12 Ağustos 2017

Bu hikâyenin de sonuna geldik.

Bundan tam bir yıl önce, "Affetmek mi, vazgeçmek mi, unutmak mı? Hangisi daha zor?" diye insanlara sormuştum. O zamanlar başına neler geleceğinden habersiz, toy, uçağı rötar yaptığı için gecenin bir saati E3 havaalanı otobüsünün içinde, hâlâ bir okul kazanabildiğini idrak edememiş, İstanbul'a okul kaydı için değil de sanki gezmeye gelmiş turist gibi davranan, yazlıktan yeni dönmüş, daha bir esmer, kendine güvensiz, "Şimdi şuramdan bunu çalacaklar! Ayy, bu teyzenin bakışları ne öyle, böbreklerim yerimde mi? Amca, bak bak bak bana gözünü dikme, Adanalıyım gelmiyim oraya!" diyip duran; bi yandan da toplasan iki sayfa şey konuştuğu kişiye günlerini vermiş, her gece "İlk görüştüğüm zaman şunları söyleyeceğim." diyip arkadan Müslüm Gürses'ten Nilüfer'le prova yapan, "Senarist olmakmış, çocuk diş hekimi olmakmış, kitap çıkarmakmış, peeeh!" diyip vizyonunu sadece 'İstanbul'da platonik olduğu insanla görüşmek' olarak değiştiren, duyguları omuzlarına yük olduğu için değil de bütün arkadaşları kendisinden kısa olduğu ve dedikodu duymak amacıyla sürekli eğik yürüdüğü için hafif kambur olmuş bir çocuktum. Gerçi hâlâ biraz kamburum da konumuz o değil.
Bunu İstanbul'a ilk geldiğim zaman çekmiştim, heyecandan ölürken.
Geçen hafta, arkadaşım beni arayıp hiç tanımadığım birini telefona "Al da dinle! Sen de gör artık bazı şeyleri, geri zekalısın sen, gerçekten böyle bir şeyi hayatımda görmedim!" diyerek verdiğinde, onun hakkında duyduklarımdan sonra aklıma ilk gelen şey bunlar oldu.
İnsan, birini sevince, bütün kötü özellikleriyle onu kabul etmek için kendini zorluyor, "Çünkü şu yönü iyi, bu kadarını da olsun, kabul edebilirim." diyor karşılığını buldu diye. Yalnız, yazarken fark ettim, birini sevip karşılığını bulmak, sevilmek çok efsane bir şey. Sanırım sevilmeyi çok özledim. Kimse tarafından önemsenmeye ihtiyacım yok ama birinin bana olan sevgisini hissetsem çok güzel olacak. Sev sev sev, ben gerçekten yoruldum çünkü.
Ama insan, birini karşılıksız sevince, ona kötü özellik yükleyemiyor, "Onun mükemmel bir hayatı var, o hata yapmaz, bir yanlış yaptıysa karşı tarafın suçudur, o üzülemez ki gözyaşı bezleri yok, onun durumu iyi, harika bir çevresi var, notları da süper." diyor, çünkü tanımıyor ki. Zaten olay o ya, bir masaya oturup üç saat geçirse belki de anında soğuyacak, "Ben ne yapıyorum!" diyecek. Ama yaşayamadıklarına üzülüyor işte, karşılığını bulan, yolun sonunda yaşadıklarına üzülürken, o, onunla yaşayamadıkları için bu kadar deli, bu kadar seviyor! Kafasında yarattığı profil için üzülüyor, seviniyor, üzülüyor, üzülüyor, tekrar 'üzülüyor' dememe gerek var mı?
Şunu çok iyi öğrendim: Kimse, hayalinizde yarattığınız o kişi değilmiş, adını başkasından duyunca ağlamaya başladığınız kişi bile! İnsanı tanıyarak sevmek en güzeliymiş, sevmelere doyamadığınız için sevilmenin tadını alamamak çok kötüymüş, insanı mahvedermiş, ne gerek varmış. Duyguları birine atfetmek çok üzüyormuş.
Kendimi çok sorguladım, "Ben şu an neye üzülüyorum? Duyduklarıma mı, kendi salaklıklarıma mı?" diyerek. Kendi salaklıklarıma tabi! Her gün "Bitirdim, bu sefer kesin!" diyip beynimin bir köşesinden elimde olmadan hortlatarak kendime yalan söyleyişime, verdiğim ödünlere, "Sen bana yazma." diyen birine patlama olur olmaz yazıp cevap verdi diye mutluluktan ölmeme, gecelerime ya, bildiğin gecelerime üzülüyorum. Arkadaşlarıma, WhatsApp grubunda insanların beynini mahvedişime, zamanında kendimi kahredişime.
Sonra bi duruyorum, aklıma bir sene önce "Sevmek abi, sevilmek güzel de sevmek ayrı bi kutsallık bence, insanı başkalaştırıyor." diyen beni getiriyorum.
Şunu da çok iyi öğrendim: Sevmek, insanı olgunlaştırıyor, değiştiriyor. Ama hadi itiraf edelim, "Ben sevmeye aşığım, sevince olan o iyi kötü duygulara, sevmenin verdiği büyük ilhamı seviyorum aslında." diyen herkes, WhatsApp gruplarında ağlak ağlak dolaşan o kişi oluyor, maalesef. 
Ha bir de, kötü ama fazla gerçek bir şey: Sevseydi arardı. Görmek isteseydi yazardı, haber yollardı, ulaşırdı. Aklına seni getirseydi sorardı. En önemlisi, onu seveni bulmuşken sevseydi, şu an sen bunları iç çekerek okumazdın.
*
Bir hafta oldu o telefon konuşması olalı. Yara kabuğunu koparmak gibiydi ama geçti. Kendime kızmalarım, kendime ettiğim hakaretler de bitti. Sanırım eski Tolga'yı çok ama çok özlemişim. O deliliğini, kocaman kahkahalar atarken hiçbir şey düşünmeyişini, umursamazlığını, belaları başına çekip her şeyin içinden sıyrılmasını, şeytanlığını, kararsızlığını, kafasına koyduğunu kesinlikle yapmasını, pes etmemesini, her şeyi son dakikaya bırakıp halletmesini.
Uzun bir süre birini yeniden sevebileceğimden emin değilim. Çünkü artık biraz korkuyorum, yeniden yara almaktan, hayal kırıklığına uğramaktan, sevgimin karşılığını bulamamaktan. "Ben artık kimseyi sevemem." demiyorum ama artık "'Sevilmek', 'sevmek'ten daha güzel sanki." diyorum sanırım.
*
İlk cümledeki soruyu da hep şöyle cevaplardım: "En zoru affetmek. Çünkü affetmek, bütün duyguların katili. Birini ancak affettikten sonra ondan vazgeçebiliyorsun, sonra da unutabiliyorsun." Aradan bir yıl geçti, hâlâ aynısını düşünüyorum.
Ve evet, ben seni sonunda affettim, affedebildim, affetmeyi başarabildim; bu aralar benim bütün kırgınlığım sadece kendime-