23 Haziran 2024

İki günde biten efsane garsonluk kariyerim!

 Parasızlıktan kafayı kırmak üzere olduğum şu günlerde çok yakın bi arkadaşım aracılığıyla Beyoğlu'nda bir pub'ta garsonluğa başladım. Kariyerim tam olarak 2 gün sürdü! 2. günde ben arazi! Anlatayım.
Sınav açıklandı, tercihlerimi yaptım, İstanbul'dan taşınıyorum, orası kesinleşti. Şaşırtıcı bi şekilde mutsuz, huzursuz değilim; iyi bi maaşla insana yakışan saatlerde çalışmaya başlayacağım, bunun mutluluğundan sarhoş gibi geziyorum etrafta. "İstanbul'a cebimde paramla cumadan gelir, pazar dönerim, keyfime bakarım." diyorum. Birkaç sene yokum, kabullendim. 
Sınav biteli 4 ay oldu. 1 ayında Adana'da fellik fellik gezdim. Döndüğümden beridir de çok affedersiniz ama göt büyütüyorum! Ne sınavmış yahu, dinlen dinlen bitmedi. Bu süreçte annemden aldığım borçlarla hayatta kalmaya çalışıyorum. Annemin sinir krizleri eşliğinde. "Bi kliniğe gir, idareten git gel yaparsın." dedi, "Ben atanıyorooommm farkında mısınnn? Temmuz ayı gelince ne diycemmm, ben gidiyorommm mu???" gibi aptalca bir cevap verdim ve gitmedim. Hastalar yarım kalsın da istemedim ama girseymişim süper olurmuş gerçekten. Çok kötü durumdayım, öğrenciyken bile bu kadar parasız kalmadım. 
Bir de başıma aşırı geri zekalıca bi şey geldi. Malum, ben çok kilo aldım. Hatta kiloyu ben almadım, kilo beni pençelerine aldı, yoğurdu, buruşturup attı. Eski pantolonlarıma giremiyorum. (İlk işim, taşındığım şehirde spor salonuna ve pt'ye başlamak olacak. Hemen!) Şu üç ayda gideceğim düğün nişan sayısı dokuz falan. Kesinlikle yeni takım almam gerekiyor, düğmesi kapanmıyor değil, birbirlerine yaklaşamıyorlar bile, o derece şiştim. İnternette tasarımına bayıldığım bi takım gördüm, fiyatını siktir edin şimdi. Anneme de nerdeyse 3k az söyledim fiyatını. "Al, yapacak bi şey yok." dedi. Hedefim takıma milyon tane taksit yaptırıp yükümü hafifletmek. Kendi sitesinde ödeme aşamasında istediğim taksit sayısına tıkladığımda fiyat tam olarak iki katına çıkıyordu, yani benim planlar nanay oluyor yani, bildiğin kazıklanıyorum. Anneme de bunu aynen böyle söyledim, "Sen al, bankadan böleriz." dedi. Buna güvenip tek çekim aldım ve sonuç, bankadan bölünmüyormuş! "Ne yapacağım ne edeceğim bu ay?" diye kara kara düşümeye başladım. Borcum, aylardır işsiz bi adama göre aşırı fazla ve beş kuruşum yok. 
Sonra, o kurtarıcı diye düşündüğüm telefon konuşması yapıldı. Arkadaşım, kendisinin geceleri garsonluk yaptığı yerde eleman eksilince ve aklına benim sefil hayatımı getirince beni söylemiş "Tolga gelir!" diye. Sabah 10'dan akşam 8'e birisi lazımmış. Mekan, sabah 10'la sabah 4 arası açık, utanmasalar 24 saat açacaklar! Bu arada, 10 saat için verecekleri parayı söylüyorum. 700 tl! Saati 70 liraya çalışacağım yani! 70 liraya çiğ köfte bile alamıyorsun bildiğim kadarıyla! Ama dedim "Tamam, mecbursun, sus ve çalış!"
Bu kadar az veriyorlarsa herhalde bomboştur, diye düşündüm, pub'ın Nevizade'nin ortasında olduğunu unutup! Madde madde anlatacağım olanları, hayatımın en bomba iki gününü geçirdim. 
-Açılışı beraber yapacağımız abla Bulgar'mış. İnanılmaz bi şivesi vardı konuşurken, durup durup gülüyordum. Kadın yıllardır barla ilgili yapılabilecek her şeyi yapmış, bi de Beşiktaş'ta apart sahibiymiş. Istanbul'a git gel yapacağımı duyunca "Gelir bende kalırsın." dedi, günlüğünü daha ucuza verirmiş bana sağ olsun! 
-Yapılacakları anlattı. Önce elime bi süpürge ve çöp torbaları verdi. 3 katı süpürdüm, sildim, tuvalet temizledim, çöplerini değiştirdim. Kendisi de o arada masaların bi kısmını dizdi, barı halletti. Sıcaktan az kalsın buharlaşıyordum. Garson üst başlığı adı altında her işi yapmaya başladım. Bi de bana ne diyor, "Canım hemencecik yoruldun, bak masaları bile sana dizdirmedim ki!" 
-Saat daha 11, gelip happy hour'da bira içecek ne yaşamış olabilirsiniz sayın Beyoğlu sakinleri! Üstelik bir değil, iki değil, beş tane! 
-Öyle garip tipler gelip gitti ki. Bi tanesinin kafası bi dünyaydı, yürürken kafasını tutup yalpalıyor. Abla hiçbir işimiz olmamasına rağmen. "Temizlik var şu an, alamayız sizi." dedi, gönderdi. Tipini beğenmediğini almıyormuş, bana da dedi ki "Baktın arıza bi tipi var, sen de alma içeri, ne uğraşalım ya bize ne!"
-Bi anda "Senin boyun uzun, şunları asar mısın?" dedi. Dediği şey 20 metrelik Efes bayrağı, ebem kaydı resmen asarken tepelere. Sonra da "Canım şunları taşıyalım." dedi, fıçı biranın fıçısı. hala belim ağrıyor. (Şimdi okurken ne kuru götlüsün falan deme yaaa demee! Çoooook ağırdı!)
Gelelim bazı gerçeklere:
-Gelen tüm müşterilere "Ev yapımı limonatamız var, ister misiniz?" dedirtti bana. Ama barın orda gizli gizli Uludağ limonata doldurup içine nane attı. Herkese afiyet olsun!
-Buzları bardaklara eliyle koyuyor, kürek falan yoktu.
-Off en kötüsü bu! Bütün ketçap mayonezler Heinz görünümlü Burcu ketçap mayonez. Mutfaktan koca koca kutularda almışlar, hepsinin içini ben doldurdum sözde Heinz'ların! 
-Ahhh o bez! Masaları sildiğim o bez! Ellerimi beş gün çamaşır suyuna batırmak istiyorum! 
-Fıçı biralara su falan koymuyorlar arkadaşlar, içiniz rahat olsun. Günlük fıçılar değişiyor, bundan sonra şişe değil hep fıçı içmeyi düşünüyorum. 
-Bütün yabancılar birayı köpüklü rica ettiler. Bi Türkler "Aman ha köpüksüz olsun!" diyor biradan eksileceğini düşündükleri için. Canım milletim.
-Karşıma hiç kötü bi müşteri çıkmadı. İnanılmaz bahşiş topladım, bi turist bana bahşiş olarak 10 yuro verdi! Ama kalleşlik yapmadım, hepsini tip box'a koydum. Bu sektörde de insanlarla iyi anlaştım. 
-Kokteyl yaparken alkolü az koymaya falan çalışmıyordu ama bazılarını yapmayı bilmiyordu bence. Çok garip bi süsleme anlayışı vardı, masmavi boyalı bi şey döktü bardağın etrafına, müşteri koluna kadar mavi oldu, tuvalete koştu. Ben arkada gülme krizine girdim. 
-Abla öyle tatlıydı ki, o olmasa saatler geçmezdi. Müşteri bi bira istiyor mesela, "Ama Meksika usulü olsun." diyor. Ablaya aynen iletiyorum. "Bok içsin, salağa bak!" diyip hazırlıyor. "Black Russian istiyor şu kadın." diyorum, "Ay götüme bak, o nerden biliyor bunu! Bana da insan gibi birasını içip kalkan adam denk gelmez ki!" diyor. Ben yarılıyorum ama görmeniz lazım. 
-Abla yemek yiyişimi görünce şok oldu. "Canım yaaa, ne güzel iştahlısın, boy da maşallah deve gibi ama o yüzden sanırım!" diyip durdu. 
Gün bitti, patronlardan biri geldi. Benim ebem kaymış ama, öyle çok yoruldum ki anlatamam. Patron yanına çağırdı beni. 
"Tolgacım, sevmişler baya seni. Ben diyorum ki sen temmuz başına kadar gel. Ablana da yardım edersin, tek başına açılış zor oluyor."
"Abi, 700 tl veriyorsunuz, farkında mısınız? Saati 70 tl yani! Ya ücreti biraz artırın ya saati azaltın. Ben çok yoruldum ve hak ettiğim para bu değil kesinlikle, kimsenin değil hatta."
(Bu arada diş hekimi olduğumu biliyorlar diye inanılmaz bi saygı duyuyorlar, ordan aldığım gazla bülbül gibi şakıdım vallaha.)
"Haklısın ama 600'dü, zar zor 700 yaptı büyük patron."
Oradan abla araya girdi.
"Tolga yarın gelmeyecekse bile bana onun gibi birini bul lütfen, tek başıma açamam, altından kalkamam buranın ben."
"Tolgacım, yarın da gelebilir misin rica etsek? Ablan tek kalmasın, erken çıkarsın, sonraki günler zaten benim kardeşim gelecek sabahtan yardıma."
Ablayı sevdiğim için ve tabii ki parasızlıktan öldüğüm için "Tamam." dedim. Bi gün daha dayanırım. 
Ertesi gün, yine ablayla açılışı yaptık, garsonluk adı altında üç kat yer ve tuvalet temizledim. Şansıma o gün öğleden sonra 4'te maç varmış, bi anda pub dolup taşmaya başladı, televizyonlar açılıyor, her yer erkek kaynıyor, dakika başı bira istiyorlar! Nerdeyse bütün masalar dolu! O anda büyük patron geldi. 
Adam Taksim'in ve Kadıköy'ün mekanlarının çoğunun ortağıymış. Oturdu bi masaya. Abla bi şeyler hazırlamış onu verdi, "Al patrona götür." dedi, götürdüm verdim. Bu arada yorgunluktan ölünse tam anlamıyla o an ölebilirdim. O anda bi müşteri hapşırdı. Bana dönüp "Müşteriye peçete getir." dedi. "Misin?" yok ama. Tamam, dedim, götürdüm. "Bana da bi soda getir." dedi. Onu da verdim. Ama içten içe kurulmaya başladım bile. Emir kipinden hiç hoşlanmıyorum, hayatımda kimseye böyle konuşmadım, konuşmam. Klinikte hayatımın en zorlu işini yaparken bile asistanımdan bi şeyi rica ederek isterim. 
Neyse, az dinleneyim diye düşünüp bi sandalyeyi çektim, oturdum hazır ortalık durulmuş herkes maça odaklanmışken. Telefonumu aldım elime, anneme ve arkadaşlarıma "Kariyerimin sonu geldi bile, benden bu kadar." falan yazıyorum, patronu anlatıyorum. O anda abla geldi yanıma, "Canım ayakta dur istersen, patron bakıp duruyor sen oturup telefonuna bakıyorsun diye." dedi. "Abla," dedim "Sana yardıma o kız gelsin, ben az sonra vınnnnn! Ben gelemem böyle şeye!" Kalktım, deve gibi boyumla ayakta dikilmeye başladım.
Bir saat sonra yardım edecek kız geldi, paramı alıp ordan bi kaçışım var, dillere destan olmuştur bence. Abla sarılırken diyor ki "Ben kimseye bu kadar ısınmamıştım ama sen de haklısın, çok zordu di mi? N'olur bi daha gel!" Bi de çıkarken bana Redbull verdi, "Al, yolda içersin ferah ferah, çık hadi!" dedi. Ve çıktım gittim. 
Yazının ana fikirlerine gelirsek. Benim için garsonlar bu dünyanın çilesini çeken canım insanlardır; onları kıran, üzen, üslubu düzgün konuşmayan karşısında beni bulur! Patronların çoğu biraz kötüdür ama bazıları daha kötüdür! Ben diş hekimi olmasam (ayyy hatta uzman diş hekimi olmasam, çok havalı oldu) mecburen her şeye susup işimi yapmak zorunda olacaktım biliyorum bilmez miyim. O azıcık para, emir kipli cümleler, garsonluk diye girip her şeyi yapmak... Bu düzenin değişmesi lazım! 
Var yaaa hâlâ belim ağrıyor yaaa, ne fıçıymış kardeşim! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder