25 Haziran 2024

Ehliyet alacaktım, alabilirdim, alamadım...


Çocukluğumdan beri hiç araba sahibi olmadığımız için ne araba sürmeye merakım vardı ne de yeteneğim. Sanırım yer yönle alakalı olarak büyük problemlerim var. Birinin evine on kere gitmeden o evi öğrenemem, yol tarif edemem, edilen tariften hiçbir şey anlayamam, "sağa dön." derler sola döner giderim, hiçbir arkadaşım haritadan yola bakmam için beni öne oturtmaz çünkü asla tarif edemem... Bu liste böyle uzayıp gider. 
18'imden beri de ehliyet almayı erteledim. Çünkü kendimi tanıyorum. Hiç pratik yapmadığım, deli gibi korktuğum bi alan araba kullanmak. Neden bilmiyorum ama kaza yapmaktan çok korkuyorum. Kimin arabasına binsem hep o üstteki yerden tutunurum bütün yol boyunca nerede oturursam oturayım. Hızlı giden arkadaşımı uyarırım, kullanırken esneyen arkadaşım varsa yusuf yusuf olurum. Bana dünyanın en zor, en komplike işi gibi geliyor. Ayakların farklı pedallarda olacaaak, bütün aynaları aynı anda göreceksiiiin, ani fren yapabilmen lazııım, bi yandan yola bakacaksııın. Oooof! Yazarken bile fena oldum.
Tam 9 senelik bu müthiş ertelemem dayımın "Oğlum sen mal mısın? Neden ehliyet almıyorsun? Koca ailede bi sen kaldın bilmeyen. Alsana evladım." diyişiyle son buldu. Sonra da kuzenler arasında artık deyim haline gelen o cümle duyuldu tabii: "Tolga, Aslı Yenge bile aldıysa, kesin alırsın sen!" Aslı Yenge bile aldıysa... Bakın, unutmayın burayı. 
Geçen sene sanırım, bi anda bi haber çıktı ya "Sürücü kurslarına korkunç zam!" diye. Tanıdığım birinin de sürücü kursu var. "Bugün parayı gönderirsen eski fiyattan yardımcı olacağım." dedi, gönderdim ve kaydoldum. Hem de manuelden! Bakın, daha sağını solunu bilmeyen bir insan olarak o andaki oy çoğunluğu yüzünden pat diye "manuel" diyiverdim! Hayır sen kimsin! Sen kim-sin! Ne manueli! Neymiş, ilerde ya alacağım araba manuel olursaymış; ya acil bi durum olursa ve kullanmak zorunda olursaymışım; otomatikçiler sadece otomatik sürermiş ama bak manuelcilere, onlar hepsini sürebilirmiş; onun keyfi bambaşkaymış da bilmem ne! Anlayacağın, daha ilk anda sıçtım. 
Bir de, geleceği o kadar görmeyen bi insanmışım ki, "İş yerime kurs yeri yakın olsun." diye kaydolduğum klinikten istifa edip evime 90 dakika uzaktaki yere araba kullanmayı öğrenmeye gitmeye başlayacağım, bakar mısın şansa! 
Bendeki şansın seyircisi olmaya devam edelim. Kurs sahibi tanıdığım biri olduğu ve anladığım kadarıyla da bi tık kahpe ve unutkan olduğu için sen benim kaydımı unut. Ben de zaten böyle bi yere kursa gideceğimi beynimden silmişim bile, travma silmek gibi. Beni aylar aylar sonra pat diye aradılar. 
-Tolga Bey merhabalar. Sizi çok acil bu hafta sonu teorik sınava almamız gerekiyor.
-Neden acil?
-Bu hafta girmezseniz kaydınız silinecek çünkü. Ertunç Bey unutmuş sanırım, kusura bakmayın.
Dakika bir, gol bir! "Neyse yaa." dedim, teorik yani, geçeriz bi şekilde. Çünkü kimi duysam "Ay bi saat bakıp girdim, 88 aldım.", "Valla yolda giderken okudum bi kere, 92 aldım." diyordu. Bu arada, bunlar olurken ben ilk iş yerimden istifa etmişim, ikinci kliniğe başlamışım, ikincide de ara ara "Ben burdan da mı ayrılsam yaa?" perileri geliyor aklıma. Zaman o kadar geçmiş yani! 
Sınav akşam 6'daydı, birkaç saat önce de hastam yoktu. Oturdum internetten dört beş tane deneme çözdüm ellişer soruluk, "Tamam!" dedim, "Daha ne yaa! Çok bile çalıştım! Millet bi kere okuyormuş!"
Geçme notu 70'miş, zar zor 72 aldım! Otuz kere kontrol ettim sınavı, yemin ederim çok zorlandım ya! Kime puanımı söylesem bana götüyle güldü yaaa! Aşk olsun size!
Sonra ben yine bir ehliyet kursum olduğunu unuttum. Anladığım kadarıyla kurs sahibi arkadaşım da beni yine unutmuş. O arada ben ikinci klinikten de kriz geçirip istifa ettim, uzmanlık sınavına hazırlanmak için eve kapandım, hatta sınava üç buçuk ay falan var. Pat diye bi telefon. 
-Tolga Bey merhabalar. Sizin bu hafta bütün derslerinizi yapmanız gerekiyor, haftaya pratik sınavınız var.
-Erteleyemez miyiz ya? Benim sınavım var, merkez çok uzak, gel git yaparsam çok zaman kaybederim.
-Maalesef, haftaya olan sınava kesin girmeniz gerekiyor. Kusura bakmayın. 
Bence bu yazının da ana fikri, tanıdıkla iş yapmamak! Neyse, whatsapp'tan programımı gönderdiler. Bildiğin hemen başlıyorum. Hemen de bitiyor dersler. Ulan ben daha bırak direksiyona elimin değmesini, gazdan frenden başka üçüncü bi pedal olduğunu bile öğreneli birkaç ay olmuş, bu kadar az ders mi verilir! Yine kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum, "Hallederiiim." diyorum, Aslı Yenge bile halletti sonuçta. Kadın şimdi Adana'da arabasız tuvalete bile gitmiyormuş! 
İlk dersimde, arabayı o kadar çok stop ettirdim ki, hocanın yanımda kriz geçirişini an be an izledim! Bu arada Ertunç bana yapabileceği tek iyiliği yapmış bu süreç boyunca, hoca kursun en iyi hocasıymış. Kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum ben de. Bir de bana ders hediye etmiş yediği bok yüzünden. Önce benim mal olduğumu düşündüğü için bence, bana karşı biraz soğuktu ama sonra çok alıştık, beni duraktan almaya başladı. Ben de ona her sabah simit alıyordum. 
Buraya derslerde neler olduğunu yazıp kendimi rezil etmek istemiyorum. Kavşaktan dönerken kavşağın üzerine mi çıkmadım, az kalsın bi kazaya sebep mi olmayacaktım, adam yanımda "Hız yapma!" dediği halde düz yolda gaza mı basmadım, fren diye gaza basıp adamı krize mi sokmadım... Son derste hâlâ yolu öğrenememiş, hocaya soruyordum "Buradan mı dönüyordum yaaa?" diye. Adam muhtemelen benim diş hekimi olduğuma inanmadı içinden, "Bu, üniversite sınavını hangi beyinle kazandı acaba?" diye içinden geçirdiğine eminim. Ama bi şekilde o 10 gün bitti arkadaşlar. Ve sınav günüm geldi.
Hayatımda hiçbir sınavımda bacağım titrememiştir, sınav başladığında titremesi dursun diye içimden nefes egzersizleri yapmaya başladım! Lan bu ne, nasıl bi ortam bu, arabada 4 kişi var ve herkesin canı bana mı emanet! Üstelik deli gibi trafik var, deli gibi araba var! Benim derslerimde yol bomboştu. Tanrıııımmm!
Kemerimi taktım, aynalarımı ayarladım, el frenini hallettim. Araba gitmiyor! Ayağımı çekiyorum, başka bi şeyler yapıyorum, yok yok yok! Komisyon döndü bana, "Tolga Bey, bi şeyi unutmadık mı?" dedi. Ayyyy, vitesi 1'e almamışım, öylece boşta kalmış! Yapmam gereken üç tane falan şey vardı, birini unutmuşum. "Hehehe, yaaa, heyecan sanırım!" diyorum ama arkada hocam oturuyor, suratını görmeniz lazım. 
Bi yandan da beni konuşturmaya çalışıyorlar. Susun bi ya, zaten heyecandan öleceğim şimdi. Ben de yiğitliğe bok sürdürmüyorum güya ama rezalet gidiyor her şey! "Hekimim." ayağı yapıyorum ki bana acısınlar da geçirsinler diye. 
Karşıma yine bi kavşak çıktı. Yemin ederim, gözüme perde indi sanki. Yolu, adımı, soy adımı bile unuttum! Dönüp komisyondaki adama dedim ki "Paaardoonn, burdan mı dönüyodukkk?" E be salak Tolga, dön işte, ne soruyorsun! "Tolga Bey, adayın yolu bilmemesi kırmızı hata, biliyorsunuz di mi?" dedi. "Ayy heyecandan unutuverdim." dedim, hocanın arkada nefes alışverişi bile değişti kıyamam ya. Döndüm o kavşağı. 
L park için sıraya girdik. Hocanın bana yüz kere mantığını anlatmak için çıldırdığı ama ısrarla benim anlayamadığım, full ezber gittiğim o alan! İşte "Omzuma şu yeşil boya denk gelince tam kırıyorum, burun ucuma şurası denk gelince terse, azıcık arkaya, bilmem ne!" İçimden tekrar ede ede parkı cillop gibi yaptım! Derslerde mutlaka bi falsom oluyordu, sorunsuz bitti! Hoca ve komisyon bindi arabaya.
-Hocaammmm, nasıldım ama! Derste çok kötüydüm ama şimdi fıstık gibi oldu!
-Aaaa, Tolgacım olur mu hiç kötü falan? Sen derste de çok iyiydin ya! 
Adam dişlerini sıka sıka bana resmen "Sus!" dedi, hemen sustum. 
Park alanından çıktık, yolda gidiyoruz. Yine bi sürü araba, arabanın içinde adayların suratlarını görüyorum, biri kaldırımda ağlıyor! Yine fena strese girdim manzaralara baktıkça! İçimden "Ben ne olacağım yaa?" diye geçirirken yanımda oturan adam bi anda "DUR!" dedi. Oranın 'Ani durma alanı' olduğunu ve benim ani fren yapma yeteneğimi ölçtüğünü adama dönüp "Bi dakika, şu an müsait değilim, az sonra durucam!" dedikten sonra anladım maalesef! Bi iki dakika sonra durdum ve komisyon kriz geçirmeye başladı.
-BURASI ANİ DURMA ALANI! NASIL DURMAZSINIZ!
-Ya unuttum ne yapayım, pardonnnn. 
Hoca da arkadan lafa girdi:
-Derste de çok çalıştık aslında burda. 
O anda mal kızın biri, bi arabanın camından çıkmış, güya video çekiyor. Bizim önümüzden geçti bizi kameraya çeke çeke.
-BU KIZ KİM! SİZİN ARKADAŞINIZ MI? NEDEN BİZİ VİDEOYA ÇEKİYOR!
-Tanımıyorum yaa, ne biliyim kim. Benim arkadaşım durağın orda bekliyor beni. 
Ayyyy, adam bildiğiniz kriz geçirdi arkadaşlar. Komisyondaki diğer adam sakinleştirdi ortalığı. Onun da oğlu diş hekimiymiş, yakın hissetti bana karşı bence. "Neyse, devam edelim, az kaldı." dedi. 
İçimden diyorum ki, "Yine adını altın harflerle bi yere kazımayı başardın, senin ben ağzına sıçayım Tolga!" Kesin kaldım yani! Hocanın suratına bakıyorum, 10 gündür verdiğimiz emeklere ağlıyor bence, yediği simitlere, aldığı kilolara üzülüyor. 
Sıra, paralel parka geldi. Asla anlayamadığım, dünyanın en zor parkı! Komisyon "Sağa doğru geçelim, orada duralım." dedi. Sağa doğru geçerken dubaları öyle güzel ezdim, tekerleğimin altına aldım ki... Komisyon zafer kazanmış bi edayla "EHHH YETER!" diyip el frenini çekti. "Arkaya geçelim Tolga Bey." 
Ve o sahne yaşandı maalesef. Ben ve hocam arkada beraber oturuyoruz, önde komisyondakiler; beni durağa bıraktılar eve kolay gitmem için. 
Sonra o günün akşamı kurstan tekrar aradılar. "Haftaya sınava girmek zorundasınız, bi ders daha alıp. Üç hakkınız kaldı." dediler. "Canım" dedim, "Ben almiyim. Ben bi dersle hiçbir şey öğrenemem, anladığım kadarıyla sınav da ertelenmiyor, siz benim kaydımı silin en iyisi."
Ay kaydım silinince bana geldi mi bi rahatlama. O ne stres öyle yaaaaa!
Aslı Yenge bile halletmişti, bana niye böyle oldu yaaa! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder