21 Ocak 2018

Olan yine bana oldu

İSTANBUL-MALTEPE'DE BİR ÇATI KATI/İÇ/GECE (2 EYLÜL 2016)
İlk olarak tam iki hafta önce okula kaydım için geldiğim İstanbul'a, bu sefer evimi düzenlemek için geldim. İnternetten bulduğum bir emlakçı, dört saat rötar yapan uçağıma rağmen beni Bostancı Köprüsü'nden aldı ve evime getirdi. Evi bildiğin bok götürüyor, telefonda söylediği "Eve temizlik yapan bir abla geldi, merak etme." cümlesi kocaman bir yalanmış, görür görmez anladım. İki metre boyumla tavanı yere yakın ev tutmanın cezasını da gelir gelmez çekmeye başladım, kafamı tavana vura vura sağ tarafı kocaman oldu.
Aylarca süren platonikliğim de yerini aşk acısına bıraktı. Öyle efsane bir şekilde reddedildim, öyle korkunç bir mesaj geldi ki; aklıma her gelişinde gözlerim doluyor. Uçaktan inerken bile "Onunla aynı şehirde nefes alıyoruz şu an!" diye sevinen biri, yarın ağlaya ağlaya yerleri silecek, dolapların içindeki böcekleri temizlemeye çalışacak, mahallesini keşfedip temizlik malzemeleri almaya gidecek. Üstelik daha faturaları üzerime almadım ve nasıl yapmam, nereye gitmem gerektiğini bile bilmiyorum. Koca şehirde hiç kimsem yok, hazırlık sınavı için gelen tek kişi benim sanırım. Her adımımda "O şimdi yanımda olsaydı böyle olmazdı, dünya neden böyle bir yer, Allahım bu acı ne zaman bitecek?" diye geçiriyorum aklımdan. Telefonumdaki acı veren bütün şarkıları sildim ama "E mi?"yi silemedim bi türlü. Durup durup dinliyorum, yarın temizlik yaparken nasıl bir halde olacağım kim bilir.
E5 YOLUNDA BİR MİNİBÜS/İÇ/GÜN (4 EYLÜL 2016)
Faturaları üzerime almak için yola çıktım, en son hasta olacaktım soğuk suyla duş almaktan çünkü. Doğalgaz bürosunu sora sora bulacağımı düşünüyordum ama altıncı minibüsteyim, cebimdeki para giderek azalıyor ve şoför beni unutup Tuzla'da indirdi, bildiğin Tuzla'da.
'Tuzla'ya hoş geldiniz.' tabelasının altına çökmüş ağlıyorum. "Beceremiyorum, yapamıyorum, olmuyor." diyerek. Bir de, aşk acısı öyle despot bir duygu ki; hayatımdaki her olumsuzluğun onun yüzünden olduğunu düşünüyorum: "Ben yanlış yerdeyim, adam beni unuttu çünkü o beni sevmedi! Cebimde param kalmadı çünkü o yanımda değil! Tuzla'ya yanlışlıkla geldim çünkü ben sevilmeyecek birisiyim!"
Son dakikalara kalarak fatura işlemlerini hallediyorum. Mutlu değilim, kendimden hoşnut değilim, umuyorum ki her şey güzel olur.
AYNI ÇATI KATI/İÇ/GECE (29 EYLÜL 2016)
Evden ayrılıyorum. Ev arkadaşı bulamadım ve annemler kirayı karşılayamayacaklarını anlatıyor. En yakın arkadaşlarımdan birisi şu an evimde ve ikimiz de çok hastayız. Yarın eve kamyon gelecek, kutulara eşyaları koymamız gerekiyor. İkimiz de gözlerimizi açamıyoruz, erkenden yataklara gidiyoruz, "Sabah erken uyanıp hallederiz." diyerek. İstanbul'un soğuğu öyle bir çarpıyor ki, aşk acısını bile unutuyorum boğaz ağrımdan ve ateşimden.
Bir yurda kayıt yaptırıyorum, yine aynı umut dolu sesimle "Belki her şey güzel olur." diyerek.
ZÜMRÜTEVLER'DE 910 NUMARALI YURT ODASI/İÇ/GECE (KASIM ORTALARI, 2016)
Oda arkadaşlarımdan birisiyle inanılmaz iyi dost oluyoruz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor. Ancak şunu çok iyi anlıyorum, yurt odası bana göre değil. Hiçbir şey yazamıyorum, özgür hissetmiyorum, temizlik görevlisi masada kitap bıraktığım için laf sokup duruyor, sinir krizleri geçiriyorum. Onca kitabı ne yapacağımı soruyorum, cevap veremiyor.
Diğer arkadaşımla aram iyi değil. Tanıdığım en faşist, en cinsiyetçi, en geri kafalı kişiyle tanışıyorum sanırım. (Daha beterlerini gördüm.) Birbirimize laf sokup duruyoruz. O kadınları aşağıladıkça ben ortalığı ayağa kaldırıyorum, gece beni yastıkla boğmazsa iyi.
Plan yapıyorum, şu bir hafta yakın davranıp onu odadan göndermeyi düşünüyorum. Yurdu kötüleyip buradan soğumasını sağlayacağım ve o da gidecek. Maniple etme yeteneğime güveniyorum, umarım başarırım.
Aşk acım hafiflemek yerine daha da kötü halde, her gün oda arkadaşıma bir şeyler anlatıyorum. Maalesef, anlattıkça büyüyor içimdeki şey. (Sana tavsiyem, birini seviyorsan çok az kişiyle paylaş, anlattıkça kazıyorsun içine çünkü.)
AYNI YURT ODASI/İÇ/GÜN (KASIM SONLARI, 2016)
Sabah uyanır uyanmaz oda arkadaşımın yatağının nevresimlerinin olmadığını görüyorum. Başarmışım, çocuk yurttan kaydını sildirmiş! Vicdan azabı çekmem gerekiyor mu bilmiyorum ama içim çok rahat. Yakın olduğum arkadaşımla beraber, aynı umut dolu ses tonumla "Her şey güzel olacak." diyorum, yine.
BEŞİKTAŞ-OKKALI KAFE-ÜST KAT BALKON/DIŞ/GECE (ŞUBAT ORTALARI, 2017)
Yurda, onca ulaşım zorluğu ve sıkıntıya rağmen, sevdiğim birisiyle beraber olduğum için mutlu mesut gittiğimi arkadaşlarıma anlatırken telefonum çalıyor. Oda arkadaşım, kendi üniversitesinin yurdunun çıktığını söylüyor ve ayrılmak zorunda olduğundan bahsediyor. Yıkılıyorum, bu sefer içimde kötü bir his var çünkü.
AYNI YURT ODASI/İÇ/GECE (ŞUBAT ORTALARI, 2017)
Giden arkadaşımdan sonra gelen çocuklardan birisiyle yine çok iyiyim, beraber çok gülüyoruz. Ancak o da gidiyor. Odaya anında yeni bir kişi geliyor. Milliyetçilik yapacak en son kişiyim ama gelir gelmez kendi ana dillerinde konuşmaya başlıyorlar. Ara ara bana bakıyorlar, ne dediklerini asla anlamıyorum. Kendimi resmen fazlalık gibi hissediyorum. Hakkımda konuştuklarını düşünmem de cabası.
Aynı gece, cips paketi sesiyle gecenin ikisinde uyanıyorum. (Hâlâ duyduğum zaman gözlerim doluyor, öyle bir travma yarattı bende.) Bir tanesi hatır hutur cips yiyor, diğeri güya sakız çiğniyor. Yemek yemeyi de mi öğrenmediler, diyorum içimden. Yorganı kafama kadar çekip duymamaya çalışıyorum.
Ayrıca, temizlik görevlisinden yine şikayet geldi. Masada kitap bıraktığım için. Türkiye'deki en idealist temizlik görevlisi bana denk geldi sanırım. Dolapta yer olmadığını anlatıyorum, "Yapacak bir şey yok." diyor, ağlamak üzereyim.
YURT BAHÇESİ/DIŞ/GÜN (MART BAŞI, 2017)
Bir haftadır arkadaşımın evindeydim. Mutlu değilim, bunaldım ve onun yanına gelmiştim. Okula bile gitmedim doğru dürüst, paso evde yatıp halimi düşündüm. Odamı değiştirmeye karar verdim, sanırım yapabileceğim en doğru şey bu.
Ancak sadece on dakika sonra aynı yurt bahçesinde bağırıyorum. Bildiğin bağırıyorum ama, avazım çıktığı kadar. Memurun tavrının rezilliğine, bana söylediği cümlelere, gevşekliğine. Bir sürü öğrenci başıma toplanıyor, herkes beni seyrediyor. Olanları telefonda anneme anlatıyorum, o da Adana'da beni merak etmekten mahvoluyor. Telefonla birilerini arıyor ve söylüyor: "Eşyalarını topla, 4. Levent'e gidiyorsun, abinin yanına."
Acilden gelmiş, burnu yara, elinde eczaneden aldığı ilaçların olduğu poşetin olduğu Tolga, odasına gidiyor ve eşyalarını toplamaya başlıyor. Dört koca valiz ve sırt çantaları.
"Aynı umut dolu ses tonu..." diye başlamama gerek yok sanırım.
4. LEVENT'TE BİR DAİRE-SALON/İÇ/GÜN (MART SONLARI, 2017)
Evde iki çift var, önce birinin yanına yerleşiyorum. Sevgilim yok, biraz kıskanıyorum evdekileri. Çocukları gibiyim, yan koltukta ben uyuyorum ama böyle olmayacağını hepimiz biliyoruz. Biraz daha mutluyum artık, ev arkadaşlarımı seviyorum. Diğer çiftle pek konuşmuyoruz, selamlaşmak dışında iletişimimiz yok. Odadan ayrılıyorum ve çözümü, salon kapısı olmadığı için duvarın bir ucundan diğer ucuna korkunç bir tonda sarı renk çarşafı çekip kapı yapmakta buluyoruz! Alttan üstten açık olsa da, dolabım olmasa da, kıyafetlerimi bir koltuğa sermiş olsam da, sonunda kendi odamdayım, mutluyum!
Ayrıca, Japonca kursuna yazılmaya karar veriyorum. Küçüklükten beri kendi başıma öğrenmeye çalışıyorum, biraz biliyorum ama geliştirmek istiyorum. Aşk acım hafifledi, biraz daha motiveyim. Dergilere yazı gönderiyorum, hatta yemek yapmaya bile başladım.
AYNI DAİRENİN SALONU (TOLGA'NIN ODASI)/İÇ/GECE (NİSAN BAŞI, 2017)
Arkadaşımla görüntülü konuşuyoruz, odamı ve çarşafımı gösteriyorum, gülüyoruz. Sessiz olmaya çalışıyorum, kimseyi rahatsız etmemek için. Birden, "Ohhhh!" diye bir inleme sesi geliyor. İçimden "Bu ses ne sesi?!" diyorum. Hemen arkasından art arda gelen ten tene değme sesleri ve yine "Ahhh, ohh!" sesi! "Şaka mı bu, bir dakika Can!" diyorum ve telefonu kapatıyorum.
Sevişebilirsin, istersen fantezi bile yapabilirsin de bir dur! Sen kimsin de beni cinsellikten soğutuyorsun! Midem bulanıyor, müzik açıyorum hemen.
30 saniye sonra bitiyor ama o 30 saniye bana 30 günmüş gibi geliyor. "Ulan," diyorum, "Ne çok çeşit insan var be!" Çocuk kendini Johnny, sevgilisini de Sasha sanıyor muhtemelen, şimdilik bir şey demiyorum.
TOLGA'NIN ODASI/İÇ/GECE (NİSAN SONU, 2017)
Japonca güzel gidiyor, kendimi mutlu eden şeyler yapmaya başladım sonunda. Yazılarımı yazıyorum, geceleri rahatım. Dizi olarak her gün Sihirli Annem izliyorum, neden bilmiyorum ama bana iyi geliyor.
Sihirli Annem'i açmışım, uykumun tam olarak dalma evresindeyim, sesleri hayal meyal duyuyorken; bir anda "Oooooh, aaaah!" diye bir ses! "Perihan Teyze Taci'yi mi götürüyor lan, n'oluyor?" derken, sesler yine aynı sevişgen çiftten geliyor. Uykum için savaş açacak birisiyim, gözlerimi kapatıp avazım çıktığı kadar bağırıyorum: "ULAAAAN SİZ NASIL İNSANLARSINIZ, İNSAN MISINIZ LAN SİZ, MİDEM BULANIYOR, YETER ARTIK YETEEEER!"
Sabahında bu evde olay çıkacak, diğer ev arkadaşlarım da benimle aynı fikirde üstelik.
ADANA OTOGARI/İÇ/GÜNDÜZ (EYLÜL'ÜN İLK HAFTASI, 2017)
Efsane bir 4. Levent macerasından (sevişgenler evden gidiyorlar) ve üç aylık tatilden sonra dönem başlıyor, İstanbul'a dönüyorum. Annemle sarılıp duruyoruz. Okulun açılmasına üç gün var ve ben kalacak ev bulmadım, aramadım, sormadım bile. Otobüsten iner inmez emlakçı emlakçı gezeceğim, valizim it ölüsü gibi üstelik. Yine her şeyim son dakika ancak huyumdan asla vazgeçmiyorum. Otobüse doğru yürüyorum.
MALTEPE'DE ÇATI KATININ OLDUĞU APARTMANIN -1. KATI-MUTFAK/İÇ/GÜNDÜZ (EKİM BAŞI, 2017)
Karşımda dünyanın en iyi ev arkadaşı adayı oturuyor. Çocuk inanılmaz sakin, hafif mahçup. Ev arkadaşı aradığımı duyar duymaz aradı, masada detayları konuşuyoruz. Yirmilik diş ameliyatı olmuşum, ben susuyorum daha doğrusu, o anlatıyor. Yüzüm gözüm şişmiş ama kira ikiye bölünecek diye inanılmaz mutluyum. Onca hadiseden sonra ev arkadaşım doğru dürüst birisi olacak, bundan güzeli olamaz yahu.
ADANA-YAZLIK BELDEDE BİR VİLLA-SALON/İÇ/GECE (14 OCAK 2018)
Dayılarım, kuzenlerim; hep beraber oturuyoruz. İstanbul'daki üçüncü evime çıkışım ve bir kere yurtta kalışım yüzünden, insanlar bende bir sıkıntı olduğunu düşünüyor. Dayım soruyor: "Ev arkadaşınla aran nasıl, nasıl gidiyor?" Kendi kardeşim olsa bu kadar övemezdim, başlıyorum: "Muhteşem, çok iyi, inanılmaz sessiz, her şey çok güzel, yarın arayacağım kira günü, konuşursun istersen, dünyalar tatlısı birisi."
Her şey, güzel gidiyor.
MERKEZ-TOLGA'NIN DAYISININ EVİ-SALON/İÇ/GÜN (15 OCAK 2018)
Kira günü, ev arkadaşıma kocaman mesaj atıyorum. Faturaları gönderiyorum, IBAN yolluyorum ve  ödeyeceği parayı yazıyorum. Telefonuna sık bakan bir çocuk değil, "Görünce nasıl olsa yollar." diyorum. Annem parayı iş yerinden ödüyor ve beni arayıp duruyor: "Hemen söyle de yatırsın parayı oğlum, yerine koymam lazım."
Ancak bütün gün, ev arkadaşımdan cevap yok, tek bir mesaj bile...
TOLGA'NIN DAYISININ EVİ-ÇOCUK ODASI/İÇ/GÜN (16 OCAK 2018)
Telefonum çalıyor, arayan ev arkadaşım! Hemen açıyorum, parayı yatırdığını söyleyeceğinden eminim. Hemen annemi arayıp parayı yerine koymasını söyleyeceğim.
Uzun uzun konuşuyoruz. Komitelerinden bahsediyor, hastalanmış, bronşları dolmuş, antibiyotikleri yeni bitmiş. Çok üzülüyorum. Evde sigara içmediğimizi söylüyorum ve hastalığının benimle bir ilgisi olup olmadığını soruyorum. "Hayır, saçmalama." diyor.
Telefonu kapatmaya yakın bana geçen yılın habercisi olacak o cümleyi bir çırpıda söylüyor: "Kanka ya, bu arada ben odamı boşalttım, evden ayrıldım. Dört gün oldu başka eve çıkalı, dizdim evi."
Bir on saniye bekliyorum, sadece "Neden?" diyebiliyorum. Yine ben ne yaptım, yine neden olmadı acaba?
"Doktor daha havadar ve yüksek bir yerde olmak zorundasın, dedi çünkü. Odamı iyi havalandırmam lazımmış. Annem de hemen başka ev tuttu bana. Kusura bakmadın, di mi?" diyor.
Telefonu "Geçmiş olsun." diyip kapatıyorum.
Yine aynı umut dolu ses tonumla, "Her şey güzel olacak." demeye çalışıyorum. Olacak, olmalı, ya yine olmazsa...


1 Ocak 2018

Yeni yıla nasıl girersen...

2017, etrafımdaki birçok insan için olduğu gibi benim için de nahoş bir yıldı. Uzatmaya gerek yok, zaten Ağustos'a kadar Tolga Tilbe hâlim devam etmişti. Sonrasını okuduysan biliyorsundur, yazın telefonda duyduklarım karşısında kocaman bir hayal kırıklığı ve iki hafta da ona üzülme evresi. En son, bi silkeleniş, kendime geliş. O yüzden ilk dokuz ayı saymıyorum pek. Ama ondan sonrası fena değil, diyebilirim sanırım. 
Bazı şeyleri ayrıntılarıyla uzun uzun daha sonra anlatacağım ama neler yaptım bi bakalım...
-Kıbrıs'a en yakın arkadaşımın yanına tatile gittim ve çocuğa 4 kilo aldırdım. Gidiş biletimi alıp dönüş biletimi almaya üşendiğim için 10 gün sonra dönmeye karar verdiğimde, ertesi günkü bilet fiyatlarını gören annem tarafından "Ben sana bu fiyata hayatta bilet almam. Artık yüzerek mi gelirsin, orada mı yaşamaya karar verirsin bilmiyorum ama üşengeçliğinin cezasını çek, hadi öptüm oğlum." şeklinde bir cevap aldığım için resmen oraya yerleşecektim. 
-Sevişgen çift faciasından sonra doğru dürüst bir ev arkadaşı buldum ve üçüncü evime çıktım. 2017'de kendimi hep kocaman üç valizimi nefes nefese bi halde taşımaya çalışırken hatırlıyorum sanırım. Ev arkadaşım eve bir ay sonra geldiği için, eve eşyaları yerleştirmek, evi temizlemek, bilmem kaçıncı kez o lanet faturaları üzerime almak için mahalle mahalle sürünmem derken, sonunda bi düzen oturtabildim. Ara sıra pisliğin, kutuların arasında yorgunluktan uyuyakaldım ama ne yapalım.
-Sanırım yazmamıştım ama ben yeniden tiyatro sahnesine dönüyorum. Gerçekten, hayatımda ihtiyacım olan en önemli şeylerden birisiymiş bu, o kadar iyi anlıyorum ki bunu provalarda. Efsane bir karakteri oynuyorum, tanıyabileceğin en dengesiz, en sahtekar, en yalancı, en bi ânı bi ânını tutmayan. Bir aksilik olmazsa mayıs ayında sanırım, sahnedeyiz. Oyunun yeniden yazımının büyük kısmını ben yaptım, birkaç aya yeniden konuşuruz bunu.
-Bunu da yazmadım. Ben bi kurs buldum Kartal'da, aylardır ona gidiyorum. Hayallerim arasında 'radyo programcısı' olmak yoktu ama program metinlerimi blogta kullanabilirim diye yazılmak istedim. Sonra inanılmaz sevdiğimi fark ettim bu işi. Sanırım fena değilim, altından kalkabiliyorum. Sadece mikrofon önüme ilk geldiği an bi duruyorum, utanıyorum. Sonra sadece konuşmaya başlamam yeterli oluyormuş, Allah Allaaaah! Kulaklıktan kendi sesimi duya duya bi şeyler anlatıp duruyorum her cumartesi. Birkaç haftaya bu konuyla alakalı bi sürpriz yapacağım sanırım bi radyo istasyonunda ama onu o zaman anlatırım. Baya "Dididididiceyyy Tolga" olma yolundayım.
-Dünyanın en efsane yönetmeni ve senaristinden senaryo dersi almaya başladımmm! Adam Yavuz Turgul'un yardımcı yönetmenliğini yapmış, tanımadığı kişi yok, kırk beş tane ödül almış, Hollanda'dan yine ödül alıp gelmiş; geçen eşiyle beraber gördüm, Moda'nın ortasında adamın eşine "Merhabalaaaar! Aaaa, ben de Erhan Hoca'nın en sevdiği öğrencisiyim işte, hehehe!" diye bağıra bağıra konuştum. Sonra derse geldik, adam beni aylardır Turgut olarak biliyormuş meğer. Bunu duyunca ortalığı ayağa öyle bi kaldırdım ki şu an muhtemelen beynine işledi adamın, gece rüyasına giriyorumdur "Tolgaaaa de banaaa, Tolga deeee!" diyerek.
-Gülse Birsel'le tanıştım, filminin ilk galasında resmen imkansızı oldurdum. Kulis kapısında olay çıkardım, güvenlikle kavga ettim ama başardım mı başardımmm! 
-Bu hafta Bennu Yıldırımlar'la tanışmaya ve hayalimdeki şeyleri anlatmaya gidiyorum. Bana şans dile...
-Şunu yazmadan dün neler olduğunu anlatmaya geçmeyeyim. Beş kuruş param yok... Vodafone uygulamasında yanlış bi yere tıkladım sanırım, bi anda faturalı oluverdim. "Ayyy, ne güzel yaa faturalı olmak, interneti kullan kullan bitmiyor abiii, ovv yeee!" diyerek, o kadar internet kullandım ki, geçen gün faturamı öderken elimde simitle ağlıyordum. Şimdi de, Vodafone benim internet kullanımıma sınır getirsin diye bi ayar yaptı, asla paket alamıyorum ve internet kullanamıyorum. Sürekli arkadaşlarımın evinde, orada burada, kumarhanelerde giriyorum yine internete. Bi arpa boy yol ilerleyemedim yani bu konuda. 
***
Dün, en yakın arkadaşlarımın birkaçıyla beraber, arkadaşımın evinde yeni yılı kutlamak için bi araya geldik. Önce herkesi bana çağırasım geldi ama evimin dağda olduğunu ve ayrıca 1 Ocak'a o evde uyanmak istemediğimi de unutmuşum. O yüzden bu korkunç fikri aklımdan hemen sildim ve biraz geç kalsam da arkadaşımın evine geldim.
Alışveriş yaptık, klasik, içkiler, cipsler, abur cuburlar derken; oturup yemek yedik. Alışverişte o kadar cips aldılar ki, Migros'tan sponsorluk teklifi bekledim, diyebilirim. 
Buraları hızlı hızlı geçmek istiyorum asıl olaylara gelmek için. On iki oldu saat, Mezdeke eşliğinde dans ederek girdik, buraya kadar güzel. Birkaç saat sonra arkadaşlarımız gittiler, ben de yatağımı açmaya başladım. Bu arada, üzerinde yattığım ve şu an üzerinde oturduğum bu kanepenin benim lanetim olduğunu düşünüyorum. Allahın cezası, sola doğru eğikliğini bırak, iki metre adamım, asla sığmıyorum kanepeye. Evinde kaldığım arkadaşım da keşke anlasa artık evine yastık alması gerektiğini. Hâlâ bornozlardan, ceketlerden yastık yapıp yatıyorum. 
Ben salonda kanepedeyim, arkadaşım yan odada. Birisiyle WhatsApp'tan kavga ediyor, bana anlattığı için odadan odaya konuşuyoruz ama acayip uykum var. İçimden dua edip duruyorum, "Allahım, barışsınlar ve bitsin bu sohbet!" diye. Gözlerimi kapattığım an rüya görüyorum. Zaten bünyem alkol kaldıramıyor, yavaşlamışım iyice. 
Sevgili şeytan arkadaşım bi anda "Ayy, vallahi geliyorum yanına." diyip kalktı salona geldi, açtı ışığı. Yalvarmaya başladım uyuyalım diye, asla duymuyor, hâlâ kavgasını anlatıyor bana. Gerçekten, yakın arkadaş olmanın neden böyle zorlukları var anlamıyorum, resmen zorundalık yahu... Ben de uyumayayım diye kalan abur cuburları yiyorum. Mutfakta da aldığımız gofret var, aklım onda sürekli. Açmayı unutmuşuz, hemen tezgahın arkasına sakladım görünce, yarın uyanınca yemek için. 
Bi yandan ağzımda Tutku var, diğer yandan ağzımı şapırdatarak konuşuyorum kızla, "Hadi gülüm, hadi canımın içi, yatalım. Evet hayatımın anlamı açmadık gofreti, bırak yarın yiyelim şimdi uyuyalım elini ayağını öpeyim uyuyalım." Ama kesinlikle beni duymuyor, saat gecenin bilmem kaçı. 
Bi anda, pencereyi tıklamaya başladı biri. Bu tıklamalar iki anlama geliyor. Birincisi, "Merhaba, ben belayım. Sen salonda rahat yatamayacaksın, ben evime gidemeyeceğim için bu saatte arkadaşımın evine geldim. Kapıyı açın." İkincisi, "Merhaba, ben belayım. Beni tanımıyorsunuz, yoldan geçen sarhoşun biriyim. Işığı görünce tıklayıverdim. Kapıyı açın."
Sana yemin ederim, içimden ikinci ihtimalin doğru olması için o kadar dua ettim ki... Ancak maalesef işler öyle olmadı. Bi çocuk ve yanında iki tane sarhoş kız, pencerenin önünde duruyor, ebleh ebleh bakıyorlar. Çocuk camın ordan "Noluurrrr açın kapıyı Tolga, mecburen geldik lütfen açınn." diyor. Arkadaşım direkt, "Aa, Kadir gelmiş abi, açalım ayıp olur." diyor. Ben de "Ya çalar çalar giderler, gel uyuyalım." diye hâlâ ısrar ediyorum. Sanırsam bir miktar şerefsizim ama çok uykum vardı...
Açtık kapıyı. Anacım, kızlar bizim götümüzün donduğu şu soğuk havada, Demet Akalın'ın dansçıları gibi giyinip çıkmışlar. Benim polar pijamalarım çoraplarımın içinde, üstümde kapkalın kazağım; kızlara baktıkça donuyorum resmen. Hooop, efendim geldiler, benim beş saatte sonsuz emekle yorganımı çarşafımı serdiğim canım kanepeme oturdular hep beraber. 
Ayaktayım, elim ayağım titriyor, gözüm seğiriyor sinirden! Benim geri zekalı arkadaşım hâlâ WhatsApp kavgasını anlatıyor bana bu arada. Lan yatağım gitmiş, gecemiz zehir olacak, uyku yok, çıldırmak üzereyim! Kızlardan biri diğerine göre daha normal, belli, istifra edeli en fazla bir saat olmuş, yanakları kıpkırmızı, gözler bayık ama kafa biraz ayık. Diğer kızdan bahsetmek bile istemiyorum! O kadar içmiş ki, ayakta durmayı bırak, doğru dürüst konuşamıyor bile! Gelene geçene laf atıyor, salak salak şeyler söylüyor, uçmuş resmen.
Masadaki cips tabağını aldı önüne, yatak çarşafımın üstüne döke döke yemeye başladı. Sakin ol Tolga, evet, sen iyisin sakin ol! Kıza dedim ki "Dökmezsen daha iyi olur, ben uyuyamam böyle yerde, biraz takıntılıyım da." Kız bana baktı baktı, avucuna cips alıp suratıma fırlattı! Sonrada "Heheheheee!" diye gülmeye başladı geri zekalı!
"Bana bak, ben gelemem böyle şeye, akıllı olsana!" diyorum, "Hahaahahaaa, sen niye benden nefret ediyosun yaaa?" diyor. Diğer kız her beş dakikada bir "Ay kusura bakmayın nolurrr, siz harika insanlarsınız nolurrr, bizi evinize aldınız nolurrr!" diyor. Benim arkadaşım zaten WhatsApp'ta kavga ediyor, car car car bir şeyler anlatıyor hâlâ. Aklımda sadece yatağım, üzerindeki cipsler ve "Bunların hepsi kıyafetleriyle yerlerde sürünmüştür şimdi, yatağıma değip duruyorlar, offf!" düşüncesi var.
Anladığım kadarıyla kızlar bir aydır arkadaşmış. Sınırsız içkili bir parti varmış, birilerine güvenip dağıtmışlar ama çocuklar bunları ortada bırakıp gitmişler.
Kıza kahve yaptık, bana bakıp yanındakine "Bu niye benden nefret ediyor yaa?" diyor sürekli. Ben de geri zekalı mıyım neyim, kız anlamayacak işte, ne açıklıyorum bilmiyorum, "Nefret etmiyorum canım benim. Kin tutmam ben, neden böyle yapıyorsun onu sorguluyorum." diye sakin sakin anlatıyorum. 
Sonraki sohbeti aynen yazacağım. Gülme krizine girdim çünkü. Sarhoş olan tutturdu Burak'ı arayalım diye. Yakın arkadaşı bi anda "Burak kim Ezgi? Senin sevgilin mi var?" dedi. 
"Evet, sevgilisiii." dedi biri. Hooop, ayık olan bi başladı, "Ezgi, bana neden anlatmadın, ben senin yakın arkadaşın değil miyim?" diye. Biraz daha konuştular, meğer bizim sarhoş Ezgi arkadaşına 98'li olduğunu söylemiş. Sarhoşken "Ben 99'luyum." diyince ayık olan yine çıldırdı: "Ezgi, sen bana 98'liyim demiştin! Yeni yıla seni yanlış tanımışım diyerek mi gireceğim yaaa?" Sarhoş kız yeni bi şey söylüyor, arkadaşı "Ezgi inanmıyorum, bana böyle böyle demiştin. Allah kahretsin yaaa!" diyip duruyor. Ben gülme krizine girdikçe ayık kız "2018 bana yakın arkadaşını tanımıyormuşsun dedi resmen." diyor, ben gülmekten ağlıyorum artık. 
Bu arada benim zekasız arkadaşım oturdu, beyin hücreleri kıçında olan kızlara arkadaşıyla WhatsApp'taki kavgasını anlatmaya başladı. İnanın bana, arkadaşlığımı ben de sorguluyordum o anlarda. Bunlar bi dinliyor, bi yorum yapıyor ama görmen lazım, ulan az önce ağzın kıçına kayıyordu senin, ne bu pürdikkat hâl... Benimki de bunlardan yüz buldukça daha çok anlatıyor bütün gece dinlediğim kavgayı.
Durup durup "Eğer yanıma gelmeseydin, o lamba kapalı olsaydı, defolup uyusaydık... Lan 20 dakika be, 20 dakikayla yatağımdan oldum! Allahım yarabbimmm!" diyorum. 
"Yiyecek bi şeyler var mı?" dediler, o gariban gofretimi getirdiler mutfaktan. Kahvaltımı bi güzel yediler oturup...
"Iııı, acaba çok dökmesen mi ya, ben yatacağım da orda?" filan diyorum arkadan, ama arkadaşımın anlattıkları yüzünden asla beni duymuyorlar. Bi anda ne olduğunu anlamadım, benim salak arkadaşımla sarhoş kız sarılıp ağlamaya başladılar WhatsApp kavgası için... Birisi İbrahim Tatlıses gibi "Ben onu çok sevdimmm, o bana neden böyle yapıyor bee?!" diyor. Diğeri destekliyor, "Ya bi kızı üzmekten daha kötü ne olabiliiir?" diye  bağırıyor sarhoş sarhoş. Yok yaaa, dedim, ben bu gece delireceğim sanırım! "Canım benim döküyorsun amaaa!" diyorum, yok yok yok!
En son, sabah saat altıya geliyordu, ben tek kişilik yatakta arkadaşımın ayak ucunda içerideki odada uyumaya çalışıyordum. Yatağın demiri kıçıma kıçıma giriyor (hâlâ acıyor), içerideki gariban kanepemde üç kişi dizilmiş uyuyor. Başımın altında bez gibi bir şeyi yastık yapmışım, yarım kişilik yere bu cüssemle sığmaya çalışıyorum.
Sabah oldu, arkadaşımın fedakarlık yapası geldi. Kaldırdı bizi yataktan, iki kızı kanepeden odaya aldık. Salondaki kanepede oturup sohbet etmeye başladık. 
Aklıma gofretim geldi, açlıktan ölüyordum... Lakin bitmişti. 2018'in bana ilk hediyesi bu oldu işte. 
***
Hepimiz için, çok ama çok güzel bi yıl olsun. Ben yıla böyle başladım ama umutluyum hâlâ. Ben bile umutluysam lütfen sen de umudunu kaybetme, olur mu?