29 Haziran 2017

Gecekonduda Bir Fal Macerası

Uzun zaman sonra yaz tatilimde birkaç ay sonrasıyla ilgili herhangi bir şey düşünmek zorunda değilim, o yüzden sanırım en efsane yaz tatillerimden birini geçiriyorum. Sabahın bilmem kaçında uyuyorum, öğlen uyanıyorum, hatta bazen yetmiyor öğlen bir daha uyuyorum. Yüzüyorum, deniz kokusunu çok özlemişim. Tabi aylar sonra denize ilk girişimde keşke ayağımı kahpe bir yengeç kıstırmasaydı... bi de zaten esmerim, anammm anamm yine karardım. Millet bronzlaşın diye para veriyor, ben bi güneş göreyim, okunmuş hurmaya benziyorum yemin ediyorum. Vallahi bıktım artık, evinin bi odasını solaryum makineleriyle dolduran Ebru Gündeş'i de yazlığa benimle takılmaya davet ediyorum, bu onur hepimizin! 
Neyse, asıl konumuz bu değil. Bir buçuk yıldır Adana'daki neredeyse her arkadaşımdan duyduğum, hatta en son halamın kulağına bile namının gidip bana "Sen baktırdın mı?" diye sorduğu, oturduğum yazlığın hemen yanındaki gecekonduda oturan Suriyeli falcıya gittim. Fal baktırmaya gitmeden bildiği tüm duaları titreyerek okuyan tek insan umarım ben değilimdir... 
Namını öyle duydum ki, "Yıldıznameden bakıyormuş, her şeyi söylüyormuş, normalde yanında Arapça bilen biriyle gitmen gerekiyormuş çünkü Türkçe konuşamıyormuş, geçmişi ve şu an olanları resmen sıralıyormuş." diyip duruyorlar. Kadının evi hep dolu ve önünde duran o arabaların haddi hesabı yok. Kuzenlerime nişanlılarıyla ayrılıklarına kadar da söyleyince korkudan titreye titreye de olsa soluğu orada aldım. 
Numarasını aldım birinden, yarım yamalak Türkçe öğrenmiş, "Şu an boş, gel hemen." dedi. Evden çıkış hızımı görmen lazım, en son mezuniyetime geç kaldığım zaman bu kadar hızlı çıkmıştım. 
Evi anlatayım. Bildiğin gecekondu, seksen tane çocuğu falan olmalı, bi odadan çıkıp diğerine bağıra bağıra giriyorlar. Girişte kocaman iki kanepe var, gelenler orada oturuyor. Bi kanepenin karşısında muhtemelen bir marketten tanıtım amaçlı dağıtılırken aldıkları Gizerler saati var, zaman orada ilerledikçe stres kat sayınız artıyor. Ayakkabılarınızı çıkararak giriyorsunuz. Eğer sırada birileri varsa tanışıp konuşuyorsunuz. Ben gittiğimde bir kişi içerideydi, bir kişi de kanepede sıra bekliyordu. Kadının üçüncü gelişiymiş, her çocuğu için bi kere gelmiş. Bu sefer, çocuğu iş yeri açmak istiyormuş, ama elde avuçta yokmuş, ne yapması gerektiğini soracakmış, çocuğu onu dinlemediği ve fevri davrandığı için çok üzgünmüş. Anlattı da anlattı, "Ne yapacağım bilmiyorum." dedi.
Sanırım buraya gelenlerin çoğunun ortak paydası, ucuza terapi. Ciddiyim, ya beklemekten daha kolay kurtulmak için, gelmeyeceğini bile bile ümit etmekten artık vazgeçmek için, ki bence kimse vazgeçmiyor çünkü gelirse şaşırıp "Ayy hiç beklemiyordum!!!" demek istiyorlar, hem de olumlu şeyleri duyarak en az üç gün mutlu gezmek için. Geçmişten iki tane doğru şeyi bilince, gelecekle ilgili söylediği olumlu tek şeyde hemencecik inanmak hepimizin işine geliyor çünkü. 
Yerde kırmızı bir halı var, desesine bakıp "Ne bu heyecanım?" diye sorgulamaktan desenini ezberliyorsunuz. Gözünüz de sürekli kapıda, "Benim gibi kaç kişi daha var, neye benziyorlar?" diye bakıp duruyorsunuz. Manyaklığınıza ortak bulmak da işinize geliyor çünkü. Her kapı açılma sesi duyduğunuz an, "Sanırım bu sefer ben giriyorum." diyorsunuz ama bir bakıyorsunuz, onun çocuklarından birisi mutfağa koşarak gidiyor. Onlar bile yüzünüze bakmıyor doğru dürüst, "Aaa, bir yeni kişiyi daha şu gecekonduya soktuk ha!" diyorlar sanki. 
Yaklaşık 20 dakika sonra telefondaki sesin sahibini gördüm. Genç, hatta güzel bile sayılabilecek kadar da tatlı bir kadın. Kafamdaki falcı profiliyle alakası bile yok. Bir elinde kalemi, diğer elinde defteri var, açık bir sayfasını görebildiğim kadarıyla Arapça bir şeyler yazıyor, çarpma işlemi yapmış hep. Kafası kapalı, elinde Chester sigarası var, beni içeri çağırdı. 
Odada da karşılıklı iki tane üç kişilik kanepe, bir tane de  iki kişilik kanepe var. Vantilatörü duvara monte etmiş, yerde de üçlü prizi var. Iki kişilik kanepeye beni oturtuyor, ikimizin arasında bahsettiğim o Arapça yıldızname var. Onu görmek daha da geriyor.
Uzun uzun anlattığım sohbeti kitaba yazdım, ne zaman okursunuz bilemem. Adımı, yaşımı, anne adımı sordu, başladı döktürmeye. Diş hekimliği okuduğumu, blogu, hayallerimi, annemle babamın ayrılığını, hatta kabuslar gördüğümü bile bildi. Adana ile alakamın biteceğinden tut, daha bölümümü bilmeden kendi yerimi açacağımı bile söyledi. "çok çalışıyor, çok okuyor sen." diyip durdu, kadın üzüldü halime bildiğin... her çarpma işleminde yeni bir şey söyledi gelecekle ilgili, yaş bile verdi hatta. Sorular sormamı istedi, hayatta söylemem ama bi tanesini yazmak istiyorum, yazıyı bitirirken.
Yemin ederim, ne bi umut ederek ne de iyi bir şey duymayı düşünerek, o'nu sordum. Uğruna Tolga Tilbe olduğum insanı hani. O kadar gitmiş ki benden, aklıma en son geldi. Benimle konuşmadığını, attığı mesajı anlattım. "Önceden arkadaşın mıydı?" dedi, kaldım öyle, sahi önceden benim neyimdi yahu. "Konuşuyorduk işte, arkadaş gibiydi ama ben öyle değildim ki." dedim. Adını sordu, yaşını istedi. Anne adını sordu, bulamadım. O zaman fotoğrafı ya da sesi var mı, dedi, gösterdim. "Barışmak için gelecek, sakın barışma." dedi. Anlamadığımı söyledim, tekrar etti, "Barışma sakın." dedi. 
Hepimize iyi tatiller, biraz da sol tarafa doğru uzanalım, öptüm!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder