15 Ağustos 2024

Diyarbakır sever seni, sen beni seversen (2)


3. Gün: Benim siyah poşetim nerde?
Sabah Eti Burçak'la kahvaltımızı yapıp apar topar otelden çıktık annemle. Evde elektrik yok diye online bi şekilde elektriği üzerime aldım, arayıp teyit ettim, elektriğimin açıldığını söylediler. Adamlar matkap çalıştıracak, elektriğimin olması lazım. 
Evi temizlemek için varmadan bi sürü temizlik malzemesi, kova gibi ıvır zıvırları aldık ve eve geçtik. İstanbul'da yedi ev değiştirmiş ve bence bu konuda artık fikir beyan etmesi gayet normal biri olarak söylüyorum, en keyifle temizlediğim evim bu evim oldu. Kadir Ezildi gibi çitileye çitileye her bi dolabı temizledim, banyoyu hallettim. 
Temizlerken şunu fark ettim. Gerçekten her şeyin bi zamanı var. Bundan önceki evim hariç, diğerlerinde hep ev arkadaşlarım vardı. Memnun olmadığım ama ağzımı açamadığım şeyler vardı, ait hissetmediğim anlar oluyordu. Bunda öyle değil, bulaşık makinesi bile aldım yahu. İçimden geldiği gibi döşemek için doğru zaman bu zamanmış sanırım. 
Telefonum çaldı ve nakliye geldi. Bu arada, elektrik hâlâ yok! Arıyorum, "Var görünüyor, hemen ekip gönderiyorum." diyorlar, kimse gelmiyor. Adamlar "20 dakikaya işimiz biter, dolapları monte etmeye başlarız." diyorlar, 20 dakikam var anlayacağın şu zıkkım elektriğin gelmesi için. 
Altı kere aradım, en sonunda bi ekip geldi. Adam diyor ki "Aşağıda mühür var, buraya açma kapama ekibinin gelmesi lazım, ben açamam." Üzerime aldım, kesin şu mühürü, vallahi dolandırıcı değilim! Yok! Adam tutturdu "Kesemem. Ceza ödersiniz." diye. Abicim, ne cezası, ben her şeyi usülüne uygun yapıyorum, aşk olsun yaaa!
En sonunda, apartmandan birinin elektrikten tanıdığı varmış, geldi, şak diye halletti her şeyi, elektriğim geldi. Bilim insanlarından alnından öpmek istiyorum, ne önemli bi şeymiş yahu elektrik. Şirketi aradığımda bile kadına bağırdım bi ton telefonda: "Bana bakın, az sonra şarjım bitecek, karşınızda muhatap bile bulamayacaksınız! Elektriğim yokkk! Açınnnnn!" diye. Kıyamam, kadın ne bilsin bodrumda mühür var, "Ay ama açık görünüyor, var elektrik varrr!" diyor benim sinirime. Neyse şükür bu da halloldu. 
Önce, adamların bi poşetimi kaybettiklerini anladım. Kamuran'ın tuvaleti ve içinde bütün temizlik malzemelerimin olduğu poşet. Kıyafetlerim, kitaplarım olsa büyük olay çıkarırdım (ve hiçbir faydası olmazdı) ama affedilir şeyler diye ses etmedim. Vantilatörüm de sizlere ömür, kırılmış. Bi sandalyem yamulmuş, muhtemelen üstüne ağırlık gelmiş. Sonra, yatak odamdaki dolabı monte edemeyeceklerini ve dolabın resmen döküldüğünü söylediler. Tekrar kurmak için bi sürü malzeme lazımmış ve tahtalar hep eskimiş. Bu arada inanılmaz haklılar, adam bana İstanbul'dayken de göstermişti. Dolap bildiğin dandikmiş. "Yok abi, yapamam ben bunu, yapsam da üstüne yıkılır. Mobilyacı değilim ben." diyor, odada bilmem kaç bavul kıyafet bana bakıyor. 
O an, vahiy mi indi bana bilmiyorum ama sineklikçiyi aradım. Diyarbakır'da tanıdığım tek insan, sineklikçi canım abim. "Abi." dedim, "Böyle böyle. Bana marangoz lazım ama bu dolabı yeniden yaratsın n'olur, beş kuruş param yok!" Pat diye bi konum attı bana, "Git, selamımı söyle." dedi. O arada nakliyeciler gitmişti zaten. Taksiye atladığım gibi yanına gittim adamın, mobilya atölyesi gibi bi yer. Evime de çok yakın. 
Nakliyecinin dediği şeyleri söyledim, eksikleri hazırlayıp adamın arabasıyla tekrar eve geldik. Dolabımı tamir ettiler şükür. Sadece "Bi kere daha taşınırsan bu dolap dayanmaz artık, son hakkın bu." dedi. Ayyy canım dolabım, ev sahibi evden atmadıkça dolabımla mutlu mesut yaşamayı düşünüyorum. 
Sonunda annem, ben ve Kamuran kaldık. Gecenin körüne kadar bütün mutfak eşyalarımı tek tek ellerimle yıkadım, bütün evi dizdik neredeyse. Aslında baktığında ıvır zıvırlarım dışında çok fazla ev eşyam yokmuş ama taşınmak çok yorucu. Hâlâ ayak tabanlarım acıyor. 
Tüm bunlara rağmen... Hiç bilmediğim bi şehre, insanlara, yollara rağmen... Yine de, sıfırdan başlamak sanırım çok güzel. İstanbul'a ilk geldiğimde, faturaları üzerime almaya uğraşırken kaybolup yanlışlıkla Tuzla'ya gitmiştim, "Tuzla'ya hoş geldiniz." tabelasının altında dakikalarca ağlamıştım. Sonra n'oldu, İstanbul kazan, ben kepçe! Girmediğim deliği kalmadı koca şehrin, bilmediğim ortam, tanışmadığım insan, yemediğim bok kalmadı. Burası da öyle olacak, çok eminim. Alışmak için sadece biraz zamana ihtiyacım var. 

Şimdi gelelim, şehirden ufak notlara:
-Diyarbakır insanı o kadar tatlı ki, ilk kez böyle güzel insanlarla karşılaşıyorum. Evimde sıcak suyum yok diye üst komşum evine davet etti ve orada duş aldım. Kadın ben duştayken lahmacun yapıp verdi bana, eve de bir sürü şey indirdi, buna filtre kahve dahil. İstanbul'daki evlerimde bırakın taşınırken bi kap yemek vermeyi, aşure ayında bile şerefsiz komşularım bizim daireyi atlar, yanımızdakilere verirlerdi. 
-Çok sıcak! Ama Adana gibi terler içinde kalmıyorsun. Kafanı sıcak fırına sokuyormuşsun gibi düşün. 
-Ucuz! O koca lahmacun ve o güzel dönerlerin fiyatı nasıl iki basamaklı olabilir aklım almıyor. Annem iki güne bir lahmacun söyledi eve, soğanları içine doldura doldura yedik. Spora salonu buldum mesela, aylık ücreti nasıl oluyor da İstanbul'dakilerin üçte biri kadar olabilir yahu. 
-Adana'ya çok benzettim buraları. Daha keşfetmedim ama birkaç aya iyice anlarım diye düşünüyorum. 

Son olarak... Ben uzmanlık sınavına 5 aya yakın bi süre varken istifa edip eve kapanmıştım, öyle çalışmıştım sınava. Eşşekler gibi gerçek anlamıyla, hiç abartmıyorum. Sıfır temelle, oturup anam ağlaya ağlaya her şeyi en başından kendim öğrenerek. İyi ki bu kararı vermişim, iyi ki risk almışım diyorum. 
Afffferin lan Tolga, bunu da başardın şerefsiz! Senin elinden hiçbir şey kurtulamaz, yeter ki iste! Öptüm!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder