3 Mayıs 2017

Başıma gelenler, hep senin yüzünden!

Neredeyse yedi hafta olmuş eve çıkalı. Açıkçası, İstanbul, ilk yılımda sanırım bana pek iyi davranmadı. "Allahın Adanalısının ne işi var burda lan!" mı dedi ne yaptı bilmiyorum ama başıma gelmeyen kalmadı. Eğer en başından beri okuyorsan biliyorsundur, ben buraya ilk geldiğimde, eylülün başında, eve çıkmıştım. Çatı katıydı, arada bir kafamı duvarlara vuruyordum, alt katımda Suriyeliler ve Romanlar yaşıyordu ama çok sevimliydi bence. İnternetim yoktu diye bir kumarhaneye gidip her gün yedi bardak çay içiyordum, amcalar nargile içip küfrederken ben yazı yazmaya çalışıyordum. Bir de tabi bir Tolga Tilbe hikayesi, sanırım artık bahsetmeme gerek bile yok. İki acılı lahmacun yiyip klavye başına oturuyormuşçasına hüzün, keder, özlem, sıkıntı, dert; ne ararsan işte. "Vazgeçtiii direnişimm, seni sevmeyi ağır ödüyorummm." eşliğinde yemek yapma, ev temizleme. Sadece tv2'yi çeken televizyonumdan ola ola Kavak Yelleri bağımlısı oluşum, Efe'ye hissettiğim yakınlık. Bir yandan da her gün "Arkadaş buldun mu, yanına birini alıyorsun di mi?" diye soran annemlere de ev arkadaşı bulacağımı söyleyip kimseyi aramamıştım. Kafamdaki tek aday maalesef buzdolabına benzediği için uyuşamadık. Babam Acun olmadığı ve ben de daha fazla yük olmamak istediğim için yurda geçmiştim. Dayanabileceğim kadar dayandım, bak çok ciddiyim. Ben kolay kolay biriyle yaşayabilecek birisi değilim, hele ki kıçımın hemen dibinde olan biriyle. Ama en son, oda arkadaşlarımı geçtim, temizlik görevlisi, temizlik şefi ve en sonunda da yurt memuruyla bağıra çağıra kavga ettim. Yazdıklarımda abartma hiç yok, en son adama "Hadsiz! Terbiyesiz! Kimsin lan sen, göreceksin gününü hayırdır sen!" diye bağırıyordum. Hah, aynı gün, eşyalarımın tamamını toplayıp yurttan ayrıldım. Havalı bir şekilde çıkmayı çok isterdim ancak burnumda sümüğüm, elimde iki kırık valizim ve yanımda yine iki valizimi taşıyan bir başka arkadaşımla, yapabildiğim tek şey arkama bakmadan küfrederek çıkmak oldu. 
O günden beridir evde kalıyorum. Hayat burada da cilvesini gösterdi bu arada. Ev iki oda bir salon, iki oda da dolu tabi. Salonun girişini de artık ne düşünerek yaptılar bilmiyorum, kapısız yapmışlar. Ve bilin bakalım, kim salonda kalıyor... Rica ettim, çivi çakarak dünyanın en korkunç rengindeki çarşafı bir uçtan bir uca astık. Resmen estetik cinayet! Zaten sadece üst taraf kapandı, alt boş kaldı, giriş kapısı hemen dibimde bir de. Milletin misafiri geliyor mesela, allahımmm, o çarşafa bakmak için iki saniye duruyorlar, "Bu ne lan?" diyerek. Ben de o arada içime içime ağlıyorum çarşafımın rengine ve duruşuna bakıp. Eve bir arkadaşımı çağırmak istiyorum diyelim, çarşafımda bir surat beliriyor, "Heheheh, emin misin burayı göstermek istediğine?" diyor sanki. İki kocaman kanepe var odada, ben önce kanepede uyuyordum. Tabi iki metre adamı sığdırabilecek herhangi bir kanepe henüz üretilemediği için her sabah 90 yaşındaki Metin Amca gibi "Anammm anammm belimm, oyy kulunçlarımm!" diye bağırıyordum. Çatı katındaki evimden kalma yer yatağında uyuyorum bu yüzden, kanepelerde kıyafetlerim var. Serdim külotlarımı dört bir yana, ohhh, çarşafımı açan birisi manzarayı gördükten sonra psikolojik destek isteyebilir sanki. Ha bir de yazmayı unuttum. Ev arkadaşlarım iki tane ÇİFT! İkisi de sevgilisiyle kalıyor. Bir çift var kiii, anam anamm, içeride ne yapıyorlar ne ediyorlar, kim kimle, seslerden şak diye anlayıveriyorum. O işi biraz daha sessiz yapmaları gerekiyor bence. Hayır abi, kıskanıyorum bir de. İnsan en kötü gider ilişkide üçüncü kişi olur di mi, ben oldum mu sana beşinci kişi... Onların seslerini duydukça odadaki benim sarı çarşafımla konuşasım geliyor, "Eee, sana otantik ve erotik manzaralar sunamıyorum kardeşim, kusura bakma. Bende daha çok sanat vallahi!" Bunlar içeriden çığlıklar atıyorlar, ben Hamlet okuyorum. Bunlar işlerini halledip yorgunluk sigarası içiyorlar, ben Nazan Öncel dinleyip yazı yazıyorum. Bunlar ikinci postaya geçiyorlar, ben internetten Posta gazetesi okuyorum... Ben var mıyım yok muyummm, kimse takmıyor; kavga ediyorlar, bütün her şeyi duyuyorum çünkü çok affedersin kıçlarını yırtıyorlar. "Hoop abi, kız haklı şimdi." diyesim geliyor, sanki önümde oluyor olay. Ama yapacak bir şey yok, burası olmasaydı sokakta kalacaktım bildiğin. O yüzden bir iki ay daha dayanmam lazım, neticede kıskançlık faktörü de var, "Ben neden yalnızım lann!" dedirten. 
Geçen cuma, evde yine ben ve sarı çarşafım oturuyoruz. Bunlar da üç gün tatil diye, sevgililerini alıp tatile gittiler. Bu arada, cumartesi sabahın köründe Radyo Tv'den dört tane sınavım var, pazar günü olanlardan bahsetmek istemiyorum bile. Otuz iki üniteden sorumluyum bildiğin, "Özetlerden okur, öyle not çıkarırım." diye diye ben her şeyi cuma gününe bırakmışım. Hedefim, sabah üçte uyanıp yediye kadar ders çalışmak, sonra da ebesinin nikahından Göztepe'deki okula sınava gitmek. Saat gecenin on biri, bir anda efsane bir 'şak' sesiyle elektrik gitti. Hemen kapının yanına koştum, şalter atmış. "Ohh," dedim, "İndiririm ve elektrik gelir." Ben şalteri indiriyorum, apartmanın içinden cızırtılar geliyor. Altıma sıçacam korkudan, açtım kapıyı koştum aşağıya. Bir baktım ki ana şalter kablosu pert olmuş, alev çıkıyor üstünden. Hemen bütün şalterleri kapattım, alev söndü. Bu arada telefonumun şarjı yüzde 45 mi ne, bırak gece üçü, bir saat sonrasına bile dayanmaz. Gece üçte kalkıp ders çalışacaktım güya, evde lamba yanmıyor lan, mum hak getire zaten! Sandalyeye oturdum, perdeleri açıp güneşin doğmasını bekledim. Sıfır uyku ve bir kısmı yetişmeyen konularımla sınava gittim. 
Bilin bakalım kim sınava telefondaki screenshot'la girilemeyeceğini unuttu? Koskoca Göztepe'sin sen ya, sabah bir internet kafe açık olmaz mı, bir kırtasiye açık olmaz mı giriş belgesini çıkarabilmek için? Yok yok yok! Fotoğrafçılara soruyorum, adamlar "Bizde yazıcı yok." diyor. Okula girdim utana sıkıla, müdüre anlattım durumu. Adam aldı beni odasına götürdü belgeyi çıkarmak için. Ancak tabii ki ben yine bazı salaklıklar yaptım. 
Bir gün, ezberlemeyip kaydettiğim şifreleri bilmem gerekeceğini hissediyordum. O gün, cumartesi olmamalıydı! Açtı sayfayı adam, "Hadi bakalım yaz tc ile şifreni de çıkaralım belgeni." dedi. Haydaaa, lan ben ezberlemedim ki! Bir kere attım kıçımdan bir şifre, onu da kaydettim, bilmiyorum! Kısık bir sesle "Şeyy, ben şifremi bilmiyorum, kayıtlı diye hiç bakmadım." dedim. Adam bi durdu şöyle, o nefes alışverişini duyuyorum bu arada. "Ama telefonumda var giriş belgem, ekran fotoğrafı almıştım, aha bakın bakın." diyip duruyorum. "Yazıcıya bağlansana o zaman." dedi, tam bağlandım, sıçtığımın yazıcısının wifi kısmı bozukmuş! En sonunda, en yakın arkadaşımın bana attığı Whatsapp fotoğraflarını ve hafif erotizm içeren görüntülerimi unutup "Bilgisayara telefonumu bağlayalımm!" dedim. Bağladık. 
Kendimden en çok utandığım andı diyebilirim. Oyyyy, çarşaf gibi çıktı meydana galerim, neleeer nelerr! "Oğlum bunlar ne?" diyor adam, "Kusura bakmayın müdür bey, arkadaşım biraz orospu olmuş." mu diyeceğim adama?  Yandan da müdür yardımcısı "Kendisi hariç herkeslerin fotoğrafı var... Bu yeni nesil uçmuş vallahi." diyor, daha çok utanıyorum. En son aldım adamın elinden bilgisayarı, "Verin verin ben bulurum." dedim, çıkardık belgeyi. 
Sınav çıkışı, evde elektrik yok, telefonumu şarj edip internete bağlanmam lazım diye kalktım Starbucks'a gittim. Yemin ediyorum şu gariban kahveciyi kahve almak için kullandığım o kadar az gün var ki. Ya tuvalete gidiyorum, ya hava soğuksa ısınmaya. Prizin yanında bir koltuğa geçtim, bir film açtım, o kocaman koltukların birinde bir uyumuşummm, ağzımdan salyalar aka aka uyandım yemin ederim. 
Başına bunlar gelen ve diğer gün sınavı olan her geri zekalı öğrencinin yapacağı gibi, ben de "Cumartesi de hava ne güzelmiş, ne işim var evde yahu." diyerek arkadaşımı aradım. Önce onda kalacağımı söyledim, sonra da Kadıköy'e gelip benimle bu havanın keyfini çıkarması gerektiğini anlattım. Kalktık beraber senaryo konferansına gittik, oradan çıkıp yemek yedik ve tiyatroya gittik. Muhteşem geçti orası ayrı ama sabah dörtte eve geldik, ben yine iki saat sonra uyanıp sınava gittim... Eve geldikten sonra öğlen üçte bir uyumuşum, sabah üçte uyandım. Kimse bana ulaşamamış, davul çalsa bile uyanamadığım için hiçbir aramayı da duymamışım. Yemin ederim, hâlâ uykum var. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder