13 Aralık 2014

Liseli olacağım; oldum; olmasa mıydım acaba?

Genç Yazı için yazı yazdım, buraya da koyayım ^_^

Ben kandırılmaktan yıldım, insanlar beni kandırmaktan yılmadı! Hani liseye geçince rahat ediyorduk kardeşim, sen son sınıfa gelemeden mezun olmuşsun herhalde!?
İlkokulunun son üç senesi sınava denk gelen bir öğrenci olarak hep şunu duydum: “Lisede rahat edersin, şimdi birazcık sık dişini.” Bunu her duyduğumda liseye olan aşkım artıyor, liseli olma isteğim beni benden alıyor, “Acaba hangi okulu yazsam yahu?” şeklindeki sorularımla kendimi baş başa bırakıyordum. Her şey güzel olacaktı…
Sınavları bir şekilde atlattım. İlkinde kaydırdım, ikincisinde derece yaptım, üçüncüde havalara uçtum; buraya kadar güzel. Sonra tercih dönemi başladı, ilk sıkıntımı orada yaşadım: Tatilim yarıda kaldı be kardeşim! Arkadaşlarımla havuzda yüzmem gerekirken Adana’nın sıcağına, tercih yapmak için geldim. Liseli olmaya hazırlanmak bile zormuş yahu! “Burası eve yakın değil.”, “Bu okul sana hiçbir şey vermez.”, “Bak üst komşunun kızı oradan mezun, hiç önermiyor.” gibi cümleleri duymaktan heder olmuş bir şekilde tercihlerimi de yaptım, artık liseli olmaya hazırdım!
İlk sene!
İlk sene, ilk gün… Okul bahçesi kalabalık. Adeta bir Rezzan Kiraz gibiyim; gözler olabildiğince açık, tek kaş havada, dimdik bir duruş! Gözlem yapmaktan ciğerim solmuş bir halde kendimle konuşuyorum. Durumum vahim görünüyor. Bir tarafımda bütün yaz görüşmemiş üst sınıflar birbirini kucaklıyor, diğer tarafımda ilk sene oldukları her hallerinden belli olan bir grup arkadaş sohbet ediyor. Daha çok “Biz birbirimizi tanıyoruz yani, çömez değiliz!” havasındalar.
Sınıf listelerinin asılmaya başlandığı andaysa ortam fena halde kızışıyor! O küçücük kapının önünde sarılıp ağlayanlardan tutun da aynı sınıftalar diye mutluluk çığlıkları atan bile var! Benim bulunduğum sınıftaysa tek bir tanıdık kişi yok, herkes yeni…
Boş bir sıra bulup oturuyorum, sıra arkadaşımla tanışıyorum. Hatta sanırım biraz fazla sıcakkanlı olacağım ki soruları sadece ben soruyorum. “Hangi okuldan geldin, ortalaman kaç? Haa, bu arada ben Tolga!” Birkaç günüm böyle geçiyor, ta ki sıra arkadaşım beni trajik bir şekilde terk edene kadar… Matematik dersinin ortasında onun sesiyle irkiliyorum: “Sen çok garip bir çocuksun, ben ön sırada oturacağım artık.” Ve saniyeler içinde çantasını oraya koyuyor, ilk terk edilmemi yaşıyorum…
Birkaç hafta sonra, adını “Uykusuzluk Haftası” olarak değiştirdiğim “Yazılı Haftası” başlıyor. Tam bir kriz! Her şeyi son güne bıraktığımın farkına varıyorum. Ve dahası, kopya çekme yöntemlerine yenilerini ekliyorum: Koluma yazmak, tişörte kağıt iğnelemek, ayakkabımın kenarına kağıt sıkıştırmak… Biraz daha çalışsam bu konuda uzman olacağımı anlıyorum, hatta kopya çekme yöntemleri hakkında kitap teklifi gelse bayıla bayıla yazarım gibi geliyor!
İlk yazılıya saatlerce çalışıyorum. “Ezber bir ders,” diyorum kendime, “Kitaptaki önemli birkaç yeri soracak, ne stresi bu?” Ve yazılı kağıdı önüme geldiğinde aylak aylak dolaşırken Tom’un ayaklarını görüp şoka girmiş Jerry gibi oluyorum. İlk 15 dakikamı soruları anlamakla geçiriyorum, kalan yirmi beş dakikada ise sadece kağıdı izliyorum! Kalemimi tutma oranım dakikada on saniye. Kağıda dokunma oranım ise sıfır! Ve aklıma hemen şu soru geliyor: “Ben nereye çalıştım?”
Sonuçlar açıklanıyor, en yüksek not; ilkokulda aldığımda ağlama krizlerine girdiğim not! Lisenin değişik olduğunu böylece anlamış oluyorum, üstelik kendi sonucumu öğrendikten sonra çektiğim halaya bakılırsa ben artık liseli oldum!
Bütün yılı gezerek geçiriyorum. Okul çıkışı düşündüğüm tek şey “Acaba bugün nereye gitsem?” Yazılı haftası bile beni durduramıyor, bütün okul çıkışlarını değerlendirmeye çalışıyorum. O sene, izlemediğim film, gitmediğim yer, tanışmadığım insan kalmıyor! Fazla mı sosyalleşiyorum, yoksa bana mı öyle geliyor; bir türlü anlamıyorum.
Ve üzerinde farklı rakamlar bulunduran karnemi alıp yazlığın yolunu tutuyorum, lisenin zorluğunu anlatma vakti geldi de geçiyor!
İkinci sene!
Çömezlikten kurtulduğum için seviniyorum, hayat bana güzel!
Dersler daha kolaymış gibi geliyor. Veya ikinci seçeneği hatırlıyorum: Sadece ilk konular kolay! İlk yazılılarımı yüksek tutmaya çalışıyorum ancak bu çabam boşa gidiyor. İkincilerde çizdiğim o dalgalı grafik, bu sene başımı ağrıtacak gibi duruyor! Korkuyorum yahu, liseli korkusu bu olsa gerek!
Aklım yine gezmelerde… İlk sene hafta içi beş gün yaptığım okul çıkışı gezmelerini, bu sene haftada dört güne indiriyorum. Ne kadar da akıllıyım!
İlk seneden kesinlikle daha iyi bir karneyle bu seneyi bitiriyorum. Yine birbirinden farklı rakamlar olsa da, yazlığa giderken içimde bir mutluluk var; çünkü bu kadar zorluğa rağmen, birkaç tane iyi dostla mükemmel bir sene geçirebileceğimin farkına varıyorum.
Üçüncü sene!
Aman yahu, az kalsın devamsızlıktan kalıyordum!
Öyle bir seneye geldiğimi anlıyorum ki… Büyük sınav yaklaşıyor ancak ders çalışma isteğim giderek azalıyor, uyku beni kendine aşık ediyor ve sevgilimi onunla aldatıyorum! Çoğu zaman anneme “Bugün canım okula gitmek istemiyor.” diyorum ve sıcacık yatağımda ikinci sevgilim olan uykuyla baş başa bırakılıyorum!
Birkaç ders haricinde kolay bir sene gibi geliyor. Bütün her şeyi son güne bıraktığım farkına yine ve yine yazılı haftası varıyorum. Ve o hafta sabahın beşinde telefon alarmımın o eşsiz melodisiyle uyandırılıyorum. Her yazılı haftası kendime “Günü gününe çalışacağım bundan sonra!” desem de, hiçbir şey yapmıyorum. Hatta burnumun uzadığını fark ediyorum!
Etrafımdaki insanlarınsa ben uyudukça derslerine asıldıklarını anlamam uzun sürmüyor. Bu ne yahu, her yer test kitabı olmuş. Geometri kusacağım artık!
Ve yılın son günü gelip çatıyor. Birçok kişiden duyduğum şeyleri kendime özet geçiyorum: “Son sene çok önemli. Bu yaz çok önemli. Yaz tatilini iyi değerlendirmek çok önemli. Azıcık sık dişini.” Bu son cümle bana bir yerlerden tanıdık gelse de kendime söz veriyorum, bu yaz ders çalışacağım!
Son sene!
Bütün yazımı yazlıkta geçiriyorum, kendime verdiğim sözler de neymiş, her şeyi unutuyorum. Burnum uzamaktan bıktı, ben kendime yalan söylemekten bıkmadım!
Yazlığa giderken iki tane kitap alıyorum yanıma. Arabaya binerken “Her gün en az bir saat ders çalışacağım.” diyorum ama nafile! Daha gittiğim ilk gün iki kitabımı da kaybediyorum. Kimya ve fizikle yaşamak istediğim aşk, o gün son buluyor!
Birkaç ay sonra dershanenin attığı mesajla irkiliyorum. Ağustosun başında dershanem başlayacak! Ben ki ilkokulun son senesi tercih yapmak için tatilimi yarıda kestiğimde ağlayan bir insanım, bu mesajla neler olacağını tahmin bile edemiyorum. Ancak işler düşündüğüm gibi olmuyor…
Önce yazlıktan eve geçeceğim gün kaybettiğim iki kitabımı çamaşır sepetini arkasında buluyorum. Daha sonra eve dönüyorum ve birkaç arkadaşımla mesajlaşıyorum. Neredeyse tamamı yazın birkaç kitap bitirmiş, konu çalışmış! Bir de dönüp kendime bakıyorum… Nargile masalarında fink atacağıma keşke birkaç konu çalışsaydım diye vicdan azabı duysam da çok kısa sürüyor, çünkü kitaplarımı kaybettiğimi kendime söylüyorum!
Dersler başlıyor, ayağımı kapıdan dışarı çıkardığım an erimeye başladığım bu havada dershaneye gidiyorum! Bir de üstüne gezmem gerekirken evde oturup test çözüyorum. Son sene olmak ne kadar da zormuş, ilkokulda bana “Lisede rahatlarsın.” diyen herkesi asmak istiyorum!
Okul başlıyor, okulun başlamasıyla benim depresyon belirtilerim baş gösteriyor: Bunalım, aşırı halsizlik, sürekli uykuda olma isteği, aşırı iştahlı olma… Önce mevsimlik depresyon sansam da majör depresyon gibi duruyor, çok korkuyorum!
Piyasada almadığım test kitabı kalmıyor. Test kitabı aldıkça test çözme isteğim artacak sanıyorum ancak tam tersi oluyor: Gözümün önündeki dağ, giderek büyüyor!
Sınav yaklaşıyor, stres bende hâlâ baş göstermiyor…
Gün 24 saat gibi değil sanki, bir çırpıda geçiyor…
Yazılı haftasında ise etmediğim küfür, üretmediğim tamlama kalmıyor! Sınavda çıkacak olan yerlere mi, yoksa yazılıdaki konulara mı çalışayım, bir türlü kestiremiyorum! Son sene olmak ne kadar da zormuş.
Bir yandan da dershanemle cebelleşiyorum, onun düzenli olarak yaptığı sınavlarda başarımı artırmak için uğraşıyorum. İşler bazen istediğim gibi gitmiyor, umutsuzluğa kapılıyorum.
İnsanlar son sene değişiyor, bunun farkına varıyorum. Karşıma geçip “Beş yüz soru çözmeden uyumuyorum.” diyen insanlardan tutun da “Seneye kaldım!” diye telaşlanan insana kadar, herkesle iletişim kuruyorum. Bozuk olan psikolojim, etkin olan depresyonum kat ve kat artmış gibi duruyor.
Ve her şeyin yanında, ilkokulda benimle konuşanları hatırlıyorum. Bu kadar işin arasında, bir de dişimi sıkacaktım, değil mi?

7 Kasım 2014

Gülse Birsel'e...

Yalan Dünya'nın bitecek olması, sanırım şu haftada yaşadığım en büyük şok oldu. 
Bu yazıda ben Gülse Birsel'in benim için öneminden bahsedeceğim, yazarken suratımın nasıl olduğunu anlamışsındır herhalde.
Ben blogu ilk açtığımda, yani işte yaklaşık 2 yıl önce, internette kendi kendime dolanıyordum, öyle saçma salak şeyler okuyordum. Birden Gülse Birsel düştü önüme, sonrasını hatırlamıyorum.
Oturup 190 bölüm Avrupa Yakası'nı gözlerimden yaşlar aka aka izlememden mi; yazılarındaki samimiyeti yakalayıp hepsini en eskisinden (2004'ten filan bahsediyorum.) en yenisine kadar okumamdan mı; Yalan Dünya'yı her izleyişimden sonra sanki polisiye dizi izlemiş gibi "Sonunu mükemmel buluşturmuş, olaylara bak." dememden mi bilmem, kadına resmen hayran kaldım!
Küçükken, Avrupa Yakası'nı da her çarşamba televizyonun önüne oturarak kıçım dona dona izlerdim. O zamanlar ben senaristin Gülse Birsel olduğunun farkında değildim ama, her hafta çarşambaya bekler izlerdim işte. 
Hatta bizim okulda perşembe günleri çok güzel geçerdi, herkes o karakterlerin taklidini almaya başlardı, çok eğlenirdik.
Ama dediğim gibi, o zamanlar farkında değildim. Yazı falan da yazmıyordum, yani yazıyordum da genelde şiir yazıyordum. 
Sonra Avrupa Yakası bitti, 2 yıl sonra Yalan Dünya başladı. Ve "Senarist: Gülse Birsel" yazısından sonra mutluluktan ağladım! 
Bu sefer dizi aile dizisi gibi değildi, Avrupa Yakası her kesime hitap ediyordu, bu ise daha başkaydı. Karakterler bambaşkaydı, entrikalar vardı.
Ve işte internette Gülse Birsel'in önüme düştüğü nokta da tam burası: Yalan Dünya! Ben aslında fragman ararken kadının yazılarına dalıp gitmişim.
Sonra röportajlarını okumaya başladım. Okudukça mutlu oldum, bazen örnek aldım, bazen kendime bile benzettim. 

Yazılarındaki ünlemleri kullanışını, dilini, hayata bakış açısını, burnunu, boy uzunluğunu bile! Niye bilmiyorum, onu tanıdıkça kendimle bağdaştırdım, daha çok okumaya başladım. 
Yazılarındaki güncelliğe, bilgisayarımda yazdığım yazılarımda da ulaşmaya çalıştım çoğu zaman. 
Gazetede yazarken bir yanım her zaman onu örnek aldı. 
Hatta bir internet sitesinden birkaç ay önce yazarlık teklifi geldiğinde ilk yazımı onun hakkında yazdım, bolca da okundu, yorum aldı! 
Zekasına hayran kaldım, gerçekten kaldım ama.
Yalan Dünya'nın en çok olay örgüsüne hayran kalıyordum. 
Serim-düğüm ve çözüm. Senaryo yazımıyla ilgili bir şeyler okuduğumdan mıdır nedir, bunu fark ettiğim an çok mutlu oluyordum! 
Olayın girişi yapılıyor, yaşanıyor ve sonunda diğer olayla bir şekilde bağlantısı kurulup çözümleniyor! 
Onun da dediği gibi aslında, senaryo bir matematik işi ve onun matematiği gayet iyi! 
Zaten sanırım onun röportajlarını okuduktan sonra bende bu senaryo yazma merakı başladı, çok mutluyum!
Yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum, sadece şunu söylemek istiyorum. Gülse Birsel benim için çok çok önemli bir insan ve her zaman öyle kalacak. Yazılarını da her zaman büyük bir merakla ve keyifle okuduğumu belirtmek isterim! 
Yazımın sonunu onun ünlemlerinden biriyle bitirmek istiyorum bu arada.
Yalan Dünya bitse de, benim için çok ayrı bir yeri olacak. Karakterlerden tutun da olay örgüsüne kadar.
Tüm oyuncalara bana her cuma ve pazartesi çok tatlı zamanlar yaşattığı için sonsuz teşekkürler.
Ve tabi set ekibi, onlar da olmasa n'apardık.
Son olarak da yine ve yine Gülse Birsel, iyi ki varsın be, iyi ki! 

9 Ekim 2014

18'e doğru adım adım...

Sadece bundan birkaç sene önce, neredeyse her gün "Acaba 18 olmak nasıl bir şeydir?" diye merak ediyordum.. Ne yani, şimdi barların kapısı sonuna kadar açık, (ki zaten aslında boydan dolayı yaş sorulan bir insan değildim) evden kaçmacalara okey ve polis amcalara "Size ne beöö, ben 18'im tağammı?!" deme günlerim mi başlayacaktı?! Nasıl yahu, ne ara ben bu kadar büyüdüm!
Olgunlaştığımı hissediyorum.. Bir tek o hissi anlatamıyorum sanırım, öylece içimde yaşayıp duruyorum.. Üniversite yaklaşıyor zaten, bundan daha güzel ne olabilir ki diye düşünürken kendi sorumun cevabını veriyorum aslında kendime, "olgunlaşmak".
"Olgun insan" tanımını bana 2 yıl önce sorsan, "İnsanlara göre nerede oturup kalkması gerektiğini bilen insan ama bana göre içi şişmiş, ruhu sönmüş, edepli durmaya çalışan kişi" derdim. Bildiğin bu cevabı verirdim ama şu an işin rengi değişti.. Büyüdüm!
Her doğum günümde hayatım boyunca bende iz bırakan iyi veya kötü şeyleri anlatırdım normalde. Bazen bir kağıda yazar çöpe atardım, bazen de burada seninle paylaşırdım. Neden bilmiyorum, beni rahatlatıyor mu onu da bilmiyorum, tek bildiğim şey artık anlatmayacak olmam.. İz bırakan olayların bıraktığı izleri hâlâ kendimde taşıyorum belki, ama tekrar anlatmak, kendini paralamaktan başka bir şey değil sanki.. 
Yarın doğum günüm. Geçen seneki doğum günümü hatırlarsın, nasıl mutlu olmuştum, yazmıştım buraya da. Geçen senekini de hatırlamamıştım, arkadaşım mesajla hatırlatmıştı ben biyoloji testi çözerken "Hediyeni vereceğim yarın." diye. "Ne hediyesi" demiştim de sonradan aklıma gelmişti. Bu sene böyle olmadı ama, hatırladım.. Sanırım o yüzden hatırladıkça "Keşke o günü atlasak, yaşamasak" diyip durdum.. 
Üniversite için gün saydıkça, sınav günü de yaklaşıyor.. Bembeyaz bir sayfa açacağım üniversitede, daha olgun bir Uska, daha az boka batan bir burna sahip Uska, daha az rezil olan bir Uska.. Baksana, ben bile yan yana getirince bunları, kendime inanamadım! Yahu ben kendimi tanıdığımdan beri burnu boktan çıkmayan manyak deli dolu bir insanım.. Ama telefon numaramı değiştiriyorum yani, o kesin.. 
Mutlu muyum? Çok! Ama çok da yorgunum. İstediğim şeylerin çoğuna sahibim, bundan daha güzel ne olabilir ki? 
Ya dünyanın en saçma blogu olarak anlattığı blogum sayesinde kocaman bir gazetede (ki binasının önünden geçerken nefesim kesilirdi, götüm üç buçuk atardı) 3 ay yazdım! Burası sayesinde yine, elle tutulur bir kitaba ortak yazarlık yaptım. Kendi kendime yazdığım 4 kitap var, senaryo denemelerim, öykü çalışmalarım.. 
Buraya başlarken yazdığım ilk yazıyı hatırlıyorum da, tüm cümlelerimde "Belki bir gün" geçiyordu. "Belki bir gün kitabım olur, belki bir gün köşem olur, belki bir gün bir şeyler yazarım" Eeee! "Belki bir gün" bugünlermiş!
"Son sene oldu, burayı boşladı" diyeceksin, çok çok haklısın. Ama o kadar yoğun ki, o kadar bela bir sene ki.. Bence son sene değil, "yorgunluk ve stres senesi." Güya demiştim ki ben her zaman yazarım.. Bok her zaman yazarsın Uska, gördük işte halini, kaç aydır yoksun.. Bu arada artık düşmanıma "Allah sana benim gibi bir çocuk nasip etsin" diye beddua etmeyeceğim, "Son sene olursun inşallah!" diyeceğim..
Burası, beni çok mutlu eden yerlerden oldu.. İnan bana, öyle güzel yorumlar aldım ki, gece gece mutluluktan ağladığım oldu.. Adam bildiğin bana "Her üzüldüğümde senin blogunu okuyup mutlu olmaya çalışıyorum, iyi ki varsın." yazmış, ben ağlıyorum.. Adam bana "Sen mutluyum dedikçe ben daha çok mutlu oluyorum." diyor, ben yine ağlıyorum.. Asla bırakmayacağım dostluklar edindim ben.. Haa, ama bazı manyaklar var ki, beni üzmedi aslında, kendime gelmemi sağladı.. Bi yazımın altına yazmış biri "Bu blog kadar günahkar bir blog görmedim, pis köpek dinsiz." Allahım, okuyup okuyup gülüyorum! Ya da PuCCa'yla tanıştığım gün yazının altına "Ne gerek var, saçma saçma şeyler." yazanı mı dersin.. olumsuz yorum beni kendime getiriyor yani!
Ama küçükken olsa, birisi bana olumsuz bir şey söylese, yerden yere atardım kendimi. Büyüdüm işte. 
Bunu da söylemek istiyorum.. Ben normalde insanları "sevdiklerim" ve "nefret ettiklerim" diye ayırırdım.. Artık insanlar benim için "sevdiklerim" ve "ölürse üzülürüm dediklerim" oldu.. 
Yazıyı virgülle bitireceğim bu arada, buralarda olacağım çünkü..
Son birkaç şey daha.. Bir şeyi eğer çok istersen, ama bak, gerçekten çok istersen oluyor! İnan bana!
Hiçbir şeyden vazgeçme, sonuna kadar git.. Takıntılarımızla varız lan biz, öyle de manyak insanlarız!
Şimdi ben yaşlanıyor muyum ya,,,,,


9 Eylül 2014

İlk kitap, çok teşekkür, çok mutluluk!

Bana yazmayı öğrettiğin, yazmak için cesaretlendirdiğin için.. Bir yazımdan sonra altına yorum yapıp "İkinci nerede kaldı!" dediğin, yorumlarınla bana destek olduğun için.. Beni merak ettiğin, bazen bana bazen hak verip bazen "Keşke böyle yapmasaydın." dediğin için.. En küçük olayımda benim için iyi dileklerde bulunduğun için.. Benimle üzülüp benimle sevindiğin için.. En depresyon anımda "Ne diyor bu gerizekalı?" demediğin için.. (Bazen diyorsundur ama.) 
En önemlisi.. Beni sevsen de sevmesen de..
Her şey için sonsuz teşekkür ederim.
Haftaya baskıya giriyor, kitabın içinde ben de varım ^_^

İyi ki varsınız lan.. Her şeyi uzun uzun anlatacağım ama çok yorgunum.. 



28 Ağustos 2014

Kafam güzel heralde!

Uzun zamandır yazmıyorum.. Nedeni ne, inan ben de bilmiyorum. Hani dersler mi diye düşünüyorum ama zaten eve gelince direkt bilgisayara oturuyorum, o zaman yazabilirim işte ama yok.. 
Çoook özledim, feci özledim blogumu, blogumda yazmayı.. Yazmayı özledim demek istemiyorum çünkü zaten bol bol yazıyorum ama blogta değil.. 
Wattpad'deki Uska desen.. O da artık gözümde tırt oldu! O kitapla ilgili aklımda tonlarca fikir var, hepsini not alıyorum ama öyküye dökmek için biraz daha fantastik bir şeyler okumam gerektiğini düşünüyorum.. O yüzden onu da sileceğim şimdi.. Söz vermeyeyim ama gelecek yaza, 'Gelecek İksiri'nin senaryosunu yazmak istiyorum.. Bu yazdığım ilk senaryo değil, bundan önce bir tiyatro oyununu yarılamıştım 'Bir Sen Eksiktin!' diye.. Onun da adını şimdi daha çok seviyorum, zaten koyarken seyircilere de gönderme yaparım diye düşünüp koymuştum.. O hikaye de aklımın bi köşesinde ama tam olarak bitirmediğim için 'Benim senaryom' diyemiyorum, her şeyi diğer yaza, "şu sınav bi geçsin de" diyerek atıyorum..
Bu arada feci hastayım.. Ya bak n'oldu.. Yolda yürürken beni bi hıçkırık tuttu, lan gitmiyor! Eve geldim, önce üç bardak su içtim böyle nefessiz kalma tehlikesi atlatıp.. Orospu, bana mısın demedi! Sonra kaseye doldurdum suyu, ordan ağzımın ucuyla içtim (manyağım evet) Yine geçmedi! En son artık bi sinirlenmişim, çıkardım buzluktan kocaman litre suyu, lıkır lıkır içtim valla kafaya dikip.. Sonra da sabah 'yutkunamıyorum' diyerek uyandım.. Gerçekten çok salağım, yazın şu sıcaklarında nasıl bu kadar hastayım anlamadım..
Daha bitmedi! Sabah alerjisi var bende.. yaz kış demeden burnum akıyor, sabah uyanınca iki üç parti hapşuruyorum.. ders çalışacağım mesela, lan burnumu çekmekten bir saatte 12 soruluk testi yapamıyorum! habire yanımda bi tuvalet kağıdı, cebim peçete dolu.. Sinir oluyorum resmen!
Şu anki duygularımı da anlamadım.. mutlu muyum, kafam mı güzel, hastayım diye olmayan beyin hücrelerim mi ölmüş.. Sadece burayı çok özledim, bu yaz ile ilgili yazacak tonlarca şey var ve ben götümü yayıp oturuyorum! 
Yaklaşık 3 4 haftaya buraya güzel bir haberle geleceğimi de biliyorum, o ânı mı bekliyorum acaba, anlamıyorum.. 
Okuduğum bloggerlar da ya tatildeler ya da benimle aynı şeyleri hissediyorlar, ulan arada bi yazın, blogger'a girmiyor değilim, sadece yazı yazmıyorum ya! yoksa kumanda panelinde herkese tek tek bakıyorum, yorum yazmasam da okuyorum.. 
İrem Derici konserindeydim.. Karataş'a geldi valla, (şimdi yazı yazacağım) en öne geçtim 4 saat önce gidip.. Gitmeden önce onunla ilgili araştırma yaptım, her zaman yaptığım şey zaten.. Beyaz Show'da bi videosunu gördüm. Konuşuyor, "Olmadan ölme" listesi yaptığını anlatıyor.. Ben de bi kısmını anlatayım.. 
tam 16 yıl boyunca her sabah listeyi temize çekmiş ve hep "Bilinmeyen bir Sezen Aksu şarkısı söyle" yazmış listenin başına, dile kolay 16 yıl.. Ve diyor ki "Bi sabah uyandığımda o madde artık listemde yoktu, söylemiştim.. Yazının gücüne inanıyorum ben, yazdıkça içine gömüyor istediğin şeyi." Çok etkilendim..
Ben de her sabah bir liste yapmaya başladım, arkadaşımın marilyn'li defter hediyesine yazıyorum, anlamı büyük zaten.. Orada çok iyi duruyor, çok hoşuma gidiyor.. Sen de yap, gerçekten doğru.. Yazdıkça o istediğin şeyleri yapma isteğin artıyor, savaşıyorsun.. düşünsene, bir sabah uyandığında bir madde silinmiş. Mükemmel!
Bu arada ben cidden allahın sevgili kuluyum sanırım.. Hande Yener konseri vardı İstanbul'da, ilk açık hava konseri Hande'nin.. Senfonik böyle, teee aylar önceden hazırlıklar kostümler başladı.. Hande'nin 6 kostümü yapılırken izlemiştim, 3 kişi de konuk.. hani baya baya dünya çapında bi şey.. Gidemedim diye nasıl üzülmüştüm, sana anlatmam, ben seviyorum o kadını ya..
Sonra twitter'da gidenler resim falan atmış, Hande rt'lemiş.. nasıl kıskandım.. derken bi twit, Hande yazmış: "Konser dvd'leri için geri sayım başladı." Resmen havalara uçtum! Adele'inkini almıştım, Royal Albert'ı.. Bunu da koşarak alacam valla! 
Diğer haberimse önce mutluluktan ağlayıp sonradan üzüldüğüm bi şey..
Pucca'nın ilk kitabı film oluyor! Ben instagram'da dolaşırken zodyaklı'nın senaryonun ilk sayfasını paylaştığını görmüştüm, dedim ohaaa! Üstüne de yazmış, "Bazı sürprizler olabilir" diye.. Önce aklımda "Pucca yazmıştır senaryoyu herhalde." gibi bi düşünce oluştu, çook mutlu oldum! Büşra Pekin'le yakınlardı, herhalde o oynar dedim ve bi fotoda üçü çekilmiş ve tepesine "Yalnızca iş için" yazmış Büşra. Dedim tamam, ahanda Pucca da hazır! 
Önce filmin adını Küçük Aptalın Büyük Dünyası sanıyordum, sonra etiketlerde Ay Hadi İnşallah gördüm.. Sonra film haberleri çıktı, adı "Hadi İnşallah" oldu.. Ya ilk ikisi film adı olabilirdi ama Hadi İnşallah... Ne bileyim, beni sarmadı.. Ama "nolacak" dedim, pucca için değer! Sonra setten fotoğraflar gelmeye başladı ama Pucca'dan ses soluk yok.. Hani demiyor "Film bomba gibi geliyor" diye.. bi garip oldum.. 
Derken pucca'nın yakın arkadaşı ve kardeşi "İnsanın emeğini rezil ediyorsunuz." gibisinden bir şey yazdılar, hatta birisi "senaryoyu 5. sayfaya kadar okuyabildik, kitabı rezil etmişler" yazmış.. Pucca da daha bugün, "Her şeyi değiştirmişler.. Karakterler kitap falan kalmamış, üstelik çekimlerden haberim bile yoktu." yazınca dedim bu iş gitti.. 
Keşke senaryoyu Pucca yazsaydı, zaten yazmadığı şey değil.. kitaba sadık, bomba gibi bir film gelirdi, valla ben yine gülerdim. Şimdi ise kendi yazarının bile sinir krizinin geçirdiği bi şey olmuş sanırım.. Ön yargılı birisi asla değilim, filme gideceğim.. eğer "Pucca'dan uyarlama" denmeseydi, yemin ederim sinemada pürdikkat yine izler, ona göre yorumlardım.. ama Pucca'dan uyarlama açıkça belirtilmiş, bana da şimdi üzülmek düşüyor..
Bu arada ben senaryo yazacağım filan diyorum ya, gören de filme çekilecek falan sanacak.. Yazarım kendimi geliştirmek amaçlı, üniversitede o bölümdeki öğretmenlere gösteririm olmuş mu diye.. Aman ne biliyim ben.. Yine çok konuştum lan, yazacak şeyler var, ben başlayayım o zaman.. 



NOT: Fillere bayılmaya başladım, resim çok güzel!

7 Ağustos 2014

Bir yaz günü, hiç bu kadar üşüdün mü? -2-

Her sene, yazlığa giderken "offf hep aynı şeyler, gerçekten bıktım yea" diyorum ama eve gelmeden birkaç gün önce "yaaa eve dönmesem olur mu acaba" diye kendime soruyorum.. dengesizlikte son nokta bi insanım.. 
bu sene de aynısı oldu.. giderken "aynı yazlık, aynı havuz, aynı sandalye" diye gittim.. içimde hiçbir şekilde sevinç olsun mutluluk olsun, yoktu valla.. zaten apartmanları boyamışlar, lan öyle renk mi olur.. gece olduğunda site görünmüyor ya.. gitmişler hani şu her parka ekledikleri spor aletleri var ya, hah, ondan eklemişler bahçeye.. bi de çocuk parkı kurmuşlar.. yani sitede yapılan yenilikler bunlar.. bi arkadaşım var, yazlığa gitmeden bana mesaj attı "siteye gelince gördükleriniz karşısında şok olacaksınızzzz harika olduu" he gülüm, he canım o kadar harika olmuş ki anlatamam sana.. 
neyse ben yavaş yavaş anlatmaya başlayim.. önemli olan arkadaşlarla olanlar zaten, sitenin görünüşe göre hareket etseydim adanada kalırdım valla.. 
ben siteye girer girmez bizimkiler bi başladılar.. "offff Uska görmen lazım bi kızlar var allah allaah" diye.. hemen aklımda bi Merve Boluğur, ne biliyim Öykü Çelik canlandı.. sitedeki herkes, daha doğrusu bizimkiler bunlardan bahsediyor ama.. bende de Buse var, o yüzden ben sadece arkadaşlara fikir verme kısmındayım.. anlatıyorlar bana işte "Uskaaa bi ev tutmuşlar böyle 10 kız hep beraber kalıyorlar, sizin evin tam karşı balkonu off anam offf" diye.. lan dedim, site böylelerini de görecekti, hey maşallah.. 
bi gün aşağıda oturuyoruz.. daha doğrusu ben küçük alman kuzenimi almışım bi masadayım, bizimkiler daha inmemiş, yan masada da 3 tane kara kuru kız var, bilgisayarda bi şeylerle uğraşıyorlar.. kuzenimle sohbet ederken diğeri geldi "off beeee bak şunlara" gibisinden bi şey söyledi.. ben de hani o güzel kızları, merveleri öyküleri arıyorum, kafayı arkalara çeviriyorum, sağ sol yapıyorum yok! ayağıma vurdu masanın altından "lan önünde işte" dedi ve arkadan acılı müzik.. 
insanları çirkin güzel diye ayırmam, asla.. ama bana öyle anlatıldı ki, şu an gördüklerim bana anlatılanların yanında, mervenin öykünün tırnak pisliği olarak kalır.. bende mi zevk yok, onlar mı manyak anlamadım.. dedim evden birilerine sorayım, bizimkilerin gözü dönmüş farklı cins görünce..
bi baktım beraber kaldığım kuzenim ayna karşısında bi şeyler yapıyor.. direkt konuya girdim valla..
-ya bi şey dicem, sence şu karşı dairedeki kızlar cidden çok mu güzel ya??
-ıyyyy sadece uzaktan güzeller, yakından bokum gibiler
ben bi kaldım.. yani bende akıl olsa, bi kızın güzelliğini başka bi kıza sormam.. neyse, bizim gruptan da aynı kıza takmış 2 kişi var (biri kuzenim olur) bi de bi arkadaşın küçük ergen kuzeni var.. allahım, çocuğu görmen lazım, lan ergenlikten ölecek.. küçücük ha daha, sivilcesi falan daha yeni çıkmış, kıl mıl yok gibi.. gelmiş bana "offf o gün bi yavşamışım onaaa o da bana yavşadı" diye anlatıyor ama ortada olan bi şey yok.. 
neyse, yine bizim gruptan o kızlardan birine takan başka biri daha var.. sonra sevgili oldular, bu yaz site çok çift yaptı hey maşallah..
haaaa yeri gelmişken onu anlatmam lazım, yeminle çift ayarlamaktan ciğerim soldu.. yani inşallah bunlar sevap point falandır, cidden üzülürüm ha.. ben normalde de küsleri barıştıran ne biliyim ayrılanları birleştiren bi insanım.. kaç arkadaşımı nargile masasında barıştırmışımdır kim bilir.. ki ben asla kin tutamam bu arada, "nefret ediyorum" diyip adamın doğum günü geldiğinde "hohooo iyi ki doğdun kankiiimmm" diye sarılabilirim.. 
bizim sitede bi çift var, 2009da sevgili oldular bunlar.. bu arada ben hatırlıyorum o anları, havuz başında falan ikisini ayarlamaya çalışıyorduk.. (ya da ben çalışıyordum) bunlar sevgili oldular, sonra da ayrıldılar.. 
ve tam 6 yıl sonra sevgili Uskanız ve onun canı ciğeri arkadaşı ikisini tekrar birleştirdi dırırırırırım!
ben geldim, baktım bunlar bi yakınlar, bi sohbet peşindeler.. havuzda falan gülüyorlar eğleniyorlar.. başka sitede oturuyoruz mesela, gitme nedenimiz de deniz karşısında olması, bunlar nasıl güzel sohbet ediyorlar anlatamam.. ikisini de çok severim, dedim bu işte bi iş var..
ben yolda canım ciğerimle yürüyorum, baktım bunlar herkesin arkasında bi sohbet bi muhabbet.. hemen kulağına eğildim, "lan sana bi şey dicem, sen de fark ettin mi bilmem ama" dedim, o da hemen "onları di mi" dedi.. yeminle az şeytan değiliz ha.. dedim "sen konuş kızla, ben de çocukla konuşim, bu yaz sevgili olsunlar!!" böyle yazlıkta denize karşı el ele olurlar, ne biliyim sahilde öpüşürler, sitede ailesi görmesin diye gizlice el ele tutuşurlar.. oh valla haaa.. 
gittim aldım çocuğu havuzda yanıma, dedim böyle böyle.. ben fark ettim, sence bi şeyler olsun mu.. daha "olsun mu" diyordum, bu benim hooop diye sözümü kesti "ya ben de kaç gündür onu düşünüyorum, keşke olsa" dedi.. 
bu arada canım ciğerim de kızla konuşmuş, bu kız da sevgilisinden daha yeni ayrıldı, hani şu Yıldız Tilbe ayaklarında.. "severim ama güvenemem" gibisinden.. "ya mutlu olamazsam" kafasında.. gittik ikimiz birleştik, kıza "ya çok yakışırsınız, oha ya yazlıkta havuzda el ele falan lan çok tatlı" dedik, bunun kafasına yattı gibi oldu..
yine siteden gece çıktık şu diğer siteye gidiyoruz.. sırf denize karşı oturmak için.. çocuk bana "bu gün teklif edecem" dedi, ben de plan yaptım.. ben telefonum çaldı gibi yapıp 2 kişiyi yanıma alacam "annem sizi istiyor" diyerek.. diğerleri de su istiyorum, anam çişim geldi ayağı yapacaklar ve ikisi yalnız kalacak!!
ben annem arıyor gibi yaptım, lan bi baktım cidden inananlar olmuş.. herkes birbirine "susun, annesi" falan diyor.. ben aldım yanıma 2 kişiyi.. yavaş yavaş orası boşaldı, bunların ikisi kaldı.. hepimiz tepeye dizilmişiz, duvarların arasından onları izliyoruz.. lan çocuk hani teklif edecekti, yok! çocuk ne sandalyeden kalkıyor ne bi şey, tek başına oturuyor kız yahu.. aradan 3 dakika geçti, arkamı bi döndüm bi sürü amca teyze oturuyor.. bi teyze hemen sordu tabi, ah şu tatlış teyzeler...
-oğlum, niye herkes toplandı buraya bakim? Neye bakıyorsunuz?
-şey yaaa hani iki arkadaşımız şey olacak da... (parmaklarımı birleştiriyormuş gibi yapıyorum)
-küsler mi bunlar çocuğum
-yok yooook hani şeyler olacaklar (parmağımı yine birleştirdim)
-haaa arkadaş olacaklar hahahahahahah!
-olunca haber veririm size hehehehe!
10 dakika daha geçti, lan biz sıkıldık beklemekten gittik sitenin parkında salıncakta sallandık zaman geçsin diye.. bi baktım, teklif edecek çocuk geldi ama kıpkırmızı olmuş titriyor resmen..
-lan noldu?
-olum çok heyecanlandım ben
-e kızı niye tek bıraktın, hayır mı dedi???
-ben her şeyi telefona yazdım, gittim telefonu da ona verdim.
bunların aralarında bi sohbet geçti bu arada, onu yazmiyim zaten yazıyı görünce ağzıma edecekler ama olsun.. offf yazıcam, çocuk kıza demiş ki "hoşlandığını heyecandan söylemezsen ne yaparsın?" kız da "telefona yazarım." demiş, o da ayrı fena ha.. 
biz hemen çocuğu bıraktık, kızın yanına gittik.. bi baktım kız telefonu okurken ağlıyor.. "evet mi hayır mı" diye diye kızın beynini yedik, evet dedi, çağırdık çocuğu alkışladık falan.. yukarıdaki teyzeler amcalar bile alkışladılar.. ve şu an hâlâ sevgililer.. 
allahım, yani bak görüyorsun çiftleri falan birleştiriyorum, küsleri barıştırıyorum.. sevap pointleri unutmuyoruz di mi omuzlarımdaki meleklercim..


1 Ağustos 2014

Bir yaz günü, hiç bu kadar üşüdün mü? (Yeni Sezon)

Anlatacak bi dolu şey var.. Ama önce, yazlıkta olduğum vakit içerisinde beni deli eden, neden orada olduğunu anlayamadığım, neden daha iyisini almadıklarını düşündüğüm bi şeyden nefret ederek başlamak istiyorum.. Üzerinde uyuduğum çekyat, Allah belanı versin lan!
Evde yaklaşık 10 kişi kalınca benim öyle "aman şurada yatamam" "peeeh şurası olmaz" deme şansım yok.. zaten ne demesi.. insanların evini işgal etmişim, bi de laf mı edicem.. dayım bi çekyat almış ama belli ki baya eskimiş.. üzerine oturunca sorun yok, gayet rahat tamam güzel.. ama açılınca kabusum başlıyor!!!
sağa dönüyorum, "çaaattt" diye bi ses.. sola dönüyorum "ppaaatt çaatt" diye başka bi ses.. dümdüz ölü gibi zaten yatamıyorum.. e bütün gecem zehir oluyor sağa sola dönmemek için, bütün ev halkı uyanır diye.. çünkü öyle böyle bi ses değil, baya yüksek.. 
gecem boka dönüyor az sonra birisi "yeter" diyecek ya da kalkıp ağzıma sıçacak diye.. ama valla billa suçum yok.. hepsi çekyatın suçu.. ben normalde çok dönen bi insanım yatakta.. hele bi ara yatakta ters dönmüşüm, yastık ayağıma gelmiş.. annemle uyuduğumda da ayağımı kadınceyizin ağzına sokmuşum bildiğin.. çoook kere yataktan düşmüşlüğüm var bu arada.. 
böyle bi insanı sen neden en çok ses çıkaran çekyata yatırırsın anlamıyorum işte.. ilk gün çok ses çıkarırım diye yatamadım, uyuyamadığım için de tüm gün ölü gibi gezdim.. sonra diğer gün kafayı koyduğum gibi uyumuşum.. sabah kuzenim "çekyatın sesinden yatamadık" dedi, ona da ayrı bi sinir oldum.. kendi bulmuş rahatı ohhh keka.. 
haaaa daha bitmedi!!! şu çekyatın yayları var ya, sanırsam bunlardan birisi bozulmuş.. daha doğrusu kopmuş mu ne.. kumaşı delmemiş ama hani elleyince batıyor.. bi de tam ortada, yattığım yerde.. bacağıma geliyordu bütün gece, sabah bacağımın bi yeri mosmor kalkıyordum.. 
şimdi diyeceksin "insan söyler" diye.. ne biliyim, benden başka orada yatan yok sonuçta.. bi de adamların evinde o kadar kalmışım, "burası rahat değil" demek olmazdı sanki.. annem de ağzıma sıçardı şikayet ettim diye, onu da hesaba katalım.. 
haaa sonradan alıştın mı diye sorarsan, vallahi alıştım! hiiiiiç tınlamıyorum, dönüyorum da dönüyorum valla. sabah da kimse "uyutmadın" demiyor zaten, onlar da alışmış demek ki.. 
bi diğer sorun da 'kitap okuma' meselesi.. ev 1+1 olduğu için herhangi bi lambayı açınca ister istemez her odaya ışık gidiyor.. ve ışıkta hiç kimse yatamazmış, toplam 10 kişinin 10 kişisi de ışık gelince uyuyamıyormuş!!! benim çekyat da tam tezgahın yanı, sabah kettle açılsa ben duyuyorum fokur fokur, şarj aletleri benim yanımda prize takılı radyasyondan ölücem mazallah.. 
beni bilen bilir, gece bi şey okumadan ölsem yatamam.. yok abi olmuyor, çok denedim yatamıyorum.. illa bi şeyler okumam lazım.. uyuyakalsam bile kalkıp bişeyler okuyup öyle uykuya dalıyorum.. yanımda da bunların şikayetleri yüzünden sadece 2 kitap götürmüşüm, resmen telefon ışığında okuya okuya bitirdim kitaplarımı ya! 
o kadar kötü bişey ki. benim telefonda flaş yok, ben de ekranda notlar bölümünü açıyordum beyaz diye, öyle okuyordum her şeyi.. bi de telefona wattpad indirdim, kitabı okurken çok zorlanınca oradan hikayeler okudum hep.. 
bi tek bu iki şey yaz tatilim için kötüydü, kalan her şey güzeldi.. çekyatcım, göbek adın 'allahın belası' bundan sonra..
ve telefonum, telefonumun notlar bölümünün beyaz olması, gerçekten çok teşekkür ederim.. 



NOT: bi sürü şey var yazacağım, sırayla başlayayım dedim.. artık kaç yazı olursa..


8 Temmuz 2014

Yazlıktan Psikopat Notlar

Yazlığı o kadar özlemişim ki, bunu daha kapıdan girer girmez anladım.. Önce başka bi siteye gittik, daha sonra bizim yazlığa geldik.. saat iki buçuk gibiydi, "büyük ihtimal bizimkiler yatmıştır" dedim, arabada uyuklamaya başladım.. kapıdan girdim, bi baktım bi yerden hehehe hohoho gülme sesleri geliyor.. kuzenlerim de o tarafa gidince bizimkilerin -en azından bi kısmının- orada olduğunu anladım.. sonrası sarılmaca, hasret gidermece, mutlu olmaca..
bi saat falan aşağıda kaldıktan sonra yarın hasret gideririz diye düşünüp eve çıktık.. eve çıktık çıkmasına ama yattığım çekyatı görmen lazım! sağa dönüyorum, öyle bi ses çıkarıyor ki, insanlar uyanacak diye götüm uç buçuk atıyor.. sola dönüyorum, "ahanda sanki biri yataktan kalktı çekyatın sesine!!" diye krizlere giriyorum.. e dümdüz, ölü gibi zaten yatamıyorum.. anlayacağın alışmaya başlamam gerek o çekyata.. hani ses bildiğin gürültü gibi, benim için sorun yok, ben döner döner en sonunda yolumu bulurum ama evdekiler o sese uyanır.. ben var ya, yanımda davul çal yine uyanmam.. yok yani, benim doğamda öyle bi şey yok.. ölü gibi yatıyorum.. 
çekyat yüzünden ben biraz erken uyandım.. ama evdekilerin hepsi yatıyor.. ağustostan beridir de havuza falan girmemişim, canım nasıl yüzmek istiyor sana anlatamam.. bi de balkondan baktım, arkadaşlarım güle oynaya havuza gidiyor.. hemen kuzenimi uyandırayım dedim.. bi iki kulağıyla oynadım, uyanmadı hayvan.. ben de çekyatı yanına çektim, üstünde zıplamaya başladım.. bi baktım "ne oluyor ya, bu ses ne" diye uyandı.. "kalk kalk hadi havuza gidelim yav nolur" dedim, bu götünü döndü "ya öğlen gireriz yat uyu" dedi.. "bana bak, kalksana lan yüzmüyorum kaç aydır!!" diye kulağına haykırdım çocuğun ve uyandı.. ve asıl sorun şimdi başladı..
biz giyindik her şey güzel, kapıdan çıkacağız ama kapıyı geceden kilitlemişler.. anahtarı bulduk, lan sağa çeviriyoruz anahtarı kapı açılsın diye, yok, açılmıyor!! daha doğrusu anahtar dönmüyor bile.. yengem de sesimize uyandı garibim, geldi kapıyı açmaya çalıştı.. bi iki denedi, "Bozulmuş bu kapı, balkondan atlamanız lazım, dışarıdan açın" dedi.. birinci kat ya, kuzenim geçti atladı ve kapıyı bize en sonunda açtı.. 
havuza gittim, baya bi eğlendim, lan yüzmeyi çok özlemişim ben ya.. 
öğleni de bi şekilde geçirdik, akşam oldu.. sahile gitmeyi çok istiyordum bira alıp.. bi baktım herkes toplaşmış voleybol oynuyor fileden.. tabii bu spora aşık (!) , hayatını spora adamış ve hiç değişmeyen (!!!) ve asla spor salonundan kaçmayan (külliyen yalan, kaçtı) Uska da hemen oyuna katıldı.. öküzler gibi eğlendik yemin ediyorum.. gülmekten topa vurmayı unuttuğumu biliyorum yani.. 
tam sahile gidiyoruz, kapıdan çıkacağız, sevdiğimiz bi arkadaşımız "abim izin vermiyor bu saatte site dışına çıkmama" dedi.. e tabi kanca beraber olayını benimsediğimiz için sitede kalalım dedik.. ama herkes "içelim, yok hoşbeş alalım, aaa cips de olsun, lan kola alın abim gelince ağzıma hemen kolayı koyarım" deyince herkesten topladık paraları, gittik bira almaya.. yeminle adam kısa günün kârını yaptı ya, 50 lira ödedik.. 
biralar hazır, bu sefer yeni kavga "nerede içelim?" sorusu.. herkes bi yer söylemeye başladı.. önce tabi "evi boş olan var mı?" diye sorduk ama kimsenin evi boş değildi çünkü yazlığımızda herkes bi sürü akraba beraber kalıyor.. sonra bizimkiler "damda masa kurmuştuk biz, oraya çıkalım" dedi.. 
abisi izin vermeyen arkadaşımız da "ama yine aynı durum olur, abim beni sitede görmezse ağzıma sıçar" dedi.. olayı "sen şu an bizim evdesin, abin ararsa öyle dersin." şeklinde kapattık ve dama çıktık.. 
damın kapısı önceden açılmış.. yani damda sitedeki görevlilerden birisi olabilir.. biz nasıl korkuyoruz ama.. çıksak mı çıkmasak mı derken 5. katın merdiven boşluğunda biraları fondip yaparken buldum kendimi.. 3 tane birayı 3 dakikada içme rekorunu da kırdım bu arada.. 
sonrasını pek hatırlamıyorum maalesef.. kuzenimin beni dürtmesiyle uyandım, üzerimde pijamam da vardı hem.. bi baş ağrısı, bi uyanamama, "gece ne bok yedim acaba?" merakı ve "inşallah kimseyi kırmamışımdır" telaşını da hesaba katarsak güzel bi gün geçirdim.. sonra da Adana'ya döndük işte.. yazlığa pazar günü tekrar gidiyorum.. bizimkileri o kadar çok özlemişim ki, daha yiyecek bi sürü bok varmış gibi duruyor...

5 Temmuz 2014

Allah belanı versin senin!

Hani şu ergenliğimle ilgili olan yazıdaki fazla gelişen çocuk var ya.. benim o yazıyı yazdığım gün bi baktım bunun babası annemi aradı, akşam yemeğini bizde yiyin dedi.. çocuğu da ne kadar çok -sevdiğimi- biliyorsundur bu kadar olaydan sonra.. yazıyı yazdım, yayınladım, o anda annem geldi yanıma, "akşama çağırıyorlarmış gelecek misin" dedi.. nasıl bi cenabetsem ben de anlamadım yani..
akşam eve gittik biz.. ben nasıl kasılmışım ama.. bi anda öğrenseler yani blogu, rezilliğimi, yemin ederim boku yerim.. çocuğun dilinden binlerce yıl kurtulamam ve onu da geçtim, annem gelir sorar "niye çocuk hakkında böyle diyorsun" diye.. deşifre olursam blogu kapatmam bu arada, zaten öğrenmeyen kalmadı ama maşallah benim kıçım dağlardan serin.. kapıdan girdim, allah allah çocuk evde yok.. annesi geldi, "kuzenlerine gitti 10 gündür orada" dedi.. içim bi rahatladı, zaten bi araya geldiğimizde de çok iletişim kuran bi ikili değiliz.. genelde onun elinde telefon oluyor, ben mal mal kendimle konuşuyorum.. ya da bunun bi kardeşi var benden -baya- küçük, onunla uno falan oynuyorum ki dün komşunun minicik kızını da çağırdı, oturdum kıç kadar çocuklarla uno oynadım lan..
sonra konu bi hastalıktan açıldı.. daha doğrusu önce Serdar Ortaç'tan açıldı.. e magazin de benim ilgi alanım, daha doğrusu kendi derslerimi magazini bildiğim kadar bilmem gibi bi durum olduğu için hemen konuşmaya başladım ama bi hastalık aklımıza gelmedi.. annesi de bana "odasında internet var, oradan baksana" dedi.. ben de oturdum internetin başına, tabii ki o hastalık haricinde her bi boka girdim.. önce birazcık bilgisayarını kurcaladım ama bi bok bulamadım, buraya yazacaktım.. yaptığım çok ayıp ama ne yapayım yani aaaa.. sonra da açtım interneti.. 
önce twitter'a gireyim dedim.. lan insanın twitter şeysinin saçlı kel adam olması çok kötü bi şey.. yani bi insan benden bu isimde bi yerlere girse direkt neymiş diye araştırırım.. o yüzden hiç giriş yapmadan hemen geri çıktım..
bloggera bakayım dedim.. sadece kumanda paneline girsem, bloga tıklamasam geçmişte çıkmaz uzun saçlı kel adam diye düşündüm.. girdim, sonra da çıktım, bi şey görünmedi.. 
bi de şimdi içinden geçmişi silseydin diye geçirebilirsin ama tarayıcı yandexti ve ben bilmiyorum onu..
bi de Facebook'a bakayım, uzun zamandır girmiyorum dedim.. girdim, o anda bişeyler oldu.. mesajlar açıldı, bi sürü mesaj gitmeye başladı herkese.. oha lan noluyor demeye kalmadan onlarca kişiye aynen şu mesaj gitti..
"xxxx youtube'da senin rezilliklerin var bi bak istersen, linki de şu: " 
yerin dibine geçtim yaaa..
herkese "özür dilerim" diye mesaj yolluyorum, facebook "mesaj engeliniz var şimdilik" diyor.. kimseye de mesaj gitmiyor.. hemen durum yazdım, "mesajlar için çok üzgünüm" diye..
meğer bu pisliğin bilgisayarında virüs varmış, girdiğim an mesajlar gitmeye başladı tabi.. yaklaşık 50 kişiye bu mesajdan gitmiş, verilen cevapları aynen yazıyorum..
"Uska, uska ciddi misin? ne rezilliği? Uska?"
"ya he he aq"
"uska kardeşim virüs bulaşmış haberin olsun"
" :(( "
"yav kanka sana da mı virüs geldi"
"noluyo lan"
kesin porno falan indirdi de böyle virüsler bulaştı buna ben eminim.. yani diyeceğim şu ki bir daha asla başka birinin bilgisayarından facebooka girmeyeceğim.. ancak benim gibi bir malın başına gelir böyle bir saçmalık.. allahın belası, yokluğu bile başıma bi bok açmaya yeterli oluyor.....

NOT: birazdan yazlığa gidiyorum, yarın ya da pazartesi geri dönecem. bari orada başıma bi bok gelmesin, koca burnum beladan çıksın...

3 Temmuz 2014

Çok çok zaman önce -4- (Kıl Oldum Abiii)

Kendi ergenliğime baktıkça düşmanıma sürekli şu bedduayı ediyorum, oh olsun pisliğe. "İnşallah çocuğunun ergenliği benimki gibi olur da görürsün gününü." Bi insan ancak bu kadar rezil ve manyak bi ergenlik geçirebilir zaten.. Hani şu "bela mıknatısı" olayı var ya, ergenliğimde aynen öyleydim..
Şimdi biz böyle 10 senedir falan, bütün ailelerin toplandığı gün adı verilen hadiseyi gerçekleştiriyoruz.. son zamanlarda iyice azaldı ama olsun.. İşte 4 aile bi araya geliyor, her ailede iki haftada bir toplaşma, çocukları oturma odasına postalayıp büyüklerin içerideki salonda oturması olayı yani.. Genelde pasta çörek börek üçlüsü ile başlayıp meyve ile devam eden yiyecekler bütünü diye de anlatabilirim..
Bi tane arkadaş edinmişim gün'den.. Böyle benim yaşıma çok yakın, biraz saf ve salak bi şey.. baya en yakın arkadaşım olmuş olabilir hatta.. kim en uzağa işeyecek oyunu oynardık, kim en uzağa tükürür oyunu oynardık, burnumuzu oyar koltuğun altına sürerdik, küçükleri dövüp annelerine "duvara çarptı kafasını, o yüzden ağlıyor" derdik bi de yazık, garibanları tehdit ederdik lan.. pislik bişeydik yani ama olsun, en yakın arkadaşımdı işte..
Bu çocuk benden 2 ay falan küçük sadece bu arada.. o yüzden iyi anlaşıyoruz.. Derken ergenliğe girme vakti geldi.. daha doğrusu ben ona girmedim, gayet de o bana girdi lan.. 
Bi gün oturuyorum gün yapılacak evde, oturma odasındayım, ilk gelen aile biziz.. sonra yanıma bu çocuk geldi.. böyle hiçbir şey söylemeden hızlıca kapattı kapıyı.. Benim kolumdan tuttu, koltuğun arkasına gittik.. Sonra bi anda bu pislik, pantolonunu indirdi.. Beni gör, lan beni sikecek mi napacak diye içimden geçirmekten olayları anlayamıyorum.. Derken bu ağzındaki baklayı çıkardı.
-Baaaak, benim bacağımda kıl varr sende var mı?
Şöyle bi baktım bacaklarına, gayet de siyah siyah şeyler var gerçekten.. Bi de kendi bacaklarımı düşündüm, banyoda sabunlarken nasıl olduğunu hatırlamaya çalıştım.. Gayet de Eda Taşpınar'ın amcasının oğlu gibiydi.. böyle oraya zeytinyağı sürsen, sadece bacaklarımı çeksen kimse "bu erkek bacağı" demez, o derece bişey.. bi de zayıf ve ince bişeyim ya, tam benziyor.. Çocuk bana bönbön bakıyor, dedim susturayım şunu ama çocuk o kadar güzel gösteriyorki bacağındaki kılları, sanırsın orospuda kıl yok bacaklarında altın var.. 
-ıyyy kıl mı o beeööö? yok bende yaa, olmasın da zatenn.
Biz geçtik koltuğa oturduk, ama benim içime nasıl battı bu durum.. sürekli Eda bacaklarımı düşünüyorum, düşündükçe gözlerim doluyor.. Derken gün bitti, biz eve geldik.. Eve girer girmez vestiyerde pantolonumu soyup aynaya baktığımı söylememe gerek yok bence.. Baktım, anam doğru tahmin etmişim, gayet de Eda'nın amcasının oğlu gibiymiş.. hemen ağlamaya başladım, bi baktım annem geldi..
-noldu oğlum, niye soyunmuşsun böyle, niye ağlıyon sen!!
-anne yaaa bacaklarımda niee kıl yokk?
-ergenliğe girince çıkacak oğlum, merak etme
-çıkmicak yaaa.. off hayattt off yaşamakkk ölmek istiyom yaa (aynen böyle diyordum)
-sus lan eşşoleşşek anneye bağırılır mı??
Sustum, geçtim oturdum yerime.. her gün dua etmeye başladım.. iki hafta sonra tekrar gün olacak ve benden 2 ay küçük çocuk daha erken girdi ergenliğe.. depresyon gibi bi iki hafta geçirdim.. sonra aradılar bizi, aşağıdayız, sizi almaya geldik dediler.. gün yapılacak eve götürecekler bizim arabamız yok diye.. aşağı inmeden hop diye indirdim pantolonu vestiyerin önünde, bacaklarıma doğru eğildim ve mutluluğu o an yaşadım!!! lan bende azıcık siyahımsı şeyler var, kıl mı ya o?!! nasıl mutlu oldum sana anlatamam yani.. hemen pantolonumu kaldırdım, aşağı indim ve hayal kurmaya başladım..
Çocuğa bacaklarımı gösteriyorum, o da kıskanıyor hemen beni.. diyor ki nasıl ya hemencecik çıkmış bunda.. sonra ben mutlu oluyorum heyyyo.. 
Gün yapılacak eve geldik, bi baktım bu sefer bu çocuk tek başına oturuyor.. aldı beni kapının arkasına götürdü.. hooop diye pantolonunu indirdi yine.. allaaah dedim valla ayaküstü sikecek beni, sonra dedimki sanki sende yok Uska, sen de ağzına sıçarsın.. bi baktım bu manyak külotunun yarısını indirdi!!!! Sonra bana "baaaak" dedi ve o an bi şok daha..
-baksana yaaaa benim pipimin üstünde de kıl var artıkkk
-ıyyyy allah kahretmesin offf hayattt off yaşamak, bu ne yaaa
-sende yok diye kıskanma salakkk
-iğrençsin yaa midem kalktıı
oturduk koltuğa yine.. bu çocuk bi havalı bi gururlu bana pipisinin üstünü gösterdi diye.. sanırsın kıl savaşındayız gerizekalıyla.. (evet aynen öyleyiz) ben televizyonda sihirli annem izlerken bi baktım ordaki Cem de sakalı çıksın diye tıraş oluyor.. ama çocukta sakal yok.. ben başladım mı ağlamaya.. sanki pipimi kesiyorlar, öyle bi ağlama düşün ya.. kendimi yerden yere atıyorum, onun yerine koydum kendimi, sen de bendensin kardeşim dedim..Annemler falan geldi, "ayağımı sehpaya vurdum" dedim, ne yapayım yani.. "pipimin üstü tertemiz diye ağlıyorum" diyemedim.. 
Yine iki hafta geçti aradan ve bu mal Uska iki haftayı yine dua ederek geçirdi.. Ama bende hiçbir gelişme yok abi.. bi bacaklarımda azıcık çıkmış, başka yerlerim maşallah Eda gibi.. o yüzden depresyondayım.. neyse, bu sefer gün sırası bizim evde.. ben böyle odamı toplamışım, sonuçta onu kıskansam da yakın arkadaşım geliyor yani.. kapı çaldı, herkes girdi, bu da benim odama girdi ve beni dolabın arkasına götürdü.. iki saniyede tişörtünü çıkardı, dedim allaaaah Uska kaçç erkeklik elden gidiyor.. bi anda kolunu havaya kaldırdı..
-baaaakkk benim neremde kıll varrr?
-allaaahım kriiiiiiiiizzz!!

2 Temmuz 2014

Gelelim Şu Gazeteden İstifa Meselesine

Yok ben gerçekten çok salak ve şanssız bi insanım.. Ne zaman hayatım böyle tam tıkır, harika, ov yee tadında gitse sonra olan bana oluyor. Her şey boka dönüyor resmen. Yazarken bile aşırı sinirleniyorum da neyse sakin olmaya çalışayim bari.. Tam diyorum ki "oley be sonunda her şey harika oluyor, hayallerimi gerçekleştiriyorum resmen." diye. Sonrası hep hüsran ya.. Düşünsene, belki de aramızdan onlarca kişinin bi hayaliydi gazetede yazısının çıkması ve benim 3 tane çıktı.. Mesela bi pazar boyunca gazetede benim yazım vardı lan.. Daha ne olsun, o hissi anlatmam mümkün değil.. Neyse...
İlk iki yazı için o kadar güzel tepkiler aldım ki.. En son bu tebrikleri sanırsam 2 veya 3. sınıfta İstiklal marşını ezberledim diye almışımdır.. Bide şey yönü çok güzeldi, hani insanlar gelip "samimi, aynen bunları ben de düşünüyorum senin gibi" diyorlar ya, ahanda amacıma ulaştım diyorum.. Sonrası bok oldu ama işte... Zaten unutmamdan belliydi böyle olacağı ya..
Şimdi bizim okulda tiyatro yapıldı ya, aynı zamanda dinleti de yapıldı.. Dinletiyi yapan öğretmen de geldi bana rica etti, bizim dinletimize gelip gazetede bunu yazar mısın diye. Ben de ne yapayım, ricayı kıramadım.. (gayette dedi ki uskacım sana bişey dicem sen de yapacaksın) Sonra aklıma geldi, lan ben tiyatrodayım!! Onu da yazsam ne olur, böyle bi yazı yazayım hem o hem tiyatro olsun, sanat şöleni tadında, azıcık okulu da överim hem.. 
Dinletiye gittik güzeldi tamam.. Eve geldim, dedim yarın yazarım.. Sonra aradan iki gün geçti, yarın yazarım dedim yine.. Ve ben bi baktım yazılı haftası gelmiş, benim yazı ortada yok. Hemen oturdum bi tane yazdım, bi de ayın sonuna yaklaşıyoruz.. Hep böyle oluyor zaten ya.. yumurta kıçımın deliğine gelince hareket etmeye başlıyorum.. zaten var ya kendim kadar son güncü bi pislik tanımamışımdır kesinlikle.. her şey unuturum, son güne bırakırım.. düğün olur mesela, herkes hazır, ben ayakkabımı bile onbeş dakikada giyerim.. öyle bi malım yani.. neyse konu kaçmasın..
Yazdım, flasha attım, hemen gittim verdim.. Aradan bi haftaya yakın bi süre geçti.. Benim de yine içime doğdu gibi bi şey oldu, sabahın köründe gazete aldım ve bi baktım benim yazım var.. Çok mutlu oldum, geçtim dolmuş bekliyorum, okula gidecem.. Sonra benim dolmuş beklediğim bi kız var, dediki yazını okuyabilirmiyim.. al dedim, hani okusun, ben de kendimle gurur duyuyorum çok mutlu oluyorum.. O okurken bi bakayım dedim yazıma ve gerçek yüzüme bi tokat gibi çarptı!
ben bilgisayarda aynen worde şöyle yazdım..
"En son bundan 6 sene önce böyle bi heyecan yaşamıştım. Eski okulumda tiyatro ve folklor seçmeleri vardı, ayağımı yanlış adımlamıştım tiyatroya seçilmek için." 
Peki yazıda nasıl yazıyor???
"Okulumuzda tiyatro ve folklor seçmeleri var. Tiyatroya seçilmek için ayağımı yanlış adımladım." 
Sanırsın koskoca lisede folklor seçmeleri var, sanki onu kastetmişim.. Ama aslında en eski okulumu anlatmışım, adamlar yazım uzun diye kesmişler ya yazımı.. Cümleleri değiştirmişler falan, beni gör, resmen ağladım.. Sonra yazımın devamını okudum ve asıl gerçeği sonra gördüm.. Yazının yüzde 60ı tiyatroydu, kalanı dinleti.. dinletiyle ilgili yazdığım iki paragrafı da silmişler yazı kısalsın diye.. 
Aldım elime gazeteyi, çıktım hocanın yanına, sorucam yani niye hocam diye.. Bana dediği lafa bak: "Benim kocam sildi bazı yerleri, çok uzunmuş. ben sana dedim kısalt diye, sana da kapak oldu şimdi hahahaha" Bi sinir oldum.. ya allah aşkına insan öğrencisine böyle mi der ya.. ben ağlamak üzereyim güya kapak olmuş diyor.. Ben de dedim ki "hocam buraya kadar, her şey için sağolun" Bana bi de pişkin pişkin "aaa hocana veda yazısı yazmicak mısın??" diyor. nasıl üzüldüm sana anlatamam yani.. böylece kocaman bi gazete defteri de kapanmış oldu.. 3. yazım yayınlandı yani ama ben hiçbir yerde paylaşmadım, boka dönmüş çünkü.. 
......
Benim hayatım hep böylemi olacak acaba.. tam "hayallerimi gerçekleştirdim" diyorum, sonra bi anda bişey çıkıyor mutsuz oluyorum.. Aslında var ya, ben çok dediğimdedik ve piskopat bi insanım.. yapacam diyorsam yapmam lazım, yapmazsam kendimi cezalandırmak istiyorum çünkü.. Umarım sonum güzel olur..

1 Temmuz 2014

En Samimi Blog Oldum Hey Hey!

Canımın içi Lowerk, sen tut beni "en samimi blog" yap,bana ödül var. Bana yahu bana, deli manyak olan Uska'ya yani.
Nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum ama Lowerk'ı çok sevdiğimi söyleyerek başlayayım bi. Ben onun Güney Kore sevdasını sevdim. Ben de Japonca falan öğreniyorum ama hani bu Kore'yi seven bloggerlar tam bi aile gibi değil mi lan:PpP Anladığım kadarıyla Lowerk benden bi yaş büyük ve bence ösym sonuçları çok da kötü değil sanki. Ama hedefine göre kendisi beğenmiyor sonucunu, olsun. Seneye benim rakibim oldu yahu!!
Bazı yazıları salata gibi.. Satır satır yazıyor yaşadıklarını, hızlı hızlı, aklına geldikçe.. Her telden var yazılarında, bi yandan Dünya Kupası'ndan bahsederken diğer yandan klipleri beğenip beğenmediğini söylüyor hanfendi. Beğenerek okuyorum kendisini ve çok teşekkür ediyorum tekrar tekrar. 
Gelelim ben kime veriyorum bu dünya tatlışı ödülü.. Aslında 3 kişiye ama 2'si kardeş olduğu için biz 2 kişi diyelim.. 
Sonuna kadar da hak ettiklerini düşünüyorum açıkçası. Samimiyet bence blogger'daki en önemli şey. Bi blogu okumak için olması gereken en önemli şey diyelim hatta. Ben, benim gibi, bana yakın gelen adamı okurum yani, daha doğrusu bu. 
Samimiyet yaptığımız salaklıkları, pislikleri anlatırken kendimiz olmamız, eksik ya da fazla değil, o an ne hissettiğimizi tam olarak verebilmemiz.. Bunu yaparken de kendimizi kasmadan rahat rahat yazmamız bence. 
Loretta, seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsundur eminim. Bunu sonuna kadar hak ettin bence. Yazılarını okumayı çok seviyorum ben, sondaki şarkıları da hoşuma gidiyor ama ben okumadan önce şarkıyı açıyorum, biraz tersim yani.. 
Naslo ve Zompirya, yani namı diğer bizim vampiringlerimiz.. Daha doğrusu zompiringlerimiz. Onların mizahı kesilikle apayrı. Bi yerden sonra artık gülmekten yoruluyorsunuz hatta. Ki ben o düğünlü günlüklü yazıyı okuyup gülüyorum şu an bile.. İkisi de beni hiç yalnız bırakmadılar şu zamana kadar. Köşe olayında, kitap yazdığımda hep destek oldular. İyi ki varlar. 

-Gazeteden kendi rızamla istifa ettim gibi bi şey oldu. Bunu da anlatacağım.

28 Haziran 2014

MİM - Cevapsız Sorular

Çok sevdiğim Spoti beni mimledi.. Mimdeki sorular da cidden aşırı güzelmiş, o yüzden severek cevaplayacağım, hadi bakalım..

♫ Her şey hakkında bir şey mi, bir şey hakkında her şey mi?
Yaz geliyor, yazığa gidicem oğlum. Bir iki bir şey öğreneyim de her şey hakkında, sohbette susmiyim. Her konu için zaten bir bilgi öğrensem, ben üzerine bir sürü şey ekleye ekleye yolumu bulurum.

♫ Kendini hiçbir şeyde yeterli hissetmemek duygusunu iyiye yorabilir miyiz?
Yok yahu, bence o çok iyi bir duygu değil. Bazen insan -bazen olmak koşuluyla- "Vay be, başardım bu sefer, tam olarak istediğim gibi oldu." demeli diye düşünüyorum. 

♫ Kendini sınıf birincisi olan komşunun çocuğuyla mı yoksa notları kötü olan komşunun çocuğuyla mı kıyaslamak daha doğrudur?
Soruları hazırlayan insan bana ulaşabilir mi, lan ne güzel sorular bunlar, röportaj falan yapacam. Bence ikisi de yanlış. Her insanın rakibi kendisidir bence. Ben ilk yazılıdan 10 aldıysam diğerinden 11 almaya uğraşırım, yanımdakinin 90 alması beni ilgilendirmez açıkçası. Tek rakip, tek kıyas kendimizdir!

♫ Aşk; satranç mıdır yoksa tavla mı?
Uzun ilişkiler, alışkanlığın ve "bak şimdi böyle davranabilir." düşüncesinin verdiği rahatlıkla satranç ancak yeni başlayan bir ilişki kesinlikle tavla, bir sonraki sayı kimden ve nasıl şekilde gelecek, bilmiyoruz çünkü.

♫ Meslekten keyif almak mı, keyif aldığın şeyi meslek edinmek mi?
Keyif aldığın şeyi meslek edinmek. Zaten sonrası geliyor ama şey durumu da var ha. Hani artık keyif verenler alışkanlık olduğunda değeri yavaş yavaş kayboluyor da sıkmaya başlıyor ya. Offf kafamda deli sorular.

♫ Olimpiyat stadında ilgisiz yüz binler mi, küçük bir sahnede coşkulu otuz kişi mi?
Küçük bir sahnede 30 kişi beni daha çok mutlu eder. 

 Doğru anı beklemek mi, doğru anı yaratmak mı?
Ben "Beklemek başarmanın yarısıdır." diyenlerdenim ama söz konusu şey doğru an olunca sanırım yaratmak kesinlikle daha iyi. Eneee spotiylen aynı cevabı vermişiz ha.

♫ Kendini eleştirmek mi, kendini şımartmak mı?
Kendini eleştirmek. Bazen kendimi o kadar çok eleştiriyorum ki, aynaya bakıp "ühüüü lan sus artık" diyesim geliyor. Kendimi şımarttığım an neredeyse çok az.

 Tevazu erdem midir, kendine haksızlık mı?
Erdemdir. Kendine haksızlıkla bir alakası yok bence. 

 Tatmin olmak; alkışlanmak mı, kendi içine sinmesi mi?
Bu konuda tam bir manyağım. 90 sayfayı eğer içime sinmediyse anında silerim, çöpe atarım. Hiç acımam, asla düşünmem. İçime sinen şey beni mutlu eder çünkü, başkasının alkışlaması çok daha sonra.

♫ Sineye çekmek mi, yüzüne vurmak mı?
Çok yakının olur, bazı davranışlarını sineye çekersin. Ama bazısı var, abi resmen "gel benim ağzıma sıç" diyor. Yani kusura bakmasın da ben de onu dinler, gider yüzüne vururum her şeyi. 

♫ Kendini ispatlamak işle mi, sözle mi olmalı? Yoksa kendini bilmek yeterli midir?
Çağın sorunlarından birisinin bu olduğunu düşünüyorum ben. Kendini ispatlama kaygısı, insanın içini yiyor, insanı değiştiriyor. Öyle insanlar var ki, kendini bilen insanı bilmiyormuş gibi göstermeye çalışıyor, bu da yeni bir soruna neden oluyor. Kendini bilmek yeterlidir, kulakları tıkamakla beraber.

♫ Hata yapma hakkı diye bir şey var mıdır, yoksa göz göre göre hata yapılması engellenmeli midir?
Her hatanın bedeli farklı. Sıcak suya parmağını sokmakla adamın kafasına sopayla vurmak arasında dağlar kadar fark var. Bence ikisi de bende şu an mevcut.

♫ Bir insanla sadece fiziki bir birliktelik her iki taraf da kabul ediyorken münasip midir?
Her iki taraf da kabul ediyorsa biz anne babalara da kabul etmek düş... Offf ne diyorum ben ya, münasiptir efenim.

♫ Egoyu okşamalı mı, köreltmeli mi?
Gerektiği yerde ego iyidir ama aslında bok gibidir. Hem iğrenç bir duygudur ego hem de iğrençlikten alır kurtarır seni. O yüzden aşırı olmamak kaydıyla iyidir diyorum.

♫ Kendin olmak nasıl bir şey? İnsan tamamiyle kendisi olabilir mi?
Ben bu soruya "kesinlikle evet!!!!!" diyorum. Ben öyle elit ortamda değişen, evine geldiğinde bacakları açıp uzanan bir insan değilim. Neysem oyum. Bazen maalesef diyorum ama olsun. Ve insan tamamen kendisi olabilir, ben bile olduysam.

Loretta'yı ve canlarım Zompirink kardeşleri mimliyorum. Yapmazsalar küserim ha!


25 Haziran 2014

Biraz Ondan Biraz Şundan

Yazmayı nasıl özledim sana anlatamam.. Yaz geldi aslında, istediğim kadar yazabilirim ama bazen olmuyor ya.. Neyse, konu konu, aşırı manyak bi yazı olacak, umarım yine çok konuşmam..
-D&R'dan kitap sipariş ettim, ulan hâlâ gelmedi!!! Anneme sordum, o da "5 iş günü diyor oğlum, araya haftasonu girdi." dedi,o yüzden mi gecikti acaba.. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama her hafta bir yayınevi haftanın yayınevi oluyor ve gelsin indirimler! 
Buse'yle (sevgiliciğim) beraber alışverişe gittik. İşte benim telefon pert olmuştu, lan bataryam şişmişti!! Herkes "Patlar bu telefon, hemen yeni al" falan dedi ama ne biliyim, zaten etüte baya para ödüyoruz, bi de telefonla annemlere yük olmiyim dedim. Bence bataryam elemden kederden şişti ama neyse.. Gittik bana batarya aldık, bir de yeni telefon kabı aldım, vallahi harika oldu!!! Sonra çıktık bana şort aldık, derken D&R'a da bi girelim dedik. (4 SAAT KALDILAR) Ben habire kitap beğeniyorum ama lan bu kitap fiyatları niye bu kadar pahalı abi ya. 180 sayfalık kitap 18 lira olur mu allah aşkına. Bir de şu şekilde düşünüyorum, çakma kitapların da sayfa sayısı aynı, kapak bile aynı, hatta bazısı daha renkli! Ve 3 lira!!! Bazen diyorum biz kazıklanıyor muyuz acaba, madem maliyeti bu kadar düşük ve adamlar 3 liraya satmalarına rağmen hayvan gibi kâr yapıyor.. Neyse, ben beğenip beğenip arkalarına bakıyorum, sonra da "Ya hıhı kalsın ya sonra artık.." diyorum. Sonra eve geldim, bi Facebook'a bakayım dedim ve "haftanın yayınevi Okuyanus" haberini gördüm! Olmuş mu her şey neredeyse yarı fiyatına! 18 liralık kitap sen ol 9 lira! Hemen sipariş ettim tabii, Allah seviyor bence beni, çok mutlu oldum. Şunları aldım:

  • S*ktir Gitli Aşklar
  • Arabesk Bir Fikşın
  • Muazzam Bey'in Değersiz Hayatı
  • Heralde Kız!

Beklemedeyim..
-Birazdan kuzenimin nikahına gidiyorum, sonrasını bilmiyorum. Artık kutlama için ya yazlığa gidip mangal yakarız ya da evde bir şeyler yaparız.. Mutluyum o yüzden ama param yok... Komşudan alacam heralde lan..
-Her gün kendine "Ders çalışmam lazım" diyip ders çalışmayan insan sadece ben değilimdir di mi? Zaten ağustosun başında dersler başlayacak.. Ha dur şunu yazmadım. Etütteki hoca annemi aramış, "Uska gelip programı alsın." diye. Ben de ne sanıyorum, işte hangi tarihlerde hangi dersler var. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş.. Koca bir kağıdı 8'e bölmüşler, 8 hafta boyunca ders çalışacağım yani. Bir de konuları yazıp yanına 200 soru falan yazmışlar!? Haftada 1050 soru ediyor ve ben yıl içinde o kadar çözmedim.. Hatta bizim performans ödevimiz soru bankasıydı, ben arkadaşımınkini gösterdim, o kadar gıcık alıyorum.. Neyse, daha hiçbir şey çözmedim, ben boku yedim...
-Günlerim öğlen uyanmak, yemek yemek, uzanmak, bilgisayarda işsizlik yapmak, film izlemek, dizi izlemek, kitap okumak, uyumak, yemek yemekle geçiyor.. Benim aradığım tatil zaten bu abi! İşsiz olacağım böyle, kafam boş, elimde bilgisayar ve telefon.. Her şey iyi şu an.
-Pazartesi Bora geliyor.. Bana Amerika'dan Açlık Oyunları baskılı tişört almış manyak ya.. Geldiği gün giyinip öyle karşılayacağım çocuğu.. Manyak ha bu. Biz sohbet ediyoruz mesela, dedi ki "Abi bana Açlık Oyunlarının ikinci kitabını alır mısın?" Dedim ki "Ben de var, veriyim istersen. Ama niye 2'den başlıyorsun?" Güya kapağı kırmızı diyeymiş.. Bu çocuk beni delirtecek yemin ediyorum...
-Japoncamı ilerlettim! Leleleleeeyy! Bir kitap aldım internetten, daha doğrusu internette pdf formatındaydı, ben de hemen çıkarttırıp cilt yaptırdım, harika oldu. 3 kitapmış 1.seviye, şu an 1. kitabın ortasını biraz geçtim.. Yavaş yavaş ilerliyorum ama cidden seviyorum. İngilizce kitap bu arada, o yüzden İngilizcemi de geliştirmeyi düşünüyorum.. 
Bi de şeyden çok gıcık alıyorum. "Niye Japonca?" diye soruyorlar. Benim en büyük hayallerimden birisi de Japoncayı su gibi konuşmak yani. Nedeni de ilgi duyuyor oluşum. 8. sınıftan beridir her yaz kendi kendime öğrendiklerimle şu an a1 seviyesini bitirmişim. Alfabeleri de okuyup yazabiliyorum yani. Biraz daha ilerletmek istiyorum o kadar. Bir de tam anlamıyla 1. seviye bittiğinde anime izleyeceğim, bakalım ne kadar anlıyorum. O günü heyecanla bekliyorum valla..
-Bazen diyorum ki "lan ben neyin kafasındayım?" Allah aşkına, bir insan Hande Yener dinleyip Yıldız Tilbe söyleyebilir, sonra Ebru Gündeş'le düet yapıp arada bi Adele'e kayabilir mi? Aradaki Mabel Matiz'leri unutmayalım.. Müzik zevkim her telden heralde ya, arada bi klasik bile dinliyorum çünkü.. Deli manyak Uska heyoo..
-Blogger'daki sorun düzelmiş çok şükür..