollayan miniminnacık bir kızım da var benim. Karımla da geçen sene parasal bir şeyler yüzünden boşandık, o konulara girmek istemiyorum zaten.

Bu blogun yüzde 50si doğru bence. Evet, gerçekten kitap yazıyorum. Evet, bir okul için senaryo yazdığım doğru ama kendi okulum için değil. Allah aşkına kendi okulum mu kaldı, en son adını falan değiştiriyorlardı da neyse. Bir devlet lisesi için benden oyun istediler, kıramadım tabi. 

Beni nereden bulduklarını da açıklayayım da egom tavan yapsın. Gazetedeki köşemi ve iki tane kitabımı okumuş beğenmişler, ben de kitabın bir yerinde tiyatro yazarım, oynarım gibi bir şey söyleyince de teklif ettiler işte. Hemen yazmaya başladım ama yazıp yazıp sildim, içime sinmeyen şeyi hemen çöpe atarım ben. Olgun değilim diyorum ama ruhum da var yaşlılık.

Bir sürü bloga temaları için yorumlar yazdım, yazılarını yorumladım, onlarla güldüm, onlarla üzüldüm. Yaklaşık 6 senedir bloggerlık yapıyorum, bırakın da yorum yapacağım blogları bileyim değil mi... Uska benim için bambaşka bir dünya ama gerçek dünya böyle adaletsiz, böylesine yalnız, kızım ve ben hayata sımsıkı..........

Hay ağzına sıçayım lan. Buraya kadar, bir yerden sonra ben bile inanarak yazdım. Nasıl da role giriyormuşum ben ya, nevrotik nevrtotik diye boşuna kendime demiyorum ben. Gayet de 17 yaşında ama 18e girmek için günler sayan bir ergen olduğum için ve içimde kalıp alnımda dötümde sivilce yapacağına bloga yazıp kurtulmak isteyen bir ergenim ben.

Ne göbeği be! 190 boy, 76 da kilo. Fena sayılmam yani. Ah ahhh.. Keşke kızım olsa, artık baba olsam, ama karım beni terk etmese şu sittiğimin parası için.. Ne güzel olurdu be! 

Gazetede köşe mi?! Efendim? lan ben ne demişim böyle, allahım en büyük hayalerimden birisi bu zaten! Güncel bir gazetede haftada bir yazılarımı yayınlamak. Para da istemez yemin ediyorum istemez, yeter ki orada yazayım ben. 2 kitabım var evet ama yayınlatacak bok gibi para bende yok efenim.. 

Okul için tiyatro çalışmalarım hala devam ediyor, son kontroller falan da filan..Bu arada ruhum harbiden biraz yaşlı.. 

Seni hayal kırıklığına uğrattığım için ben, hayal kırıklığına uğradığın için sen üzgünsün belki de. Merak etme, 31 yaşında birisinin blog yazdığı falan yok yani. Ama ne de güzel uydurmuşum ha. Uydurmak benim hobim falan olsun, kitap okur gibi uydurma şeyler yazayım bence. Uydurma uydurma uydurmaaa, dondurma, uydur - dondur.. Bismillah! Aklım Atiyenin dondurma şarkısına kaydı.. Aklımı bulup geleyim ben..

20 Ağustos 2013

"Beni neden düğününüze davet etmediniz!?"

Bir anne veya babaya sorulabilitesi en düşük, hatta yerlerde gezen bu soruyu beynimde bir film sahnesi gibi canlandırıyorum. İçimi acayip bir üzüntü, çok farklı korkumsu bir şey kaplıyor. Bunu hak edecek ne yaptım ben, neden baba neden, nasıl düğününüze gelemem? Peki ya sen anne, anne öyle bakma evet evet sen! Nasıl bana bunu layık gördün de hayatımın sonuna kadar kalbimde yaşatacağım bu acıyı daha derinlere kazıdın, ittin, itiştirdin, diye söyleyeceklerimi planlıyorum aslında. 


Bir anne ya da bir baba bunu nasıl yapar çocuğuna! İlk önce alttaki nedenler yüzünden hayata küser o delikanlı. Büyüyünce doktor ya da mühendis olacak, belki de "ne doktorlaar ne mühendisleer istedi de varmadıydımdı ben!" diyecek kişilik küsecek hayata! "Keşke bu sahneleri hiç yaşamasaydım!" diye ağlar, kendini yerden yere atar belki de, azıcık da burnu kanar. Yazık.

Sen düşünsene bir de bunu, belki de düğer tüm çocuklar gibi:
  • Anne ve babanın bu en mutlu gününde yanlarında değilsin. Cicili bicili, şan şakrak giyinip de akrabaların gönlünü kazanamamışsın.
  • Senden büyük bütün kuzenlerin bu düğün fotoğrafında poz veriyor. Kimisi dilini çıkarmış, kimisi sanki sana "bak ulen bak! sen yoksun ama ben varım, senden önce ben" diyor.
  • O koşuşturmayı yaşayamıyorsun, baban damat tıraşı, annen de gelin kafası modeli saç yaptırırken sen başka bir yere emanet edilemiyorsun.. Nassıl da üzücü değil mi...
  • Düğün kasedi çekilirken kameranın önüne geçmeye çalışamıyorsun. Belki bir yerde görünürüm diye bi kaygın zaten yok.. Batıyorsun, dibe, belki de dip dibe.
  • En sevdiğin insanların en mutlu günlerinde yanlarında değilsin ki. Sen artık onlar için bir hiçsin, herkes gibisin, hiç kimsenin ta kendisisin!
  • Düğünde yere saçılan paraları toplayamayacaksın, zengin olamayacaksın.
Küçücük bir çocuğum ben artık. Tüm bu maddeleri sıralıyorum beynimin en ücra köşesinde. Ağlamak istiyorum, beyin hücreciklerimin tomogrofik saldırısına uğruyorum. "Ağlama, geri zekalı, ağlama."

Tüm bu yaşanılanları düşündüğüm odadan çıkıp yatak odasına, onların odasına gidiyorum. Beni düğünlerine çağırmayan o iki kişinin, o çiftin odasına. Komidinin çekmecesini açıyorum, grip markalı kalemimi arıyorum ama yok. son çekmeceye baktığımdaysa o hazin sonla karşılaşıyorum..

Düğün fotoğrafları..
Düğün kasedi, cd'ye çevrilmek için usulca bekliyor fotoğrafların altında..

Elime alıyorum hepsini. Bir tomar. Sonra da diğer çekmeceden kendi küçüklük fotoğraflarımı çıkarıyorum. 3 tane.. Yalnızca 3.. Bana yapılmış bir komplo bu, diyorum; elimdekileri yere bırakırken. Ve bir tane fotoğraf seçiyorum en mutlu görüneninden.

Nasıl da mutlular, şunlara bak! Onur abiye baksana, küçükken dişleri yokmuş, hep düşmüş. Deniz abla, yüzünü sürekli yamuk prenses gibi yamultup dil çıkarıyormuş! Peki ya sen Melda abla, maşallahın var, saçlarını küt kestirip "kütük gibin kızım ayol." demeye mi çalışıyorsun.. Kafamda binbir tane deli soru var daha.

Ağlamamı kesiyorum, annemle babamın ayrı ayrı koltuklarda uzanıp televizyon seyrettiği o "malum" odaya giriyorum, ağlamamı kestiğim halde ağlamaklıyım ama. Naparsın, azıcık kalmış gözyaşım tam gözümün altında.

Ve o sorulabilitesi çok düşük, belki de en saçma soruyu yöneltiyorum babama:
"Beni neden düğününüze davet etmediniz!?"

Bu soruyu sorduktan sonra göz pınarım akmaya başlıyor usulca, elimde toplu çekilmiş fotoğrafları var ve üzerine tuzlu gözyaşım damlıyor. Belki de boyası akacak. Babam toparlanıyor, arkadan da biraz ses geliyor, belli ki annem de kalkıyor koltuğundan yavaş yavaş. Ortaya geçiyorum, ikisini de tam göreyim, onlar da beni görsünler diye. 

Babam gülme krizine giriyor, annem de dizlerine vurmaya başlıyor. 
"Bu çocuğu kim yaptı, nasıl bu kadar manyak oldu bu!" diyor. 

Bu lafı duyunca daha da çok ağlıyorum. Babam hıçkırdığımı görünce gülmesini kesiyor ve bana: "Biz düğünde dans ederken sen bende vitamindin oğlum." diyor havalı havalı.

Teşekkür edip odadan ayrılıyorum, kendimi pollyana şey etmiş gibi hissediyorum artık. Çünkü biliyorum, tüm kuzenlerim orada ter kokup dans ederken, düğün salonunu kokutup zararlı hücrelerini etrafa saçarken, düğün pastasını dört gözle bekleyip başkalarından dilim çalarken..
Ben onların zararı olmalarına karşılık çok yararlı bir vitamindim babamda. 
Düğünde olmama da gerek yokmuş bu yüzden.

Mutlu mesut, yatak odasında fotoğrafları toplarken kuzenlerimin düğündeki fotoğraflarını görüyorum, artık ağlamama gerek yok. Onlar salon için zararlı, bense bir vitamin olarak yararlıyım çünkü.

Fotoğrafları topladıktan sonra odama gidiyorum ve belki de hiçbir zaman bir daha asla bu kadar rahat uyuyamayacağımı bilerek en güzel uykuma dalıyorum. 
Rüyamda da bir ödül töreninde olduğumu görüyorum, adım söyleniyor birden. Masada yanımda oturan ünlü bir arkadaşım da kulağıma eğilip fısıldıyor: 
"Yaşadın, yılın en yararlı vitamini seçilmişsin!"

6 Ağustos 2013

"Dam"

Önceki yazımda hani damda yangın çıkmış gibi oldu demiştim, birisi beni şikayet edecekti falan demiştim ya.. "Sonra anlatırım" yazdım, şimdi anlatmaya karar verdim.
Bendeki bu merak duygusu beni bitiriyor! Erkek olmama rağmen  severim lan başkalarının bir şeylerini öğrenmeyi. Kabul edelim aslında hepimiz çok severiz, maşallah Türk damarımız tuttu mu bbg evi gibiyiz. Yani erkek kız fark etmiyor, az da olsa insanların hayatlarını merak ediyoruz. Ne kadar "banane be" desek de eminim içimizde birazcık bir şeyler kalıyordur. Kalıyor di mi lan? Ağlarım ha, yalnız olamam.
Şu anki magazin bilgimle emin olun dünyanın en iyi dergisini çıkartırım.. Hatta burç, müzik, dizi, film yorumlarımla renklendirir, en sona da bi blogger röportajı koyar blog tanıtırdım.. Nerde bende o para... Neyse, konumuz bu aşk meşk merakıydı.
Alkan sevgilisiyle buluşacak ancak sevgilisinin zibilyon tane kuzeni olduğu için 5. katta buluşuyorlar. İlk önce "utanırım, siz gelmeyin" falan dese de ben çocuğa "yav kanka, 2 dakika senin nasıl konuştuğunu dinleyip çıkıcaz ya. Bakalım benim kankam sevgilisiyle nasıl konuşuyor hehebori!" diyerek kandırdım. Alkan bu yani, meraktan öldürür beni onun ağız hanzo halleri. Canlı canlı duymam lazım, kankasıyım, birinci derece yakınıyım yav.
Bunlar 5. kata çıktı, ben, kuzenim ve diğer arkadaş da 4. kata gittik. Bu 4. katta ancak bu kadar tanıdık çıkar, selam vermek zorunluluğu ancak bu kadar artar. Adım başı insanlara selam veriyoruz, hal hatır soruyoruz. Üstümüzde Alkan ve sevgilisinin ne bok yediği belli değil, biz Ersoy'un babasının balık pişirme merakını dinliyoruz.. Hepsinden zar zor kurtulduk ve onların buluştuğu merdivenin altına geldik. 
Lan hiç mi bir şey duyulmaz, sadece görüntü var. Sevgilisi pembe bir şey giymiş o görünüyor, bütün görüş ekranımı kaplıyor zaten yavru ayı :)) Alkan da ancak kafanı deve kuşu gibi çıkarıp bakarsam göreceğim yerde. Buğra'ya "Yürü lan dama çıkıyoruz, bi bok duyamıyorum!" dedim.
Şimdi dama çıkmak için en yakın merdiven Alkan ve sevgilisinin olduğu merdiven. E benim gibi üşengeç bi insan normalde ölse arkalardan tekrar dolanacak, yangın merdiveninden tırmanarak dama çıkacak da... Ama bu üşengeçler harikası ben, işin ucunda merakımın giderilmesi olduğu için o merdivenleri jet gibi çıktım desem.. Arkadan dolanıp çıktım.. Sırf bu magazin türündeki merakım için!
Şimdi damdayız ama acayip saçma bir durum var. Biz yürüdükçe yukarıdan aşağıya sesler geliyor, bir de benim ayaklar 46 numara, dev gibi maşallah. Hepimiz terliklerimizi çıkardık, elimizde tutuyoruz ve parmak ucunda yürüyoruz. Hırsız gibiyiz, hava da baya karanlık.
Alkan gilin olduğu taraftaki bacadan da dumanlar çıkıyor. Tavuk kokulu böyle, önünde dursan 3 gün tavuk kokarsın yani. Normalde sitede balkonda mangal yakmak yasak, herkes evinin kapısının önünde yakıyor ama ilk kez o bacadan duman çıkıyor. Neyse dedim, takma Uska, amacını unutma. Mangalı unut.
Onlar tam aşağımızdalar ve biz de tam üstlerindeyiz. Bu sefer daha net duyuyorum onları. Alkan kıza "Bende büyük olta var biliyon mu" diyor... Evet aynen bunu diyor! Kankam bunu diyor yani. Daha da çok dinliyorum, sesler bi yükseliyor bi düşüyor. En sonunda düştü ve dı dıııt duyulmamaya başladı!
Hepimiz damdan aşağı birazcık eğildik ve pencereden kankam ve sevgilisini izlemeye koyulduk. Yemin ederim arkadan biri korkutsa aşağı düşeceğim yani o derece. Hatta bi ara korktum, dizüstünde oturarak kafamı dışarı çıkardım. Sonra merdivene Alkan gilin yanına bir adam geldi ve damdaki bizim bile duyacağımız bir sesle "Burdan dama çıkan oldu mu çocuklar! Yangın çıkarmış birileri, bacadan duman çıkıyor!" demez mi..
Ağzıma sıçsınlar bu merakımın benim ya! Ulan otur evinde di mi, bak sen yangın çıkarmadığın, hatta mangal yakmadığın halde şu an suçlusun. 
Biz bunu duyunca ellerimizde terlikler, parmak ucunda yavaş yavaş damdan topuklamaya başladık. Arkamıza bakarak gidiyoruz bir de, önümüz boşmuş gibi. Ben tam o anda öküz gibi bir çocuğa çarptım arkama bakarken. Kalbim ağzımda, beynimde gerilim müziği var.. Sonra kafamı bi kaldırdım ki bu çarptığım çocuk Mert'miş. Mert, namı diğer Ayı Mert oluyor kendisi. Bunun ne işi var lan damda, yanında da 2 arkadaşı. Birden bu bağırmaya başlamaz mı..
-napıyorsunuz lan siz damda! kim çıkardı olum bu yangını! Buğra, Uska, Mert.. Hepinizi Adil amcaya söylemezsem, yöneticiye şikayet etmezsem!!
Boku salçalayıp yedik!!! Lan bizim suçumuz ne, biz ne yaptık! Hemen düşündüm, kendimi savunmaya geçtim.
-ne diyon lan ne yangını, geldiğimizde buram buram tavuk kokulu duman çıkıyordu. Mangal yakıyorlar heralde, biz yakmadık bir şey.
-görürsünüz siz ollum.
Sonra yine düşündüm. Bu 3'ü niye damdaydı? Belli ki sigara içiyorlar uyanıklar.. Şeytan gibiyim lan, kaçar mı benden bu!
-sen eğer götünden insanlara uska yangın çıkardı diye yalan atarsan, tam 5 dakika sonra annen damda 2 kişiyle beraber sigara içtiğini öğrenir. Ee?
Sonra çocuk Mert'i yanına aldı, bir şeyler söyledi, bana da "şu an moralim çok bozuk, damdan iner misiniz" dedi. Dengesiz, daha demin tehdit ediyordun bizi, bozukmuş morali. Tüü senin suratına. Bir de çocuğu görsen ayı gibi bir şey yani.
Damdan indik ve asansörle aşağı indik. Alkan ve sevgilisi ne konuştu hiçbir bok duyamadım maalesef. Tek hatırladığım oltaydı..

Bu olayların olduğu gece.. Saat sabah 4 suları-ymış..

Birden uykumda konuşmaya başlamışım. "Yangın vaaar, yangın vaaar!" diye bağırmaya başlamışım. Evdeki herkes uyanmış. Psikolog olan kuzenim de bana "Uskaa, neresi yanıyor?" diye sormuş. Ben uyandım zannetmiş. Ben de elimle bi yeri gösterip "orası orası'!!!" demişim ve uyumuşum.. 
Ulan ayı mert, damda üzerimde nasıl bir etki bıraktıysan artık, gece yangın diye ortalığı inletmişim. Bu sefer harbiden tü senin suratına.