31 Ekim 2017

Bu sefer biraz dertliyim

Yirmi yıllık hayatımda bedenimi yoran şeylerden kendimi her zaman uzak tutmuşumdur. Spor olsun, türevleri olsun... Bir yerde bir şey taşınacaksa bile ucundan tutuyormuş gibi yaparım, ağırlığı hep karşı tarafa vermeye çalışırım. Yani evet, yaptığım biraz şerefsizlik kabul ediyorum ama bedenen yorulmayı hiç sevmiyorum. Her yerde aynıyım bir de... Ayakta çok beklediysem gözüm kararıyor gibi yapıp yere çökerim, suratımı öyle bir ifadeye bürürüm ki hatta, insanlar gelip "Tolga, iyi misin, bir şey mi oldu? Gel biraz dinlen istersen." derler. Ya da hani şu çocuklar oluyor ya, birisi "Bunu oraya taşıyıverelim." dendiği an "Taaam abla biz hallediyoruz." diyen. Hah, ben 'taşımak' sözünü duyduğu an oradan tüyen biriyim... Ha bak kafa yorgunluğu ayrı. Onda bu kadar fena biri değilim. Genelde her şeyimi son güne bıraktığım için doksan tane konuyu aynı anda çalışmaya çalışınca beyin bilmem nesi yaşıyorsun ister istemez... Ama hep şöyle bir felsefem var. Atalarımı buradan şapur şupur öpüyorum. Kendi düşen ağlamazmış, gerçekten. Ben o konuları uyuyacağıma her gün çalışsam sınavdan önce o halde olmayacaktım mesela. Ya en basitinden, şu dönemimden konuşuyorum. Radyo Tv vizelerim geliyor, hem de ne gelmekkk, girecek yemin ederim gümbür gümbüürrr. Kocaman 32 tane ünite var önümde, daha kitaplarımı açıp "Şu kitapta ne anlatılıyormuş?" diye bakamadım bile.  Vatana millete hayırlı olsun ama konumuz bu değil...
Mesela bi ortama giriyorum, tanımadığım onlarca insan, oturup sohbet ediyoruz. Çişim geliyor diyelim, kalkıp tuvalete gideceğim. Ayağa kalkmamla masadaki en üçgen vücutlu, kaslı, ayak bileğinden lastikli gri eşofmanını ve dar koyu renk yarım kol tişörtünü giymiş, beyaz airmax ayakkabısıyla dimdik duruşlu ve asla üşümeyen çocuğu bana doğru dönmüş bağırırken duyuyorum: "Tolga yaa, kardeşim var ya, sen bir spor yapsan offff diorummm."
 Valla ne anlarsanız anlayın. Evet, hepsini çok kıskanıyorum. Ciddiyim, aşırı kıskanıyorum, baktıkça "Ben niye böyle değilim ya, niye böyle olamıyorum acaba. Evde döt büyüttüğüm için mi sürekli." diyorum. Adamın bir kolu oluyor, yemin ederim benim iki kolumun birleşimi kadar. Ama garip bir orantıları oluyor bak onu sevmiyorum. Kafadan aşağısı şişkin başlıyor, sonra daralıyor, üçgen şeklini alıyor ve ince bacaklarla vücut sonlanıyor. Benim o beğenmediğim bacaklarla adam her salı cuma snap atıyor bu arada, "Bugün bacak günüüü." diye spor salonundan... Böyle de şerefsiz bir kişiliğe sahibim işte, kıskanç, fena...
Kardeşlerim, yemin ederim denedim. Hem de tam üç kez. Toplam üç yüz tl ödeyerek hem de... Hepsinin özeti şu oluyor. Pardon, özet demişim, zaten olayın kendisi, serüven kısmı o kadar kısa ki, özet geçmeme hiç gerek yok. 
Ben yine etraftan "Kardeşim bu boy bu endamla bi spor yapsan var yaaa, git model ol lan." sözlerini yoğun olarak duyduğum bir dönemde spor salonuna yazılmaya karar veriyorum. Genelde buna karar verdiğim dönem de zaten bütün takip ettiğim insanların kaslı memelerini ve sırtlarını ya da elini kafasının arkasına koyup poz veriyorum ayağına kol kaslarını sıktıkları pozlarını paylaştıkları dönem oluyor, neyse...  Zaten sanırım o sürecin başında erkek muhabbeti hep bu oluyor, "Kardeş hangi salona yazıldın, banyo var mı, zattiri zuttik makinesi var mı... Protein orda ne kadarmış, ben şu kadara loluluyu'dan getirtiyorum." Ben de bu muhabbet dönerken içimden "Allamm bi sabah bi uyaniyim benim kollar olsun sana Temel Reis, göğüsler hafif şişkin olsun. Bak valla bana o kadarı yeter, fazlasına gerek yokkk." diyorum. Yalnız var ya, burada diyorum ya hani "fotoğraf attıkları dönem" diye, hiii, bende o kaslar olacak, iki günde bir mememi atar kaslarımı sıkıp habersiz pozlar verirdim, Allah biliyor da vermiyor yani. 
Neyse... Ben salon aramaya başlıyorum. Bu arada salonu asla dışarıda fellik fellik gezerek aramıyorum, serde de gurur var ya, birine sorsam şimdi "Ooo kardeşim sonunda karar vermişsin, yakışırrrr." diyecek. O kaslar bende her zaman varmış gibi davranmak istiyorum... O dönem hava biraz sıcak olduğu için evde klimanın altında bilgisayardan bakınıyorum, evime en yakını seçmeye çalışıyorum. Hatta bazen "Şu otobüs tam önünde indirir ama şuraya kadar yürüyüp öyle binmem lazım. Hmm, ele o zaman bunu yaa." falan diyerek ilerde ne bok olacağını gösteriyorum yani. 
Kayda gidiyorum, elimde yüz tl ile. Daha adam "merhaba" demeden ben taramalı tüfek gibi başlıyorum: "Evet, kilo almam lazım ama alamıyorum. Halbuki Afrika kıtası benim günlük yediklerimle kesinlikle doyar, hatta yan kıtalara bile gönderebilir, o derece düşünün. Ne yapayım haaa, metabolizmam hızlı, annemden almışım mitokondrilerimi. Neyse, bakın, kollarım sizinki gibi kocaman kocaman olmasa da olur, o ne öyle ben sevmem vallahi. Azıcık şişsin, hah, Çağatay yaa, evet evet Çağatay Ulusoy gibi olsam yeter tabi kol olarak. Adamın burnu efsane zaten, istesem de onun gibi olamam yani... Ya siz bir şey mi diyordunuz, lafınızı balla kestim?"
Adam zaten şoka giriyor görünce, eli ayağı titriyor koca kaslı adamın yeminle. Adam tam "O zaman size önce bi beslenme list..." diye giriyor, ben yine başlıyorum taramalı gibi: "Aklınızda olsun, ben günde bir yumurtadan fazla yemem. Bir kere beş tane yedirdi nenem, ayyy, sabah bi uyandım, her yanım isilik sivilce. O toz mudur nedir, kullanamam ben onu, şey diye duydummm, bunu kullanıp kas yapanlar sporu bırakınca memeleri süzme yoğurt gibi oluyormuşşş, benden uzak tutunnnn. Karbonhidratı da kesemem ayrıca, ben glikoz için yaşıyorum bebeğim anlıyor musun?" 
Bu zamana kadar bana verilen beslenme listelerinin sonu hep karalama kağıdı olmak oldu. Adam diyor ki "Ertesi gün gel hemen başlayalım." Haa, bu arada "Günde bir saatten fazla yapamam, bu da can yani tamam mı?" diye de belirtiyorum. Başlıyoruz.
Zaten bu zamana kadar üç tane spor hocam oldu, ikisi bana aynı ismi taktı: Şampiyon. O buz gibi, semsert adamları, artık nasıl bir manyaksam, üçgen şeklinde yastık kadar yumuşak bir şeye çeviriyorum yemin ederim, el ense şaplak döte oluyoruz hepsiyle...
İlk gün, adam biliyor ya 1 saat kalacağımı, sürekli onu vurguluyor: "Bak 1 saat dolmadan gitmek yok." diye. Ben ne yapıyorum, sanki ihtiyacım varmış gibi, koşu bandında en yavaşı ayarlayıp tam 50 dakika yürüyorum... Hoca alt kattayken özellikle, arkadaşımı arayıp twitter'da gördüğüm şeyi anlatıyorum, durdurup kim ne fotoğraf atmış ona bakıyorum. Snap atmaya çok utanıyorum bu arada, hiç atmadım o yüzden... Hocanın geliyor olduğunu hep kendim gibi olan oğlanlardan anlıyorum vallahi, zayıf ve kısalardan ya da uzun ve kısalardan. Hemen başlıyorlar "Hocaaamm ben bitirdimm napiiiim." diye kendilerini öne atmaya. Zaten ben "Ben bitirdimmm"i duyar duymaz koşu bandından inip o poponu asla rahat ettirmeyen ve ağırlığı yukarı doğru kaldıraç gibi bir şeyle kaldırdığın şeye kaçıyorum. Yine terleme, bayılacak gibi olma numarası yapıyorum. Güya nefes nefese kalmışım da ölüyorum... Hoca geliyor, "Şampiyon nasıl gidiyor, kaçtasın?" diyor, bir tek bana bu kadar samimi ama... Her zaman cevabım aynı "Son setim hocam, hooohhh hoohhh, üç tane kaldı, onnn, ıhhh, on bir, hadiiii, on iki. Hooh." Sonra saate bakıyorum, bi saat dolduu mu, vınnnn.
Çıkışta asla beslenme listesine bakmak yok. Bim'e gidiyorum. Boru mu lan, 50 dakika yürümüşüm, dört kere de ağırlık kaldırmışım. Yarım kilo danette mi daphne mi ne var ya çikolatalı puding, onu alıp bim'in kapısında yiyorum valla... 
Zaten bir gün var bir gün yok diye anlaşmışım, yarın kapısının önünden bile geçmemeye gayret ediyorum salonun. Bir de buraya kadar gelmişken, bazı salon tiplerinden de bahsetmek isterim. Birisi, hocanın kankisi olan hafif esmer çocuk. Hoca yokken kendi kendine millete "şunu yap, böyle yaparsan şöyle olur, şu kasların için iyi" falan diyor. Hoca gelince duruşu bile değişiyor çocuğun, hemen el şakaları, hocanın ensesine dokunmalar, samimiyet fazlaysa hocaya kas sıktırtmalar, yani "bakın ben arkadaşıyım." havaları... Bir diğeri, kurban olduğum küçük zayıf çocuk. Allah bilir ne söylediler buna da, gelmiş, benim gibi çubuk kraker gibi kollarıyla ağırlık kaldırmaya çalışıyor. Zaten oraya "zorla" gelenleri gözünden direkt tanıyorsun... Yanında suyu ve havlusu hep var, hep tam teşekküllü ama hep mutsuz, umutsuz, yorgun... Elit ablalar ve 56 yaşında olup benimle aynı duran seksapelli amcalar da var tabi. Hatta benden genç... Havluları hep boyunlarında, gelip gitmekten herkesi tanır olmuşlar bu amcalar, ya sağlarındaki pembe taytlı koşu bandındaki elit ablayla ya da sollarındaki diğer seksapelli amcayla kıkır kıkır bi muhabbet. Eğer ilkbahar sonuysa, her gittiğinde göreceğin sürekli bacak çalışan senin yaşındaki kız da orada. Bir de kuzenin Haşmet'e benzeyen biraz kilolu İbo da var, o da havlusu ve siyah şortuyla koşu bandında koşuyor genelde ve üç ayın sonunda hayal ettiği adama dönüşüyor...
İkinci gidişimde maalesef salon şansıma hep boş oluyor ve hoca hep başımda. Tam anlamıyla ağzıma ediyor diyebilirim... Her makineden on iki çarpı üç kere hareket yaptırıyor, iflahım kuruyor. Ağzım yüzüm kayıyor, her bir yanımdan sular akıyor yemin ederim. Hele bir makine var ki, yazmazsam ölürüm, hani şu sırtını vererek oturup kollarını iyi yana açıp kafanın hemen önünde ortada birleştirdiğin makine var ya, işte allah onun bin belasını versin. Bu nasıl bir işkence, nasıl bir tempo, lan ben insanım insafsız hoca. Hocanın o halimi görünce "Çık bi gösteriyim." diyişi var ki... Adam benim koca kafam kadar kol kası yapmış, pamuk torbası kaldırıyor gibi davranıyor yahu. Makinede çalışırken sanki Polyanna'yla cinsel ilişkiye giriyor gibi bir surat, gülümseme, sırıtış. Bense, makine üreticisinin dötüne makineyi sokmak için hayal kuruyorum. 
İşte o ikinci gün eve gidiyorum ya, belim bıhınım bacağım, her bi yanım ağrıyor... Bütün Adana'yı getir, beni o salona bir daha götüremezsin. Bunu anlattığım herkes "Bak işte o günden sonra bir daha gitseydin bağımlısı olurdun, biraz ağrıyor ama hamladığın için o." diyor. Yani sigara, kokain, esrar, televizyon hatta kola bağımlısı olmayı bile anlıyorum ama spora bağımlı olanları anlamıyorum ve acayip kıskanıyorum, her gördüğüm yerde hayranlıkla bakıyorum!!! Biraz garip yürüyorlar, o kaslardan mütevellit sanırım bilmiyorum ama olsun. 
Ben 192 boyundayım, 83 kiloydum en son. Ama zayıf görünüyorum, boy deve gibi diye. Hayır yani, yeni tanıştığım adamsın, gel okuduğum okulları sor, bak yazı yazıyorum yıllardır, onu söylüyorlar yandan sana onu sor. Hiçbir şey bilmiyorsan dişini sor... Direkt "Tolga sen baya uzunsun, sen kaç kilosun kardeş?". Söylüyorum, "Senin doksana kadar yolun var, çok zayıf duruyorsun, al biraz." Sağ ol ya... Kollarım biraz ince kabul ediyorum ama n'apablirim, allah beni böyle yaratmış yani. Ben de isterdim senin gibi 183 olup kolayca kilo alıp spora gittiğim an her şeyin belli olmasını ama senden üçte bir otuz santimlik cetvel kadar uzunum, elimde değil yani.
Yeni dönemde sanırım artık az insan bakıyor karşısındakinin okuluna, kültürüne. Genelleme yapmak istemiyorum ama tanıdığım birkaç kız eskiden beğenmedikleri çocuklar şimdi kas yapınca "kanka taş olmuşşş" diyorlar gibi geliyor, yanlışsam lütfen düzelt. Zaten bu kadar ön planda olan bir şey olmasaydı millet meme ucunu, sırtını falan atmazdı Instagram'a... Ya da en en basitinden, radyo tv de okuyorum vallahi konuşurum bunun hakkında, inanılmaz yeteneksiz bir sürü erkek oyuncuyu ajanslardan alıp alıp cıfır cıfır memeleri var diye tv'de oynatıyorlar. Genelde de üstsüz sahnelerle dolu oluyor dizi. Ha beşinci bölümde yayından kaldırılıyor ama olsun. 
Ne çok konuşasım varmış be... Yazıyı geçen yaz başıma gelen bir olayla bitirmek istiyorum bu arada. Şu hoca yancısı hafif esmer çocuk var ya, ben spor yaparken bi anda zayıf çocuğa doğru dönüp konuşmaya başlamıştı: "Ben de senin gibiydim, aynaya baktığımda üzülüyordum, hiçbir kız beğenmiyordu lan beni, çok zayıfsın çirkinsin diyorlardı. Bak sonra çalıştım ve nooldum. Kızlar pervane şimdi Instagram'da bana." 
Ben bi sinirlendim... Zayıflık bir özür mü, ya da tam tersi kilolu olmak... Zayıflık/şişmanlık çirkinlik mi, hadsiz. O çocuk nasıl hissetti kim bilir... Ben yerim yerim arada kilo alırım arada alamam, onun acayip hızlıdır metabolizması o hiç alamaz. Bazısına da su içse yarar. Çocuktan bir gıcık aldım anlatamam, spor salonunda ikinci günümdü, (yani son günüm) hocayla da tam arkadaş olmuşum. Gittim hocanın yanına sessizce, "Hocam ben de seviyorum şu arkadaşınızı, inanılmaz iyi bir insan ama size şey demem lazım yaaa... insanların sırasını almaya çalışıyor sürekli, sıra başkasındayken kendisine gelsin diye kavga ediyor hatta siz yokken... düzeni bozuyor, ama bakın iyi birisi biliyorum da... yani ne bileyim, 'her şeyi size ben anlatsam daha iyi' diyen biri o, siz yokken yani. hocam isterseniz bi uyarın ama ben söylemedim tamam mı..." dedim, sonra da havlumu aldığım gibi vınnnn. Ders olsun şerefsize.

3 yorum:

  1. Senin bu spor maceralarına bayılıyorum yahu!

    YanıtlaSil
  2. Senin bu spor maceralarına bayılıyorum yahu!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de yazarken gülüyorum ama spor maceralarım aslında beni üzüyor....

      Sil