25 Haziran 2024

Ehliyet alacaktım, alabilirdim, alamadım...


Çocukluğumdan beri hiç araba sahibi olmadığımız için ne araba sürmeye merakım vardı ne de yeteneğim. Sanırım yer yönle alakalı olarak büyük problemlerim var. Birinin evine on kere gitmeden o evi öğrenemem, yol tarif edemem, edilen tariften hiçbir şey anlayamam, "sağa dön." derler sola döner giderim, hiçbir arkadaşım haritadan yola bakmam için beni öne oturtmaz çünkü asla tarif edemem... Bu liste böyle uzayıp gider. 
18'imden beri de ehliyet almayı erteledim. Çünkü kendimi tanıyorum. Hiç pratik yapmadığım, deli gibi korktuğum bi alan araba kullanmak. Neden bilmiyorum ama kaza yapmaktan çok korkuyorum. Kimin arabasına binsem hep o üstteki yerden tutunurum bütün yol boyunca nerede oturursam oturayım. Hızlı giden arkadaşımı uyarırım, kullanırken esneyen arkadaşım varsa yusuf yusuf olurum. Bana dünyanın en zor, en komplike işi gibi geliyor. Ayakların farklı pedallarda olacaaak, bütün aynaları aynı anda göreceksiiiin, ani fren yapabilmen lazııım, bi yandan yola bakacaksııın. Oooof! Yazarken bile fena oldum.
Tam 9 senelik bu müthiş ertelemem dayımın "Oğlum sen mal mısın? Neden ehliyet almıyorsun? Koca ailede bi sen kaldın bilmeyen. Alsana evladım." diyişiyle son buldu. Sonra da kuzenler arasında artık deyim haline gelen o cümle duyuldu tabii: "Tolga, Aslı Yenge bile aldıysa, kesin alırsın sen!" Aslı Yenge bile aldıysa... Bakın, unutmayın burayı. 
Geçen sene sanırım, bi anda bi haber çıktı ya "Sürücü kurslarına korkunç zam!" diye. Tanıdığım birinin de sürücü kursu var. "Bugün parayı gönderirsen eski fiyattan yardımcı olacağım." dedi, gönderdim ve kaydoldum. Hem de manuelden! Bakın, daha sağını solunu bilmeyen bir insan olarak o andaki oy çoğunluğu yüzünden pat diye "manuel" diyiverdim! Hayır sen kimsin! Sen kim-sin! Ne manueli! Neymiş, ilerde ya alacağım araba manuel olursaymış; ya acil bi durum olursa ve kullanmak zorunda olursaymışım; otomatikçiler sadece otomatik sürermiş ama bak manuelcilere, onlar hepsini sürebilirmiş; onun keyfi bambaşkaymış da bilmem ne! Anlayacağın, daha ilk anda sıçtım. 
Bir de, geleceği o kadar görmeyen bi insanmışım ki, "İş yerime kurs yeri yakın olsun." diye kaydolduğum klinikten istifa edip evime 90 dakika uzaktaki yere araba kullanmayı öğrenmeye gitmeye başlayacağım, bakar mısın şansa! 
Bendeki şansın seyircisi olmaya devam edelim. Kurs sahibi tanıdığım biri olduğu ve anladığım kadarıyla da bi tık kahpe ve unutkan olduğu için sen benim kaydımı unut. Ben de zaten böyle bi yere kursa gideceğimi beynimden silmişim bile, travma silmek gibi. Beni aylar aylar sonra pat diye aradılar. 
-Tolga Bey merhabalar. Sizi çok acil bu hafta sonu teorik sınava almamız gerekiyor.
-Neden acil?
-Bu hafta girmezseniz kaydınız silinecek çünkü. Ertunç Bey unutmuş sanırım, kusura bakmayın.
Dakika bir, gol bir! "Neyse yaa." dedim, teorik yani, geçeriz bi şekilde. Çünkü kimi duysam "Ay bi saat bakıp girdim, 88 aldım.", "Valla yolda giderken okudum bi kere, 92 aldım." diyordu. Bu arada, bunlar olurken ben ilk iş yerimden istifa etmişim, ikinci kliniğe başlamışım, ikincide de ara ara "Ben burdan da mı ayrılsam yaa?" perileri geliyor aklıma. Zaman o kadar geçmiş yani! 
Sınav akşam 6'daydı, birkaç saat önce de hastam yoktu. Oturdum internetten dört beş tane deneme çözdüm ellişer soruluk, "Tamam!" dedim, "Daha ne yaa! Çok bile çalıştım! Millet bi kere okuyormuş!"
Geçme notu 70'miş, zar zor 72 aldım! Otuz kere kontrol ettim sınavı, yemin ederim çok zorlandım ya! Kime puanımı söylesem bana götüyle güldü yaaa! Aşk olsun size!
Sonra ben yine bir ehliyet kursum olduğunu unuttum. Anladığım kadarıyla kurs sahibi arkadaşım da beni yine unutmuş. O arada ben ikinci klinikten de kriz geçirip istifa ettim, uzmanlık sınavına hazırlanmak için eve kapandım, hatta sınava üç buçuk ay falan var. Pat diye bi telefon. 
-Tolga Bey merhabalar. Sizin bu hafta bütün derslerinizi yapmanız gerekiyor, haftaya pratik sınavınız var.
-Erteleyemez miyiz ya? Benim sınavım var, merkez çok uzak, gel git yaparsam çok zaman kaybederim.
-Maalesef, haftaya olan sınava kesin girmeniz gerekiyor. Kusura bakmayın. 
Bence bu yazının da ana fikri, tanıdıkla iş yapmamak! Neyse, whatsapp'tan programımı gönderdiler. Bildiğin hemen başlıyorum. Hemen de bitiyor dersler. Ulan ben daha bırak direksiyona elimin değmesini, gazdan frenden başka üçüncü bi pedal olduğunu bile öğreneli birkaç ay olmuş, bu kadar az ders mi verilir! Yine kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum, "Hallederiiim." diyorum, Aslı Yenge bile halletti sonuçta. Kadın şimdi Adana'da arabasız tuvalete bile gitmiyormuş! 
İlk dersimde, arabayı o kadar çok stop ettirdim ki, hocanın yanımda kriz geçirişini an be an izledim! Bu arada Ertunç bana yapabileceği tek iyiliği yapmış bu süreç boyunca, hoca kursun en iyi hocasıymış. Kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum ben de. Bir de bana ders hediye etmiş yediği bok yüzünden. Önce benim mal olduğumu düşündüğü için bence, bana karşı biraz soğuktu ama sonra çok alıştık, beni duraktan almaya başladı. Ben de ona her sabah simit alıyordum. 
Buraya derslerde neler olduğunu yazıp kendimi rezil etmek istemiyorum. Kavşaktan dönerken kavşağın üzerine mi çıkmadım, az kalsın bi kazaya sebep mi olmayacaktım, adam yanımda "Hız yapma!" dediği halde düz yolda gaza mı basmadım, fren diye gaza basıp adamı krize mi sokmadım... Son derste hâlâ yolu öğrenememiş, hocaya soruyordum "Buradan mı dönüyordum yaaa?" diye. Adam muhtemelen benim diş hekimi olduğuma inanmadı içinden, "Bu, üniversite sınavını hangi beyinle kazandı acaba?" diye içinden geçirdiğine eminim. Ama bi şekilde o 10 gün bitti arkadaşlar. Ve sınav günüm geldi.
Hayatımda hiçbir sınavımda bacağım titrememiştir, sınav başladığında titremesi dursun diye içimden nefes egzersizleri yapmaya başladım! Lan bu ne, nasıl bi ortam bu, arabada 4 kişi var ve herkesin canı bana mı emanet! Üstelik deli gibi trafik var, deli gibi araba var! Benim derslerimde yol bomboştu. Tanrıııımmm!
Kemerimi taktım, aynalarımı ayarladım, el frenini hallettim. Araba gitmiyor! Ayağımı çekiyorum, başka bi şeyler yapıyorum, yok yok yok! Komisyon döndü bana, "Tolga Bey, bi şeyi unutmadık mı?" dedi. Ayyyy, vitesi 1'e almamışım, öylece boşta kalmış! Yapmam gereken üç tane falan şey vardı, birini unutmuşum. "Hehehe, yaaa, heyecan sanırım!" diyorum ama arkada hocam oturuyor, suratını görmeniz lazım. 
Bi yandan da beni konuşturmaya çalışıyorlar. Susun bi ya, zaten heyecandan öleceğim şimdi. Ben de yiğitliğe bok sürdürmüyorum güya ama rezalet gidiyor her şey! "Hekimim." ayağı yapıyorum ki bana acısınlar da geçirsinler diye. 
Karşıma yine bi kavşak çıktı. Yemin ederim, gözüme perde indi sanki. Yolu, adımı, soy adımı bile unuttum! Dönüp komisyondaki adama dedim ki "Paaardoonn, burdan mı dönüyodukkk?" E be salak Tolga, dön işte, ne soruyorsun! "Tolga Bey, adayın yolu bilmemesi kırmızı hata, biliyorsunuz di mi?" dedi. "Ayy heyecandan unutuverdim." dedim, hocanın arkada nefes alışverişi bile değişti kıyamam ya. Döndüm o kavşağı. 
L park için sıraya girdik. Hocanın bana yüz kere mantığını anlatmak için çıldırdığı ama ısrarla benim anlayamadığım, full ezber gittiğim o alan! İşte "Omzuma şu yeşil boya denk gelince tam kırıyorum, burun ucuma şurası denk gelince terse, azıcık arkaya, bilmem ne!" İçimden tekrar ede ede parkı cillop gibi yaptım! Derslerde mutlaka bi falsom oluyordu, sorunsuz bitti! Hoca ve komisyon bindi arabaya.
-Hocaammmm, nasıldım ama! Derste çok kötüydüm ama şimdi fıstık gibi oldu!
-Aaaa, Tolgacım olur mu hiç kötü falan? Sen derste de çok iyiydin ya! 
Adam dişlerini sıka sıka bana resmen "Sus!" dedi, hemen sustum. 
Park alanından çıktık, yolda gidiyoruz. Yine bi sürü araba, arabanın içinde adayların suratlarını görüyorum, biri kaldırımda ağlıyor! Yine fena strese girdim manzaralara baktıkça! İçimden "Ben ne olacağım yaa?" diye geçirirken yanımda oturan adam bi anda "DUR!" dedi. Oranın 'Ani durma alanı' olduğunu ve benim ani fren yapma yeteneğimi ölçtüğünü adama dönüp "Bi dakika, şu an müsait değilim, az sonra durucam!" dedikten sonra anladım maalesef! Bi iki dakika sonra durdum ve komisyon kriz geçirmeye başladı.
-BURASI ANİ DURMA ALANI! NASIL DURMAZSINIZ!
-Ya unuttum ne yapayım, pardonnnn. 
Hoca da arkadan lafa girdi:
-Derste de çok çalıştık aslında burda. 
O anda mal kızın biri, bi arabanın camından çıkmış, güya video çekiyor. Bizim önümüzden geçti bizi kameraya çeke çeke.
-BU KIZ KİM! SİZİN ARKADAŞINIZ MI? NEDEN BİZİ VİDEOYA ÇEKİYOR!
-Tanımıyorum yaa, ne biliyim kim. Benim arkadaşım durağın orda bekliyor beni. 
Ayyyy, adam bildiğiniz kriz geçirdi arkadaşlar. Komisyondaki diğer adam sakinleştirdi ortalığı. Onun da oğlu diş hekimiymiş, yakın hissetti bana karşı bence. "Neyse, devam edelim, az kaldı." dedi. 
İçimden diyorum ki, "Yine adını altın harflerle bi yere kazımayı başardın, senin ben ağzına sıçayım Tolga!" Kesin kaldım yani! Hocanın suratına bakıyorum, 10 gündür verdiğimiz emeklere ağlıyor bence, yediği simitlere, aldığı kilolara üzülüyor. 
Sıra, paralel parka geldi. Asla anlayamadığım, dünyanın en zor parkı! Komisyon "Sağa doğru geçelim, orada duralım." dedi. Sağa doğru geçerken dubaları öyle güzel ezdim, tekerleğimin altına aldım ki... Komisyon zafer kazanmış bi edayla "EHHH YETER!" diyip el frenini çekti. "Arkaya geçelim Tolga Bey." 
Ve o sahne yaşandı maalesef. Ben ve hocam arkada beraber oturuyoruz, önde komisyondakiler; beni durağa bıraktılar eve kolay gitmem için. 
Sonra o günün akşamı kurstan tekrar aradılar. "Haftaya sınava girmek zorundasınız, bi ders daha alıp. Üç hakkınız kaldı." dediler. "Canım" dedim, "Ben almiyim. Ben bi dersle hiçbir şey öğrenemem, anladığım kadarıyla sınav da ertelenmiyor, siz benim kaydımı silin en iyisi."
Ay kaydım silinince bana geldi mi bi rahatlama. O ne stres öyle yaaaaa!
Aslı Yenge bile halletmişti, bana niye böyle oldu yaaa! 

23 Haziran 2024

İki günde biten efsane garsonluk kariyerim!

 Parasızlıktan kafayı kırmak üzere olduğum şu günlerde çok yakın bi arkadaşım aracılığıyla Beyoğlu'nda bir pub'ta garsonluğa başladım. Kariyerim tam olarak 2 gün sürdü! 2. günde ben arazi! Anlatayım.
Sınav açıklandı, tercihlerimi yaptım, İstanbul'dan taşınıyorum, orası kesinleşti. Şaşırtıcı bi şekilde mutsuz, huzursuz değilim; iyi bi maaşla insana yakışan saatlerde çalışmaya başlayacağım, bunun mutluluğundan sarhoş gibi geziyorum etrafta. "İstanbul'a cebimde paramla cumadan gelir, pazar dönerim, keyfime bakarım." diyorum. Birkaç sene yokum, kabullendim. 
Sınav biteli 4 ay oldu. 1 ayında Adana'da fellik fellik gezdim. Döndüğümden beridir de çok affedersiniz ama göt büyütüyorum! Ne sınavmış yahu, dinlen dinlen bitmedi. Bu süreçte annemden aldığım borçlarla hayatta kalmaya çalışıyorum. Annemin sinir krizleri eşliğinde. "Bi kliniğe gir, idareten git gel yaparsın." dedi, "Ben atanıyorooommm farkında mısınnn? Temmuz ayı gelince ne diycemmm, ben gidiyorommm mu???" gibi aptalca bir cevap verdim ve gitmedim. Hastalar yarım kalsın da istemedim ama girseymişim süper olurmuş gerçekten. Çok kötü durumdayım, öğrenciyken bile bu kadar parasız kalmadım. 
Bir de başıma aşırı geri zekalıca bi şey geldi. Malum, ben çok kilo aldım. Hatta kiloyu ben almadım, kilo beni pençelerine aldı, yoğurdu, buruşturup attı. Eski pantolonlarıma giremiyorum. (İlk işim, taşındığım şehirde spor salonuna ve pt'ye başlamak olacak. Hemen!) Şu üç ayda gideceğim düğün nişan sayısı dokuz falan. Kesinlikle yeni takım almam gerekiyor, düğmesi kapanmıyor değil, birbirlerine yaklaşamıyorlar bile, o derece şiştim. İnternette tasarımına bayıldığım bi takım gördüm, fiyatını siktir edin şimdi. Anneme de nerdeyse 3k az söyledim fiyatını. "Al, yapacak bi şey yok." dedi. Hedefim takıma milyon tane taksit yaptırıp yükümü hafifletmek. Kendi sitesinde ödeme aşamasında istediğim taksit sayısına tıkladığımda fiyat tam olarak iki katına çıkıyordu, yani benim planlar nanay oluyor yani, bildiğin kazıklanıyorum. Anneme de bunu aynen böyle söyledim, "Sen al, bankadan böleriz." dedi. Buna güvenip tek çekim aldım ve sonuç, bankadan bölünmüyormuş! "Ne yapacağım ne edeceğim bu ay?" diye kara kara düşümeye başladım. Borcum, aylardır işsiz bi adama göre aşırı fazla ve beş kuruşum yok. 
Sonra, o kurtarıcı diye düşündüğüm telefon konuşması yapıldı. Arkadaşım, kendisinin geceleri garsonluk yaptığı yerde eleman eksilince ve aklına benim sefil hayatımı getirince beni söylemiş "Tolga gelir!" diye. Sabah 10'dan akşam 8'e birisi lazımmış. Mekan, sabah 10'la sabah 4 arası açık, utanmasalar 24 saat açacaklar! Bu arada, 10 saat için verecekleri parayı söylüyorum. 700 tl! Saati 70 liraya çalışacağım yani! 70 liraya çiğ köfte bile alamıyorsun bildiğim kadarıyla! Ama dedim "Tamam, mecbursun, sus ve çalış!"
Bu kadar az veriyorlarsa herhalde bomboştur, diye düşündüm, pub'ın Nevizade'nin ortasında olduğunu unutup! Madde madde anlatacağım olanları, hayatımın en bomba iki gününü geçirdim. 
-Açılışı beraber yapacağımız abla Bulgar'mış. İnanılmaz bi şivesi vardı konuşurken, durup durup gülüyordum. Kadın yıllardır barla ilgili yapılabilecek her şeyi yapmış, bi de Beşiktaş'ta apart sahibiymiş. Istanbul'a git gel yapacağımı duyunca "Gelir bende kalırsın." dedi, günlüğünü daha ucuza verirmiş bana sağ olsun! 
-Yapılacakları anlattı. Önce elime bi süpürge ve çöp torbaları verdi. 3 katı süpürdüm, sildim, tuvalet temizledim, çöplerini değiştirdim. Kendisi de o arada masaların bi kısmını dizdi, barı halletti. Sıcaktan az kalsın buharlaşıyordum. Garson üst başlığı adı altında her işi yapmaya başladım. Bi de bana ne diyor, "Canım hemencecik yoruldun, bak masaları bile sana dizdirmedim ki!" 
-Saat daha 11, gelip happy hour'da bira içecek ne yaşamış olabilirsiniz sayın Beyoğlu sakinleri! Üstelik bir değil, iki değil, beş tane! 
-Öyle garip tipler gelip gitti ki. Bi tanesinin kafası bi dünyaydı, yürürken kafasını tutup yalpalıyor. Abla hiçbir işimiz olmamasına rağmen. "Temizlik var şu an, alamayız sizi." dedi, gönderdi. Tipini beğenmediğini almıyormuş, bana da dedi ki "Baktın arıza bi tipi var, sen de alma içeri, ne uğraşalım ya bize ne!"
-Bi anda "Senin boyun uzun, şunları asar mısın?" dedi. Dediği şey 20 metrelik Efes bayrağı, ebem kaydı resmen asarken tepelere. Sonra da "Canım şunları taşıyalım." dedi, fıçı biranın fıçısı. hala belim ağrıyor. (Şimdi okurken ne kuru götlüsün falan deme yaaa demee! Çoooook ağırdı!)
Gelelim bazı gerçeklere:
-Gelen tüm müşterilere "Ev yapımı limonatamız var, ister misiniz?" dedirtti bana. Ama barın orda gizli gizli Uludağ limonata doldurup içine nane attı. Herkese afiyet olsun!
-Buzları bardaklara eliyle koyuyor, kürek falan yoktu.
-Off en kötüsü bu! Bütün ketçap mayonezler Heinz görünümlü Burcu ketçap mayonez. Mutfaktan koca koca kutularda almışlar, hepsinin içini ben doldurdum sözde Heinz'ların! 
-Ahhh o bez! Masaları sildiğim o bez! Ellerimi beş gün çamaşır suyuna batırmak istiyorum! 
-Fıçı biralara su falan koymuyorlar arkadaşlar, içiniz rahat olsun. Günlük fıçılar değişiyor, bundan sonra şişe değil hep fıçı içmeyi düşünüyorum. 
-Bütün yabancılar birayı köpüklü rica ettiler. Bi Türkler "Aman ha köpüksüz olsun!" diyor biradan eksileceğini düşündükleri için. Canım milletim.
-Karşıma hiç kötü bi müşteri çıkmadı. İnanılmaz bahşiş topladım, bi turist bana bahşiş olarak 10 yuro verdi! Ama kalleşlik yapmadım, hepsini tip box'a koydum. Bu sektörde de insanlarla iyi anlaştım. 
-Kokteyl yaparken alkolü az koymaya falan çalışmıyordu ama bazılarını yapmayı bilmiyordu bence. Çok garip bi süsleme anlayışı vardı, masmavi boyalı bi şey döktü bardağın etrafına, müşteri koluna kadar mavi oldu, tuvalete koştu. Ben arkada gülme krizine girdim. 
-Abla öyle tatlıydı ki, o olmasa saatler geçmezdi. Müşteri bi bira istiyor mesela, "Ama Meksika usulü olsun." diyor. Ablaya aynen iletiyorum. "Bok içsin, salağa bak!" diyip hazırlıyor. "Black Russian istiyor şu kadın." diyorum, "Ay götüme bak, o nerden biliyor bunu! Bana da insan gibi birasını içip kalkan adam denk gelmez ki!" diyor. Ben yarılıyorum ama görmeniz lazım. 
-Abla yemek yiyişimi görünce şok oldu. "Canım yaaa, ne güzel iştahlısın, boy da maşallah deve gibi ama o yüzden sanırım!" diyip durdu. 
Gün bitti, patronlardan biri geldi. Benim ebem kaymış ama, öyle çok yoruldum ki anlatamam. Patron yanına çağırdı beni. 
"Tolgacım, sevmişler baya seni. Ben diyorum ki sen temmuz başına kadar gel. Ablana da yardım edersin, tek başına açılış zor oluyor."
"Abi, 700 tl veriyorsunuz, farkında mısınız? Saati 70 tl yani! Ya ücreti biraz artırın ya saati azaltın. Ben çok yoruldum ve hak ettiğim para bu değil kesinlikle, kimsenin değil hatta."
(Bu arada diş hekimi olduğumu biliyorlar diye inanılmaz bi saygı duyuyorlar, ordan aldığım gazla bülbül gibi şakıdım vallaha.)
"Haklısın ama 600'dü, zar zor 700 yaptı büyük patron."
Oradan abla araya girdi.
"Tolga yarın gelmeyecekse bile bana onun gibi birini bul lütfen, tek başıma açamam, altından kalkamam buranın ben."
"Tolgacım, yarın da gelebilir misin rica etsek? Ablan tek kalmasın, erken çıkarsın, sonraki günler zaten benim kardeşim gelecek sabahtan yardıma."
Ablayı sevdiğim için ve tabii ki parasızlıktan öldüğüm için "Tamam." dedim. Bi gün daha dayanırım. 
Ertesi gün, yine ablayla açılışı yaptık, garsonluk adı altında üç kat yer ve tuvalet temizledim. Şansıma o gün öğleden sonra 4'te maç varmış, bi anda pub dolup taşmaya başladı, televizyonlar açılıyor, her yer erkek kaynıyor, dakika başı bira istiyorlar! Nerdeyse bütün masalar dolu! O anda büyük patron geldi. 
Adam Taksim'in ve Kadıköy'ün mekanlarının çoğunun ortağıymış. Oturdu bi masaya. Abla bi şeyler hazırlamış onu verdi, "Al patrona götür." dedi, götürdüm verdim. Bu arada yorgunluktan ölünse tam anlamıyla o an ölebilirdim. O anda bi müşteri hapşırdı. Bana dönüp "Müşteriye peçete getir." dedi. "Misin?" yok ama. Tamam, dedim, götürdüm. "Bana da bi soda getir." dedi. Onu da verdim. Ama içten içe kurulmaya başladım bile. Emir kipinden hiç hoşlanmıyorum, hayatımda kimseye böyle konuşmadım, konuşmam. Klinikte hayatımın en zorlu işini yaparken bile asistanımdan bi şeyi rica ederek isterim. 
Neyse, az dinleneyim diye düşünüp bi sandalyeyi çektim, oturdum hazır ortalık durulmuş herkes maça odaklanmışken. Telefonumu aldım elime, anneme ve arkadaşlarıma "Kariyerimin sonu geldi bile, benden bu kadar." falan yazıyorum, patronu anlatıyorum. O anda abla geldi yanıma, "Canım ayakta dur istersen, patron bakıp duruyor sen oturup telefonuna bakıyorsun diye." dedi. "Abla," dedim "Sana yardıma o kız gelsin, ben az sonra vınnnnn! Ben gelemem böyle şeye!" Kalktım, deve gibi boyumla ayakta dikilmeye başladım.
Bir saat sonra yardım edecek kız geldi, paramı alıp ordan bi kaçışım var, dillere destan olmuştur bence. Abla sarılırken diyor ki "Ben kimseye bu kadar ısınmamıştım ama sen de haklısın, çok zordu di mi? N'olur bi daha gel!" Bi de çıkarken bana Redbull verdi, "Al, yolda içersin ferah ferah, çık hadi!" dedi. Ve çıktım gittim. 
Yazının ana fikirlerine gelirsek. Benim için garsonlar bu dünyanın çilesini çeken canım insanlardır; onları kıran, üzen, üslubu düzgün konuşmayan karşısında beni bulur! Patronların çoğu biraz kötüdür ama bazıları daha kötüdür! Ben diş hekimi olmasam (ayyy hatta uzman diş hekimi olmasam, çok havalı oldu) mecburen her şeye susup işimi yapmak zorunda olacaktım biliyorum bilmez miyim. O azıcık para, emir kipli cümleler, garsonluk diye girip her şeyi yapmak... Bu düzenin değişmesi lazım! 
Var yaaa hâlâ belim ağrıyor yaaa, ne fıçıymış kardeşim!