15 Haziran 2018

Aleyna Tilki ile Ortak 3 Özelliğim!

Bunca işimin arasında oturup, tüm Türkiye'nin ezbere bildiği şarkıların solisti, şuncaaaacık yaşına rağmen "Kaaalbimde kırılmadık yer mi bıraktı?" diyen, Türkiye'nin en çok dinlenen şarkılarına sahip bir kızla kendimi kıyaslamak istedim! Sevgili Aleyna, kıskançlık çok kötü, çok zor!
Parmakla gösterilmek: Aleyna, her zaman popüler bi çocuk olduğunu, gittiği tüm okullarda parmakla gösterildiğini söylüyor. Bu kız beni anlatıyor yahu!
Zaman, ilkokul yılları. Yer, servis. Sürücü, Mehmet Amca. 
Sabahları uyuyan ölülerin oturduğu, öğlen okul çıkışı Mehmet Amca'nın keliyle oynamaya çalıştığı, servisi sallamak için uğraştığı, koltuktan koltuğa uçarak seyahat ettiği servisimizde, Mehmet Amca'nın hemen arkasındaki minik çıkıntıya dizlerimi koyup arkadan kollarımla Mehmet Amca'nın kafasını yaslayacağı koltuk parçasına sarılmış, tin tin tin bağıra çağıra gidiyorum. Tam arkamda da Çağrı diye esmer bir çocuk var, yanındakiyle taso muhabbeti yapıyor, serviste gürültü had safhada, Mehmet Amca önde muhtemelen ağlıyor!
Bi anda, efsane bi frenle, ben hoooop, arkamdaki Çağrı'nın üstüne düşüyorum! Ve bizim Çağrı hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor, kolunu hareket ettiremeyerek!
Sussun diye özürler diliyorum ama çocuğun ses seviyesi giderek artıyor. Çağrı'nın evine varıyoruz ve oradan ayrılıyoruz.
Ertesi sabah, öğlen zırdeli olup çığlıklar atan ben, koltuğumda uyur uyanık halde oturuyorum, suratım asık, Çağrı'yı mağrıyı unutmuşum. Çağrı'nın evine varıyoruz, kapı açılıyor ve içeriye Çağrı yerine kıvırcık saçlı bi kadın giriyor, annesi!
"Nerde o, nerde o Tolga!" diye bağırıyor. Bu cümleyi maalesef ilk duyuşum değil... Ne zaman büyük bi bok yesem, ortalığı karıştırsam, mağdurun anası babası gelip bunu söylüyor çünkü! Asla sesimi çıkarmıyorum.
Ve o anda, tıpkı Aleyna'nın yaşadığı gibi, bütün servis beni yavaşça parmakla gösteriyor! Ah Aleyna, seni anlıyorum bebeğim!
Kadın "Çocuğumun kolu kırılmış senin yüzünden!" diyip yüzüme bi tane geçiriyor. Mehmet Amca'ya bağırıp çağırıyor bana mukayyet olamadığı için. Ve servisten iniyor!
Ağlayarak eve döndüğümü ve okula gitmediğimi söylememe gerek yok sanırım!
Devam edelim... Ah evet Antonyo, parmakla gösterildiğim çoktur!
Zaman, lise yılları. Yer, koridor. 
Lisenin ilk matematik sınavı. İnsanlar başına geleceklerden habersiz, mantık-kümeler çalışıyor. Size dokuzuncu sınıfta okulla alakamı anlatayım. Kitapçıya girip ilkokulda çözdüğüm Anafen yayınlarının biyolojisini sormuşluğum, adam "O yayın ilkokul için." dedikçe "Sen bilmiyorsun, iyi bak iyi o rafa!" diye bağırmışlığım vardır! Anlayın alakamı işte.
Şuursuz bi insan olduğumdan daha önce bahsetmiştim. Sınavdan birkaç gün önce hocanın yanına gidip "Heheheheee, 100 alırsam bana kebap alınnn!" diye konuşmuşum, çok affedersin, oturma organım bilmem nerde! Hoca da pis pis gülüp "Hıhı, alırsın alırsın, aynen." diye cevap vermiş. Yani ortalık karışacak!
Sınava girdik, elimden geleni yaptım, çıktım. O koridorda ağlayanlar mı, bayılma tehlikesi yaşayanlar mı, okul değiştirmeyi düşünmeye başlayanlar mı, Allah Allaaaah!
Ertesi sabah, okul hıncahınç dolu. Bütün veliler okulu basmış, matematikçiyi arıyor bi kaşık suda boğmak için! Onların çocuklarının 90'dan aşağı notu olamazmış, şu an 10 bekliyormuş, böyle sınav mı olurmuş!
Sınav açıklanıyor. Okuldaki en yüksek not 90. 90'dan sonra en yüksek 68, kalanı 45'ten aşağı!
Ve 90'ı alan kişi, bakınız, bendeniz!
Yürüyüşüm bile değişiyor. Einstein gelse matematik kursu verecek seviyede görüyorum kendimi, o derece! P ise q hayatım!
Ve koridorda yürürken insanlar beni parmakla gösteriyor! "İşte 90 alan bilmem ne çocuğu buymuş, heee heeee şu uzun zayıf yok mu deve gibi, aynen şu kambur çocuk almış, ben de inanamadım." diyerek.
Sevgili Aleyna, parmakla gösterildim mi gösterildim, haticeye değil neticeye bakacaksın bebeğim!
İlkokulda fanları olmak: Aleyna, ilkokulda fanlarının olduğunu söylüyor! Hemmmmmen anlatıyorum!
Yer, Adana'da bir ilkokul. Olay, korkulu rüyam, veli toplantısı!
Hocalar, hiç kimseyi doğru dürüst tanımadıkları için, ellerinde fotoğrafla gelen veliler bile var! Ancak her hoca girdikten sonra, toplantıyı bitirirken tek bi ismi telaffuz ediyor: Tolga!
"Kimin çocuğu Tolga? Tolga'nın velisi burda mı? Sibel Hanım?"
Aleynacım, gördüğün gibi, popülerliğim coşmuş vaziyette! Bütün hocaların dilinde ben varım, hahahayyyt!
Ancak annemin elini kaldırıp ayağa kalkmasıyla işler değişiyor.
"Hayatımda bu kadar konuşan bir çocuk görmedim Sibel Hanım! Ne yedirdiniz içirdiniz bu çocuğa! İnsan derste öğretmeninden daha fazla anlatacak şeyi nasıl bulabilir! Lütfen artık konuşun çocuğunuzla! Yanındakini de rahatsız ediyor, Göksu dersi dinlemeye çalışıyor!"
Bütün hocaların konuşmaları bu minvalde! Annem toplantıda boynunu büküp oturuyor, evde çıldırıyor.
Okuldaki popülerliğim evde bi bok yaramıyor! Anne terliğiyle tahtım yıkılıyor! Ama ne demiştik, haticeyi boş ver Aleyna, neticeye bak.
"Halk bana bayılıyor": Aleyna, tüm Türkiye ile konuşmuş olacak ki, halkın kendisine bayıldığını iddia ediyor! Bana da öyle bebeğim, kendine geeeel!
Yer, Blogger. Zaman, toy zamanlarım.
İlk yazılarımı girdiğim zamanlarda her gün yazmaya çalışırdım. Bazen kimse okumazdı, bazen de çok kişi okur, yorum yapardı.
"Bu ne saçma yazı.", "Niye böyle şeylerle uğraşıyorsun?", "Çocuk da haklı sana bunu yaptıysa.", "Öfff, bi saat seni okudum, bunun için miydi?" gibi gibi...
E hemen bağlayayım, kötü eleştiri, gizli hayranlık bebeğim!
Halk bana bayılıyor! Ben bu yorumlardan bunu anlarım, bunu bilirim, n'aaaber?

Sesin benden iyi olabilir ama o da birkaç şan dersine bakar, madde olarak hemen eklerim buraya, hiç acımam Aleynacım!
Hodri meydan!

11 Haziran 2018

Yeni evim umarım son evimdir!

Buraya şu yazıyı yazdığım gün, gezmek için aklımda olan evlere gittim. Bi ayrıntıyı yazmadan geçmeyeyim, emlakçı kadına "Saat 10'da orda olurum, beraber evleri gezeriz, olur mu?" diye tembih ettim. Ben gittiğimde kimseyi almasın, ben de orada oturup beklemeyeyim, zaman kaybetmeyeyim diye. Neticede beş günüm kalmış, ortada ev yok, üstelik şu an kaldığım evi de boşaltmamışım. Ama ne oldu... Emlakçıya tam 7 saat geç kaldım! En son kadına telefonda ağlıyordum "Hemmmennn geliyoroooom, çok özür diliyorooom." diye.
Nefesler içinde emlakçıya vardım. Kadının bana ev gezdiresi varsa bile tipimi gördükten sonra gitmiştir. İki metre boyunda bi zürafa, anammm anammm terler içinde, gergedanvari sesler çıkarıyor. "İki tane ev göstereceğim size, ikisi de buraya yakın. Beğenirseniz ev sahibini arar, fiyatta yardımcı olmasını isteriz." dedi. Kalktık, gezmeye başladık.
Semt inanılmaz güzel. Evler kadının dediğine göre metroya da minibüse de yakın. Hemen aklımdan "Hmmm geceleri sürttükten sonra tek minibüsle evdesin, korsan taksilere para bayılmaktan kurtuldun." diye geçirmeye başladım. Bi yandan da dua ediyorum aradığım gibi bir yer bulabileyim diye.
İlk eve geldik. Ev bahçe katı diye geçiyor ama bir kat aşağı iniyorsun zeminden. Biraz fazla karanlıktı sanırım, içime hiçbir şekilde sinmedi. Benim şu anki evim de yerden biraz aşağı, bazı odalarımdaki o karanlığı bildiğim için gözüm korktu açıkçası. Ama ev kocamaaaan. Ciddiyim, ben bu evi tutsam beş kuruş param yok, ölsem eşya dolduramam. Bahçede bi teras yapmışlar, o kadar güzel ki! Biraz temizlense bütün yazımı orada geçirebilirim, diye düşündüm ama bu aydınlık olmayışı maalesef evin üstüne bi çizik attırdı.
İkinci eve gittik. Daha kapıdan girer girmez, Allahımmm, içime bir güneş doğdu. Cephesiyle alakalı sanırım, güneş hâlâ evin içinde sanki, o denli aydınlık. Üstelik dört katlı bi apartmanın üçüncü katı, eğer tutarsam hayatımda ilk kez ara katta oturmuş oluyorum. Metro ve minibüsün hemen ortası, konumu da güzel. Odaları gezmeye başladım. Ev sahibi, evi daha yeni almış, içini yaptırmış hemen. Ufacık bir balkonu bile var, oraya masayı atıp bütün yazı geçirebilirim.
Kadına bu evi beğendiğimi söyledim. Kirası ayırdığım bütçenin üstündeydi. Ciddi olduğumu ve indirim istediğimi söyledim. Büroya vardıktan sonra ev sahibini aradık. Adamla önce kadın konuştu. Bu arada, kadın bana "Düzgün yüzlü bir kardeşimiz." dedikçe, "Düzgün yüz nasıl oluyor lan, benimki gibi mi be! Orman kaçkınıyım mübarek." diye düşünüyordum zaten. Kadın istediğim gibi bir indirim yaptıramadı adama, telefonu ben aldım.
En son bu kadar yalvardığımda, ilkokulda Kızılay kulübü toplantısı yerine arkadaşlarımla döner yemeye gittiğimde yok yazılıp disipline gittiğim için müdür yardımcısı karşısında ağlıyordum. Neler diyorum adama, sevap yapmaktan girdim, iyilik ayından çıktım yemin ederim. Sonunda adam çeneme dayanamadı sanırım, istediğim indirimi aldım! Ve evi tuttum!
Ama birkaç yalan söylemek zorunda kaldım, emlakçı kadın beni buna itti çünkü. Sanki bunları söylemesem evi vermeyecek gibilerdi vallahi. "Diş hekimliğini bitirmek üzereyim." dedim, halbuki daha yeni başladım, 4 yılım var... "Annemle yaşayacağım yaaa, evet evet genelde o olcak evde." dedim, annem Adana'da... Komisyonu indirsin diye "Bakın kaç tane emlakçı gezdim, bi sizde böyle iyi hissettim." dedim, bütüüüün emlakçılara zaten aynısını söylüyorum. "Eğer komisyonu indirirseniz çok büyük bi iyilik yaparsınız, zaten aşırı şeker bi kadınsınız." dedim, içimden kadına neler neler sayıyordum elli liranın hesabını yaptığı için.
Evi tuttuktan sonra arkadaşlarımı ayarladım, önceki gibi sürünmemek için bu sefer yardım istedim. "Pazar günü saat 2'de attığım konumda oluyorsunuz, evin temizliğini bitirip eşyalara bakmaya gidelim." dedim. Saat 2 oldu, benim ruhsal sıkıntılı arkadaşlarım aradı, "Tolga yaa, hava çok sıcak, istersen akşam 6 gibi evde olalım, her yeri tertemiz yapıp sabahlarız, bi yerlerde otururuz." dediler. Tamam, dedim. Sonra ben bi uyumuşuuum, uyandığımda saat 7'ydi! "Sıçtın Tolga, mahvedecekler seni." dedim, telefona bi baktım. Sıfır arama, sıfır mesaj. Hemen aradım, "Togi hemen çıkıyoruuuz." dediler. İşte benim arkadaşlarım, sadece benim yapacağım bi hareket çünkü bu "Hemen çıkıyoruum." yalan söylemesi.
Benim evden viledayı aldım, şişe şişe temizlik malzemesi aldım, kocaman bi örtü aldım üzerine otururuz diye, yeni eve gittim. Tabii ki kayboldum bu arada, yer yön sıkıntılarımı sonra gözden geçirmeliyim. Yiyecek bir şeyler de almıştım ama onları beklerken midem kazındı, yarısını yedim vallahi. Ve saat 6'da diye ayarladığımız buluşmamız, saat 11'de gerçekleşti... Benim arkadaşlarımla buluştuğum tamamen aklımdan çıkmış, tabii ki bana benzemek zorundalar!
Herkes bir odayı aldı, ben de tuvaleti seçtim. En son, çamaşır suyu kokusundan içerde bayılıyordum fayansların üstüne "Annecim annecimmmm!" diyerek. Bildiğin takıntı yaptım, ellerim acıyor hâlâ ovalamaktan.
Bu arada, dünyanın en güzel şeyi dostluk. Birilerinin yanında olduğunu bilmek, desteğini hissetmek çok güzel değil mi ya? Arkadaşlarımı mutfak dolaplarını, yerleri, camları ovalarken görünce gerçekten çok duygulandım. Yalnızlık gerçekten korkutucu sanırım benim için, sabaha karşı dörtte çamaşır suyu kokusu eşliğinde dünyanın en salak şeylerine beraber güldüğüm birileri olmasaydı ne yapardım bilmiyorum.
Evim artık temiz, sadece eşyasız. Bugün de eşyalara bakmaya gideceğim. Çok merak ediyorum bu yaz neler olacağını.

7 Haziran 2018

Değişiklik yapmak istediğinize emin misiniz?

Yine, yine ve yine ev değiştiriyorum! Emlakçılara ve taşıma şirketlerine verdiğim parayla Etiler'de ev alabilirdim kendime yemin ederim. Off, tamam abartmayayım, Beylikdüzü'nde bir artı bir dairenin bir yıllık kirasını peşin verirdim sanırım.
Ben burada eve çıkmadan önce, bana çok kişi söylemişti. "Tolga, sen şimdi okula yakın diye dağın başını istiyorsun ama seni tanıyoruz, sen dayanamazsın orada." diye. Her zaman yaptığım gibi burnumun dikine gittiğim için gerçekten çok üzgünüm. Okula yakın diye bir otobüsün son durağına yakın bir yerde ev tutmak, dönem içinde depresyon yaşayınca hiç iyi olmuyormuş.
Annem Adana'dan bakıyor, ben buradan, harıl harıl ev arıyoruz. İşin kötü yanı şu, 9 gün sonra sözleşmem bitiyor. 9 gün içinde, evden ayrılmış, yeni evime yerleşmiş, faturaları üstüme almayı başarmış, bayram gelmeden içine eşyaları doldurmuş bir vaziyette olmak zorundayım. Ya Allahın aşkına, bir insan sınavlarına çalışmayı son güne bırakır, sabaha kadar ağlaya ağlaya çalışır, halleder. Ne bileyim, misafiri gelecektir, temizliği onlar gelmeden bir gün önce koştura koştura yapar, halleder. Ama bir insan, İstanbul gibi bir şehirde ev değişikliğini son haftaya bırakamaz ya, yapamaz bunu, gerçekten. Bi tek benden beklenirdi sanırım...
Başıma yine bi sürü şey geldi! Finallerim devam ederken mecburen birkaç tane ev gezdim. Bi tanesi, gayet nezih, sakin bir semtte, fotoğraflarından anladığım kadarıyla güzel de bir evdi. Önce emlakçının yanına uğradım, adam beni eve götürdü. Ev bir artı bir, bahçe katı. Apartman aile apartmanı, belli. Zaten adam eve yürürken lafını sokmayı ihmal etmedi, "Burası aile apartmanı, ses yapmazsak..." diyerek. Ne yapacağım acaba senin apartmanında, sen benim üstümde oturuyormuşsun, sen ses yapma asıl. Neyse, eve vardık, ben evi gezmeye başladım. Tuvalet biraz eski gibi ama halledilir, diğer odalar fena değil. Amerikan mutfak yapmışlar, tezgah çok kısa ama olsun, Emine Bedercilik oynamayacağım zaten. "Ben beğendim gibi, bi annemi görüntülü arayayım, onun da fikrini alalım." diyip telefonumu çıkardım ve dan dan dan! Servis yok!
Hiçbir şekilde ulaşamıyorum kadına. Hani laf etmeyeyim dedim, diğer odalarda da deneyeyim, bi yerde çeker sonuçta. Tuvalette, klozetin üstünde bile denedim, servis hiçbir şekilde gelmiyor! Tek çizgi bile değil, direkt kapalı görünüyor telefon.
Söyledim adama, şehir dışından beni arayacak insanlar olduğunu ve ulaşamazlarsa bana hayatı dar etme ihtimallerini, benim internetsiz bir hiçe dönüştüğümü, telefonumun sol böbreğim kadar değerli olduğunu bir bir anlattım. Adam da zaten şak diye söyleyiverdi, "Evet, bu katımızda telefon çekmez, çekmesi için bahçeye çıkmanız gerekiyor." diye. Lan böyle saçma şey mi olur! Kirası da uygundu biraz, meğer o yüzden böyleymiş.
Adama teşekkürümü ettim, pıt pıt yürümeye başladım durağa doğru. Ertesi gün sınavım var, stresten ölüyorum. Annem aradı beni, bi güzel bağırıyor bana. Adam annemi aramış, "Oğlunuz Turkcell kullansa telefonu çekerdi, hem bizim mahallemizde bazen telefon çekmeyebiliyor." demiş. Açıklamanın saçmalığını bir kenara bırakıyorum, ben eve arkadaşım geldiği zaman, "Canım yaa, operatörün nedir, ona göre evde telefonunla görüşme yapabileceksin. Kıyamamm, Vodafone musun sennn, istersen biraz bahçede takıl, öyle gel." mi diyeyim, ne yapayım.
Ertesi gün, başka bir ev için görüşmeye gittim. Ev sahibi kadın, öğretmen emeklisiymiş, ev de minibüse çok yakınmış. Minibüsten indim, haritaya baka baka yürüyorum, deve gibi bacaklarımla bile yol bitmiyor, gerçekten çok yakınmış... Eve vardım, kadın aşağıda bekliyordu, çıktık beraber yukarı. Evin olduğu sokak o kadar güzeldi ki, ev de öyledir herhalde, diye düşündüm, fotoğraflardan baya iyi duruyordu çünkü.
Daha demir kapıdayken sorun başladı. Sanki kapı kilitli değil, üzerine bi abansam şak diye açılacak, öyle bir sağlamlıktaydı. Girdim içeri, parkelere bastıkça, şişkinliklerinden sanırım, patır patır kırılıyorlar. Ama evin içi nasıl aydınlık, üstelik balkonu bile var. Tuvalete bakmak için girdim, kafamı bi kaldırdım, tavan mahvolmuş. Renk değiştirmiş bildiğin. Kadına diyorum ki, "Burayı ben gelmeden boyatacaksınız, di mi?" İstifini asla bozmadan "Hayır, sen halledersin çok istiyorsan." diyor. Mutfağa girdim, o dolapların halini görmen lazım! Suntadan almış paraya kıyamamış, hep dökülmeye başlamışlar. "Mutfak biraz eski gibi..." diyorum, "Ayy ne eskisi, daha yeni yaptırdım, beş yıl oldu!" diyor. Gerçekten yepyeniymiş teyzecim! "Şurda parke parçalanmış, altı şişmiş." diyorum, "Rahatsız olursan sen halledersin." diyor. Yani kadın buram buram "Ben pintilikten ölüyorum, evin başına bir şey gelirse ben arazi olacam!" kokuyor.
Teşekkürümü ettim, bu arada o da aynı cümleyi kurdu. "Burası aile apartmanı, gürültü yapmazsan iyi olur." diye... Aşağı indik, minibüse yürümeye başladım. Kenarlarda da spotçular var, eşya sorup duruyorum.
Yani amca, seni kırmak istemiyorum ama sen ikinci el eşya satıyorsun. Sıfır fiyatına yakın eşya satarsan ben senden nasıl eşya alabilirim acaba... Adamın yaptığı kâra baktıkça, "Bırak dişi mişi, keşke spotçu olsan." diye düşünüp yıllık ne kadar kazanırım diye hesap yapmaya başladım. Bi tanesi vardı, adam eşyaları hikayeleriyle beraber satıyor. "Şu renkli koltuk ne kadar?" diyorum, "Hiii, o mu canım benimm, buraya yeni evlenen bi kadın getirmişti biliyon mu? Bööle rengarenk döşemiş evini bekarken, sanırsam galiba kocası pek sevmemiş goltukları, her şeyini getirdi sattı bana bööle. Aha şu sandalyeler de onun, görüyon mu renkleri?" Çamaşır makinesi soruyorum, "Daşınacaklar diye bana sattılar, orta yaşlı bir hanımdı." diyor. Elde var sıfırla eve geldim sonra.
Sabahın köründe uyandım bugün temizlik yapmak için. Dün emlakçı aradı, "Evden çıkıyorsun madem, fotoğraf çekmeye geleceğiz." dedi. Evi, tabiri sanırım caiz, bok götürüyor! Sınav haftası, senaryoyu yetiştirmeye çalışmak filan derken, neyi unuttuğumu sonradan fark ettim. Temizlik yapmayı aklımdan tamamen çıkarmışım! Onunla uğraşıyordum saatlerdir. Sonra da ev gezmeye gideceğim zaten, bugün umarım kafamdaki gibi bir ev bulurum.
Az önce aklıma şey geldi, insan mekan değiştirirken eskisindeki güzel anılarını hatırlar, duygulanırmış ya. Acaba bende öyle bir his olacak mı diye merak ettim.
Banyoya baktım... Allahın belası çamaşır makinemiz bozulmuştu da ev sahibi yenisini 6 gün sonra getirmişti. Her gün gidip kendime don alıyordum iç çamarşırcı abladan temiz temiz giymek için! Ya da tabanın bi yerinden su çıkıyor, hâlâ neresi olduğunu bulamadım mesela. Ayy, sanırım benim banyoda hiç güzel anım yok...
Mutfağa baktım. Geri zekalı ev sahibinin ruhsal sıkıntılı oğlu, pencere pimapeninin kolu bozuk diye kendi kendine tamir etmeye çalışırken kolu koparmıştı. Adam da tamir etmeye gelip kolu evine götürdü. Yaklaşık 9 aydır mutfak pencerem sadece tepeden açılıyor, üstelik kapanmadığı için peçete sıkıştırmıştım her bir tarafına... Ocağa kafamı çevirdim, eve ilk geldiğimde bir alev almıştı, az kalsın yüzüme geliyordu. Arayıp adamı tehdit etmiştim, "Üstünüze Adana'yı salarımmm, yeni ocak getirin!" diyerek.
Sonra, ev arkadaşımın odasına gittim... Yarı yıl tatilimin sondan iki önceki günü arayıp "Kardeş yaa, ben de evden ayrıldım bu arada, 4 gün oldu, öptüm seni." demişti. Sinirimden hasta olmuştum. Sonra o oda bana gelen arkadaşlarımın kaldığı oda oldu, yakın arkadaşlarımın halvetleri için kullandıkları oda oldu.
Hemen yanında, salona baktım. Orayı çamaşır odası yapmıştık ev arkadaşım varken, çamaşırlık oradaydı. Yetmezse koltukların üstüne seriyorduk. Odanın perdesi yoktu üstelik, yemin ederim rengarenk donlarımı bütün Fındıklı halkı gördü.
Kendi odama geldim. Bu odayla ilgili aklımda kalacak tek şey, üst komşumun sesi. Çocuklarına bağırışı, çığlıklar atışı, geçirdiği sinir krizleri. Polisi aramamak için telefonu elimden atıyordum, düşün. Kadını götürseler diye dua edip çocuklara üzülüyordum, yapamıyordum o yüzden. Evde gözlerim doluyordu çocuklar için, hep özgüvensiz kalacaklar çünkü. Yatağıma baktım, ayyy Allah belamı versin, sapık sapık şeyler geliyor direkt aklıma. Kaloriferlerime baktım, şerefsiz ev sahibim yaptırmadığı için odamdakiler canı isteyince çalıştı, istemeyince çalışmadı bütün kış. Kutuplardaymış gibi gezdim aylarca evin içinde. Masama baktım, bi ona duygulandım, senaryomu onun üstünde yazdığım için ama zaten yanımda götürüyorum, hemen sildim gözyaşlarımı.
Anlayacağın, burası da olmadı. Ama bu sefer, diğerlerinde olduğu gibi yalnız değilim. El birliğiyle halledebilirmişiz gibi duruyor yerleşme işini. İlk taşındığımda neydi öyle, kimsem yoktu diye kutuların içinde uyuyakalmıştım iki gün, yorgunluktan temizlik bile yapamamıştım.
Uzun zamandır yoktum biliyorum ama senaryoyla uğraşıyordum. Blog dünyasının gediklisi, geri döndü! Ama önce evi yüzüne bakılası bir şeye benzetmem gerek.