18 Ekim 2020

5 senelik kalp sancısı, bir diş çekimiyle biter mi? Bitiyormuş.

Virüs yüzünden üniversiteler 3 haftalık (sonradan aylaarca süren) tatili vermeden 3 hafta önce...
Bütün gün klinikteydim, sabahın sekizinden dörde kadar alnımda stresten oluşmuş damlacıklar halindeki terimle hasta bakmak keyifli ama aşırı yorucu. Eve gider gitmez koltukta sızıyorum. Bi de, kendimden asla beklemediğim bi performansla koşturuyorum. Hey gidi heyyy, Adana'da kıçını kaldırıp yan koltuktaki kumandayı almaya üşenen ben, şimdi hastane koridorlarında mor üniformayla bi o kata bi bu kata koşturup duruyorum. Bu arada vizelere çok az kaldı ve hiçbir bok bildiğim yok. Zaten salı perşembe yorgunluktan koltuktan kalkamıyorum eve gelince. Diğer günler.. Ne yalan söyleyeyim, hava çoook güzel bu sene, odaklanmayı geç, o sandalyeye kıçımı kırıp oturamıyorum bile. 
Spotçudan aldığım ikinci el kanepede yastığa sarılmış uyurken, telefonuma bi mesaj geldi. Normalde sessize alır öyle uyurum, titreşimde kalmış. O mesajdan önce de onlarca mesaj var bu arada, niyeyse ona uyandım. Gözümü az çok açabildim, yüzümün her bölgesinin şiştiğini o kadar iyi biliyorum ki, aynaya baksam tipime ağlayabilirim. Saat de gece 12 olmak üzere, 5 saattir uyuyorum resmen, ayı mıyım neyim. Zaten sabahın 6'sında kalkacağım tekrar, şu mesajlara cevap verir, öyle uyurum diye düşündüm.
Mesaj, bi numaradan, rehberde kayıtlı değil. Sonu o kadar tanıdık ki numaranın, "Tolga nasılsın?" yazmış sadece. Mesaja tıklamamla o açılamayan gözlerimin fal taşı gibi açılması aynı anda oluyor. Hassiktir, şaka mı bu lan! Koltukta hemen toparlanıp oturma pozisyonuna geçiyorum, mesaja tekrar bakıyorum, gönderenin fotoğrafına tıklayıp duruyorum. "Ne alaka, lan acaba rüyada mıyım, yok canım o değildir, ona benzeyen biridir!" diye düşünüp duruyorum ama o! 
İki sene burada arkasından ağladığım, uğruna yazılar yazıp Tolga Tilbe olduğum, mesaj atsın diye binbir takla attığım, o dönemde buluştuğum herkese hikayemi ve hisettiklerimi anlattığım, kalemim kırılsa "O benim hayatımda olmadığı için bu kalem kırıldı!" diye ağladığım, şarkı listemi Rihannalardan Nazan Öncellere çeviren... O işte. O lan o! 
Aradan çok uzun bi süre geçmiş artık, hissettiğim şey sadece şaşkınlık. Ben hikayemi 'olduramadıklarım' rafına kaldırıp önüme bakmışım, birileri gelmiş birileri gitmiş, yerler mekanlar değişmiş, gömeceğim kadar derine gömmüşüm. Şimdi, neden bu...
"İyiyim, sen nasılsın?" yazıp gönderdim. 
Ya bi şey söylemem lazım. Cevap beklerken tabi ki en yakın arkadaşlarımı aradım! Bunun kuralı bu değil midir ya, hayırdır yani! O üç dakika içinde onlarca tahmin geldi. "Yaaa, böyle olur işte, bak pişman oldu yazdı yıllar sonra!"lardan "Ne çıkacak altından acaba, kesin vardır bi derdi!"lere kadar, herkes bi şey söyledi. Son arkadaşımın da telefonunu kapattıktan sonra "yazıyor..." çıktı. "İyi ben de nolsun." yazdı ve yıllaar önce konuşurken gönderdiğim bi mesajı alıntılayıp "Bu teklifin hala geçerliyse dişim çok ağrıyor." yazdı.
Yani şu koca kafamın içindeki olmayan beynimi var ya! Zamanında bi konuda konuştuk, yardımcı olmuştu, ayıp olmasın diye "Dişinde bi problem olursa söyleyebilirsin, ben hallederim randevunu okulda." yazmışım. O zamanlar bunu yürümek amacıyla yazmıştım muhtemelen ama o zamanlar ulan! Ben onun üstüne 1 ev 1 telefon değiştirdim, bütün mesajlar numaralar gitti, sen bana gelmiş o mesajı alıntılıyorsun! 
Ne yapsam, ne desem... Ret mi etsem... Yok yok! "Benden haber bekle." yazıp sonra hiç haber vermesem mi, çok mu hayvanca olur ya. "O mesaj zaman aşımına uğradı bebeğim, kusura bakma." yazıp göz kırpan emoji mi göndersem, oha Tolga bi dur! Kibarca şikayetini sorup ona göre yol izlemek daha mantıklı sanki. Sordum, anlattı.
Bi anlatıyor, ne problemli ağız bu yahu. Eğer yardım etmeyi kabul edersem, sık sık kliniğe gelecek sanırım. Offf, bu nasıl bi sınav bu gece gece. Kendisi için asistanlarla konuşup randevu alacağımı söyledim, sohbeti böylece bitirdik. Ha, o gece böyle bitti mi diye sorarsan, kesinlikle hayır. Alara'yı aradım ve saatlerce bu konu üzerine hipotezler kurduk. "Hıııh, şuna bak, neden evine yakın kliniğe gitmiyor da sana yazıyor? Pardooon da yok mu bunun dişçi arkadaşı, gitsin ona yazsın. Sizin arkadaşlığınız mı var yani, iki yılda bi anca yazışıyorsunuz. Biliyor tabi sen yardım edersin işte, tabi sana yazar! Etmesen mi acaba yardım, ayarlayamadım mı desen!" Bu cümlelerin bütün versiyonları saatlerce aramızda döndü, en son gece 3'tü sanırım, öyle uyuyabildim. Nasıl hissettiğimi kesinlikle bilmiyorum, iyi veya kötü mü, onu da cevaplayamıyorum. Telefonu kapatıp kafamı yastığa koyduğum an dediğim tek şey, kocaman bir özet ve üst başlık: "Ne gerek vardı?"

İki gün sonra...
İlayda'yla okulun kahvecisinde kahve içiyoruz. Tanıdık bir cerrahi asistanı var, onunla konuştum, "Haftaya gelsin sabahtan, halledelim işini." dedi. İlayda da Alara gibi, "Ne gerek var, ayarlayamadım de." diyor ama ben de herkese fikrini sorup kendi dediğini yapan o salaklardan olduğum için sadece kafa sallıyorum. Laktozsuz süt bittiği için normal sütlü kahve almak zorunda kaldım bu arada, karnım davul gibi oldu, ona da ayrı bi stres yapıyorum, kafenin ortasında saçma sapan bi şey yaşanmasından korktuğum için. Lanet olsun laktoz intoleransıma! Şu stresli günlerimde bir de gazımla uğraşıyorum ulan!
Mesaj attım, "Ayarladım randevunu, beni müsaitken ara da prosedürü anlatayım." yazdım. "Arıyorum birazdan." yazdı, sonra da aradı. 
Yıllar sonra sesini duymak çok garip geldi. Aklım hep o eski halime, yaşadıklarıma gidiyor. O berbat, kafamı sürekli tavanına vurduğum çatı katı evim... İnternet bağlatacak param yoktu diye bi kahvehane bulmuştum hani. Dayılar nargile içip küfrederek okey oynarken ben yanda acılar içinde müzik dinleyip yazı yazıyordum. İstanbul'da ilk ayım, kimseyi tanımıyorum, bi de üstüne içimde sürekli Yıldız Tilbe çalıyor, offfff, yazarken bile içim fena! Sanırım bunlar aklıma geldikçe ben garip hissediyorum. O dönemdeki Tolga çok değişti, şükürler olsun büyüdü, olgunlaştı, öğrendi ama kim olsa bi tuhaf olurdu sanırım. Fazla tepki vermiyorum bence. Sonuç olarak, haftaya görüşüyoruz. Stajdan izin alıp bütün gün ilgilenmem lazım. Sabahın köründe gelecek, baya torpille, en erken randevuyu 2 sene sonraya veren okulumda onu öne alacağım, genel muayenesi yapılacak. Kıçımı öpse az vallahi!

Gelişine 1 gün kala...
"Şimdi sen osun, ben benim, tamam mı? Ee, nasılsın, hayat nasıl?"
"Böyle sormasan mı acaba, çok mu samimi ya... Nasıl gidiyor mu desen direkt?"
Burak'ın yatağında, bir uçta ben oturuyorum bir uçta o oturuyor, yarın ne konuşacağımın provasını yapıyoruz. Yeni eve taşındık, daha eşya yerleştiremedim, her tarafı bok götürüyor ve kutular orada bize göz kırpıyor. 
Uzun uzun konuştuk, vereceğim imaj şu: O günlerin üzerinden çok zaman geçti, ben olgunlaştım, senin benim diğer hastalarımdan bi farkın yok. Okul çok yoğun olduğu için genelde koşturmacayla geçiyor, artık meşgul ve kendine güvenen cool bi herifim ben! Ne heyecanı canım!
Burak'ın odasından çıkıp uyumaya gitmeden önce soruyorum: 
"Ya Burak, acaba hayatında biri var mıdır? Sorsam mı? Yemin ederim merak ediyorum, başka bi derdim yok. Bunca yıl olmamış aramızda bi şey, bi beklentim de yok açıkçası, sadece merak."
"Tamam gel hadi, otur şuraya. Konuşalım bunu da."
Yatağa koşuyorum tekrar.
"Hadi, şimdi sen osun, ben benim. Ee, sevgilin var mı?"
"Tolga, off böyle sorulmaz. Cool ol biraz, yandan gülerek, konusu gelirse 'Eee, sende var mı birileri?' falan de."
"Tamam! Ben ne cevap vereyim o sorarsa? Kimse de yok ki lan bende, bi kişi bile."
"Aa, olmaz, uyduralım! Bak şöyle de..."
Bunu da konuşuyoruz ve yatağıma gidiyorum. Beklediğimden de hızlı uyuyakalıyorum. 

Geldiği gün...
Stajdan izin aldım, normalde çıkmak yasak ama asistanla aram iyi diye çıkabildim. Bi iki kere uğrayacağım bi sıkıntı olmasın diye, o kadar. İlayda'nın hastası ve stajı olmamasına rağmen benim için okula geldi, eğer sohbet akmazsa onu arayacağım, yanımıza oturacak kahve içerken. Açıkçası sohbetin akmayacağını düşünüyorum diye İlayda'yı ayarladım, çünkü eğer aksaydı zaten beş sene önce bizim iş hallolurdu, anladın mı? 
Mesaj geldi, "Ben geldim, kahvecide bekliyorum seni." diye, aşağı indim. Hadi Tolgaaa, o eski salak çocuk değilsin artık! Bildiğin meslek sahibi olmak üzeresin, üstünde çok güzel bi ameliyat forması var, kendinden emin ol! Bunun yanında bi bölüm daha bitirdin sen be, senaryo okuluna bile gittin! Öyle boş beleş adam değilsin, Japonca bile biliyorsun biraz be oğlum, sakin ol, hadii! 
Sarıldık, parfümü aynı hâlâ. Hoş geldin'ler bi şeyler, bendeki bu Seda Sayan halleri ne olacak yahu. Az cool ol be, ne bu samimiyet! Yol sorduğun teyzeye de aynı samimiyet, ona da! Sıçacam çarkına vallahi! 
"Önce ilk muayeneye gidiyoruz, röntgenini çektirelim. Ağrın var mı?" falanlar filanlar derken sohbet etmeye başladık. Röntgen bölümünde samimi olduğum bi çocuk var, şükür buralardaymış. Hemen kenara çektim, anlattım durumu, aldılar içeri. Sonra da muayene olmaya diğer odaya geçtik. Burada yapılacak bütün işlemleri bilgisayara giriliyor, ablayla beraber bakmaya başladık. Tahmin ettiğim gibi, buraları mesken edecek kendisine, belli oldu. Abla birini ayarlayıp ayarlamadığımı sordu, "Hallettim, randevusu var birazdan, cerrahiden arayacaklar beni." dedim, çıktık odadan. 
Kahveciye indik tekrar. İlayda'ya yazdım, o da peşimize geldi hemen, oturduk muhabbet ediyoruz. İkili muhabbet edesim gelmedi, konu biter diye mi korktum, konuşamam diye mi, bilmiyorum. Sohbet gayet akıyor, gülüyoruz eğleniyoruz. Beklediğimden de iyi gitti. Sadece birkaç küçük done var anlatmak istediğim, onlardan bahsedeyim. 
Konu olsun diye ev değiştirdiğimi söyledim, daha doğrusu İlayda yolunu yaptı, ben devam ettirdim. Ne bi merak, "Aaa nerdesin, kimlesin?" sorusu, "Neden ev değiştirdiniz yahu?" gibi bi tepki; hiçbiri yok. Öylece durdu. 
Yine İlayda açtı konuyu, senaryodan filmden kurstan. Yine sessizlik, sadece ben ve İlayda konuştuk o kadar. Yani çok affedersiniz ama insan düşmanı bile olsa merak eder, iki irdeler yahu. O dakika zaten bendeki o geçmişten kalabilme ihtimali çok az olan bi kıvılcım sönüverdi. 
Telefonuna bakıp duruyordu arada, mesaj beklediği biri var gibi geldi. O sorunun tam sırası! Burak'la evde boşa prova yapmış olmadığımızı düşünerek, deriiiin bi nefes alıp "Ee, sen anlat bakalım, sende var mı birileri?" diye sordum. "Var, 9 aydır bi ilişkim var." dedi gülümseyerek. 
Sakın Tolgaa, yüzünü düşürme, sakın! Sakin olur musun, yüzüne hemen bi gülümseme yerleştir! Çabuk diyorum sana! 
"Yaa öyle mi, çok sevindim, 9 ay iyi bir süre gerçekten."
"Sende var mı peki?"
"Açıkçası konuştuğum birileri var ama okul çok yoğun, sen de şahit oldun. Kimseyi ilgisizlikle üzmek istemem, o yüzden resmiyette pek bi şey yok." özetli, saçma sapan bi cevap verdim. İşin doğrusu, konuştuğum bir kişi bile yok, deprem korkusuyla ev değiştirmişiz haftalardır onunla uğraşıyorum, aklımı o işlere veremedim bile. 
Ben sigara içmiyorum normalde. Yani ortamdan ortama, belki alkolle o kadar. Hayatımda ilk kez canım deli dehşet sigara istedi! "İlayda," dedim, "Sigaran var mı?" İlayda sigara uzattı. Sigarayı içmiyorum, yiyorum resmen, üçüncü saniyede ikinciyi istedim. O bile şaşırdı bu arada, "Sen içmiyordun sanki?" dedi. "Yaa, aynen, koktu bi canım istedi yahu." gibi yine sıfır zeka kokan bir cevap verdim ve ikinciyi de bitirdim. O anda cerrahi katından aradılar ve yukarıya çıktık, dişini çekmeye. 
Yazı çok uzayacak, orada olanları anlatmayayım. Asistanla beraber çekimini yaptık, asistan reçete için kalktığında ben de ortalığı topluyordum. Koltuktan kalktı, öylece bakıyor. Neden bilmiyorum, birden bir şey söylemek istedim. Eğilip "Vay be, 5 sene önce karşında titriyordum. Şu an sen burdasın ve ben dişini çektim, hayat çok garip." dedim. Ağzında tampon var, konuşamıyor bile, "Aynen öyle." dedi, gülümser gibi oldu. 
Daha sonra asistan geldi, reçetesini verdik ve yolcu ettim. Sarıldı, çok teşekkür etti ve gitti. 

Onun gitmesiyle beraber 5 senelik kalp sancım, 5 sene önceki acım, kederim, duygularım, yaptığım saçmalıklar, o çatı katı evim, o kahvehane, zırlamalarım, sendelemelerim, düşmelerim ve kalkmalarım; hepsi gitti. Bu uzun soluklu hikayenin de sonu böyle olacakmış demek. En iyisi, en güzeli oldu; şimdi onun için düşündüğüm ve dilediğim tek şey ilişkisinde mutlu olması. 
"Zaman her şeyin ilacı." o kadar kadersiz bi cümle ki. Doğruluğu, hep o ânı kurtarmak için söylenmiş gibi görünmesiyle sürekli çarpışıyor. Sen, eğer üzgünsen, n'olur bu kadersiz cümleyi inanarak oku. Sana, laf olsun diye, şu ânını kurtarmak için söylemedim. Tecrübeyle sabit, geçiyor. Bazen çivi çiviyi sökerek geçiyor, bazen böyle, bazen kendiliğinden. Bir sene önceki ben, bunların olacağını bilmiyordum, bir sene sonra da ne olacağını bilmiyorum. Yaşadıkça, hep daha farklısı, daha maceralısı karşıma çıkacak. İyi ki yaşamışım, bunların hepsi beni ben yapacak nasılsa. Seni de öyle. Söz.
   

2 yorum:

  1. yani ilginç bi şey, bencillik gibi. sanki başka doktor yok da sana yazmış. üstelik geçmişiniz böyleyken
    neyse ki zaman her şeyin ilacı.💁🏼‍♀️

    YanıtlaSil
  2. İçtenliğini, tepkilerini çok özlemişim. Daha sık yazman dileğiyle.

    YanıtlaSil