16 Temmuz 2023

İstifa ettim! Sonrası mı? Sonrası 'hayırlısı'

Birkaç yerle görüştüm. Şartlar berbat, piyasa çok kötü. İşverenlerin tavırları korkunç. Her görüşmeden sonra arkadaşlarımın "Nasıl geçti???" sorusuna attığım ses kayıtlarındaki küfür dozum yükseldi. Kimse 'diş hekimi' aramıyor, resmen 'köle' arıyorlar. 
Önce bi yer aradı cv'mi gönderdikten sonra. Zaten hemen aradıkları için gururum fena okşandı. Yer Cadde'de, hemen başladım hayal kurmaya. İşte eve yürüyerek dönüyorum, yürüyüş yaparak kilo veriyorum, cadde insanı oluyorum bi anda, zaten gelen hasta profili de iyidir, eve dönerken macro'ya uğrayıp avokado alıyorum... Görüşmek için randevulaştık izin günümde. Yakın arkadaşlarıma anlattım gideceğimi, "Ben de görüşmüştüm orasıyla." dedi ve şartları anlattı. Anlattıkça "Hassiktir lan ordan!" diye bağırmaya başladım. Paşalarıma bak sen. Aradım, "Şartlarınızı duydum, kesinlikle gelmeyeceğim." dedim, yüzüme kapattılar. 
İlk yer böyle elendi. "Yılmak yok!" dedim, bakınmaya devam ettim. Sonra bi yer daha aradı, eve tek minibüs, e5'in dibi. İçerisi fotoğraflardan iyi duruyor, yorumlar da iyi. Görüşmeye gittim iş çıkışı, nasıl heyecanlıyım anlatamam. "Bu sefer olacakkk!" diyorum, "Oldu bu iş!" Klinik sahibi geldi. Kağıda şartları yazmaya başladı. Eski çalıştığım kurumsal yerden daha kötü, kesintiler tamamen aynı, bi de gülerek anlatıyor bana. Ben "Gerçekten bunları kesiyor musunuz?" diyorum, adam "E evet, tabii ki." diyor. Böyle karşısında ellerimi dişlerimi sıkıyorum. "Tek gün tatil, 3 gece nöbeti." diyor, "Ulan ben o zaman niye işimden ayrılıyorum!" diyorum. Birbirimizden kesinlikle elektrik alamadığımız için hiçbir şey demeden ayrıldık. Bi de adam çok heyecanlanmıştı bizim okulu beş senede bitirebildim diye. 
Sonra eve yine tek metro ama bi tık havaalanına yakın bi yerden aradılar. "İsmi bi tanıdık lan buranın." derken bi baktım çok yakın bi arkadaşımın çalıştığı klinik. Hemen aradım arkadaşımı, "Böyle böyle." dedim, şartları söyledi. Hiç fena değil, hatta baya iyi. Oradakilerle de görüşmek için randevulaştık. O arada da bayram tatili başladı, ben Bozcaada'ya gittim. Tatilin son günü meze tabağım önümde, tıkınıyorum, arkadaşım aradı. "Tolga yaaa, almışlar birini. Aşırı üzüldüm. Yeni gelen kızı da hiç sevmedim yaaa!" dedi. 
Resmen kalbimin kırılma sesi Çanakkale'den duyuldu. İçimi müthiş bi karamsarlık kapladı. Yeni yer aramayı bırak, meslekten buz gibi soğudum. "Lanet olsun ya!" dedim, "Ben mesleği bırakıyorum abi, reklam yazarı olacağım!"
Yazdıklarımda abartı hiç yok. Reklam yazarlığı öğretmenime yazdım, iki sayfa bi mesaj, "Ben mutlu değilim, mesleği bırakmayı düşünüyorum." dedim kısaca. O da bana dünyadaki bütün mantıklı insanlar gibi "Tolgacım, yeni bi iş bulmadan sakın iş yerinden istifa etme." dedi ve bana birkaç yerden bahsetti. 
Şimdi hooooop, bundan tam bir yıl iki hafta öncesine gidiyoruz.
Okul bitmiş sonunda, son gün tüm puanları tamamlamışım, diplomamı alışım kesinleşmiş. Üzerimde inanılmaz bir mutluluk var, bir ay sonra da mezuniyet var, hayatımın en güzel dönemi. Onlarca kursa gitmişim, o yoğunluğuma rağmen delilerce yazmışım, her şey çok güzel. Sporla 12 kilomu da vermişim, keyfimden ölüyorum. 
O arada 3 ay kadar Reklam Yazarlığı Kursu da almışım, "Ben mesleğimi bulmuşum." falan yapıyorum herkese. Mimar arkadaşımla beraber hemen bana bi cv hazırladık, reklam ajanslarına göndermek için. Kocaman bir mektupla, "Ben aslında diş hekimiyim ama bu meslek için yaratılmışım, n'olur beni işe alın!" temalı, cv'mi ajanslara göndermeye başladım. Yaklaşık on tane yerden sonra beni aradılar bi yerden, "Sizi çok merak etti ajans sahibi, görüşmeye gelir misiniz?" diye. "Ah." dedim "Bebeğimm, koşarak gelirim!"
Yer Fulya'da. Fulya'ya bayıldım bu arada semt olarak. Sadece bi tık sapa, mutlaka bi yerde inip baya bi yürüyeceksin. Ben de karşıda oturuyorum, Bostancı Lunapark'ın oradayım. Bi tık gidiş geliş zor ama yazma aşkına değer yaaa! İş görüşmesine gidene kadar sular içinde kaldım bu arada. Kadın beni yolda duş aldım falan sanabilir. 
Hemen bi dipnot geçiyorum. Tam o aralar, ev sahibimiz bizi evden çıkarıyor, kesinleşti, kiralar uçmuş vaziyette. Minimum altı yedi oldu (şu an 15 oldu), ben ikiye oturuyordum. Ve annemin net kararı, "Eğer yeni eve çıkmak istiyorsan çalışıp kendin ödersin, altı sene ebemizi ağlattın, yetti artık!" Kadın da haklı, hiçbir şey diyemiyorum. 
Ajansa gittim. Tam böyle derste anlatılan gibi, inanılmaz güzel, herkesin kendi bilgisayarı var. Baya baya konuşuyorlar "Şu marka için şu hazır mııı?" falan. İçim bi hoş oldu. Ajans sahibi geldi. İşte uzun uzun konuştuk. Çok şaşırdığını, yazdıklarımı merak ettiğini, yaptığım şeyin büyük cesaret gerektirdiğini ve inanılmaz saygı duyduğunu söyledi. Yazdıklarıma baktık beraber, beğendi, kadının yüz ifadesi çok tatlı bu arada, o beğendikçe ben mutlu oluyorum. O an ben tabi başladım hayal kurmaya. Çoook büyük bi reklam yazarı olmuşum, işte 'hem diş hekimi hem reklam yazarı' diye beni Gör Beni'ye çıkarıyorlar, Armağan Bey'le sohbet ediyorum. Sonra şartları söyledi...
"Üç ay boyunca bin tl veriyoruz, sonra işe alıyoruz..." Sonrasını dinleyemedim maalesef.
Bin mi? Ulan benim Marmaray param daha fazla binden! Yeni evimin kirasını bırak, faturaları bile ödeyemem ben bununla! Üç ay bi de... Kibarca reddettim ve eşek gibi klinik aramaya başladım. Sonra da istifamı geçen hafta verdiğim yeri buldum. 
.....
O meze tabağıma bakarken aynı dönemeçteydim işte Bozcaada'da da. "Yine denemeliyim ya şansımı başka sektörde." dedim, karşımda arkadaşım var, inanılmaz mutsuzum, tatilini de rezil ettim çocuğun son gün. Sonra annemi aradım, "Ben mesleği bırakıyorum." dedim, "Yazar olucam ben!" dedim. Artık kadın bu cümleyi duymaktan o kadar bıktı ki... "Ne bok yersen ye oğlum ama n'olur aç kalma, mutsuz olma." dedi. 
Ertesi gün arkadaşım tekrar aradı. "Kız istifa etti bi günde. Gel görüşmeye hemen." dedi. Hooop benim ruh hali değişti mi anında. Tekrar diş hekimi oldum mu... "Tamam canım Pazartesi geliyorum hemen." dedim mi ben... 
Kalktım görüşmeye gittim. Bi geldim, kimse yok. Ne klinik sahibi ne resepsiyonda beni arayan kişi. Çıkmışlar beklemeden. Yaptıkları çok ayıptı, sinirlerim inanılmaz bozuldu. Cehennemin dibinden kalktım geldim çünkü, yetişemem diye kıç kadar yolu taksiyle geldim. Resepsiyondaki diğer kız özür diledi ve aradı birilerini. "Ben sizinle görüşeceğim, kusura bakmayın." dedi. 
Neymiş, klinik sahibi önce bir ay kendisini izlememizi istiyormuş. Anestezi yaptırıyormuş, küçük işleri veriyormuş. Ben bi afalladım. Ulan ben sadece bi cumartesi günü 20 hasta baktığımı biliyorum eski iş yerimde, üç odaya ayrı ayrı hasta oturtup! Ne izlemesi, ben yeni mezun muyum! Ki onu da geçtim, zaten okulda biz üç sene hasta bakıyoruz, yeni mezuna dahi izletmek ne demek! Kibarca kesinlikle izlemeyeceğimi, bir senedir dur durak bilmeden hasta baktığımı, aradığım şeyin bu olmadığını, başhekime bunu aynen iletmesini söyledim. Beni oradan da aramadılar tekrar. 
En son, artık kendi çalıştığım yere şükrederken, beni bi yerden aradılar. İnanılmaz kibar bi şekilde görüşmeye davet ettiler, cv yolladığım ilk yerlerden, ben cevap alamam sanıyordum hatta. Sonra bi baktım, okuldaki asistanlarımdan birinin çalıştığı yer. Eve aşırı yakın, yaptıkları işler güzel, yorumlar iyi. Kalktım görüşmeye gittim. Asistanıma sormuşlar beni, o da bana referans olmuş. Referansla gidince şartları dahi ben belirledim resmen. İçime inanılmaz sindi ve kabul ettim. 
İstifa ettim kabul ettikten sonraki gün, mektubumu yazdım. Herkes şok oldu. Ben de çok üzüldüm ama bazen risk almak gerekiyor sanırım daha mutlu olmak için. 
Haftaya pazartesi başlıyorum yeni yerimde. Umarım, her şey çok güzel olur. 

29 Haziran 2023

"78'den 96'ya; gurbette 18 kilo nasıl alınır?" belgeseli

Burada anlatamayacağım bi nedenden spora başladım geçen sene. Yani şöyle söyleyeyim, bütün özgüvenim yerle bir oldu. "Ayy, tamam senin artık ayvayı da geçen koca bi göbeğin var ama olsun yüzün güzel yaaa!" günlerinin bittiğini hissettiğim bi an yaşadım.
Çocukluğum boyunca, hatta ne çocukluğu ya, İstanbul'a gelene kadar hep çok zayıftım ve çok uzun boyluydum. Ama inanılmaz yemek yiyordum. Herkesin bana bakıp söylediği iki şey vardı: "Ne güzel yaaa yiyip yiyip böyle incecik olmak!" ve "Ben senin kadar yesem götüm dünya kadar olur." Hepppp nazar heppp! 
Her şey üniversitenin ilk senesinde başladı. Tamam kabul ediyorum, aşırı sağlıksız beslendim. Yani şöyle anlatayım, üç tane orta boy pizza söylüyordum iki güne bir. Ya da Mc'den iki menü. "Hahahayyttt, ye anacım ye ne kilosu." diyip patatesleri ağzıma tıkmam da cabası. İstanbul'a 78 geldim, hooop, oldum mu sana 81. 
Ama en kötüsü benim kiloyu bölgesel almamdı. Kollar bacaklar incecik kalmaya devam; göt, yanak ve göbek hoooooyyyydaaa! Takmadım, "Yüzün güzel senin!" dedim, yemeye devam ettim. Bu arada her öğünümden sonra uyuyorum, inanılmaz bi ağırlık çöküyordu. 
Sonra ben uzuuuun bi süre tartılmadım. Aynı şekilde yemeye devam ettim ama. Kendi yemeğimi yedim, masada kalanları yedim, arkadaşlarımın bitiremediklerini yedim, ısırıp bıraktıklarını ağzıma attım. "Sen söyle bi şeyler yaa, ben yerim her türlü." dedim, onları da yedim. Hatta hikayenin sonu sanki "Masayı da yedim. Arkadaşımı da yedim." gibi olacaktı. Yemedim ama...
Mesela Adana'ya gittim memlekete. Bi dayım var, o dönem kendisi 180 kiloydu, mide ameliyatı oldu sonra. Beni davet etti kebap yedirmek için. Gittik annemle. Ben birinciyi yedim, ikinciyi yedim, üçüncüyü yedim. Tam dördüncüyü isterken 180 kilo dayım bile "Oğlum yeter salak mısın sen!" diye bağırdı. Ne var dayı yaaa!
Ayyy, çok yiyordum ama çok mutluydum var ya! Böyle bi borcam pastayı kaşıklaya kaşıklaya bir anda bitiriyordum. Kıyamam, annem de ne desin, "Gurbetten geldi benim evladım, yesin yarasın." diye dua ediyordu, kızsa da belli etmiyordu. Oyyy, çilekeş anam, keşke "Yarasınnn!" demeseydin yaaa! 
Yaz başı geldi. O kadar çok şortum var ki, kışlıkları kaldırırken "Bi' deneyeyim bari." dedim. Kimisini üst bacağımdan yukarı çekemedim, kimisinin düğmesi bırak kapanmayı diğer ucu ile yaklaşamadı bile... "Lannnnn!" dedim, "E bana bi şeyler olmuş! Hani ben yiyip yiyip kilo almıyordum ya!" Bi tartıldım... 90... 
Lan 80'ler nerde? 81'den 90'a geçmek ne demek! Allahımmmmm! Ben o aralıkta n'aptımmm! Sayıları da mı yedim yaa!
Kiloma üzülmekten yemek yemeye devam ettim. İyice sağlıksızlaştığımı hissediyordum ama kendimi durduramıyordum. Yani şöyle bi sahne hatırlıyorum, elimde koca bi paket Milka var ve kilo alışımdan bahsederken hüzünlü bi şekilde onu koparıp ağzıma atıyorum. 
Ama annemin "Kilo yakıştı sana yaa. Yanaklara bak, lop lop et oldu." diyişi kulaklarımda bi yandan. E yakıştı madem, ben bi tabak daha alayımmm! 
Sonra ne mi oldu? Okulun o berbat gergin dönemi, hastaları yetiştiremiyoruz, puanlar aşırı yüksek. Sürekli Maltepe'de yakın arkadaşlarımda toplanıyoruz. Herkes okuldan nefret etmiş halde, her gün bir dizi veya film izleyip tonlarca poşet abur cubur yiyoruz. Pardonnn, benden kalanları arkadaşlarım aralarında bölüşüyor hatta! Garibanlara hiçbir şey bırakmıyorum çünkü!
Hasta bakarken giydiğim formadan göbeğim çıkmış halde. Kıçım, dağları devirecek cinsten. Yanlışlıkla arkadaşımın yüzünü ezmişim kıçımla hatta, kızın burnu iki gün acıdı! En yakın arkadaşlarım "Tolga, yeter, yiyip yiyip uyuyorsun bak, Allah korusun hasta olacaksın!" diyor. Ama yok yok yok! 
(Ufak bi not geçeyim. Bu yazı benim kendi kilomla barışamayışımın, sağlığımın az kalsın elimden gidiyor oluşumun hikayesi. Herkesin kilosu kendine, kimseyle dalga geçmiyorum, yargılamıyorum. Bütün yazı kendimle yüzleşmemi anlatıyor aslında. Ben aynaya baktığımda kilolu halimi beğenmiyorum, sen beğenirsin, hatta daha sağlıklı buluyorsundur. Ya da sistemik bi problemin vardır, kilo veremiyorsundur. N' olur kötü hissetme! Kim nasıl isterse öyle yaşasın, öyle yesin. Yiyin anacım, ohhh, sefamız olsun!)
Sonra "Ben tekrar bi tartılayım ya." dedim, topladım cesaretimi. Bıraktım elimden Luppo'ları, tartıya çıktım. 96! Doksan altı! 78 kilo başladığım İstanbul maceram 96 ile devam ediyor yani! N'aptım, gurbette gurbetçileri de mi yedim! Köprüyü, karşıyı, Kadıköy Pendik minibüsünü, marmarayı da mı yedim ya! Hani kilo yakışıyordu bana, aynadaki beni neden şu an çok sevemedim! 
Ertesi gün, Adana'dan uzun zamandır görmediğim iki arkadaşım geldi. İşte ne olduysa o gün oldu. Burada anlatamayacağım bi olay yaşadım onların yanında. Ve ertesi gün spora yazıldım. 
Bundan önce üç kere spor salonuna yazılmış, parayı peşin vermiş ve sadece bir kere gidip bırakmış bir insan olduğum için annem bana asla inanmadı, paramızın yine boşa gideceğinden çok emindi. Bu sefer öyle olmadı ama. İnanılmaz diyet yaptım, haftanın beş günü spora gittim. Şekeri hayatımdan tamamen çıkardım. (Sonra geri soktum ama neyse.) Ve iki ayda hooop 84 oldum. 
Yani güzel etkilerinden bahsetmek gerekirse artık yemek yiyince uykum gelmiyordu. Bunda porsiyon kontrolü yapmamın da etkisi var muhtemelen, dünyaları yemiyordum artık. Özgüvenim tekrar arttı, o şortlarıma girebildim. Hatta artık bi yerden sonra "Tamam Tolgacım, yeter zayıfladın, artık hacimlenme zamanı!" dediler bana. (Bu arada, cuma spor çıkışından pazartesi sabaha kadar alkol o bu şu, diyeti bozuyordum maalesef.) 
İşe başladıktan sonra spor hocasıyla çalışmaya başladım. İşte o noktada bi salaklık yaptım. Adamla o kadar samimi oldum ki, beraber kilo aldık. Spor yapıp yapıp birbirimize pizzacı öneriyorduk. "Yeme şunları." diyordu, "Amaannn, nasılsa arkadaş olduk, o beni çalıştırır yaaa!" diyip ciddiye alamadım adamı. Adama da nazar değdirdim, müthiş bi ikiliydik gerçekten.  
Sonra deprem oldu. Akrabalarımız evsiz kaldı, arkadaşlarım vefat etti, annemler Adana'daydı ben burada kafayı yedim. Sporu falan tamamen bıraktım ve yeme atakları geçirdim. Gerçekten atak diyorum bunlara çünkü düşünmekten ve üzüntüden kafayı yediğim zamanlarda önce dev gibi bi tavuk döner söylüyordum, sonra yarım kilo profiterol. Ancak öyle sakinleşiyordum. Bunu haftanın üç dört günü yaptım. Tekrar kilo aldım. Eskisi gibi olmadım ama aldım, yine aynadaki halime canım çok sıkıldı. Ama bu bi dönem, geçecek, dedim. 
Çok uzattım yazıyı. Şimdi spora tekrar başladım, yediklerime bazen dikkat ediyorum bazen edemiyorum ama fena değilim. Şunu net bi şekilde öğrendim. Artık su içsem yarıyor arkadaşlar, eskide kaldı o yiyip yiyip kilo almama günleri. Ayağımı denk almazsam kilo alanzi yani. 
Şimdi vücudumu seviyorum, biraz hacimlendim, kas aldım. Haftada üç spora gitmeye çalışıyorum. Keyfim yerinde. Bazen gözüm dönüyor ve delilerce yiyorum; onda da hemen uykum geliyor zaten, vücudum dengesini şaşırıyor, "Ayağını denk al." diyorum hemen. Vay beee, bayramda bile spor salonuna gittim yaaa, ben ne sportif bi adam olmuşum yaa!

25 Haziran 2023

Her veda, yeni bir başlangıçtır aslında

Hayat çok garip. Hep çok sürprizli, bi yerden sonrası mutlaka şaşırtıyor. "Bundan daha fenası olamaz!" dediğim her şeyin daha fenası oldu. "Yok artık!" dediğim her şey var oldu. Bunları anlatmayınca, uzun uzun bıdı bıdı yapmayınca da yaşamanın pek anlamı kalmadı benim için. 
Anlatacaklarımı belki birkaç yazıya bölerim bilmiyorum ama ben döndüm. Bu sefer yemin ederim döndüm, valla billa döndüm ya! 
***
Okuldan öyle zor mezun oldum ki... Hâlâ eve mektup bekliyorum "Tolgacım, biz sana mezun oldun, dedik ama hastalarına devam etmek zorundasın. İki dolgu, üç kanal eksiğin var, protez hastan burda seni soruyor!!" diye. Kabul ediyorum, bomba bir son sınıf geçirdim. İstanbul'un altını üstüne getirdim, giremeyeceğim yerlere girdim, tanışamayacağım insanlarla tanıştım. Deli gibi partiledim. Üç gün uyumak istedim sonra, hepsinde eşşekler gibi hasta baktım. Ayy, böyle anlatınca da sınıfta kalmak üzere olmayı hak etmişim sanki. Neyse.
Mezun olmama iki ay kala canım ev sahibim evden çıkarmak istedi bizi. Tam kiraların zirveye oynadığı zamanların başı, haberler falan yeni çıkıyor "Kiralara neler oluyorrrr?" diye. "Çıkarma, kirayı artır." desek de bana mısın demedi, "Çıkın." diye tutturdu. 
Hayatımın da en önemli dönemeci. Eğer evden çıkarsam ve memlekete dönmezsem iş bulmak zorundaydım. 6 sene onlarca insanla yaşadım beraber, artık birisiyle yaşamak da istemiyordum. Ohhh, hem İstanbul'da kalacağım, hem kimseyle kalmayacağım hem de evim güzel bir semtte olacakkk! Şansa bala bir tane ev buldum. Giriş katı, eski evime çok yakın ama aşırı eski bi bina. Eski evimin yarısı kadar bu arada. Bina da 45 senelik. Tuttum. Ev arkadaşımla da ayırdık yollarımızı.
Okulu son bitirenlerdendim. Puanların girilmesinin son günü son hastalarıma baktım. Zaten temmuz başında bitti, üç gün tatil yapıp eşşekler gibi iş aramaya başladım. O tokatlayan senenin yorgunluğunu bir şezlong üzerinde atamadan, nefes dahi alamadan her gün ilan kovalamaya başladım. 
Bizim sektörde cumartesi çalışıyormuşsun. Eğer ben bunu bilseydim ölsem bu bölümü yazmazdım. Cumartesi pazar tatil olan klinik sayısı çok çok az. İlk kazığımı oradan yedim. Tabi sen 24 yaşına kadar cuma 16 dedin mi partilemeye başla, pazartesi sabaha kadar neredeyse. Hooop, iş hayatına girince hepsi birden yalan oldu. 
Bir sürü yerle görüştüm. Ama bak bi sürü. Okulun adını gören her yer aradı beni, görüşmeye gittim. Yüzde doksanından da olumlu geri dönüş aldım. Paşama bak sennn! Ben aralarından seçtim! 
Anlatmam gereken birkaç şey var. Bi yere gittim ilk, yeri berbat, hiç istemeyeceğim bir mahallede. Beni geçmişten okuyorsan bilirsin, İstanbul'a ilk gelişimde kaldığım semtte. Haftanın 6 günü eşşekler gibi çalıştıyormuş, sabahtan akşam 10'lara kadar. Malzemeni sen alıyormuşsun ama çoook kazanıyormuşsun! Siktir ordan, dedim! Bana bi röntgen gösterdi mesela, "Tedavi planın ne olur?" dedi. Anlattım. "Hayır." dedi, "Hastan yuroyla dolarla maaş alırsa bu dişleri kurtarmazsın, çeker implant yaparsın." dedi. Hassiktir, dedim içimden. Adam teknisyenmiş bir de, hekim bile değil. Hemmmmen eledim orayı. (Sonradan duydum ki sınıftan bir çocuk girmiş oraya, inanılmaz paralar kazanmış. Açıkçası ben bunu hastalara yapabilecek bir kişi değildim.)
Sonra başka yere gittim. Yine haftanın altı günü, yine akşamlara kadar. İçimden "Tamam." dedim, "Olur burası." Semti de çok iyi, nezih, bir şeyler öğrenirim. Görüşmeye geldim, benimle görüşecek kişi hastadaymış, yeni başlamış, kocasıyla oturttular beni. "Birazdan gelir." dediler. Klinikte ortalıkta dolanan cinli yaramaz bir velet var, hekimin çocuğu. Allahım, mis gibi giyinmişim, geliyor o kirli elleriyle bana vuruyor! Çayı üzerime devirmeye uğraşıyor! "Haha hihi" yapıyorum, dişlerimi sıka sıka oturuyorum karşısında adamın, hekimi bekliyorum, çocuk kulağıma bağırıyor. Ben de adam odadan çıktığında çocuğa korkutucu suratlar yaptım. Götüne dahi takmadı beni. İki saat sonunda hekim geldi, görüştük. "Biz sizi ararız."ı duyduğum tek yer oldu. Ayy, o ruh hastası çocuğunuza dayandım ben be! Güle güle! (Sonradan ret yedim. Şimdi ilanlarda gördüm, yine hekim arıyorlarmış. Başvurmayayım da üzüntüden ölünnnn!)
Arada birkaç yere daha gittim. Yavaştan karar vermeye başlamam lazımdı. Sonra Kartal'da bir hastane buldum. Görüşmeye gittim. Cumartesi pazar yok, beş dedin mi çıkıyorsun. Hemen de "Yarın başlar mısınız hocam?" dediler. "Acaba?" derken bir görüşme daha yaptım. Şu an çalıştığım yer işte. 
Nasıl oldu neden oldu bilmiyorum ama cumartesi 10-22 çalışmayı kabul ettim. Tek artısı hafta içi bir gün ve pazar izinli olmamdı. Bi de kurumsal, adı vardı. Sonradan ortamımı, iş arkadaşlarımı çok sevdim. Yoğundu, feleğim şaştı, hayata küstüm ama çok huzurluydum. Yolumun 70 dakika ve iki aktarma ile olmasına rağmen... Bir yeni mezuna göre gerçekten çok iyi paralar kazandım. Kiramı ödedim, çok güzel kıyafetler aldım, efsane kurslara gittim, müthiş yemekler yedim, filmler izledim, kitaplığım doldu taştı, az da olsa para bile biriktirdim. 
Ama çoook yoruldum! Her gün iki aktarmayla 70 dakika gitmekten çok yoruldum. Cumartesileri sonradan sekiz buçuğa çektiler çıkışımı. Sekiz buçuğa kadar çalışmaktan çok yoruldum. En yoğun gün bir de cumartesi. O saatte cehennemin dibinden çıkıp arkadaşlarımın yanında 22 gibi olmaktan da yoruldum. Şimdi "Şımarıksın." diyeceksin belki, "Çarşamba da iznin varmış." diyeceksin. Ama o tatil art arda olmayınca vücudum asla dinlenemiyor. Bütün cumartesim kafamı dahi kaldırmadan hasta bakarak geçiyor.  Arkadaşlarımın yanına gider gitmez uyuyorum zaten. Cuma geceleri diye bir şey zaten yok! "Cumartesi iş var, gelemem.", "Yarın iş var, erken kalkmam lazım masadan.", "Kuzu ben çalışıyorum ya cumartesi, izin de alamıyorum pek o gün, gelemem muhtemelen." Muhtelif cümlelerim! 
Bütün pazarım cumartesi yorgunluğumu unutmak için kendimi paralayarak ve "Yarın iş var abi." diyerek geçiyor. Eskisi gibi sosyal olmam tabii ki mümkün değil ama... İş hayatı ne zormuş ya. Öğrenciyken bölüm çok zordu diye okuldan nefret ediyordum ama iş daha fenasıymış. Haftanın iki günü 22'de tam dört ay çıkmak... Sonradan acıdılar da 20.30 yaptılar. 
Ayy çok uzattım! Benden bu kadar, yeni iş bakmaya başladım. Çok yoruldum, o kurumsallığı iliklerime kadar hissettim. İzin günümde dahi arandım ama yetti bana! Maddi açıdan olanları, kesintileri anlatmayacağım bile. Anlatsam "Neden ordan hemen ayrılmadın?" diye bana sinir olurdun çünkü. 
Ama ortamımı, arkadaşlarımı, çay yapan ablalardan resepsiyona kadar herkesi çok sevdim. Vedalardan nefret ediyorum, akciğerlerim göğüs kafesimde eziliyor sanki. Ama bu düzenle ben daha fazla yapamıyorum. Mesleğe zaten bayılmıyorum, iyice uzaklaşmaktan çok korkuyorum. 
Yarın ayrılmak istediğimi söyleyeceğim başhekime. Heyecanlıyım, çok gerginim. Bu sefer net kararım, evden tek araçla gidebileceğim bir yer bulmak. Ve cumartesi, en kötü yarım gün olsun. Hep böyle dua ettim, umarım bulurum. 
Seni, blogu, burda böyle bırbır konuşmayı çok özlemişim. Anlatacak çok fazla şey var, yavaş yavaş yazacağım her şeyi. Umarım sen de iyisindir.

4 Ağustos 2022

Bu yazı, aynı zamanda "Ben blog'a dönüyorum." duyurusudur!

'Tolga liseye başladı', 'Tolga arkadaş ediniyor', 'Tolga üniversiteye hazırlanıyor', 'Tolga mezuna kaldı', 'Tolga platonik aşık oldu', 'ilk evinde', 'ikinci', 'üçüncü', 'yedinci', 'Tolga'nın ev arkadaşı evden kaçıyor', 'Tolga mafyaların elinde', 'Tolga'nın diş hekimliğinde anası ağlıyor' ve nihayet: 'Tolga mezun oldu ve iş hayatına başlıyor'
Hayatımın her evresini yazdım buraya. Paylaştım, güzel de okundum, çok güzel yorumlar, mail'ler aldım, bir sürü tanımadan çok sevdiğim arkadaşım oldu. Sonra ara verdim, elim gitmedi değil, yemin ederim gitti ama... Koşuşturmaca, yapılacak şeyler, dertler derken. Yazacak gücü kendimde bulamadım ama yine de boş durmadım, başka şeyler yazdım. Özür dilemeyi hiç sevmiyorum, beceremiyorum da. Gözlerimi kaçırasım geliyor sürekli. Ama telafi edeceğim. 
Öyle efsane şeyler oldu ki. Hepsini tek tek anlatacağım. Burayı unutmak istemediğim, unutsam da okur okumaz hatırlayacağım anılarımla doldurmak istiyordum, hâlâ istiyorum. Eskisi gibi, en samimisinden, sansürsüz, tamamen kendim gibi. Neredeyse iki yıl oldu, sana anlatacağım o kadar şey birikti, başıma yine o kadar çok şey geldi ki! 
Bu yazı, aynı zamanda "Ben blog'a dönüyorum." duyurusudur! Sezon finalinden sonraki ilk bölüm geliyor! Onlarca güzel, kötü, saçma, bomba, berbat, 'hasssiktiiir' şey oldu ama buraya yazmayınca hiçbirinin anlamı olmadı sanki. 
Uzun lafın kısası, ben geliyorum! 'Blog dünyasının gediklisi', yine anlatmadan duramayacak çünkü. Çok ama çok özledim! Başımda yine onlarca bela, yan sekmede 'Sahibinden' açık, ev bakıyorum, bi yandan da yeni işim için belge topluyorum. Büyüdüm ya ben! Hayatımın yeni sayfası açılıyor, tamamen yalnızım bu sefer. Hadi bakalım!

9 Kasım 2020

Evden yana şansım yoook, ağlıyorum derdim çoook


 Geçen gün odamda otururken kedim Kamuran, bi anda durdu, prizi izlemeye başladı. Çamaşır makinesi çalışıyordu banyoda, bi anda o da durdu. Kamuş'a sesleniyorum, kesinlikle bana bakmıyor, prizden gözlerini ayırmıyor. Önce üç harfli gördü sandım, altıma sıçtım yemin ederim. Sonra "vızzzz" diye bi ses, bi koku derken... Hassiktir, priz yanıyor!
Koşup o şalteri nasıl indirdim bilmiyorum. Gidip saçma sapan bi çoğaltıcı almıştım beş tl'ye, caddedeki züccaciyeden. Onun, banyo ile bağlantılı olan kısmı yanmış, prizi eritmiş mahvetmiş. Aklınızda olsun, gidip benim gibi önemli şeylerin ucuzunu almayın. Sonra böyle kıçınızda patlıyor. Yüzde yüz suçlu benim, elektrikçi çağırıp yaptırmam lazım ama beş kuruş param yok. Ev sahibini arayıp söylesem, adam eve geldiği an zaten benim dandiridundik çoğaltıcımı görecek, ağzıma edecek bi güzel. 
Hemmmmen içimdeki şeytan Tolga'yı çıkarıp bi güzel hikaye yazdım. "Çamaşır makinesi biz eve geldiğimizden beri arada duruyordu bi anda, çoğaltıcım da mahvoldu vahh vahhh! Bu prizde bi sorun var bence, hem neden banyodaki makinenin çalışması için benim odamdaki prizin çalışması lazım Hasan Amcaaa, açıklar mısınızzz!" Yüzsüz, çirkef, çaçaron bi insanmışım da haberim yokmuş benim yahu. 
Açtım WhatsApp'ı, çektim yanık prizlerin fotoğraflarını, pat diye gönderdim. Adam hemen aradı tabi, alt katımızda oturuyorlar zaten, "Elektrikçi çağırıp geliyorum." dedi. Ben de odamda salak salak prova yapıyorum. Elektrikçi olayı çakarsa bozuntuya vermemek için mimik falan çalışıyorum. 
Kapı çaldı, elektrikçiyle geldiler. Hızır elektrikçi yemin ederim, 15 dakikada kapıdaydı adam valla. Bana baktı, çoğaltıcıma baktı, bi daha bana baktı, "Böyle ucuz şeyler almayın, Allah korusun kötü bir şey olur." dedi. Ben tam savunmaya geçeceğim, adam eline aldı çoğaltıcıyı, "Bunun yüzünden tabi." diyor. "Evreka evreka!" diye bağıran Arşimet gibi, adam taktı beş tl'lik çoğaltıcıma, "Bunun yüzünden işte, evet evet, bunun yüzünden!" diye aşağılayıp duruyor yavrucağı. 
Ağzımı bile açamadan adam tamir etti her şeyi, ev sahibim ödedi üstelik. Bi utandım bi utandım anlatamam. Elektrikçiyi gönderdikten sonra ev sahibim de aşağı iner sandım ama inmedi. Durdu kapıda, koydu elini beline. 
"Tolgacım, üst katınızı sizden 400 tl fazlaya kiraya vermişler geçen, biliyor musun?"
Başladım içimden ağlamaya. Çıkaracak mı lan bizi ucuza oturuyoruz diye bu evden. Allahım, yani ben senin sevgili kulun değilsem neyinim ya. Bu evden de mi çıkıyoruz, bıktım artık nakliyesini öde, depozitosunu öde, emlakçısını öde... Kutu doldurup boşaltmaktan mahvoldum artık. Hayır, böyle konuşan birine de ne cevap verirsin ki. "Evvettt beybiii, sizi iyi kazıkladık valla." mı diyeyim, "Aaaa, inanmıyorum sen şaka yapıyorsun!" mu diyeyim ne diyeyim. 
"Ama biz kiraladığımızda piyasa böyleydi. Ev fiyatları o civardaydı hep."
Onca cevap arasından bunu seçtim ve söyledim. Korktuğumu da belli etmek istemiyorum, şimdi ters teper bi şey olur. 
"Yok böyle değildi. Siz talebesiniz diye ucuza oldu."
"Hayır, böyleydi."
"Yok, değildi."
Adamla saçma sapan bi sohbete başladık, asla durmuyoruz, kimse yolundan dönmüyor. Bu arada bize yaptıkları indirim 50 tl oldu, dediği gibi bi şey yok...
"Neyse... Sineklik istiyormuşsun, öyle dedi oğlum."
Gelelim o meseleye... Bizim salonun iki penceresi, bir ağacın dibinde, hatta ağacın dalları bizim eve giriyor. E malum, Kamuş zaten uçan kedi sanıyor kendini, her gördüğü pencereden kuşlara atlama isteği var benim akılsız kızımın. Atlayınca onlar gibi uçacağını sanıyor. Ağaçların üstü de her gün kuş dolu, Kamuran pencerenin önünde pusuda! Eve de bu arada ağaçlardan sürekli böcekler giriyor. Garip garip böcekler. En büyük fobim de böcekler bu arada, şu an yazarken bile kaşınmaya başladım desem... Ben de böcekleri bahane edip sineklik istedim. Hem pencere açabiliriz artık, hem Kamuran atlayamaz, hem benim aklım kalmaz yaz aylarında diye. Ama tabii ki asla temel sebebin Kamuran olduğunu söylemedim. Ben de az kahpe değilmişim bu arada...
"Evet Hasan Amca, çok böcek giriyor. Hem kaşınıyorum hem korkuyorum. Taktırın, ömürlük kalsın." 
"Ha yani böcekler için istiyorsun." dedi sırıtarak. 
Ben "Tabii ki evet." derken, Kamuran beyinsizi açık pencereye doğru bi zıpladı, ben bi bağırdım... Bütün foyam meydana çıktı maalesef. Hasan Amca bana baktı baktı, "Sana bu iyiliği evcil hayvanın için hiçbir ev sahibi yapmaz, unutma." dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. "Neyse, hadi görüşürüz, sineklik için aradık bi iki yer, gelir alırlar ölçüyü yakında." dedi. Çıkarken teşekkür edip "Senin bi isteğin var mı?" diye sordum. "Şalgam istiyorum Adana'dan." dedi ve gitti. 
Ev arkadaşımla oturup düşünüyoruz günlerdir, bu evden de çıkmak zorunda kalır mıyız diye. Bu arada şalgamı sipariş ettim, şalgam geldi ve hemen götürdüm. Bi mutlu oldu anlatamam, adamın gözleri parladı yeminle. Verirken "Sen de bizi unutma bak." dedim, "Hiç aklımdan çıkmıyorsunuz ki." dedi sırıtarak. Ev arkadaşım da İzmir'den zeytinyağı sipariş edecek gelecek ay. Mart'ta sözleşme yenilenecek, Mart'a kadar adamı hediyelere boğmayı düşünüyoruz. Yoksa bu evi de kapatacağız sanırım, umarım bize bu kötülüğü yapmaz. 

NOT: Heyytt bee, başlığa bak. Popstar zamanı. Abidin, Firdevs, Bayhan... Bütün defterlerim Firdevs ve Abidin'in fotoğraflarıyla kaplıydı. Bi an duygulandım şimdi. 

18 Ekim 2020

5 senelik kalp sancısı, bir diş çekimiyle biter mi? Bitiyormuş.

Virüs yüzünden üniversiteler 3 haftalık (sonradan aylaarca süren) tatili vermeden 3 hafta önce...
Bütün gün klinikteydim, sabahın sekizinden dörde kadar alnımda stresten oluşmuş damlacıklar halindeki terimle hasta bakmak keyifli ama aşırı yorucu. Eve gider gitmez koltukta sızıyorum. Bi de, kendimden asla beklemediğim bi performansla koşturuyorum. Hey gidi heyyy, Adana'da kıçını kaldırıp yan koltuktaki kumandayı almaya üşenen ben, şimdi hastane koridorlarında mor üniformayla bi o kata bi bu kata koşturup duruyorum. Bu arada vizelere çok az kaldı ve hiçbir bok bildiğim yok. Zaten salı perşembe yorgunluktan koltuktan kalkamıyorum eve gelince. Diğer günler.. Ne yalan söyleyeyim, hava çoook güzel bu sene, odaklanmayı geç, o sandalyeye kıçımı kırıp oturamıyorum bile. 
Spotçudan aldığım ikinci el kanepede yastığa sarılmış uyurken, telefonuma bi mesaj geldi. Normalde sessize alır öyle uyurum, titreşimde kalmış. O mesajdan önce de onlarca mesaj var bu arada, niyeyse ona uyandım. Gözümü az çok açabildim, yüzümün her bölgesinin şiştiğini o kadar iyi biliyorum ki, aynaya baksam tipime ağlayabilirim. Saat de gece 12 olmak üzere, 5 saattir uyuyorum resmen, ayı mıyım neyim. Zaten sabahın 6'sında kalkacağım tekrar, şu mesajlara cevap verir, öyle uyurum diye düşündüm.
Mesaj, bi numaradan, rehberde kayıtlı değil. Sonu o kadar tanıdık ki numaranın, "Tolga nasılsın?" yazmış sadece. Mesaja tıklamamla o açılamayan gözlerimin fal taşı gibi açılması aynı anda oluyor. Hassiktir, şaka mı bu lan! Koltukta hemen toparlanıp oturma pozisyonuna geçiyorum, mesaja tekrar bakıyorum, gönderenin fotoğrafına tıklayıp duruyorum. "Ne alaka, lan acaba rüyada mıyım, yok canım o değildir, ona benzeyen biridir!" diye düşünüp duruyorum ama o! 
İki sene burada arkasından ağladığım, uğruna yazılar yazıp Tolga Tilbe olduğum, mesaj atsın diye binbir takla attığım, o dönemde buluştuğum herkese hikayemi ve hisettiklerimi anlattığım, kalemim kırılsa "O benim hayatımda olmadığı için bu kalem kırıldı!" diye ağladığım, şarkı listemi Rihannalardan Nazan Öncellere çeviren... O işte. O lan o! 
Aradan çok uzun bi süre geçmiş artık, hissettiğim şey sadece şaşkınlık. Ben hikayemi 'olduramadıklarım' rafına kaldırıp önüme bakmışım, birileri gelmiş birileri gitmiş, yerler mekanlar değişmiş, gömeceğim kadar derine gömmüşüm. Şimdi, neden bu...
"İyiyim, sen nasılsın?" yazıp gönderdim. 
Ya bi şey söylemem lazım. Cevap beklerken tabi ki en yakın arkadaşlarımı aradım! Bunun kuralı bu değil midir ya, hayırdır yani! O üç dakika içinde onlarca tahmin geldi. "Yaaa, böyle olur işte, bak pişman oldu yazdı yıllar sonra!"lardan "Ne çıkacak altından acaba, kesin vardır bi derdi!"lere kadar, herkes bi şey söyledi. Son arkadaşımın da telefonunu kapattıktan sonra "yazıyor..." çıktı. "İyi ben de nolsun." yazdı ve yıllaar önce konuşurken gönderdiğim bi mesajı alıntılayıp "Bu teklifin hala geçerliyse dişim çok ağrıyor." yazdı.
Yani şu koca kafamın içindeki olmayan beynimi var ya! Zamanında bi konuda konuştuk, yardımcı olmuştu, ayıp olmasın diye "Dişinde bi problem olursa söyleyebilirsin, ben hallederim randevunu okulda." yazmışım. O zamanlar bunu yürümek amacıyla yazmıştım muhtemelen ama o zamanlar ulan! Ben onun üstüne 1 ev 1 telefon değiştirdim, bütün mesajlar numaralar gitti, sen bana gelmiş o mesajı alıntılıyorsun! 
Ne yapsam, ne desem... Ret mi etsem... Yok yok! "Benden haber bekle." yazıp sonra hiç haber vermesem mi, çok mu hayvanca olur ya. "O mesaj zaman aşımına uğradı bebeğim, kusura bakma." yazıp göz kırpan emoji mi göndersem, oha Tolga bi dur! Kibarca şikayetini sorup ona göre yol izlemek daha mantıklı sanki. Sordum, anlattı.
Bi anlatıyor, ne problemli ağız bu yahu. Eğer yardım etmeyi kabul edersem, sık sık kliniğe gelecek sanırım. Offf, bu nasıl bi sınav bu gece gece. Kendisi için asistanlarla konuşup randevu alacağımı söyledim, sohbeti böylece bitirdik. Ha, o gece böyle bitti mi diye sorarsan, kesinlikle hayır. Alara'yı aradım ve saatlerce bu konu üzerine hipotezler kurduk. "Hıııh, şuna bak, neden evine yakın kliniğe gitmiyor da sana yazıyor? Pardooon da yok mu bunun dişçi arkadaşı, gitsin ona yazsın. Sizin arkadaşlığınız mı var yani, iki yılda bi anca yazışıyorsunuz. Biliyor tabi sen yardım edersin işte, tabi sana yazar! Etmesen mi acaba yardım, ayarlayamadım mı desen!" Bu cümlelerin bütün versiyonları saatlerce aramızda döndü, en son gece 3'tü sanırım, öyle uyuyabildim. Nasıl hissettiğimi kesinlikle bilmiyorum, iyi veya kötü mü, onu da cevaplayamıyorum. Telefonu kapatıp kafamı yastığa koyduğum an dediğim tek şey, kocaman bir özet ve üst başlık: "Ne gerek vardı?"

İki gün sonra...
İlayda'yla okulun kahvecisinde kahve içiyoruz. Tanıdık bir cerrahi asistanı var, onunla konuştum, "Haftaya gelsin sabahtan, halledelim işini." dedi. İlayda da Alara gibi, "Ne gerek var, ayarlayamadım de." diyor ama ben de herkese fikrini sorup kendi dediğini yapan o salaklardan olduğum için sadece kafa sallıyorum. Laktozsuz süt bittiği için normal sütlü kahve almak zorunda kaldım bu arada, karnım davul gibi oldu, ona da ayrı bi stres yapıyorum, kafenin ortasında saçma sapan bi şey yaşanmasından korktuğum için. Lanet olsun laktoz intoleransıma! Şu stresli günlerimde bir de gazımla uğraşıyorum ulan!
Mesaj attım, "Ayarladım randevunu, beni müsaitken ara da prosedürü anlatayım." yazdım. "Arıyorum birazdan." yazdı, sonra da aradı. 
Yıllar sonra sesini duymak çok garip geldi. Aklım hep o eski halime, yaşadıklarıma gidiyor. O berbat, kafamı sürekli tavanına vurduğum çatı katı evim... İnternet bağlatacak param yoktu diye bi kahvehane bulmuştum hani. Dayılar nargile içip küfrederek okey oynarken ben yanda acılar içinde müzik dinleyip yazı yazıyordum. İstanbul'da ilk ayım, kimseyi tanımıyorum, bi de üstüne içimde sürekli Yıldız Tilbe çalıyor, offfff, yazarken bile içim fena! Sanırım bunlar aklıma geldikçe ben garip hissediyorum. O dönemdeki Tolga çok değişti, şükürler olsun büyüdü, olgunlaştı, öğrendi ama kim olsa bi tuhaf olurdu sanırım. Fazla tepki vermiyorum bence. Sonuç olarak, haftaya görüşüyoruz. Stajdan izin alıp bütün gün ilgilenmem lazım. Sabahın köründe gelecek, baya torpille, en erken randevuyu 2 sene sonraya veren okulumda onu öne alacağım, genel muayenesi yapılacak. Kıçımı öpse az vallahi!

Gelişine 1 gün kala...
"Şimdi sen osun, ben benim, tamam mı? Ee, nasılsın, hayat nasıl?"
"Böyle sormasan mı acaba, çok mu samimi ya... Nasıl gidiyor mu desen direkt?"
Burak'ın yatağında, bir uçta ben oturuyorum bir uçta o oturuyor, yarın ne konuşacağımın provasını yapıyoruz. Yeni eve taşındık, daha eşya yerleştiremedim, her tarafı bok götürüyor ve kutular orada bize göz kırpıyor. 
Uzun uzun konuştuk, vereceğim imaj şu: O günlerin üzerinden çok zaman geçti, ben olgunlaştım, senin benim diğer hastalarımdan bi farkın yok. Okul çok yoğun olduğu için genelde koşturmacayla geçiyor, artık meşgul ve kendine güvenen cool bi herifim ben! Ne heyecanı canım!
Burak'ın odasından çıkıp uyumaya gitmeden önce soruyorum: 
"Ya Burak, acaba hayatında biri var mıdır? Sorsam mı? Yemin ederim merak ediyorum, başka bi derdim yok. Bunca yıl olmamış aramızda bi şey, bi beklentim de yok açıkçası, sadece merak."
"Tamam gel hadi, otur şuraya. Konuşalım bunu da."
Yatağa koşuyorum tekrar.
"Hadi, şimdi sen osun, ben benim. Ee, sevgilin var mı?"
"Tolga, off böyle sorulmaz. Cool ol biraz, yandan gülerek, konusu gelirse 'Eee, sende var mı birileri?' falan de."
"Tamam! Ben ne cevap vereyim o sorarsa? Kimse de yok ki lan bende, bi kişi bile."
"Aa, olmaz, uyduralım! Bak şöyle de..."
Bunu da konuşuyoruz ve yatağıma gidiyorum. Beklediğimden de hızlı uyuyakalıyorum. 

Geldiği gün...
Stajdan izin aldım, normalde çıkmak yasak ama asistanla aram iyi diye çıkabildim. Bi iki kere uğrayacağım bi sıkıntı olmasın diye, o kadar. İlayda'nın hastası ve stajı olmamasına rağmen benim için okula geldi, eğer sohbet akmazsa onu arayacağım, yanımıza oturacak kahve içerken. Açıkçası sohbetin akmayacağını düşünüyorum diye İlayda'yı ayarladım, çünkü eğer aksaydı zaten beş sene önce bizim iş hallolurdu, anladın mı? 
Mesaj geldi, "Ben geldim, kahvecide bekliyorum seni." diye, aşağı indim. Hadi Tolgaaa, o eski salak çocuk değilsin artık! Bildiğin meslek sahibi olmak üzeresin, üstünde çok güzel bi ameliyat forması var, kendinden emin ol! Bunun yanında bi bölüm daha bitirdin sen be, senaryo okuluna bile gittin! Öyle boş beleş adam değilsin, Japonca bile biliyorsun biraz be oğlum, sakin ol, hadii! 
Sarıldık, parfümü aynı hâlâ. Hoş geldin'ler bi şeyler, bendeki bu Seda Sayan halleri ne olacak yahu. Az cool ol be, ne bu samimiyet! Yol sorduğun teyzeye de aynı samimiyet, ona da! Sıçacam çarkına vallahi! 
"Önce ilk muayeneye gidiyoruz, röntgenini çektirelim. Ağrın var mı?" falanlar filanlar derken sohbet etmeye başladık. Röntgen bölümünde samimi olduğum bi çocuk var, şükür buralardaymış. Hemen kenara çektim, anlattım durumu, aldılar içeri. Sonra da muayene olmaya diğer odaya geçtik. Burada yapılacak bütün işlemleri bilgisayara giriliyor, ablayla beraber bakmaya başladık. Tahmin ettiğim gibi, buraları mesken edecek kendisine, belli oldu. Abla birini ayarlayıp ayarlamadığımı sordu, "Hallettim, randevusu var birazdan, cerrahiden arayacaklar beni." dedim, çıktık odadan. 
Kahveciye indik tekrar. İlayda'ya yazdım, o da peşimize geldi hemen, oturduk muhabbet ediyoruz. İkili muhabbet edesim gelmedi, konu biter diye mi korktum, konuşamam diye mi, bilmiyorum. Sohbet gayet akıyor, gülüyoruz eğleniyoruz. Beklediğimden de iyi gitti. Sadece birkaç küçük done var anlatmak istediğim, onlardan bahsedeyim. 
Konu olsun diye ev değiştirdiğimi söyledim, daha doğrusu İlayda yolunu yaptı, ben devam ettirdim. Ne bi merak, "Aaa nerdesin, kimlesin?" sorusu, "Neden ev değiştirdiniz yahu?" gibi bi tepki; hiçbiri yok. Öylece durdu. 
Yine İlayda açtı konuyu, senaryodan filmden kurstan. Yine sessizlik, sadece ben ve İlayda konuştuk o kadar. Yani çok affedersiniz ama insan düşmanı bile olsa merak eder, iki irdeler yahu. O dakika zaten bendeki o geçmişten kalabilme ihtimali çok az olan bi kıvılcım sönüverdi. 
Telefonuna bakıp duruyordu arada, mesaj beklediği biri var gibi geldi. O sorunun tam sırası! Burak'la evde boşa prova yapmış olmadığımızı düşünerek, deriiiin bi nefes alıp "Ee, sen anlat bakalım, sende var mı birileri?" diye sordum. "Var, 9 aydır bi ilişkim var." dedi gülümseyerek. 
Sakın Tolgaa, yüzünü düşürme, sakın! Sakin olur musun, yüzüne hemen bi gülümseme yerleştir! Çabuk diyorum sana! 
"Yaa öyle mi, çok sevindim, 9 ay iyi bir süre gerçekten."
"Sende var mı peki?"
"Açıkçası konuştuğum birileri var ama okul çok yoğun, sen de şahit oldun. Kimseyi ilgisizlikle üzmek istemem, o yüzden resmiyette pek bi şey yok." özetli, saçma sapan bi cevap verdim. İşin doğrusu, konuştuğum bir kişi bile yok, deprem korkusuyla ev değiştirmişiz haftalardır onunla uğraşıyorum, aklımı o işlere veremedim bile. 
Ben sigara içmiyorum normalde. Yani ortamdan ortama, belki alkolle o kadar. Hayatımda ilk kez canım deli dehşet sigara istedi! "İlayda," dedim, "Sigaran var mı?" İlayda sigara uzattı. Sigarayı içmiyorum, yiyorum resmen, üçüncü saniyede ikinciyi istedim. O bile şaşırdı bu arada, "Sen içmiyordun sanki?" dedi. "Yaa, aynen, koktu bi canım istedi yahu." gibi yine sıfır zeka kokan bir cevap verdim ve ikinciyi de bitirdim. O anda cerrahi katından aradılar ve yukarıya çıktık, dişini çekmeye. 
Yazı çok uzayacak, orada olanları anlatmayayım. Asistanla beraber çekimini yaptık, asistan reçete için kalktığında ben de ortalığı topluyordum. Koltuktan kalktı, öylece bakıyor. Neden bilmiyorum, birden bir şey söylemek istedim. Eğilip "Vay be, 5 sene önce karşında titriyordum. Şu an sen burdasın ve ben dişini çektim, hayat çok garip." dedim. Ağzında tampon var, konuşamıyor bile, "Aynen öyle." dedi, gülümser gibi oldu. 
Daha sonra asistan geldi, reçetesini verdik ve yolcu ettim. Sarıldı, çok teşekkür etti ve gitti. 

Onun gitmesiyle beraber 5 senelik kalp sancım, 5 sene önceki acım, kederim, duygularım, yaptığım saçmalıklar, o çatı katı evim, o kahvehane, zırlamalarım, sendelemelerim, düşmelerim ve kalkmalarım; hepsi gitti. Bu uzun soluklu hikayenin de sonu böyle olacakmış demek. En iyisi, en güzeli oldu; şimdi onun için düşündüğüm ve dilediğim tek şey ilişkisinde mutlu olması. 
"Zaman her şeyin ilacı." o kadar kadersiz bi cümle ki. Doğruluğu, hep o ânı kurtarmak için söylenmiş gibi görünmesiyle sürekli çarpışıyor. Sen, eğer üzgünsen, n'olur bu kadersiz cümleyi inanarak oku. Sana, laf olsun diye, şu ânını kurtarmak için söylemedim. Tecrübeyle sabit, geçiyor. Bazen çivi çiviyi sökerek geçiyor, bazen böyle, bazen kendiliğinden. Bir sene önceki ben, bunların olacağını bilmiyordum, bir sene sonra da ne olacağını bilmiyorum. Yaşadıkça, hep daha farklısı, daha maceralısı karşıma çıkacak. İyi ki yaşamışım, bunların hepsi beni ben yapacak nasılsa. Seni de öyle. Söz.