30 Mart 2020

İstanbul bugün yorgun, üzgün ve yaşlanmış, biraz kilo almış...

Taşındık. Dünyanın en garip taşıma şirketlerinden biriyle hem de. Adamlarla öğlen 2'de gelmeleri için anlaşmışız. Daha evin bi kısmı duruyordu, oraları da toparlayıp bekleyecektik. Sabahın köründe telefonum çaldı, daha beynimin bi lobu uyuyordu o derece sabah. Açtım, "Kimsiniz?" dedim, "Abi aşağıdayız biz bekliyoruz taşınmak için." dedi. Bi doğruldum, "Biz öğlen 2'ye anlaştık, neden şimdi geldiniz?" diye sordum. Nefes alışı, verişi, bekleyişi. Salak adama bak, sanki ben dedim beni yanlış anlayın da erken gelin diye. 2'de bekliyorum, diyip telefonu kapattım.
Ondan sonra aldı mı beni bi korku. "Ya adam gelmezse, ya bana sinir olduysa. Ayyy depremde başımıza yıkılacak apartmandayız, ya deprem olursa. Sesinde bi sinir mi vardı, başka yeri mi arasam?" derken beklemekten başka çarem olmadığını anladım. "Bari sabahın körü, gideyim de elektriği suyu üzerime alayım." diyip çıktım evden.
Aklıma ilk evim geldi İstanbul'daki. Metro kullanmayı akıl edemiyorum, daha doğrusu binersem kesin kaybolurum diye evin oraya gelen tek otobüsle istediğim yerlere gitmeye çalışıyordum. Evden Kadıköy için 51 durak gidiyordu otobüs, ben içinde tın tın tın saatlerce. Yeni taşınmışım, o zaman da bu Tolga Tilbe olduğum insan var, beni yeni reddetmiş. Her bulduğum köşede ağlayarak Yıldız Tilbe, Nazan Öncel, Göksel dinliyorum. Başıma gelen her naneyi o olmadığı için olmuş gibi kabul ediyorum. Vaaay be, bi zamanlar ne sevmişim. Neyse, ilk evim ve hiçbir şey bilmiyorum diye bi esnafa sordum elektriği nerede halledebileceğimi, "Şu minibüse bin, in, şuna tekrar bin, minibüsün başı yeşil." gibi bi şeyler söyledi. Herhalde adamın bi bildiği vardır, diyip atladım dediği ilk şeye. Git Allah git, bi türlü indirmiyor şoför beni biner binmez söylediğim halde. Minibüs bayaaaa boşaldıktan sonra, "Beni unuttunuzzzz." diye bağırdım, şaaak diye durdu, "He ya kardeş kusura bakma, in, geç karşıya, şurdan şuna bin." dedi. İndim, geçtim karşıya, dediği minibüse bindim. Yine git Allah gittt, kulaklığı da takmışım "Senin de yüreğin yansın başka ellerde..." dinliyorum. Baktım şarkı listem bitmek üzere, ben hâlâ gidiyorum, "Abi, ben nerede inecektim?" dedim. Hoooop bi fren, "İn, geç karşıya, Selami Abinin selamı var de, bin minibüse, o indirir seni." dedi, indirdi beni. Hikayedeki bütün mantıksızlıklarımın farkındayım, bilmediğin şehirde kulaklık takıp aşk acısı çekmek yerine şoförle sürekli muhatap olup işinin halletmeye çalışmak daha doğru, bunu da biliyorum. Neyse, geçtim karşıya, Selami Abinin selamını ilettim, bastık gidiyoruz. Kulaklığımı taktım, başka bi acılı şarkı, hey yavrum heyyy. Kafamı kaldırdığımda minibüsteki tek insan bendim, adama "Nerdeyiz?" dediğimde bi kızdı bana, "Niye hatırlatmıyorsun kendini? İn burda, gelen herhangi birine bin artık yapacak bi şey yok." dedi. Bi indim, kafamın üstünde "TUZLA'YA HOŞ GELDİNİZ." yazıyor. Başladım ağlamaya, zaten biriktirmişim, sırtımı tabelaya dayayıp saatlerce ağladım. Hep içimden "O olsaydı beni götürürdü ühüüü, o yok diye kayboluyorummm." dedim. En sonunda bilen biriyle bu işi halledip eve dönmüştüm, 9 minibüs değiştirdiğim için o gün yemek yiyeceğim parayı bile bitirmiştim.
Aradan geçen dört yıl, değişen, 20 kiloya yakın alan ben. Şu "Zaman her şeyin ilacı." cümlesini hiç sevmiyorum. Sanki o ânı kurtarmak için, yanındakilerin diyecek bi şey bulamadığında söyledikleri bi cümle, yaralı avuntusu gibi. Ancak zaman geçip bir şeyler değişince bu cümleyi anlayabiliyorsun. Doğruluğu, o ânı kurtarmak için söylenmişliğiyle sürekli savaşıyor.
Neyse, elektriği hiç sıra beklemeden hallettim. Meğer bizim evin yakınında varmış Enerjisa, çok hızlı bi şekilde oldu. Su, Kartal'daymış, bastım oraya gittim. Bu idare işleri bi garip işliyor, müşteriler yapıyor her şeyi. Fotokopi çekilecek mesela, işleri halleden kadın kesinlikle kendisini yormuyor, bizzat bana verdi kağıtları, fotokopi odasına ben gittim. Bi adam var mesela, sadece girişte oturup insanlara niye geldiklerini soruyor. Ve muhtemelen bunun için maaş alıyor. Karşı tabelada hangi işlem için kaçıncı kata gitmek gerektiği zaten yazıyor bu arada. Suyu da halledip doğal gaza koştum. İşler nasıl tıkır tıkır gidiyor, ben de şaşkınım. Doğal gaz için tam olarak böbreğimi satsam kazanacağım parayı bıraktıktan sonra eve döndüm, eşyaları son bi gözden geçirdim. Adamlar geldi. Kamuran'ın çığlık çığlığa kaldığını söylememe gerek yok sanırım, apartman ayağa kalktı. Birinci kattaki BBG Teyze çıktı hemen, "Canım gidiyormuşsunuz. Aidatı alayım." dedi. İlla kıçımıza bi şey sokup gidecek, ödedik hemen. Şan hocası karşı komşu şok oldu, gittim kadını doldurdum "Bi fotoğraflara bakın isterseniz, hasar miktarını gördüğümüz için çıktık." falan dedim, kadın en son baktığımda yöneticiyle konuşmaya inmişti.
Yeni eve geldik, dakika bir gol bir, yönetici geldi. "Aidatı alayım, sonra unutursunuz belki." dedi. Valla bi sinirlendim artık, adamı az kalsın dövecektim. Yani Allah aşkına, bi kap yemek verecekleri yerde gelip para istiyorlar, bi durun lan, bi nefes alalım. Adamlar başladılar eşyaları yukarı taşımaya. Ruhsal sıkıntılı ev arkadaşım telefonu çaldığı için kamyonun başında durmak yerine telefonla konuşmaya minibüs yoluna inmiş. Ben de yukarıda adamlara eşyaların yerini gösteriyorum. Bi indik kamyona, kimse yok. Adamlar kıçıyla güldü bize, "Abi bari başında bekleyin biriniz ha, valla götürürler eşyaları haberiniz olmaz biliyon mu?" diyerek. Aradım bunu hemen, "Ay sohbete dalmışım aşkoo." diyor.
Ev arkadaşımın sınav haftasıydı diye kendi odalarımız dışında hiçbir yeri dizmedik. Ev bildiğin büyük bu arada, eski odamda yatağım ve dolabımı koyunca masaya yer kalmadığı için salonda ders çalışıyordum. Kocaman oldu odam bi anda. Mutfağımızı anlatmak bile istemiyorum. İki kişi dışında kimse giremiyordu, buzdolabı salondaydı hatta. Şu an mutfak o kadar büyük ki, masa bile koyduk, gelin hep beraber oturalım.
Tabii ki daha ilk günden aksilikler başladı bu arada. Bizden önceki kiracı kombiyi bozup gitmiş. Keşke sadece bozmakla kalsaymış, bozduğu yerleri japon yapıştırıcısıyla yapıştırmış üstelik. Kombici ertesi gün geldiği ve ben de leş gibi olduğum için okula gidemedim. Birkaç tane kapının kolu elimizde kaldı. Sonra şalterler attı bi anda. 87 yaşında Mukaddes Teyze gibi "Nazar çıktı nazar." diye diye avuttum kendimi.
*
Apar topar Adana'ya döndüm covid yüzünden. Hayatımda ilk kez aynı güne, 5 saat sonraya uçak bileti aldım. Kamuş'u kutusuna nasıl koydum, ben nasıl 15 dakikada valiz hazırladım da evden çıktım bilmiyorum. AnadoluJet'in bütün telefonları meşgul, Kamuş'a bilet alamamaktan çok korktum, o yüzden 4 saat önce gittim alana. Ortalık Alamancı dolu, Almanya girişi belli bi süre için iptal etmiş, Alamancılar Türkiye'de kaldıkları için isyan çıkarmıştı resmen. Bilet iadesi istiyorlar yeni bilet almak için, şirketler doğru dürüst iş yapamıyor, sesler yüksek. Ben de Kamuş'la sıradayım, durmuyor tabi, miyav da miyav. Sinir küpü olmak üzereyim ve açım. Bi de gidip yirmilik dişimi çektirmiştim bir önceki gün, yüzüm şiş, canım acıyor, bildiğin bok gibiyim yani. Adana'ya nasıl geldim, eve nasıl gittim bilmiyorum.
Bugün 15. günüm evden çıkmadığım. Sanırım kilo aldım, hatta sanırımı falan yok bu işin, aldım. Yani şunu anlamıyorum, şu kilom sadece belli bölgelerde toplanmak yerine dağılsa daha iyi olmaz mıydı acaba. O kadar iştahlıyım ki, annem ben yemek yerken kalıyor öyle, kadına kal geliyor bildiğin. Bu arada saçım sakalım birbirine girmiş vaziyette. Zaten kafam kocaman, Bratz bebekleri gibiyim. Şu an daha daha kötü oldum. Pijamamı 3 gün çıkarmıyorum, ayyy resmen saçma sapan bi şeye dönüştüm.
Biraz kalır dönerim mantığıyla ne şort getirdim ne bir şey. Adana yanmaya başlar yakında, mahvolacağım yani. Her şeyim İstanbul'da kaldı, kitaplarım kıyafetlerim. Bi de üstüne paranoyak oldum, öksürüyorsam, burnum akıyorsa evde ayılıp bayılıyorum bildiğin. Kamurella ile uyumaya çalışıyorum, sabahın 5'inde yorganın altından çıkan ayağımla oynuyor, uyandırıyor.
Sürekli bi şeyler izliyorum. Daha oturup doğru dürüst bi şeyler yazamadım senaryo adına ama bugün başlayacağım. Bi de öğlen kuşağında ne saçma şeyler varmış onu fark ettim, kaynanalarla yemekteyiz bile gördüm. Ve nedense tv8'de sürekli Survivor var, hepsi zayıflamış kemikleri sayılıyor, ben bunları izlerken dana gibi yiyorum. Aklıma sürekli "Ülkedeki kebabı, içli köfteyi, mantıyı nasıl bırakıp gittiler yahu?" sorusu geliyor. Müzik kanallarında da sürekli aynı şarkılar, gına geldi ordan da. Haber zaten izleyemiyorum, çok etkileniyorum, sürekli okumaya çalışıyorum o yüzden.
Bi de şey meselesi, libido. Meğer ben ne libidolu çocukmuşum yahu, umarım yalnız değilimdir bu konuda. Öyle aklı fikri oynaşta olan çocuk da değildim aslında ama... Şu karantina günlerinde insan konuştuğu biri olsun istiyor sanırım, flört bi şey. O da yok henüz piyasada. Bekarlık, kaşarlık yapabildiğin sürece sultanlıkmış, evde tıkılıp kalınca pek değilmiş yahu. Zaten şu tipimle flörtüm görüntülü aramak istese sıçtım yani, bekar kalsam daha iyi, aynen.


2 yorum:

  1. Daha sık yazsan olmaz mı, madem karantinadasın :)))

    YanıtlaSil
  2. Tolga var ya bilmediği yere gidip yolu takip etmek yerine kulaklığı takıp hayal dünyasına kapılacak tek kişi sensin.Okurken ben yoruldum,o kadar indi bindi yapmak ne?Bir de şimdi o evde oturdunuz mu yoksa Adana'da mi kaldın tamamen?Verdiğin kira parasına içim acıdı şu an.
    Neyse özlendin,kendine iyi bak ;)

    YanıtlaSil